4.BÖLÜM

1447 Words
Annelisa korkusuz ve küstah adamın yanından hızla uzaklaşırken, arkasından söylediği sözleri net olarak duymamıştı ama çok da önemli değildi. "Lanet olsun avladığım tavşanları unuttum!" Oysa bütün sabahını avlanarak geçirmişti. Keşke yüzmek için o suya girmeseydi. Ancak geriye de dönemezdi. Kendini böyle bir riske atmaya değmezdi. Eve yaklaşınca pelerinini giydi ve peçesini taktı. Etrafta kimsenin onu böyle görmesine daha fazla izin veremezdi. Yeterince riske girmişti. Madeline annesi haklıydı. Gerçekten yüzünün güzelliği erkekleri baştan çıkarıyor ilgilerini çekiyordu.Ve erkeklere asla güven olmazdı. Bu adam sadece yüzünü görmekle kalmamış bir de vücudunun doyasıya incelemişti. Küstah! Saygısız! Artık o nehre gidip yüzmek iyi bir fikir değildi. Bir daha başına böyle bir şey gelirse kolay kolay kurtulamaya bilirdi. Eve yaklaşınca kapılarının önüne bağlanmış güzel heybetli bir at dikkatini çekti. Bir misafirileri vardı ama kim?Hızla atından indi ve atını diğer atın yanına bağladı. Babası evin içinde uzun boylu kumral geniş omuzlu bir adamla sessizce bir şeyler konuşuyordu. İkisi de Annelisa'nın içeriye girdiğini fark edince ona doğru dönüp baktılar. "Sevgili kızım..."diyerek gülümsedi babası. "Eğer biraz daha geç kalsaydın, seni aramaya çıkacaktık. Av neden bu kadar uzun sürdü?" "Maalesef bugün çok şanslı değildim. Hiçbir şey avlayamadım. O yüzden ormanda fazla kaldım." Nerdeyse ben av oluyordum! Tabii bunu asla söylemeyecekti.Nasıl olsa evine sağsalim dönmüştü. Gerçi o adam kendisine bir şey yapmaya kalksaydı, onun cesedini atının arkasına bağlayarak buraya kadar zevkle çekerdi. Kendisine doğru bakan genç adama döndü. Daha önce onu buralarda görmemişti. Kıyafetleri oldukça düzgün tam bir asker havası vardı. Genç adam başıyla onu selamladı. Sonra bir dizinin üzerine çökerek önünde eğildi. "Kendimi tanıtayım leydim." dedi gayet kibar ve hoş bir sesle. "Adım Franki Glenis efendim. Buraya Guilford kalesinden sevgili anneniz Leydi Catherine Guilford tarafından gönderildim." Annelisa duyduğu isimle irkilip, genç adama şaşkın bir ifade ile bakmaya başladı. Yıllar sonra ilk defa öz annesi ona bir haberci yollamıştı. Ama neden? Annelisa'yı hayatından ve o kaleden uzak tutmak için elinden geleni yapmıştı. "Gelme sebebinizi oldukça merak ettim."derken heyecanına engel olamadı. Asker ayağa kalktı. "Son derece üzgün olduğumu belirterek size bu acı haberi vermek zorundayım. Lordumuz yani babanız Leonard Guilford öldü. Ve anneniz sizin artık evinize dönmeniz gerektiğine karar verdi. Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum, sizin sırrınız ben de saklı kalacaktır. Annem Mary annenizin sadık bir hizmetkarıdır. Sizin varlığınızı sadece benimle paylaştılar. Siz de her zaman bana güvenebilirsiniz leydim." Annelisa ne diyeceğini bilmiyordu. Varlığı belli bile olmayan bir baba için üzülmek zordu.Ayrıca annesinin onu tekrar doğduğu yere çağırması beklemediği bir şeydi. Stephan babası Madeline annesiydi. Onları bırakıp nasıl gidebilirdi? Onlar olmadan nasıl mutlu olurdu? Babasının gözlerinin içine baktı. Belli etmemeye çalışsa da onun gözlerinde de aynı hüzünü fark etti. Madeline içeri girdi ve yüzündeki üzgün ifadeyi görmemek imkansızdı. Bu haberi almış ve ağlamıştı. İkisi de çok sessizdiler. Annelisa onlarla yaşadığı yılları düşündü. Onlar olmadan asla buradan gitmeyecekti. Nereye giderse onları da götürecekti. Onlar gerçek ailesiydi... "Tamam evime döneceğim ama kesinlikle yalnz olmayacağim. Annem ve babam da benimle birlikte gelecekler. Fakat sizden on gün gibi bir süre istiyorum. Burada halletmemiz gereken işlerimiz var. Evimizi ve hayvanlarımızı toparlamamız gerek.Umarım sakıncası yoktur." Ve ailesine baktı. Onlar bir an ne cevap vereceklerini bilemediler. Yüzlerine sadece içten bir gülümseme ve mutluluk yayıldı. Madeline akşam yemeğini hazırladı. İki günlük yoldan gelmiş yorgun asker bu gece dinlenmeden hiçbir yere gitmeyecekti. Annelisa peçesini hiç açmadı. Franki onun açıkta kalan gözlerine bakarken, peçenin altında mükemmel bir yüz olduğunu tahmin ediyordu. Sonra kendine kızdı. Hayatını Guilford kalesine adamıştı. O kalenin sadık askeri ve en iyi komutanıydı. Ve şimdi koruması gereken bir kadın vardı. Hayatı pahasına bile olsa onu koruyacaktı. Sabahın ilk ışıkları ile Franki on gün sonra Leydi Annelisa'nın geleceği haberini vermek için yola çıktı. Kendi kendine on günü bir gün geçerse buraya onları almaya geri döneceğine dair söz verdi. *** Braylan dün öğleden sonradan beri kendinde değildi. Aklı sürekli nehir kenarında gördüğü o güzel kızdaydı. Aslında hiçbir kadını böyle sürekli düşünmemişti. Zaten kafasına koyup düşündüğü kadınları da çok fazla çabaya gerek kalmadan elde etmişti. Bu kızda bir şeyler vardı ama ne? Güzelliği insanın aklını başından almaya yetiyordu. Kimdi? Nerede yaşıyordu? Kimin kızıydı? Kahretsin adı neydi? "Ne kadar aptalım adını bile öğrenemedim. Sorsam söyler miydi?" Evcilleşmemiş bir kısrak, her an seni tepmeye hazır, saldırgan ve öfkeli... Düşünme artık diyordu kendine ama en fazla bir dakika sonra yine kafasını meşgul ediyordu. Gece hiç uyuyamadı. Gözünü her kapattığında, su perisi girdi rüyalarına. Her defasında ellerini uzatıyor, ona dokunamadan gözünün önünden kayboluyordu. Ve sabah oldu sonunda... Umarım kısa sürede kafamdan atarım onu diye düşündü. Yoksa kendine engel olamayacak dağ taş onu aramaya başlayacaktı. "Bugün saldıracağız. Edward yaptıklarının cezasını çekecek. Sakın kadınlara ve çocuklara dokunmayın. Bu onların savaşı değil. Duydunuzmu beni!"diye bağırdı ordusuna Braylan. Evet acımasızdı, kalbi bazen taş gibi oluyordu fakat suçsuz insanları öldürmek ona göre değildi. Yirmi üç yaşındaydı. Yaşından daha fazla savaş görmüş, birçok adam öldürmüştü. Ne bir kadın ne de bir çocuk öldürmüştü. Babası ölünce bütün sorumluluğu üstlenmiş, her savaşını başarı ile bitirmişti. Sırada Edward vardı. Lord Edward en güçlü düşmanıydı. Bu kez onu alt etmeye gelmişti. Gerekirse kendi elleri ile canını alacak aman dilemesine dahi izin vermeyecekti. Kanlı Edward ne kadınlara ne de çocuklara acıyordu. O sadece kendini düşünen, toprak, zenginlik, taht uğruna önüne ne gelirse gözünü kırpmadan yok edebilen bir insandı. Gerçi ona insan demek zordu. Topraklarına haince saldırmış, kadın çocuk demeden ölüm kusmuştu.Fakat istediği başarıyı elde edemeden geri çekilmiş, arkasına bakmadan kaçmıştı. Bugün intikam için gelmişti. Kalesini mutlaka ele geçirmeliydi ve onu ölümle buluşturmalıydı. Jerald sevgili dostu ve sadık komutanı yanında duruyordu. "Dostum hiç uyumamış gibisin. Yoksa su perisi seni uyutmadı mı?"dedi ve bir kahkaha savurdu genç adam. "Toparla kendini. Birazdan büyük bir savaşın içine dalacağız." Braylan alaycı gözlerle ona doğru baktı. "Evlendikten sonra formdan düşen sensin. Sevgili karın bütün enerjinin tüketiyor. Bu yüzden savaşırken arkanı kollamak zorunda kalıyorum." Ordu Edward'ın topraklarına girdi. Kenarda dağınık küçük köy evleri sıralanmıştı. Onları gören insanlar evlerine kaçışmaya başladılar. Braylan askerlerine halka dokunmayın demişti. Ve onun emri olmadan hiçbir asker buna cesaret