-Bahar Zorlu-
Belimden boyuma kadar imzalatılacak dosyaları Haktan Bey'in odasına götürdüğümde yüzünü göremediğim bir adam bana yardımcı olarak kapıyı çaldı ve açtı. Görmemiş olsam da nezaketen teşekkür ederek dosyaları toplantı masasına bıraktım. Terlemiş ellerimi siyah kalem eteğime silerken bana ters ters bakan ve bunu yaparken gözlerini üzerimden bir saniye bile ayırmayan Haktan Bey'in dosyaları imzalamasını bekliyordum. Bana verdiği tüm işleri itinayla yapardım ama hep bana böyle ters sert davranmasını anlamıyordum. Anlamak içinde kendimi yorduğum söylenemezdi.
İmzaladığı dosyaları tekrar kucağıma alarak odasından çıktığımda güç bela arşiv görevlisine dosyaları verdim. Dosyaları bırakınca üzerimden büyük bir yük kalkmışçasına rahatladım. Masama doğru ilerlerken neredeyse herkesin öğle yemeğine çıktığını gördüm. Canım yemek yemek istemiyordu bu yüzden yemekhaneye gitmedim ve masama oturdum. Telefonuma bakarak sosyal hesaplarıma göz attım.
Çekmecelerde çikolata ararken önüme konan tostla başımı kaldırarak yakışıklı bir beyefendiyle göz göze geldim. Masanın önünde bulunan bekleme koltuklarına oturdu ve bana elini uzattı.
"Merhaba, Bahar Hanım. Ben halkla ilişkiler bölümünden Bahadır Günatan." Dediğinde elini sıktım ve gülümsedim. Dost canlısı gibi gözüküyordu, en azından insana verdiği ilk görünüm buydu.
"Bahar Zorlu." Diyerek kendimi tanıttım. Soyadım gibi zor biriydim. Takıntılıydım en önemlisi. Böyle bir anda insanlarla tanışamazdım, soğukkanlıydım. Kendi kendime halkla ilişkiler bölümünün ilişkilerinin bayağı bir geliştiğini düşündüm.
"Daha yeni başladım. Haktan Bey'e iletmek istediğim bazı dosyalar vardı. Çalışanlar sizi çok met edince bende gelip bir sizinle tanışmak istedim." Haktan Bey met etmez zaten anca arkadaşlarım.
"İsterseniz dosyaları bana verin Haktan Bey müsait olunca iletirim." Dediğimde elimi beyefendiye doğru uzattım. Başını iki yana salladı.
"Gerek yok. Kendi işimi kendim yapmayı severim." Dediğinde önüme koyduğu tosta baktım.
"Ah o mu? Sizin öğle yemeğine çıkmadığınızı görünce getirmek istedim. Nasıl işiniz yorucu mu?" dediğinde hem de nasıl dememek için kendimi zor tuttum. Yükselmek için sınavlar bir yandan Haktan Beyin çocuk gibi mızmızlanmaları bir yandan bir hayli zor oluyordu. Önüme düşen perçemi geriye doğru iterek başımı hafifçe salladım.
"Her işin kendine göre bir zorluğu oluyor elbette. Peki, siz daha yeni başladınız ama buradaki atmosfere alışabildiniz mi Bahadır Bey?" Rahat tavırları ben buraya aitim diyordu. Elini kolunu nereye koyacağına rahatlıkla karar vermiş kollarını birbirine bağlamış kol kaslarını belle edercesine oturuyordu.
"Burası gayet güzel ama bana lütfen Bahadır de. İş arkadaşlarım arasında resmiyet bana göre değildir." Dediğinde başımı tamam anlamında salladım. Sıcakkanlı mı yoksa çapkın olarak mı adlandırsam bilemedim. Gülüşü daha çok kız tavlamak için kullanılanlardandı.
"Aslında Haktan beyi hiç sevmem ve sana söylemem gereken çok önemli bir şey var ama burada söylemem ikimiz içinde için de risk teşkil eder iş çıkışı şirketin yanındaki kafede buluşalım. Ölümcül derecede önemli bir konu." Diyerek oturduğu yerden kalktı. Neydi ki bu kadar önemli olan? Ağır adımlarla uzaklaşırken aklım ölümcül derecede önemli olan konuya takıldı. Bahadır beyin getirdiği tostu yemeye başladım.
Haktan bey odasına girdiğinde öğleden sonraki görüşmelerini hatırlattım ve masama geri döndüm.
Akşam iş çıkışında kafede beklerken sürekli ellerim titriyordu. Bahadır bey oturduğum masaya geldiğinde telefonla konuşuyordu. Yanıma geldiğinde gülümsedi ve bir dakika rica etti. Gülümseyerek izin verdim.
"Tamam, kızıl. Kafedeyim şimdi izin verirsen." Diyerek telefonu kapattı ve masaya oturdu.
"Bahar. Senden yardım istiyorum. Konuya pat diye girdim ama zamanım kalmadı. Ben iyi birisiyim ve senden yardım istiyorum. Eğer sen bana yardım etmezsen çok kişi ölecek. Gençler ölecek." Dediğinde gözlerimi şaşkınlıkla açtım. Ben yardım etmemle nasıl gençler ölmeyecekti aradaki ilişki tuhaftı doğrusu.
"Bahadır söyle artık." Dediğimde başını yavaşça salladı. Gözleri heyecanla parlamıştı, haliyle bende merak ediyordum.
"Haktan bey iyi birisi değil birçok insanı öldürüyor. Bunu direk olarak yapmasa da uyuşturucu yoluyla yapıyor. Bana şirketin veri tabanına girebilmem için şifreyi vermen gerek." Dediğinde şaşkına döndüm. Haktan bey sevecen biri değildi ama kötü biri olarak da görmüyordum. Bu sözleri karşısında şaşırmamak elde değildi. Demek ki o bakışları kötü birisi olduğundan kaynaklanıyormuş. Haktan bey aslında kötü biriymiş ama bunu Bahadır nereden biliyordu? Ben bile daha onun söylemesiyle öğrenmiştim. Bakışlarından kötüye anlam çıkarmalıydım. Madem o kadar kötü biri bende insanların hayatlarının kötü bir hal almasına neden olamazdım. Bunu kim yapmazdı ki? Kim insanlara yardım etmek istemezdi?
"Bir dakika. Bana baştan sona her şeyi anlatmazsan sana hiçbir şey verme zorunluluğum yok. Sen kimsin? Bunları nereden biliyorsun?" her ihtimali değerlendirmek gerek. Ya aslında Bahadır iyi biriyse bile önce kendini kanıtlamak zorundaydı.
"Ben istihbaratçıyım. Aldığımız duyumlara göre Haktan Bey uyuşturucudan tut aklıma ne kadar kötü şey gelirse şirket sayesinde idare ediyor. Ne zaman şirkete baskın yapılsa bizden bir adım öndeler. Hatta belki bana inanmazsın al bak bu da kimliğim." Diyerek cüzdanından kimliğini uzattı. Kimliğe bakıp geri verdiğimde gerçekten de ona inanmıştım. Üzerinde mavi-siyah kocaman harflerle Milli İstihbarat Teşkilatı yazıyordu. Nasıl inanmazdım ki? İlk defa İstihbarattan birini tanıyordum. Olayın verdiği şok ile konuşmaya başladım.
"Bahadır. Yalnız şifre bende olmaz. Sadece Haktan Bey bilir ve kimseye söylemez. Yardım etmek isterim ama bilmediğim bir şey hakkında nasıl bilgi verebilirim?" dediğinde başını sola çevirdi.
"Yine kızıla mı kaldık?" dediğinde kaşlarımı çattım. "kızıl?" diye sordum.
"Birimden arkadaşım Ahenk." Dediğinde hafifçe gülümsedim.
"Bir dakika o zaman sen şirkette çalışmıyorsun." Dediğimde gülümsedi. Tabi ya orada bulunması da yalandı. "Akıllısın. Seni istihbarata alalım. Ahenk'le süper ekip olursunuz." Dediğinde gülümsedim ve önümdeki sudan bir yudum içtim. Masanın üzerinden bana yaklaştı ve fısıltıyla konuşmaya başladı.
"Böyle gelip dan diye kendimi ifşa etmeyecektim ama yapabileceğimiz fazla bir şey kalmadı yakın zamanda şifreyi bulmamız gerek. Hal böyle olunca kendimi feda ettim ama deşifre olmadım varsayıyorum. Çünkü bunu sadece ikimiz bileceğiz. Ben aslında şirketin halkla ilişkiler bölümünde çalışıyorum ve sende benim arkadaşımsın. Bana yardım edeceksin değil mi? Birçok gencin ölmesini istemeyiz." Diyerek göz kırptım. Başımı evet anlamında salladım.
"Anlaştık." Dediğimde elini bana doğru uzattı ve tokalaştık.
"Şimdi diğer önemli noktayı anlatıyorum. Bizim biran önce bu şirketi batırmamız gerek. Bu şifreyi hemen bulmalıyız Bahar. Sen artık adamla flört mü edersin ne yaparsın bilemem ama şifreyi ancak o adamdan sen alabilirsin." Dediğimde gözlerimi şaşkınlıkla açtım. O meymenetsiz adamla ben flört edeceğim. Hiç güleceğim yoktu. Hayatta olmaz. O adamla flört etmeyi iki dakika konuşunca hayattan soğuyorsun. Mavi şeytan gibi bakan gözleri bana denizi anımsatmıyordu. Donmuş bir duygu deryasını hatırlatıyordu. Orada iyi şeyler olmadığı da Bahadır'ın söylediğine göre doğruydu.
"O zaman şöyle yapıyoruz. Yarın erken saatlerde veri tabanına girecek. Bazı dosyalar için. Tam da şifreyi girdiği anda ben odaya pat diye dalacağım ve 'Haktan Bey babanız sizi kapıda karşılamanızı istedi diyorum daha sonra Haktan Bey odasından çıkıyor. Bu sırada sen mi girersin orasını bilemem bende adamı oyalıyorum. Nasıl plan?" diye sorduğumda dudaklarının kenarı kıvrıldı.
"Dediğim gibi seni istihbarata almalıyız. Sınavlara girmeyi hiç düşündün mü?" diye sorduğunda ciddi olduğunu fark ettim. Ajanlık işleri bana göre değildi.
"Aslına bakarsan sınavlarına girdim ama sonucun kötü olduğunu tahmin ettiğimden dolayı sonuçlara bakmadım. Hem baksam ne olur ki? İlk aşamayı geçsem bile mutlaka bir yerlerde tökezleyip düşerim." Zor olduğunu biliyordum. Kendimde o gücü bulamıyordum. Belki korkuyordum ama yapamayacağımı biliyordum.
"Kızım senin kafan mı iyi? Madem sınavlara giriyorsun neden bakmıyorsun sonuçlara, az önce akıllı mı demiştim sözümü geri alıyorum." Diyerek sandalyesine yaslandı. Babamda Bahadır da inanmıyorlardı, yapmazdım ki ben o mesleği. Babamın zoruyla çalışmadan girmiştim ve şimdiye kadar sadece babam ben ve şimdi söylediğim için Bahadır biliyordu.
"Bahadır zaten babamın zoruyla girdiğim sınavlardı. Çalışmadan girdiğim sınavın sonucuna baksam ne olur bakmasam ne olur?" çalışmadan bırak iyi not almayı geçer not bile alamazdım. Beynim inatla çalışmayı reddediyordu. İnat edip çalışmadan girmiştim. Sınav zor muydu? Zordu ama elimden gelen her şeyi yapmıştım. Babam için.
"Çevremde neden bir tane akıllı yok ki? Benim suçum neydi bu insanların arasına düştüm?" diyerek masadan kalkarken peşinden gülümsemekle meşguldüm.
********************
Yatağa yattığımda korkudan içim içimi yese de bunu başarabilecek olduğuma inanmaya çalışıyordum. Sadece Haktan Beye babasının geldiğini söyleyeceğim birlikte kapıya kadar gideceğiz ki benden şüphelenmesin. Daha sonra Bahadır şifreyi çözecek olacak bitecek.
Her ne kadar kafamdaki senaryo kolay olsa da öyle değildi. Düşünmek kolay yapılan bir eylemdi ama harekete dökmek her zaman olmuştu. Mesela öğrenciyken plan yapardım, şu zaman şu derse bu zaman bu derse çalışacağım desem de olmazdı. Okulda öğrendiklerimle sınava girerdim ve yüksek puan alırdım. Haliyle sonuç böyle olunca kendimi pek fazla sıkmıyordum. O yüzden plan yapıp o plana göre hareket edersem hiç de iyi olmuyordu.
Masama oturmuş ellerimi yanaklarıma yaslamış Haktan Bey'in gelmesini bekliyordum. Bu sırada etrafı bir bir inceliyordum her ne kadar biliyor olsam da. Bahadır karşımdaki koltuğa oturdu ve bana çarpık bir şekilde gülümsemeye başladı.
"Günaydın." Dediğimde daha da genişçe gülümsedi. Kızlar onun bu gülümsemesine dayanabiliyor muydu acaba? Hoş benim için şu andan itibaren arkadaş gibi olmuştu. Çapkınca gülümseyen arkadaş.
"Ne gülüyordun?" diye sorduğumda kahkaha atmaya başladı.
"Heyecanlısın, ilk defa göreve çıkan ajan gibi. Kendimi gördüm sende." Dediğinde başımı sağa sola salladım. Ajan kelimesi bana göre değildi. Bilmiyordum ama istemiyordum. Hayatımın aksiyon filmlerine dönmesini istemiyordum belki de. Herkes gibi değildim. Eminim herkes aksiyon dolu bir iş yapmak ajan falan olmak istemiştir ama ben istisnalarla oluşmuş bir insandım.
