HESNA …
Bir ay su gibi akıp geçmişti. Annem ben okuldayken hem tapu işlerini halletmiş hem de gideceğimiz evdeki tadilat işlerine el atmıştı. Cevdet amca da oldukça yardımcı olmuştu sağ olsun. Annem eve gittikçe yanında Nermin teyze de oluyordu. Bazen de Kâmil ya da Kemal abi. Aslında Cevdet amcaya kalsa yine bu semtte bir yer olması iyi olurdu ama annem kararlıydı. Kimseye öyle yük olmak istemiyordu.
Kendisi de evden çalışan bir kadın olarak ayakları üzerinde duran bir kadındı. Babamla birlikte annem de idolümdü. İkisi de kendini geliştirmiş yol yordam bilen kendi emekleri ile bir yerlere gelen insanlardı. Annem çeviri işi yapıyordu. Çalıştığı birkaç yayınevi vardı. Yabancı kitapları en doğru şekilde çevirir bundan da emeğini kazanırdı.
Babamdan sonra sorun yaşamamamızın nedenlerinden biri oydu. Şehitlik maaşı elbette vardı ama onu benim için biriktiriyordu. Eğitimim konusunda oldukça dikkatliydi. Belki de artık daha da dikkat ediyordu bilemiyordum. Babamın yokluğunu hissetmemem için elinden geleni yapıyordu. Bende ona yardım ediyordum ki nankörlük yapmamak doğru bir hayat yaşamak istiyordum.
Okulumun son günün de öğretmenlerim ve arkadaşlarımla vedalaşmak benim için çok zordu. İyi bir ortamım vardı lakin şartlar gitmem konusunda ısrarcıydı. Bazı arkadaşlarım hediyeler almışlardı. Kupa, yastık, kalem ya da peluş defterler. Sevdiğim şeyleri hepsi ve üzerinde toplu çekilmiş resimlerimiz vardı.
Eve geldiğimde annem son koliyi bantlıyordu. Birazdan Cevdet amca ve oğulları gelecek yardım edecek yeni evimize gidecektik. Üzerimde kot tulumum beyaz tişörtüm başımda ise babamın bana hediye olarak aldığı fularlardan biri vardı. Yerde kolilerin kenarında duran küçük balık akvaryumumu aldığımda onun içeride hareket edişini izledim. İçim buruktu. Duvarlarda hala babamın sesi yankılanıyor gibiydi. Evde olduğunda yaptığımız neşeli kahvaltılar, benim dersime yardım ederken o tok sesiyle bazı şeyleri izah edişi, benim onu izlerken gülümsemem ve bunu çok sevmesi. Sonunda da göğsüne çekip sarılınca saçlarımı koklayıp “Cennet kokulum benim” değişi hep buralardaydı.
Çalışan korna ile kendime gelirken kapımız tıklandı. Annem açtığında içeri önce Cevdet amcayla Kâmil abi girdi. Sonra da taşıma için gelen adamlar. Kolilerimiz tek tek çıktı. Eşyalar itina ile yüklendi. Arabanın yanında duran Kemal abi sürekli uyarıyordu. Elimde küçük nemom öylece dikilirken yanıma gelen Kâmil abi “Gidiyorsun he güzellik” değince gülümsedim. Onun o sıcak abi tavrı hoşuma giderdi. Kemal abi de öyleydi. Onlar da beni hep küçük kız kardeşleri olarak gördüler. Nermin teyze iki oğuldan sonra üçüncü bir çocuğa emin olamamış. Sağlık sıkıntıları baş gösterince de hepten aklından çıkarmış. O yüzdendir ki Cevdet amca olsun oğulları ve karısı olsun beni evlatlarından ayırmadılar. Kız evlat hasretlerini bende gideriyorlardı.
“Şartlar abi ne yaparsın?”
Kolunu omuzuma attı. Bunda asla art niyet aramadım. Hep olan bir şeydi.
“Gittiğiniz mahalleyi oraya gittikçe az biraz inceledim. Nezih sakin bir yer ama olurda canını sıkan birileri olursa bir alo demen yeterli. Abilerin her zaman burada sana yardıma hazır. Bunu hiç unutma.”
Başımı kaldırıp gülümsediğimde iç çektim. Onları özleyecektim.
“Biliyorum abi. O yüzden hiç çekinmiyorum bir şey olur diye. Malum iki tane asla gibi abim var değil mi ama?”
Bu lafıma ikimiz de güldük. Gülüşlerim bile solgun olsa da göz yaşı ile çıkmak istemiyordum bu evden ve onun için çabalıyordum. Son koli ile ev tamamen boşaldığında kapıda ev sahibimiz belirdi. Şöyle bir sağa sola bakınıp annemden anahtarı alırken yüzü sirke satıyordu. Ona bakmadan biz de evden çıktığımız da boğazım düğüm düğümdü. Bahçeye geçtiğimiz an geri dönüp bakmak göz yaşlarımı tetiklemişti. Sanki babama veda ediyor gibiydik.
Annem göz yaşlarını silip bana gülümsemeye çalışarak “Hadi kızım” dediğinde başımı salladım. Kemal abi taşıma aracının ön koltuğuna geçti. Biz de annemle Cevdet amcanın arabasına bindik. Kucağımdaki balığıma bakarken dudaklarımı birbirine bastırmış bu ayrılışı hazmetmeye çalışıyordum.
Biraz trafik biraz da yolun uzunluğu derken yeni mahallemize girdiğimde bakışlarım merakla camdan dışarıya dönmüştü. Ben pek gelmemiştim. Evin varlığını biliyordum ama küçükken geldiğimde aklımda kalmamıştı.
Sokakta oynayan çocuklar, ellerinde pazardan döndüklerini belli eden tekerlekli arabalarıyla birkaç orta yaşlı kadın, marketten çıkan birkaç kız, marangozun önündeki tahtaları içeri taşıyan gençler, camiden çıkan insanlar durağan hayatlarına devam ediyorlardı. Okulum buraya yürüme mesafesindeymiş. Annem öyle demişti. Kayıt işleri için geldiğinde görmüş o da.
Bir evin önünde durduğumuz da taşıma aracı da hemen arkamızdaydı. Eski evimizin bahçesi gibi bahçesi vardı. Dışı yeni boyandığını bağırır gibiydi. İki katlıydı. Çok da yeni olmadığı aşikardı ama en azından apartman dairesi değildi. Yan evlerin birkaçı da o şekildeydi. Kalanında üç ya da beş katlı binalar vardı.
İndiğimiz de o binaların pencerelerinden birkaç kadının baktığını fark ettim. Merak. İnsanı kemiren bir şeydi. Yeni gelen kişilere karşı o değişik duygu buradaki insanları cezbediyordu. Bahçeye adım attığımız da pek de bakımlı olmadığını fark etmek üzmüştü beni çünkü annem hep bahçeyi düzenli tutar, çiçekler eker hatta küçük bir erik ağacımız bile olurdu. Dinlendiriyor derdi yorulmuyor musun dediğimde.
Bu bahçe de onun elinde can bulacaktı eminim.
Evin kapısını besmele ile açan annemle içeri adımladık. Taze boya kokusu hemen dört bir yanımızı sarmıştı. Geniş bir koridor, sağda ve solda kapılar vardı. Karşıda yukarı çıkan ahşap merdivenler üst kata çıkıyordu. Öyle aman aman büyük değildi. Balığımı oturma odasına girdiğimde köşede duran ve evden geldiğini bildiğim sehpanın üzerine koyarken çoktan eşyalar inmeye başlamıştı. Şöyle bir dolanmaya başladım. Elime kutu alsam yiyeceğim fırçanın farkındaydım. O yüzden teklif bile etmedim.
Alt katta mutfak, bir banyo ve tuvalet, oturma odası ve yatak odası vardı. Yalan yok mutfak eski evimize nazaran büyüktü. Dolaplar yeniydi. Arka bahçeye çıkan bir kapısı vardı. Camı yola bakıyordu. Üst kata çıktığımda ise burada da üç oda vardı. Biri yan diğer arka biri ön cepheye dönüktü. Karşı yan komşumuzun bize bakan cephesinde camlar karşılıklıydı. O da iki katlıydı. Yerler ve camlar temizdi. İki gün önce Cevdet amca burayı tepeden tırnağa temizletmişti çünkü yapılan tadilatın da kalıntıları vardı.
Yan cepheye bakan oda bana daha sıcak gelmişti. Camın biraz ilerisinde elma ağacı vardı. Parkeler az biraz eskiydi ama o kadar önemsenecek türden değildi. Birkaç saate taşıma ve büyük eşyaları yerleştirme işi bitmişti. Ben odamı seçtiğim için oda takımım buraya taşınmıştı. Annem alt katta büyük yatak odasında kalacaktı. Çünkü üst katın odalarına yatak odası takımı sığmazdı. Biri çalışma odası birini de misafir odası yapacaktık.
Buz dolabı televizyon fırın ve ocak kurulu yapıldığında tek eksik kolilerin açılmasıydı. Alt kata indiğimde Nermin teyzenin de geldiğini gördüm. Oldukça fazlaca yemek ve termosla çay getirmişti. Taşıma görevlileri gittiğinde evimizde ilk yemeğimizi onlarla yedik. Akşam oluyordu. Annem bana bir liste yaptı ve Kamil’le Kemal abiyi de yanıma vererek markete yolladı. Alınacaklar çoktu. Tek başıma baş edemezdim. Bugünün Cuma olması da işimize yaramıştı çünkü hafta sonunu kolileri açarak geçirir eve yerleşir anneme iş bırakmadan pazartesi okula gidebilirdim. Evimizin sokağının iki sokak arkasındaki markete üçümüz girdiğinde elimize birer araba aldık. Listeye göre gidiyorduk önce temizlik ve kişisel bakım malzemeleri aldık. O benim arabamdaydı. Kuru gıda Kâmil abide sebze ile meyve de Kemal abide.
İşimiz bittiğinde elimizde o kadar çanta vardı ki kasiyer değişik bir ifade ile bakıyordu. Kamil abi göz kırpıp ödemeyi yaparken cebimdeki kartı çıkardım. Ödemeyi benim yapmam lazımdı. Lakin Kemal abi “Gel bak kulaklıklar var. Bunlardan istiyordun sanki geçen hafta onlara bakalım mı?” diye koluma girip beni kenara çekince ödeme işini kardeşi halletmişti. Mahcup olmuştum elbette ama itiraz edince de bir şey değişmiyordu.
Gözüm kulaklık değil ama ara sıra marketlere gelen çiçeklerden bazılarına takılınca hiç düşünmeden birkaç saksı aldım. Kâmil abi bana gülerken onları da kasadan geçirdik. Arabanın bagajına poşetleri koyarken ben arka koltuğa saksıları dikkatlice yerleştiriyordum. İşimiz tamamen bittiğinde “Kemal abi, eve geçmeden bunlar için saksı ve toprak alabilir miyiz?” dediğimde Kâmil abi güldü. Galiba çiçekleri alırken bunları diyeceğimi tahmin etmişti.
Akşam ezanı okunurken marketin çaprazında bulunan bir ucuzluk pazarından birkaç saksı toprak paketi ve hoşuma giden kupalardan aldık. Sanki evde tonla yokmuş gibi.
Direksiyonda olan Kemal abi “Bu kızın kupa aşkı beni benden alıyor.” Derken kardeşi gülmüştü. Bende güldüm. Resmen koleksiyon yapıyor gibiydim. Onlara hak vermeden edemedim lakin ne yapabilirdim ki. Zaafım vardı.
Sokağa girdiğimiz de evin önünde durduk. İkisi çantaları taşırken bende çiçekleri götürüyordum. Mutfağa konulan poşetler resmen dağ gibiydi. Annemse en çok çiçeklere sevinmişti. İki tane farklı renklerde aldığım Afrika menekşelerini odama çıkardım. Cama yakın konmuş çalışma masamın üzerinde duruyordu. Biz gelene kadar annem nevresim ve çarşaf kolisini açmıştı. Bu sayede yataklar hazırdı. Kıyafet valizlerinden de ikisi açık vaziyetteydi. Evde günlük giyeceklerimiz vardı.
Saat gece on bir gibi Cevdet amcalar giderken sonunda anne kız baş başa kalmıştık. Ekim ayının serinliği geceye çökerken oturma odamızın duvarında babamın resmi asılıydı. Koltuğa oturup kahvelerimizi içerken yorgunluğumuz da kendini belli ediyordu. Aslında bu çalışmanın değil yeni bir yere gelmenin yorgunluğuydu.