Annelisa yüzünde inanılmaz bir acıyla uyanırken, ellerini kaldırmaya çalıştı ama başaramadı. Kolları sıkı bir iple arkasından bağlanmış, ayakları birbirine kenetlenmiş yatıyordu. En son hatırladığı şey yüzüne inen oldukça sert bir tokattı.
Ve sanırım o adamı öldürdükten sonra diye düşündü... Etrafına bakındı. Burası bir çadırdı. Dışarıdan asker seslerinin geldiğini duydu. Bu adamlar onu neden hala öldürmemişti? Lordlarının canına kıymışken neden hala yaşamasına izin veriyorlardı? Belki de işkence edecekler, acı çekerek ölmesini izleyeceklerdi.
Korkmuyordu!
En acısını yaşadığı için ölümü yüreğinde hissettiği, sevdiği iki insanı haksız yere kaybettiği için, daha nasıl bir acı yaşaya bilirdi ki? Yapacakları hangi işkence içindeki acıdan daha dayanılmaz olurdu?
Çadırın kapısından uzun boylu, esmer, diğer adama göre daha zayıf bir adam girdi. Annelisa adamın düşmanca bakışlarına hedef olduğunun farkındaydı. Komutanlarını öldürdükten sonra kendisine dostça davranmalarını zaten beklemiyordu.
"Bana ne yapacaksanız yapın artık!"diye bağırdı. "Sizden korkmuyorum ama elimi ayağımı bağladığınıza göre siz benden epey korkmuşsunuz."
Adam genç kızın sözleri karşısında öfkelendi ve kafasını ona doğru eğdi.
"Bana bak Sürtük!"dedi dişlerinin arasından. "Burada kimsenin senden korktuğu yok. Emin ol Braylan seni benim ellerime bırakmış olsaydı, zaten şu an yaşamıyor olurdun. Ya da çektiğin işkenceden dolayı ölmek için bana yalvarıyor... Bunu o çirkin kafana sok."
Annelisa Jerald'ın gözlerinin içindeki kızgınlığı görebiliyordu. Adamın öfkesi ya da tehditleri umurunda değildi.
"Lanet olsun Braylan da kim? O mu beni öldürecek? Hepiniz birer katilsiniz. Kana susamış caniler!"
"Bana aptal numarası yapma kadın! Braylan Cromwell'i tanıyorsun ki kılıcınla onu öldürmeye çalıştın."
Annelisa büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını yüzüne yayılan ifadeden belli etti.
"Ölmedi mi?" dedi usulca.
Adama gür bir kahkaha attı.
"Ölmedi leydim."derken genç kızla dalga geçiyordu. "Bu haber sizi çok üzmüş olmalı."
"Bir kez daha denerim. Ama bu kez kesinlikle ıskalamam."
"Bir daha ki sefer olmayacak. Yine denersen bu kez seni elimden bırak Braylan'i yüce kralımız bile alamaz."
Adam çadırdan çıkarken arkasından bağırdı genç kız.
"Kralınızın da sizin de canınız cehenneme!"
Annelisa bu adamı yok etmenin bir yolu olduğuna emindi. Hiç kimse ölümsüz değildi. Onu daha önce nerede gördüğünü hatırladı. Nehrin kenarında...
Kahrolası pislik!
Jerald Braylan'ın çadırından içeri girdi. Braylan kılıç darbesini hafif bir sıyrıkla atlatmayı başarmıştı ama en çok canını yakan Lord Edward karşısında almış oldukları yenilgiydi.
"Jerald askerlere hazırlanmalarını söyle yarın sabah erkenden yola çıkacağız." dedi Braylan. "Bu gece dinlenmemiz yeterli olacaktır."
Canı oldukça sıkkındı. Hareket ettirdikçe sol omuzu oldukça acı veriyordu. Yine de buna şükretmeliydi. O asi kız az kalsın başını bedeninden ayıracak ve şu an yaşamıyor olacaktı. Ona karşı öfke dolu olsa da yaşadığı acı yüzünden genç kıza acımaktan kendini alamıyordu.
Suçsuz yere ailesini kaybetmiş, tek başına kalmış bir kadın... Tamamıyla meraktan peçesini açıp baktığında tahammül edilemeyecek çirkinlikte bir yüz görmüştü. Hayatı boyunca gördüğü en çirkin kadındı. Bu hale nasıl geldiğini de merak etmişti. Zavallı kız...