"Hiç de heyecanlı değilim. Olsun bitsin istiyorum." Diyerek kestirip attım.
"Bahar yaklaşsana." Dediğinde yavaşça yaklaştım. Masamın el verdiğince yaklaştım ve sol tarafımdaki saçlarımı çekerek kulağıma bir şey taktı. Geri çekilip dokunduğumda yuvarlak bir şey olduğunu hissettim.
"Bu ne?"
"Karşılıklı dinleme cihazı. Yani sen konuşursan sesini duyarım ben konuşursam sesimi duyarsın. Herhangi bir ters durum olduğunda elini ağzına kapatarak o adamın yanında da konuşabilirsin. En düşük frekansları bile duyar."
"Vay be kim yaptı bu akıllı cihazı." Diye gülümseyerek sordum. Çok koşuma gitmişti. Kimin aklına gelirdi ki bu cihaz?
"Onur." Dediğinde kaşlarımı çattım. Bu isim bir yerden tanıdık geliyordu ama hatırlayamıyordum. Beynimi hatırlaması için komutlasam da işe yaramadı.
Başımı kapıya çevirdiğimde Haktan Bey'in geldiğini gördüm. Aceleyle ayağa kalkıp selam verdim. İki dakika sonra odama gel dediğini duyar gibiydim. Elimde ajanda ile kapıyı çalıp Bahadır'a göz kırparak içeri girdim.
Bugün neler yapılacağını anlattıktan sonra önemli dosyaları istedi. Bahadır'ın bu odayı dinlediğinden adım gibi emindim.
"Bahar burada kal sana veri tabanı ile ilgili önemli bir şey sormam ve söylemem gerekli. Bekle biraz." Dediğinde bilgisayara bakmaya devam etti. Turnayı gözünden vurdum sanırım. İşte beklenen fırsat ayağıma gelmişti. Bahadır kulağıma fısıldayarak konuştu.
"Bahar senin plan iptal. Kızıl şirketin çatısında şifreyi girmeden önce iple Haktan'ın odasına gelecek duvar yerine cam olduğu için şifreyi girecekken görecek. Haktan'ın arkasına dönmemesini sağla." Diye fısıldadı. Bu biraz fazla aksiyonlu bir plan olmamış mıydı? Her neyse Haktan Beyden kaynaklı olabilir bu plan değişliği.
"Sen bilgisayardan anlıyorsun değil mi?" Diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım.
"Geçen gün davette kullandığın tablette bir şey var onu getirir misin?" Dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. O tablet her ne hurdaya dönmemiş olsa da ekranı paramparça olup çatlamıştı. Tableti yapan birisi vardı ama hatırlayamıyordum, hoş eve nasıl geldiğimiz de hatırlamıyordum. Sabah uyandığımda ayakkabılarım yerde kokteylde giydiğim kıyafet üzerimdeydi.
"Haktan Bey yalnız o tablet bozuldu. Şeklinde de değişmeler oldu. Yani görmek isteyeceğinizi sanmıyorum ama isterseniz başka bir tableti getireyim."
"Gerek yok. Tamam, veri tabanına giriyorum bekle burada." Dediğinde içimi bir heyecan dalgası kapladı. Bahadır'ın konuşulanları duyduğunu varsaydım. Gözlerimi kısıp Haktan Bey'in arkasına baktığımda kızıl saçlı lacivert vücudunu sımsıkı saran kadının ipte sallanarak bilgisayara odaklanmış bakıyordu. Bu Bahadır'ın bahsettiği kızıl saçlı kız mıydı?
Beni gördüğünde işaret parmağını dudağına bastırdı, kulağımda meleklerin sesi diye tarif edebileceğim güzel bir ses duydum. Karşımdaki kadın da konuşuyordu ama duyulmuyordu.
"Ben Ahenk. Bahadır'ın söz ettiği kızıl, şimdi şifreyi alacağım sakın ses çıkarma." Dediğinde başımı belli belirsiz salladım. Haktan Bey kafasını çevirse görecekti. Ahenk ise ince iple beraber orada asılı kalmaktan hoşnut bir şekilde şifreye bakıyordu. Oradan gayet rahat bir durumda olduğu belliydi. Kalbim göğüs kafesimi parçalayıp çıkmak isterken elimde tuttuğum deri deftere tırnaklarımı geçirdim.
Tekrar Ahenk'e baktığımda işaret parmağını havaya 'tamam' anlamında kaldırdı ve gülümsedi. Hafifçe gülümserken Haktan Bey'in sesi odayı buz dağına çarpmışçasına büyük bir etki bırakarak soğudu.
"Bahar sen nereye bakıyorsun?"
--