-Bahar Zorlu-
Gözlerim ışıkla beraber açıldığında başımın üzerinde bulunan beyaz ışık ile gözlerimi geri kapattım. Göz kapaklarımı art arda kırpıştırıp açtığımda hemen başımda bulunan doktorları gördüm. Hepsi sıra ile dizildiğinde cehennem zebanileri gibi bakıyorlardı. En son neler olduğunu hatırlamakta bile zorlanırken buraya nasıl gelmiştim? Herkes neredeydi? Nefes alıp verişim esnasında ciğerime batan bir şey hissediyordum. Bu neydi bilmiyordum. Korku dolu gözlerle bakarken yeşil gözlü, uzun boylu doktor konuşmaya başlamıştı.
"Bahar Hanım. Geçmiş olsun çok zor bir ameliyattan çıktınız. Göğüs kafesiniz nefes alıp verişinizde batıyor olabilir zamanla bu da geçecektir. Bizi her yönden çok zorladınız." Dediğinde bu doktorda bir şey olduğunu gördüm. Birine benziyordu. O kadar çok benziyordu ki kim olduğunu bulamıyordum. Kaşlarım çatılı bakarken genç doktorun yanında olan esmer doktor konuşmaya başlamıştı. "Evet beyler. Bahar hanımın durumu iyi olduğuna göre artık sahneyi Kurt'a bırakabiliriz." Dediğinde adı söylenmişçesine genç doktor konuşan doktora döndü. Esmer doktor dudaklarını birbirine bastırırken diğerleri soğuk odayı boşaltamaya başlamışlardı. İki kişi kalana dek oda boşalttı. Ne oldu ne bitti derken uzun boylu doktor ile esmer doktor arasında kalmıştım. Bakışlarım ikisi arasında gezinirken odaya yeşil formalı, maskeli ve eldivenli biri geldi. Saçlarından ve gözlerinden tanıdığım kişi ile yüzüm benden izinsizce gülümseyiverdi. Yüzündeki maskeyi çıkartırken esmer doktorun cebine yerleştirdi. "Sıkıldım ama Altan. O lanet maske de neymiş?" dediğinde içtenlikle gülümsedi.
"Onur!" Derken dudaklarımdan ilk çıkan kelime olduğunu söyledikten sonra farkına vardım. Çatallanan sesim ile gözlerimi yumdum. Yavaş bir şekilde nefes alıp veriyordum, canım çok yanıyordu. "Bahar." Derken ses, endişeli çıkmıştı. "Her nefes alıp verişimde neden canım yanıyor?" diye kısık çıkan sesimle sordum. Herkesin kaşları çatılırken benim de kaşlarım çatıldı. Ne oluyordu? Neden canım yanıyordu? Herkes sessizliğe bürünüp suspus olduğunda yüzlerine bakındım.
"Bir şey söyleyin." Diye fısıldadım. Esmer olan doktor konuşmaya başladı. "Bahar seni kaybedecektik. Kalp masajı yapıldı, bundan dolayı da göğüs kafesinde hassaslaşan bir nokta var. Nefes alıp verirken batan kısım muhtemelen orasıdır. Sen şanslıydın ki tüm göğüs kafesin kırılmadı. Başka biri olsa..." dediğinde gözlerim yaşardı. Ben ölüme bu denli yaklaşmış mıydım? "Evet, millet hadi dışarı çıkın artık. Altan kapıda Eva bekliyor kısaca kovuyorum yüzbaşı haydi." Diyerek dışarı çıkardığında yüzbaşı ve Eva'nın kim olduğunu merak etsem de zihnim çığlık çığlığa bağırıyordu. Ölüyordun Bahar diyordu.
İki doktor da çıktığında Onur ile kaldık. Konuşacak o kadar çok şey varken hiçbirini söyleyemiyordum. Gözlerimiz kitlenmişken tek yapabildiğim gözlerimden yaşların dökülmesiydi. Kendimi bildim bileli güçlü ve dik bir şekilde ayakta iken ölümün insanın suratına bu denli sert çarpması beni şoka uğratmıştı, dilim tutulmuştu.
Onur destek verircesine elimi sıkmıştı. "Bahar iyisin artık. Camdan dışarı bak baban seni bekliyor." Dediğinde korku ile camdan dışarıya baktım. Gelmişti babam yanımdaydı! Beni bu halde görmesi canımı daha çok yakarken hem güldüm hem ağladım. Onur derin bakışları ile saçlarımı karıştırdığında minnetle baktım. O olmasaydı yüksek bir ihtimalle kan kaybından ölürdüm.
"Ne söyleyebilirim ki sana? Hayatımı sana borçluyum." Dediğimde gülümsedi. "Ben ölseydim sen de beni kurtarmaz mıydın? Ödeştiğimizi varsay." Dediğinde gülümsedim. Ne kadar da kolay bahsediyordu ölümden. Kulaklarımda hala daha onun sesleri çınlarken ne söyleyeceğini bilmiyor gibiydi.
"O genç doktor tıpkı sana benziyordu. Ona baktığımda bir an için sen sandım." Dediğimde acılı bir şekilde gülümsedi. "Neler oldu bir bilsen." Gözleri dalgalı okyanustu, içine çekmek istiyordu insanı. Arsız dalgaların arasında kaybetmek ister gibi bakıyordu. Derin düşünüyordu. Gözleri dalıp giderken o derin düşüncelerini bilmek istedim.
"Seninleyken ne konuşacağımı bilmiyorum biliyor musun?" dediğinde yatağın yanındaki koltuğa oturdu. Babam dışarıda bizi izlerken gayet ciddi bir görünüm sergiliyorduk. "Hiçbir zaman ne düşündüğünü bilmeyeceğim biliyor musun?" dediğimde hafifçe gülümsedi. "Altan benim ne düşündüğümü bilir." Diyerek sessizce söylendi. "Ekip olmak bunu gerektirir. Gerekirse canını emanet edersin, gerekirse ne düşündüğünü bilirsin." Diyerek ayaklandı. "Artık çıkmalıyım. Baban da yanına gelse çok iyi olur. Bu arada bana benzeyen Doktor İnanç, istediğin bir şey olursa ona ya da Altan'a söylemen yeter." Diyerek saçlarımı okşadı ve yanımdan ayrıldı. Camın önüne gelip babamla konuşmaya başladıklarında selamlaşıp karşılıklı olarak gülümsediler.
Nefes alıp verişimde acı çekerken yaşıyor olduğuma şükrettim. Benden daha kötü durumda olanlar elbette vardır. Kurtulduğuma dua etmeliydim. Babamla Onur konuşup el sıkıştıktan sonra ayrıldılar.
Odaya babam yeşil önlükle gelirken gözlerim yaşarıp ağlamaya başladım. İçime akan gözyaşlarımı sıcacık elleri ile babam siliverdi. "Baba!" diye hıçkırırken canım yandı, nefesim kesildi. "Kızım." Derken alnıma öpücük kondurmuştu. Yatağın ucuna oturup sol elimi iki eliyle sıkı sıkı tutarken gözkapaklarım kapanmak istedi. Direndim. Yorgundum ama direndim.
"Babam canım. Ahenk'in nasıl olduğunu biliyor musun? Benimle beraber gelen saçları kızıl olan arkadaşım." Dediğimde ne ara onunla arkadaş oldun diye sordu zihnim. Arkadaştık. Ölümü birlikte paylaşmıştık biz.
"O uzun boylu genç adam iyi olduğunu söyledi, merak etmemeni tembihlemem gerektiğini de bildirdi. Adı gibi biriymiş, kızımı kurtardı. Gerçekten de Onur gibiymiş kızım." Dediğinde gözlerimi yavaşça kapadım. Ahenk iyi olduğuna göre uyuyabilirdim. Gözlerim kapandı sonsuz karanlığa, öleceğimi düşünürken o karanlık beni uykunun sakin kollarına sarmaladı.
***
Ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama gözlerim açıldığında normal odadaydım. Oda bembeyaz mobilyalarla döşenmiş insanın içine ferahlık veriyordu. Gözlerim odayı gözetlerken gri koltukta sol bacağını sağ dizinin üzerine atmış dar siyah pantolonu ve üzerine tam oturan siyah tişörtü ile Onur uyukluyordu. İki parmağını şakağına dayamış dirseği ise başını dik tutması amacı ile koltuğun yumuşak puf kollarındaydı. Yorgun gibi gözüküyordu. Gözlerinin altı hafiften morarmıştı ve saçları her zamankinden daha düzensizdi. Normalde hafif dağınık olan saçları bu sefer serseri bir görüntüye bürünmüştü. Bu adama tav olmayacak kadın tanımıyordum.
Uyuyuşu bile asildi. Köşeli çenesinde olan o hafif içe girinti ben yakışıklıyım dercesine çevresine görsel şölen sunuyordu. Kirli sakalı ile daha sert bir görümü vardı evet öte yandan alnına düşen birkaç tutam saç onu eşsiz bir görüntüye bürüyordu.
Gözlerimi yavaşça yumduğumda ayak parmaklarımı oynattım. Altımda olan çarşafın hışırtısı ile kaşlarını çatarak gözlerini yavaşça açtı. Uykulu görüntüsü ile belli belirsiz gülümsedi. Gözlerini ovuşturarak ellerini ağzına kapatarak esnedi.
"Günaydın." Dediğinde gülümsedim ve cama baktım. Hava karanlıktı ve saat gece iki buçuğa gelmek üzereydi. Teorik olarak gün doğmuştu evet.
"Günaydın." Dedim. Başını önce duvara yasladı ve kolundaki siyah saatini düzeltip saatin kaç olduğuna baktı. Yerimden doğrulmak istediğimde hemen yerinden kalkıp yanımda belirdi. Destek olup dikeltti. Başımı duvara yasladığımda derin derin nefesler aldım. Batıyordu göğüs kafesim her seferinde.
Onur da yatağın kenarına oturup gözlerimin içine bakmaya başladı. "Bir an için gideceğini düşündüm. Ölümün soğuk kollarına bırakacaksın kendini diye düşündüm." Dediğinde derin gözlerine baktım. Bir şeyler anlatıyordu bana. Derin derin bakarak bir şeyler anlatıyordu.
"Bende öyle zannetmiştim. Bende öleceğimi düşünmüştüm. O kadar yakındı ki ölüm. Bir seçenek değildi. Gitmem gereken bir yol gibiydi. Ölüm burnuma güzel bir koku olarak geldi. Ben buradayım hadi gel diyordu sanki." Dediğimde gözleri duvara sabitlendi. Dişlerini birbirine bastırdı. Gözlerini ağır ağır yumup açtı.
"Ölüm nasıl kokar anlatsana Onur Kurt." dediğimde okyanus mavisi gözleri gözlerimi buldu. Bir şeyler anlatmak ister gibi baktı. Derin bakışlardı bunlar. Sanki ruhumun her zerresini görmek ister gibi bakıyordu.
"Ölüm nasıl kokar?" diye sordu kendi kendine. Duvara baktı sanki dile dökecek gibi. Ölüm nasıl kokar diyen birine mutluluğu anlatmak zordu. Kurt'a anlatmak zordu. Bana anlatmak zordu.
"Ölüm eşsiz bir kokudur. Öyle bir kokudur ki nefsine hâkim olamayıp Azrail'in peşinden gitmek istersin. Hanımeli gibi tatlı baharatlar gibi hüzün kokar. Ölüm acı kokar." Diyerek kaşlarını çattı. Sözleri anlamlıydı, tıpkı onun gibi. Düşüncelerini dile dökerken içinden kopup gelenler var gibiydi. "Ama daha ölüme gitmek için zamanımız olduğundan dolayı bunları konuşmamızın anlamı yok. İnsanlar için yaşamalıyız Bahar. Bizim yanımıza geldikten sonra bu işten çıkış yoktur. Ya ölürsün ya öldürürsün." Dediğinde başımı salladım. "Birime gelişin kısa süre içinde olacaktı ama yaralanmadan dolayı o süre biraz uzatıldı. Eğitimleri aldıktan sonra bizimle beraber olacaksın." Diyerek hafifçe gülümsedi. "O kimdi Onur?" dediğimde elini saçının arasına katıp karıştırdı.
"Kim?" diye sordu usulca. "Sana benzeyen uzun boylu doktor." Diye tanımladım. O genç doktorda tanıdığım bir şeyler vardı.
"O... İnanç. İnanç Kurt." Diyerek dudaklarını birbirine bastırdı. İnanç Kurt mu? "İnanç Kurt mu? Yani..." diye devam edeceğim anda başını yavaşça salladı. "Evet, İnanç benim kardeşim." Dedi içinde geçmek bilmeyen bir yangın varmış gibi.
"Anlatmak istersen dinlerim." Dedim gözlerine bakarak.
"Düşünmekte bile zorlandığım olayları nasıl dile döküp anlatacağım ki? Hadi anlattım diyelim beni kim anlayacak? Düşüncelerime kim onay verecek? Ben her zamanki gibi yalnızım. Düşüncelerimin yalnızlığında boğuluyorum. Yalnız değilim fizikken yalnız değilim. İnanç var. Bu benim yalnız olmadığımı gösterir ama o yalnızlığın benim içime işlemediğini de inkâr edemem. Ben Onur Kurt. Yalnızlığımda boğulmaya mahkûmum." Dedi.
"Ne yaşadın bilmiyorum ama zincirlerini kırman mümkün Onur. Bende senin gibiyim aslında. Sadece babam var. Şimdiye kadar insanları kendimden hep uzak tuttum. Annemin ölümü ile her şey darmadağın oldu. Bir bina vardı ayakta kalan, yıkıldı. Altında kaldım. O enkazdan kim çıkarır meçhul." Diyerek derin bir nefes almak istesem de nefesim gene kesildi. Parça parça aldığım nefeslerle iyileşmeye çalışıyordum.
"Anlatacak mısın?" diye sordu. Başımı duvara yaslayıp gözlerimi yumdum. "Peki ya sen anlatacak mısın?" diye sordum. "Dağılırsam toplanmam zor olur. Cesaretim yok dağılmaya." Dedi. Kim bu kadar darma dağın etmişti ki bu adamı?
"Dağıtsak... Beraber toplamaz mıyız?" diye sordu. Eşsiz bakıyordu o gözler. Olumsuz bir yanıt veremezdim ki verip de ne onu ne de kendimi kandırabilirdim.
"Toplarız. Toplarız Onur Kurt." Dediğimde ciddi ifadesi bir anda tuzla buz oldu. Gülümsedi.
"Kimse bana Onur diye seslenmezken sen bana böyle hitap ettiğimde neden hoşuma gidiyor?" diye sordu gülümseyerek. "Çünkü bu senin adın, insanlar isimleri ile yaşar."
"Bana kimse Onur demiyorken bu adı unutmuştum. Herkes Kurt derken çıktın karşıma. Dengeleri yıktın. Tuhaf ama hoşuma gitmiyor değil." Diyerek gülümsedi. Ellerimi gözlerime kapatıp ovuşturdum. "Onur. Dışarı çıkma şansımız var mı?" diye sordum. Oda beyazlarla döşenmiş olabilirdi ama hastanenin o kokusu içimi bunaltmaktan başka bir şey yapmıyordu. "Hayır, yok." Diyerek sert ifadesi ile konuştu.
"En azından hava alsaydım. Lütfen Onur." Dediğimde gözlerini acı çekiyormuş gibi yumdu ve yavaşça yerinden kalktı. Dolabın önüne kadar gitti uzun boyunu dolapla orantıladıktan sonra kırmızı battaniyeyi aldı ve dolabın kapağını kapatırken ölüme yürür gibi emin adımlarla yeri sarstı. Yanıma gelip yatağın başucuna bıraktığı battaniyenin ardından koltuğun üzerindeki deri ceketini giyerek yanıma yaklaştı.
Başucuma bıraktığı battaniyeyi sırtıma attıktan sonra ne yapıyor dercesine izledim. Ağır adımlarla bana sokulup sırtımdan ve bacaklarımın altından kavrandığımda sanki bunu bekliyormuş gibi boynunun hemen altında kalan o girintiye başımı yasladım. Canımı yakmamak için dikkatli oluyordu zira kırılacak porselenmiş gibi bu denli özenli taşınmamın anlamı ancak bu sonucu çıkıyordu. Kırmızı battaniyenin rahatlatıcı dokusu tenime değerken gözlerimi yumdum. Öylesine kaybolmuştum ki kucağında küçük bir kız çocuğu gibi. Ağır adımlarla ilerleyip hastane koridoruna çıktığında hafif loş uzun bir ortam bizi karşıladı.
Yangın merdiveninden aşağıya inip hastane bahçesinde kaybolduk. Nereye gittiğimin bir önemi yoktu bundan sonra. Ne emir alırsam oraya gidecektim zira. Kiminle gittiğim önemliydi. Ne uğruna gittiğim önemliydi. Düşünmenin aksine nereye savrulup gittiğim değildi. Herkes gidecekti. Giderken sağlam dostluklar gerekirdi. Edindiğim dostluklar yıkılmaz bir kale gibiydi. Topla, tüfekle yıkılmaz, sarsılmaz derecede ayakta kalırdı. Bunları biliyordum çünkü Kurt'u biliyordum. Adının hakkını veren adamı biliyordum. Onur, onurluydu.
Bahçenin soğuk rüzgârı bacaklarıma çarpınca istemsizce titredim. Üşümek iyi gelecekti öte yandan. Gecenin soğuğunda hastane bahçesinin arkalarda bulunan banklarına oturmuştuk. Oturmak dediğim ise Kurt oturmuştu ben hala küçük bir kız çocuğu gibi sığınıp kalmıştım bulduğum güvenli limana. Gözlerimi kapattım ve derince nefesler almaya başladım canımın yanmasını önemsemeden.
"Benim ruhum gölgelerle kaplı. O kadar sıkışıp kaldım ki ruhuma, çıkış yolu bulamıyorum. Yalnızım, deliyim, öfkeliyim, kusurlarıyla var olmuş biriyim. Dağıtmak zor, toplamak yorucu olur beni Bahar." Dedi gökyüzüne bakarak. Sığındığım o limandan gökyüzüne bakmaya başladım. Nadiren görülen yıldızlar belirginleşmiş, ben buradayım diyordu.
"Dağıtmak değil mesele, toplamak değil. Birlikte parçalanmak birlikte yanmak, yanında biri olduktan sonra ne önemi var dağıldıktan sonra toplanılamamanın. Sen zaten dağıtmışsın bırak kalsın öyle vur içindeki öfkeni denize, taşa, toprağa. İçine atarsan içinden atamazsın Kurt." Dediğimde başını bana çevirip baktı.
"Ruhum karanlığa mahkûm." Diye mırıldandı.
"En azından ruhun karanlığa mahkûm. Ruhu olmayan ya da ruhu büyük boşluklarla olan insanlardan daha iyidir Onur. Diyorsun ya 'ben yalnızım' diye sen farkında olmadan çevrene bir aile kurmuşsun ve bunun farkında değilsin." Diyerek gözlerimi yumdum. Gözlerim yavaşça açıldığında karanlıkta bile tüm ışığı ile parlayan müthiş rengi gördüm. Onur'un ruhunu gördüm. Eşsiz maviliklerine selam verirken başımla, gülümsedim sanki karanlıkta tek ışığım gibi. Zor değildi. Onurla dökerdik dertleri. Yakındı.
Dağıtırdık da.
İşte toplar mıydık orası meçhul.
*