edemezdi. Annelisa bu sabah yine erken kalkmıştı. Yüzüne yine o çirkin ot karışımı maskeyi sürüp, pelerinini giydi ve evdeki işlerini halledip, hayvanlarla ilgilenmek için evden çıkacağı sırada çok büyük bir gürültü ve çığlık sesleri duydu. Hemen sonra hiç düşünmeden kendini dışarıya attı. Bahçeye giren iki adam annesini köşeye sıkıştırmış kollarının arasında eziyet ediyorlardı. "Seni Sürtük. Bize içecek bir şeyler getir duymadın mı?Canın oynamak mı istiyor?" Annelisa yanlarına koştu ve bağırmaya başladı. "Bırakın annemi lanet herifler. Defolun buradan!" Adamların ona aldırdığı yoktu. Annelisa etrafına bakınca büyük bir ordunun toprakları işgal etmeye başladığını fark etti. Lord Edward'ın kalesi buraya çok yakındı. Eve doğru koştu ve babasının ona özel yaptığı kılıcı aldığı gibi yine dışarı çıktı. O an "Olamaz anne!' diye bağırmaya başladı. Madeleine aldığı kılıç darbesi ile yere yığılmış hareketsiz yatıyordu. Annelisa adamlardan biriyle babasının dövüştüğünü gördü. Diğer adam kendisine doğru saldırıya geçmişti. Annelisa öfkesi, içindeki acıyla öyle bir karşılık verdi ki adamın başını vücudundan nasıl ayırdığını anlamadı. Bir an da her yerin askerlerle dolduğunu fark etti. Halk bu savaştan nasıl kurtulacağını bilmeden kaçışıyordu. Gözleri babasını aradı.Sonra bir inleme koptu.Babası koca gövdesinden büyük bir kılıç darbesi almış ve olduğu yere yığıldı. "Baba!" Gözlerinden akan yaşı durdurmak imkansızdı. Babasını bu hale getiren adam arkası dönük zafer nidaları atıyordu. Elindeki kılıcı sırtından hiç acımadan iki kez sokup çıkardı. Sonra da babasına koştu. Stephan ona sadece "Kaç Lisam kaç..." diyebildi. Annelisa ortalığı inleten inanılmaz bir çığlık attı. Braylan olanları onlara çok uzak bir noktadan görebilmişti. Atını hızlı bir şekilde o yöne doğru sürerken, adamların neden sözünü dinlemediğini düşünüyor, onlara lanet yağdırıyordu. Annelisa babasının yanında dizlerinin üzerine çökmüş ağlarken, başını usulca kaldırıp onu gördü. O adam, o lanet adam karşısında durmuş anlamsız gözlerle kendisine bakıyordu.Kimdi bu adam? Sonra bir askerin ona doğru koştuğunu gördü. "Lordum kale kuşatıldı emir verin saldıralım!" Adamın kim olduğunu anlamakta gecikmedi.Bu Şeytan ordunun komutanıydı. Anne ve babasının ölüm emrini veren adamdı! Kan, acı, ölüm... Bahçenin bir köşesinde savaşı seyrederken hiç durmadan ağladı. Akşam olunca derin sessizlik çöküverdi. Ölüm sessizliği kapladı gökyüzünü. Edward kalesini düşmana teslim etmemişti. Braylan'ın askerleri sabahın ilk ışıkları ile geri çekilmeye başladı. Bu bir yenilgi değildi, zafer de değildi. Edward inanılmaz bir savunma ile düşmana meydan okumuştu. Annelisa geri çekilen düşmanı sinsice izlerken yine onu gördü. Ordunun komutanı asıl katili... Kılıcını pelerinin içine sakladı. Geri dönen askerlerin arasına doğru yürümeye başladı. Kimse ona aldırış etmiyordu. Kısa süre içinde Braylan'ın karşısına dikildi. Braylan onu görünce atını durdurdu. Ve atından yere indi. Genç kadın ailesini kaybetmişti. Ona bir özür borçluydu... Peçesi yüzündeki ifadeyi gizlese de üzgün olduğunu gözlerinden anlayabiliyordu. Askerler emirlerine nasıl karşı gelebilirdi? Bu zavallı kıza acısını nasıl unutturacaktı? Ya bu bakışlar, bu öfke... Gözleri ne kadar tanıdıktı. Kıza bir kaç adım daha yaklaştı. Acaba o olabilir mi diye düşündü? O sırada bir ses yankılandı. "Katil!" Annelisa pelerininin içindeki kılıcı çıkardı ve Braylan' e doğru salladı. Braylan kılıcı son anda fark etti ancak koluna gelen acı darbeden kurtulamadı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD