KARAN DEMİRHAN
Mercan’ın görüntüsünü aklımdan silmeye çalışıyordum. Onun çekingen, kendine has ve kendini savunmaya çalışan tavrını kullanarak kızacağı bir şeyi yapması için çabalamıştım. İstediğimi de elde etmiştim, bana öfkelenmişti. Ona neden böyle davrandığımı bilmiyordum ama bana öfkelenmesini sağlamak sanki onunla kurabileceğim tek iletişim yöntemiymiş gibi hissediyordum. Sanki, daha farklı konuşamazmışız gibi...
Üstünlük taşlamak amacım değilse de bunu ona yapmayı isteyişimi durduramıyordum. Eğer yapmazsam beni yenecekmiş gibi hissettiğimi ise kabullendiğimde onu ince bir geceliğin içinde görüyordum. Büyülenmiş gibiydim... Gonca’dan sonra birini arzulamış olmak içimde bir heyecan yaratmıştı ama aynı zamanda büyük bir sıkıntı gibi üzerime çöküyordu.
Alışverişin bitiminde annemi ve yengemi konağa bıraktım. Arabaya geri binerken annem tek kaşını kaldırmış bir şekilde bana bakıyordu. Gözlerimi bıkkınlıkla devirmemeye çalışarak sordum,
“Ne oldu?”
“Bir şey yok, sana ne oldu?”
“O ne demek şimdi ana?”
“Vallahi ben bilmem ne demek olduğunu ama var bir hal sende. Çıkar bakalım kokusu...”
“Belki kızdan etkilenmiştir ana!”
Yengemin tebessümü yüzüne yayılınca arabanın kapısını kapattım ve onları duymazdan gelerek arabayı çalıştırdım ve ilerledim. Asmar’a gidiyordum, Faruk’u oraya götürdükleri biliyordum. Buraya gece kulübü açmak istediğini söylediğinde Yağız’a oldukça gülmüştüm ama büyük bir ilgi görmüştü. Sanki herkes bunu anı beklermiş gibi içeriye her gece yığılıyordu. En başta para aklamak için giriştiğimiz bu mekân zamanla bizim ekstra gelir kaynağımız haline gelivermişti.
Telefonum çaldı, Yağız’ın aradığını görünce açtım,
“Ben de seni düşünüyordum.”
“Bana aşık olabilme ihtimalinden korkmaya başladım.”
“Kalbimi kırarsın...”
“Olsa belki kırmayı deneyebilirdim.”
“Bana hakaret etmek için mi aradın?”
“Ne zaman geleceğini öğrenmek için aradım, sevgili sapığımız bekledikçe geriliyor ve sanırım ağlamaya başlayacak. Onu ağlarken dövemem Karan.”
“Etiğine ters mi düşer yani?”
“Ağlarken zevk alamıyorum.”
“Böyle kriterlerin oldukça hayattan zaten zevk alamazsın, geçtim birini dövmeyi.”
“Zırvalamayı bırak da ne zaman geleceksin onu söyle.”
“Yoldayım.”
“Gereken bir alet edavat var mı? Getirteyim.”
“Piçe işkence etmeyeceğim, onunla o kadar ilgilenmemi hak etmiyor.”
“Müstakbel karını...”
“Cümleni tamamlarsan onu öldürmek zorunda kalırım.”
“Lütfen bizi polisle uğraştırma.”
“O halde sus da gelince karar vereyim olur mu?”
“Peki ama acele et, akşam için hazırlık yapılacak.”
“Gece kulübünde bu kadar erken hazırlık yapılmaz diye düşünüyorum ama peki dostum.”
“Önemli misafirlerim var akşam.”
“Haberim yok, neden?”
“Benim de haberim yoktu, Şura’dan birkaç kişi burayı görmek için geleceklerini söylediler. Klasik denetimler...”
“Alev orada mı?”
“Evet, büyük ihtimalle onu görmek için geliyorlar. Biliyorsun, işine yeni başladı. Sivil hayatını nasıl kurduğunu görmek isteyeceklerdir.”
“O halde çok şaşıracaklar.”
Yağız da ben de küçük bir kahkaha savurduk,
“Haklısın! Onun için bu gecelik barın arkasına koyacağım. Büyük ihtimalle bardak falan siler ve masum biri gibi davranmaya çalışır.”
“Alev ve masum bir görünüş... Hiç sanmıyorum.”
“Saçını görmesini ve makyaj yapmamasını söylerim.”
“Şansını dene dostum, birazdan orada olurum. Görüşürüz.”
“Görüşürüz.”
Telefonu kapattıktan sonra aklıma her fırsatta Mercan’ın kabinin içindeki görüntüsünü gelmesi beni çok farklı noktalara götürüyordu. Kafamı iki yana sallayarak kendime geldim. Çok az bir süre sonra Asmar’ın önündeydim.
Asmar’ın önünde durduğumda gökyüzü hala aydınlıkta ve yerini karanlığa bırakmamıştı ama binanın ışıkları gökyüzünden çaldığı bütün yıldızları içine hapsetmiş gibiydi. Siyah taşlarla örülmüş dış cephesi, gündüz bakınca kasvetli gelebilecek cinstendi belki ama gece olunca bir karizma kuşanıyordu. Heybetli ve göz alıcıydı. Tıpkı içeride olup biten her şeyin görkemli bir perdeyle gizlenmeye çalışılması gibi…
Binanın tam ortasında, kavisli taş bir kemerin üstüne yerleştirilmiş neon kırmızı “ASMAR” yazısı vardı. Göz alıyordu, hatta insanı kendine çağırıyordu. Kırmızının o sıcak tonu, sanki içeride bir yerlerde tehlikeyle arzunun kol kola yürüdüğünü söylüyordu. Girişin iki yanında konumlanmış aplik lambaları taş duvara altın sarısı bir sıcaklık yayıyordu. Sessizlikte yalnızca müziğin boğuk titreşimi hissediliyordu, kapının ardındaki hayat içeri çağırıyordu.
Güvenlik beni görünce hafifçe başlarını salladılar. Kontrol yoktu. Bu, benim yerimdi. Hâlâ öyle olduğunu bilmeleri içimi rahatlattı. Merdivenleri üç adımda çıktım, tok kapılar aralandı.
İçeri girdiğimde, sanki dış dünyanın gri tonu sırtımdan soyuldu. İlk adımda başka bir katmana geçmiştim. Asmar’ın içi… Ah, burası başka bir âlemdi. Kemerli taş duvarlar, içeriye ağır bir tarih duygusu katıyordu ama ışıklandırma… Onu sıradanlıktan söküp başka bir boyuta taşıyordu. Sarı ve kehribar tonlarında yumuşak aydınlatmalar, taşlardaki oyma motifleri ortaya çıkarıyordu. Işık, dokunduğu her yüzeyi cilalıyor gibiydi. Zemin koyu ahşap kaplıydı, kadife kaplı koltuklar ve ceviz masalarla birlikte ortam hem şatafatlı hem de davetkârdı.
Bar sağ köşedeydi. Yarı kubbeli taş kemerin altında, raflara dizilmiş içkiler neredeyse birer mücevher gibi parlıyordu. Dans pisti olarak ayrılan bölmeye gözüm kaydığında elleri bağlanmış Faruk’u görmek tebessüm etmemi sağladı. Oraya doğru ilerlerken ellerimi cebime soktum ve oldukça aheste bir rahatlıkla tam önünde dikildim.
“Aslında seni sikmelerini sağlamalıydım, tecavüze uğraşmanın ya da uğramak üzere olduğunu bilmenin ne demek olduğunu anlayasın diye ama sonra düşününce midem bulandı.”
Kaşınan boynumu büyük bir rahatlıkla ama yüzümü buruşturarak kaşıdım. Yeniden Faruk’un yüzüne bakınca, göz göze geldik. Tam önünde çömerek ellerimi birbirine vurdum,
“Dövsem anlamıyorsun, o yüzden seni sikseler yine anlamazsın diye düşündüm. En nihayetinde aklıma ne geldi dersin? Keselim o halde dedim!”
Gözleri büyüdü, ne dediğimi anlayınca bacaklarını birbirine bastırarak peşine düştüğü organını korumak istercesine var gücüyle direndi. Bu hali Yağız’ın da benim de gülmemi sağlamıştı.
“Korkma, seni uyuturuz! Bir uyanırsın ki artık derdine düşeceğini bir sikin yok!”
Tek kelime etmiyor, dehşete düşmüş gibi bana bakıyordu. İç çektim,
“Ulan Faruk, Murat’ın sana söylediği kerkenez lafını öyle haklı çıkartıyorsun ki! Lan, Mercan gibi bir kızı nasıl aldatabilirsin? Kör müsün oğlum sen!”
Yağız, tek kaşını havaya kaldırıp beni dinlerken ağzını açacaktım ki içeriye Alev girdi ve olaya dahil oldu,
“Pisti kan yapmayın, onu başka bir yerde vursanız olmaz mı? İnsanlar sizin öldürdüklerinizden akan kanı durmadan temizlemek zorunda değil!”
Faruk’un gözleri daha da büyürken, gözleriyle Alev’i takip ediyordu. Alev, barın olduğu yere gitti ve arka kısmına geçerek kendine bir bardak viski doldurdu. Yağız da ben de Alev’e anlamsız bakışlar atıyorduk,
“Onu öldürmeyeceğim!” dedim sabırsızlıkla, Alev ise umursamaz bir tavırla adamı işaret parmağı ile gösterdi,
“Bu piçin yaşamaya hakkı bile yok, Yağız’ın anlattığına göre müstakbel eşine sarkıntılık etmiş... Onu hayatta tutman için hiçbir nedenin yok...”
Dudağını büzüp, omuz silkti ve doldurduğunu viskiden bir yudum daha aldı. Faruk’un en sonunda ağlayarak yalvaran ses kulaklarımı doldurunca büyük bir keyifle gözlerimi kapatıp onun yalvarışını dinlemeye başladım,
“Bir daha asla! Asla! Ne olur bırak beni gideyim! Ne olursun?! Bir daha asla Mercan’ın karşısına çıkmam yalvarırım!”
O sesin bana ne kadar tanıdık geldiğini düşündüm. Erkeklerin o çaresiz tonu—bir zamanlar güce sahip olduğunu sanan birinin o güç elinden alındığında çıkardığı ses. Gücün ne olduğunu bilmeyenler, ona sahip olduklarını sanarak başkalarının hayatlarını yakmaya kalkışır. Faruk da onlardandı.
Gözlerimi açtım, ağlamaktan kıpkırmızı olmuş suratına baktım. Dudaklarının titremesi, nefesini kontrol edememesi, o korkuyla bacaklarını sıkıca kapatması… Her biri beni rahatsız etmesi gerekirken yalnızca daha çok sakinleştiriyordu. Çünkü bu, adaletin bizim ellerimizle sağlandığı anlardan biriydi. Mahkeme salonlarında adını unuttuğumuz hakların, burada karşılığını bulduğu anlardandı bu.
Yavaşça doğruldum, ceketimin iç cebinden bir sigara çıkarıp yaktım. İlk nefesi alırken gözlerim hâlâ Faruk’taydı. Konuşmadım, gerek duymadım. Sessizliğin onun üzerinde daha etkili olduğunu biliyordum.
Yağız yanıma yaklaşıp dirseğiyle koluma hafifçe vurdu,
“Karar verdin mi?”
Gözlerimi Faruk’tan ayırmadan başımı sağa çevirdim
“Şimdilik yaşasın. Ama her an değişebilir.”
Alev uzaktan viskisini yudumladı. Sesi barın arkasından yankılandı,
“Bu kararı alırken fazla cömert oldun, Karan.”
Alev’in cümlesiyle birlikte Mercan’ın silueti tekrar zihnime hücum etti. Kabinin içindeki hali… Bana öfkeyle bakan gözleri, ama altında bir türlü saklayamadığı korkusu, çekingenliği… O görüntüyü defalarca kafamda yeniden oynattım. Sanki başka bir sonuç mümkünmüş gibi… Sanki o geceliği giymesen her şey farklı olabilirmiş gibi.
Derin bir nefes aldım, sigaramdan uzun bir çekim nefes daha aldım. Dumanı Faruk’un üzerine doğru üfledim.
“Sadece yaşamasına izin veriyorum, Yağız. Yaşamasına. Var olmasına değil.”
Yağız başını salladı. Faruk’un yüzü öylesine bembeyaz olmuştu ki, onu öylece bırakıp gitsem bile kendi vicdanı ona ömrü boyunca işkence ederdi. Ama ben vicdan gibi soyut şeylere güvenmeyi hiç sevmezdim.
Yağız elini cebine atıp telefonunu çıkardı, “Mekânın hazır olması için çocuklara haber veriyorum. Şura’dan gelen misafirler birazdan burada olacak.”
“Bırak gelsinler. Alev hazır, Asmar hazır. Ben de hazırım.”
Faruk, yak pa bir şekilde Asmar'dan çıkarılırken Alev'e doğru döndüm,
"Bu gece barın arkasında kalmanı istiyor Yağız, ben de öyle."
"Neden? Şura'dan gelenler striptiz yaptığımı ve para ödeyenlerin masasına gittiğimi öğrenirse sorun mu çıkar?"
"Bunu yalnızca ağımıza düşürmemiz gereken insanlar olduğunda yaptığımızı biliyorsun ama yine de kendini o kefeye koyuyorsun."
"Direk dansı akrobasidir, hayat kadınlığı değil."
"Masalara gitmek pek akrobasi gibi gelmiyor ama kulağa."
Yağız, Alev'i sert bir dille uyarmak istemiyordu ama ben bunu yapmam gerektiğini hissediyordum.
"Artık toparlan Alev, kendini cezalandırıyormuşsun gibi hissediyorum."
Viskisini tamamen içip bitirdikten sonra gözlerimizin içine bakarak bardağı zemine fırlattı ve kristal bardağı kırdı. Barın arkasından çıkıp bize doğru yürüdü, tam önümüzde durarak gözlerimizin içine baktı. Çenesi tamamen gerilmişti,
"Şura'nın bunca zaman eğitimden geçmiş kimsesiz bir kız olarak sizce nasıl hissediyorumdur? Söyleyin! Bunca zaman tek varlığım olan ablam Gonca'nın benim ellerimden kayıp gitmesi sizce bana nasıl hissettirmiştir?! Hiçbir fikriniz yok! Olamaz da!"
"Böyle devam edemezsin Alev!"
"Sen de böyle devam edemezsin Karan! Buna inanıyorsan yanılıyorsun! Nerede kaldı sevgin ha?! Nerede kaldı senden başkasıyla olmam lafların?! Ablama olan aşkın onun ölümünden bir yıl sonra bitti öyle mi?! Şimdi de evleniyorsun... Komik!"
"Bunun bir aşk evliliği olmadığını biliyorsun."
"Şura'ya bile kafa tutabilecek kadar gözün kara ama töreye kafa tutamıyorsun öyle mi? Buna inanmamı bekleme benden! Sen yeniden başlamak istiyorsun, sen yeniden aşık olmak istiyorsun. bunu kabul edemeyecek kadar da gözlerin körleşmiş ama ben görüyorum. Gonca ile kuramadığın aileyi bir şekilde kurmaya çalışıyorsun çünkü böyle iyileşeceğine olan inancın yüksek ama tek yaptığın şey bencillik!"
"Alev, saçmalıyorsun!" diyerek uyardı onu Yağız ama Alev ağzını açtıktan sonra bir daha yummamaya yemin etmiş gibi bana daha da yaklaştı ve konuşmasını sürdürdü,
"Hadi bana yalan olduğunu söyle Karan Demirhan!"
"Bu seni hiç ilgilendirmiyor!"
Alev'i kahkahalar kulaklarımızı doldururken ona bakmaya ve donuk şekilde yerimde rahatça durmaya devam ettim. Yine de söylediği şeylerin gerçeklik payı taşıması beni içten içe yaralıyordu. Sanki, kendimden bile gizlemeye çalıştığım şeylerin birer birer yüzüme vurulması hayatımı alt üst etmeye yetmiş gibi.
"Gonca'yı bu şekilde unutacağını düşünüyorsan yanılıyorsun Demirhan!"
"Bir ömür boyu unutmamaya yeminliyim ancak intikam alman gereken kişi benmişim gibi bana nefretini kusma. Bu öfkenin yönelmesi gereken kişi ben değilim!"
"Sustalı'dan bahsediyorsan eğer onun için de planlarım var ancak Gonca'yı o pisliği öğrenmeye iten sendin. Merak etmesini sağlayan sendin hatta öğrenmesini isteyen de sendin!"
"Ben nasıl ki Şura'nın kurallarına uyuyorum onlar da uyacaklar!"
"Sikmişim Şura'nın kurallarını! Kimin umurunda?!"
"Bizim Alev!"
Yağız araya girse de Alev'i bakışları asla üzerimden çekilmiyordu, lafı alarak devam ettim,
"Şura'nın kurallarının dışına çıkamazlar, aksi ve kural kışı ticaret yapamazlar! Uyuşturucu ve kadın pazarlıyorlar! Bunu öyle iyi yapıyorlar ki kanıtları kimse bulamıyor ama ben biliyorum. Bunu sen de biliyorsun Alev. Buna göz yumamam."
"Sustalı bir kerhane işletiyor olsa bile umurumda değil!"
"Kimsesiz kızları alıp sözde büyük adamlara pazarlıyor. Buna razı mısın?"
Yutkundu, kendi kimsesizliği ve çaresizliğini anımsayınca yutkundu ve benden gözlerini kaçırdı. Bu durumunu kullandım, üzerine daha fazla giderek onu ele geçirmeye çalıştım,
"Gonca göz yummak istemedi, biliyorsun elçisi Gonca'ydı ve neler olduğunu, nelerin eksik ya da fazla olduğunu biliyordu. Ben de böyle bir şey yapsam bunu ilk sen fark edersin. İzin vermek istemedi, bir şey öğrendi ve onu öğrendikten sonra onu tahsilat için yanında götürdü. Yapmaması gerekirken bunu yaptı."
"Şerefsiz piç kurusu!" diyerek sövdü Alev, bir müddet öfkeyle bir adım ileri bir adım geri attı olduğu yerde ve arkasını dönerek saçlarının arasına parmaklarını daldırdı. Küçük ama şiddetli bir homurdanmanın ardından yeniden bana doğru döndü,
"O piçin ölmesi için elimde geleni yapacağım ancak bana bir daha Şura'nın kurallarına koşulsuz şartsız uyuyormuşsun gibi davranma!"
"Hiçbir zaman çiğnemedim."
"Çiğnemek zorunda kalırsan Karan? O zaman ne olacak?"
"Asla!"
"Büyük konuşuyorsun."
"Aptal değilim Alev, kendimi o duruma düşürmem."
"Aşk ile yapmadığın evlilikle bir karın olacak ve eğer olur da Şura'yı öğrenecek olursa ne olur biliyorsun değil mi? Şura ya elde eder ve kendi bünyesine alır ya da öldürür. Şura'yı bunu affetmez! O zaman acaba Mercan'ı Şura'ya mı alacaksın yoksa öldürülmesine izin mi vereceksin? Yoksa... kuralları mı çiğneyeceksin?"
"Öğrenmeyecek..."
"Sustalı geliyor Demirhan... Sustalı eğer işin içine çomak sokarsa öğrenir ama en kötüsü ne biliyor musun? Şura, Mercan'ı isterse alır. Dua et de karın Şura'nın dikkatini çekmesin ya da Sustalı gidip karı koca olarak Şura'ya çok faydaları olur demesin. İşi kılıfına uydururlarsa bir bakmışsın Karın Şura'nın en taze kanı oluvermiş. O zaman göreceğim, çiğnememek için direndiğin kuralları söz konusu kendin olduğunda da dinliyor musun?!"
Önümden geçip giderken Yağız'a baktım. İç sıkıntısıyla nefes alıp verdi. Sigaradan son bir dal çekerek en yakınımdaki küllükte söndürdüm. İçime bir sıkıntı düşerken dediklerinin haklılığı daha da canımı yaktı.
"Dostum, evlenmek için çok yanlış bir zamanı seçtin. Olur da..."
Sözünü kestim ve araya girerek net bir cevap verdim,
"Şura'nın hayatımdaki bir kadını daha almasına izin vermem."
"O halde olur da bunlar yaşanırsa Mercan Şura'ya katılmak zorunda kalır."
Cevap vermedim çünkü olmasını istemiyordum ama olacak olursa işler Şura ile beni karşı karşıya getirirdi.