Anne ve babası için evlerinin bahçesinde mezar kazdırmış, onları oraya gömmüşler, küçük bir tören bile yapmışlardı. En azından bunu yapması gerektiğini düşünmüştü. Peki sözünü dinlemeyen askerler... Onlar ordusuna geçen ay katılmış ve galiba onun savaş kurallarını tam olarak öğrenmemişlerdi. Keşke o insanlara zarar vermeden önce durdurabilseydi.
"Söyler misin dostum."dedi Jerald merakla. "Tutsağımızı ne yapmayı düşünüyorsun? Bana kalsa canını almıştım ama sen kıza o kadar acıdın ki kalene götürüp onunla evlenmeyi planlıyorsun diye düşünmeye başladım."
Braylan gülümseyerek arkadaşına baktı.
"Kız kardeşimle nişanlı olmasaydın seni bu kızla evlendirebilirdim. Bende ona olan borcumu bir kocayla ödemiş olurdum. Haline bakılırsa birinin karısı olması kesinlikle imkansız."
"İyilik meleği Braylan." güldü Jerald. "Düşmanlarına karşı ne zaman bu kadar merhametli olmaya başladın? O cadı az kalsın güzel kelleni uçuruyordu. Ve emin ol hala bunu yapmayı planlıyor."
"Uyandı mı?"
"Prensesimiz uyandı ve seni sordu lordum. Hala nefes aldığını duyunca hayal kırıklığı yaşadı."
Yine gülümsedi Braylan.
"Kadın da olsa düşmanlarıma karşı sanırım dikkatli olmalıyım. Ayrıca bir kadının beni yaraladığı duyulursa itibarım ne hale gelir düşünsene... Kaybettiğim savaş bile bu kadar dedikoduya sebep olmaz."
"O bir kadın değil Braylan. Kadınlar güzel olur... Güzel, çekici, zarif. O bambaşka bir şey."
"Ona bir at verin ve evine dönsün. Buraya çok uzak değil. Sonuçta zavallı bir kız ve bizim ona eziyet etmeye hakkımız yok. Yaşının küçük olduğunu düşünüyorum. Belki on sekiz ya da on yedi..."
"Yüzüne bakarak mı karar verdin? Suratındaki her ne ise gerçekten berbat dostum. Umarım hastalığı bulaşıcı değildir."
"Yeter artık Jerald çok sıkıldım. O kızı bir an önce def et. Bir daha bu konunun açılmasını da istemiyorum."
"Sabah erkenden bu işi halledeceğim."
Sabahın ilk ışıkları ile kampta bir hareketlilik başladı. Jerald Annelisa'nın çadırına girdiğinde Annelisa uyanmış, yine aynı öfkeli gözlerle ona doğru bakıyordu.
"Peçeli kız."dedi Jerald küstah gülümsemesini takınarak. "Tutsaklığın bitti. Braylan seni affetti ve gitmen için dışarıda bir at seni bekliyor. Sanırım evine döneceksin. Braylan annen ve baban için bir mezar yaptırdı. Umarım bu acını biraz hafifletir."
"Yaptıklarınızdan sonra mezar için teşekkür etmemi mi bekliyorsunuz? Siz vahşi insanlarsınız! İnsan hayatının hiç değeri yok mu? Git o katile söyle o beni affetmiş olabilir ama ben onu asla affetmiyorum. Umarım hayat boyu vicdan azabı çeker."
O anda çadıra giren genç adamla göz göze geldi Annelisa. Braylan Annelisa'nın söylediklerini duymuştu ama sessizdi. Jerald genç kızın iplerini çözünce zor da olsa ayağa kalkmayı başardı Annelisa. Çadırdan çıkmadan önce Braylan'in bir adım kadar ötesinde durup, gözlerine bakarak içinden geçeni söyledi.
"Lord Braylan." dedi alçak ve soğuk bir sesle. "Bu seninle son karşılaşmamız olmayacak. Tanrı... varlığına inandığım gökteki tanrı intikamımı almam için bana mutlaka bir fırsat verecek. Sakın bu yüzü unutma. Nefes aldığın sürece bir lanet gibi peşinden geleceğim. Kabusun olacağım..."
Genç kızın peçeli yüzünü unutmak belki mümkündü ama intikam hırsı dolu gözlerini unutacağını hiç sanmıyordu Braylan. Bir Yakut gibi parlayan yeşil gözler, onun en güzel yeriydi. Cesaret, güç, öfke, kin kusan bakışları bir kadın için fazlaydı.
"Üzgünüm leydim..." derken de samimiydi.
"Üzülmek için çok zamanın olacak! Ama yaşamak için değil..." dedikten sonra çadırdan çıkıp, ona verilen ata binerek hızla oradan uzaklaştığında Braylan arkasından bakarak, "Tanrı yardımcın olsun..."diyebildi sessizce.