Bölüm İki

846 Words
Bölüm iki Hayatta kalma mücadelesi verirken tutkular bir kenara bırakılır, hele ki bu mücadeleye en dipten başlanmışsa... Ecrin bunları yaşamıştı. Zor bir hayatı olduğu için önceliği cebine para, karnına yemek sokmaktı ve bütün tercihlerini bu önceliğe göre belirlemişti. Onunla aynı hayatı yaşamış olmama rağmen aç kalma pahasına tutkularımı tercih etmiştim. Atanmayacağımı bile bile edebiyat öğretmenliği okumamın tek sebebi de buydu. “Tatmak ister misiniz?” diyerek kürdanın ucundaki sucuğu sarışın hanımefendiye uzattım. Kadın nazik bir tebessümle, “Veganım.” dediğinde anlayışla başımı salladım. “O halde,  hakkınızı bana verir misiniz?” sorusunu öyle bir tavırla sormuştum ki talebimi hiç tuhaf karşılamadı ve aynı gülümsemeyle, “Tabii…” dedi. Kürdanın ucundaki sucuğu ağzıma götürmeden evvel etrafı kolaçan etmiştim. Tehlike teşkil eden kimsenin olmadığından emin olduğumda sucuğu yedim ve kürdanı standın altındaki çöp kutusuna attım. “Müşteriye tattırman gereken sucuğu mu yiyorsun?” Ecrin’in sağ tarafımdan gelen sesi sırıtmama sebep oldu. Siyah ayakkabısının topukları tık tık sesler çıkarıyordu. Bugünkü siyah takımı etekliydi ve içinde ilk iki düğmesi açık beyaz bir gömlek vardı. Omzunun hizasındaki saçlarının arasında halka küpeler sallanıyordu.  Yanıma gelip omzunu standa yasladı. “Atayım mı ablama bir sucuk?” diye sorduğumda başını olumlu anlamda salladı. Dilimlenmiş sucuklardan iki tanesini mini ızgaraya atarken iştahla, “Tek başına boğazından geçmez, sana eşlik edeyim.” demiştim. Gülse de başını onaylamazca iki yana sallıyordu. “Sana sucukları yemen için para vermiyorlar, Peri.” “Sabahtan beri başındayım kızım, koktu yani ne yapabilirim?” Kendimi savunurken sucukları çevirmiştim. İki kürdan çıkarıp sucuklara batırdım. “Buyurun efendim…” diyerek ona uzattım. Başını bana doğru uzattığında kürdanı ağzına götürdüm, sucuğu yedirdikten sonra çöpe attım. “Ee?” diye sordum kendi dilimimi yerken. “Toplantı nasıldı?” “İyiydi.” dedi, düz bir sesle. “Çocuk oyuncağıydı.” Özgüvenine karşılık yaptığım tek şey gururla sırıtmaktı. İmkânım olsa bir altın gününe gider, kısırını yiyen teyzelere, “Bizim kız da toplantıdan toplantıya koşturuyor. Patronu ille de sen gel toplantıya diyor, iyi eleman işte…” diyerek Ecrin’i överdim. “İngilizler bana bayıldı, muhabbeti ilerlettiğimde Domuz Doğaç’ın yüz ifadesini görmen gerekiyordu. Fesatlığından beni uzun süre başka bir toplantıya almayacak kesin…” cümleleriyle başlayarak tüm gününü anlattı. Bu esnada birkaç kişi sucuğu tatmış, tadını beğenenler satın almak için kasaya ilerlemişti. Ecrin de birkaç dakikanın sonunda stanttaki sucuk paketlerinden birini alarak yanımdan ayrıldı.  Onunla akşam bizim mekânda buluşacak, katıldığı ilk toplantıyı kutlayacaktık. O zamana kadar ben çalışırken Ecrin eve gidecek ve akşam yemeğini pişirecekti. Kendi kendime memnuniyetsizce, “Yarın yemek sırası bende…” diye homurdandım. Aslında çok güzel yemek yaparım fakat ne pişireceğime karar verme sürecim oldukça uzun sürerdi. Marketteki müşterilere sucuktan tatmak isteyip istemediklerini sorarken aklımda dönüp duran şey de yarın ne pişireceğimdi. Küçük bir kız çocuğu beni gösterip, “Anne bak…” diyerek otuzlarının sonunda görünen bir kadının eteklerini çekiştiriyordu. Sucuk yemek istediğini anladığımda ızgaraya iki dilim attım. Annesinin, “Gidip bir tane isteyebilirsin.” demesi üzerine örgülü saçının ucuyla oynaya oynaya yanıma geldi. “Ben de tadına bakabilir miyim?” diye sorduğunda gülümseyerek sucuğu uzattım. “Beğenirsen anneni sucuk almak için ikna edebilirsin, değil mi?” Sucuğu ağzına götürüp çiğnerken başını iki yana salladı. “Tadını beğendim ama evdeki sucuk bitmeden alamayız.” demesi göz devirmeme sebep oldu. “Nasıl çocuksun sen? Ağlasana bu sucuğu istiyorum diye. Bak büyüyünce yapamayacaksın bu şımarıklıkları.” diyerek onu ikna etmeye çalıştım. Kız bu nasihatimi duymayı bekliyormuş gibi omzunun üzerinden poşete patlıcan dolduran annesine baktı. Fısıldayarak, “Bir tane daha verirsen annem iki kangal sucuğu poşete eklemiş olur.” dediğindeyse gözlerim hayretle aralandı. Bak sen melek yüzlü şeytana… Izgaradaki diğer sucuğu kürdanla alıp, “Al bakalım yavru yılan.” diyerek ona uzattım. Kıkırdayarak sucuğunu yedikten sonra parmak ucunda uzanarak sucuk paketini almaya çalıştı. Ona yardımcı olmak adına iki kangal sucuğu eline tutuşturdum. “Hadi bakalım, göreyim seni.” diyerek gazı verdim. Salına salına annesinin yanına gidip alışveriş arabasına sucukları bırakan küçük kız çocuğunun şımarıklıklarını, annesinin git gide daha da sinirlenmesini ve ikilinin münakaşasını heyecanla izledim. Sonunda çocuk galip geldiğinde sessiz bir, “İşte bu!” nidası dudaklarımdan kaçtı. Bir saat kadar sonra öğle molasına çıkmıştım. Çantamdaki sandviçi iştahla yediğim esnada telefonum çalmıştı. Sevgili okurum, rica ediyorum bütün dikkatini buraya ver. Bu telefon görüşmesi, bana enteresan duyguları deneyimleme fırsatı verecek. “Alo?” diyerek bilmediğim numaranın çağrısını cevapladım. “İyi günler…” dedi tok bir erkek sesi. “Perihan Güneş ile mi görüşüyorum?” “Evet?” “Merhaba Perihan Hanım. Ben, Akay Yazılım’dan Emir Ertem. CEO’muz Faruk Akay’ın kişisel asistanıyım. Nasılsınız?” Kaşlarımı kaldırarak, “İyiyim, teşekkür ederim.” derken durumu yadırgadığımı sesimle belli etmiştim. Bir yazılım firması beni neden arasındı ki? “Efendim size Pelin Pelvin aracılığıyla ulaşıyoruz…” Yutkundum. Telefonu kulağımdan uzaklaştırırken ağlamaklı bir tonda, “Sıçtı Peri, bez getirin.” diye mırıldandım. Sanki bir yazılım şirketinden değil de hukuk barosundan aranmışım gibi mahkemede yapacağım savunmayı düşünmeye başlamıştım bile. Her ne kadar yaptıklarımdan pişmanlık duymasam da korkudan elimin ayağımın boşaldığını da inkâr edemem. Anlık tüm seslerin kısıldığını sanırken telefondan gelen, “Perihan Hanım, beni duyabiliyor musunuz?” sorusu kendime gelmemi sağlamıştı. Kendime gelmiştim ama o an bayılsam her şey daha kolay olabilirdi. Niye beni aramışlardı ve ben ne yapacaktım? 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD