HESNA-1

1960 Words
Asker ailelerini en fazla ne korkutur bilir misiniz? Çalmayan telefonlar, kapıya gelen ambulans ve askeri araçlar. O araçlardan inen askerlerin neden geldiğini bilir asker ailesi. Hevesle bekledikleri, belki de aylardır görmedikleri sevdiklerinin acı haberi o gelen askerlerin dudaklarında gizlidir. Tıpkı kilitli bir sandık gibi ve o sandık ailenin önünde açılı verir. Sevcan ailesi içinde bu geçerliydi. Dağ gibi Asım Sevcan doğum gününe bir gün kala operasyon dönüşü timi ile pusuya düşürülmüş sırf timindeki gencecik askerleri kurtarabilmek için şehit düşmüştü. Haberi getiren en yakın arkadaşı Cevdet komutandı. Yanında sağlık görevlileri ve diğer görevli birkaç asker vardı. Evin önüne geldiğinde arabadan inmek istememişti adam çünkü onun da bağrı yanıyordu. Kaç yıllık dostunu böyle kaybetmek hem bu vatanın evladı koruyucu askeri olarak hem gurur veriyordu hem de ciğeri dağlanıyordu. Bakışları iki katlı evin girişindeydi. Asım lojmanda kalmak istememişti. Çok değil altı ay sonra başka bir yere tayini çıkacaktı ve oradan da emekli olup ailesi ile yaşayacaktı. Ama şimdi tüm bunlar yarım kalmıştı. Leyla ve Hesna için bu haberin nasıl da yıkıcı olacağını biliyordu. her şehit ailesi için öyle olurdu. Gözlerini kapayıp açarken yanağından süzülen yaşın sıcaklığı ile bir kez daha kavruldu. Boğazı düğüm düğümdü. Lakin önce arabadan inmeli sonra da o kapıyı çalıp bacım dediği kadına haberi vermeliydi. Saatine baktı. Hesna’nın okuldan gelmesine çok az kalmıştı. En fazla on dakika sonra burada olurdu. Beklemeli mi yoksa şimdi girip önce arkadaşının yoldaşına mı söylemeliydi bilmiyordu. Yine de önce kadının bilmesinde fayda vardı. Genç kızın tepkisi daha sarsıcı olabilirdi. onunla ayrıca ilgilenmesi gerekecekti. Araçtan inip bahçe kapısından girdiğinde elinde çöp poşeti ile evin kapısından çıkan kadınla göz göze geldi. Leyla önce Cevdet’e gülümsedi. Abi gibi severdi bu adamı çünkü öylesine sahip çıkardı onlara kocası yanlarında olmadığında. Fakat şimdiki bu geliş yüreğine saniyelerin bile çok geldiği bir sürede acı haberi damlattı. Elindeki poşet yere düşerken başını olumsuz anlamda salladı. Cevdet hızlı adımlarla bahçe kapısından girip kadına ulaştığında karşısındaki dikildi. “Abi, söyleme.” Sadece bunu diyebilen Leyla’nın göz yaşları çoktan yanaklarını ıslatmış kalbi patlama noktasına gelmişti. “Bacım. Başımız sağ olsun.” Yıkım neydi? Nasıl olurdu? Sol yanda çarpıp duran kalp nasıl olur da bu kadar acıyla kasılabilirdi? Madden bir açıklaması var mıydı bunun? Kimse bilmiyordu. Varsa da şu an kimsenin umurunda değildi. Yere düşmek üzere olan kadını önce Cevdet tuttu. Ardından içeri taşıyıverdi. Sağlık ekipleri hemen müdahale etmek için peşlerinden giderken Leyla “Asım!” diye haykırıyordu. Bağırmak istemiyordu. Kocası ona hep olur da bir gün şehadet haberim gelirse dik dur. Ağlama. Bil ki ben seni görüyor izliyor olacağım. Beni üzme derdi ama tutamıyordu ki kendini. Öyle bir kavruluyordu ki içi dudaklarından ondan bağımsız dökülüyordu haykırışlar. O sırada sokağa Hesna’nın okul servisi girdi. Araçların önüne kadar gelen adam direksiyon başında yutkunmadan edemedi. Çünkü taşıdığı çocukların yarısı asker çocuğuydu ve bu manzaranın ne anlama geldiğini biliyordu. Hesna arkadaşlarına veda ederken bakışları evinin önüne çevrildi. Yüreği sıkışırken kısık bir şekilde “Baba” dedi. Kapı açılır açılmaz fırladı. Çatasının düşmesini, arkasından ona seslenen arkadaşlarını duymadı bile çünkü korktuğunun olmaması için sağırlığı bile kabul edebilirdi. Bahçe kapısından içeri girdiği an annesinin “Asım!” diye haykırışı ile donup kaldı. Dudakları titredi. Sanki birileri etini mengene ile sıkıyordu. Sık solukları bile ona yetmezken yeniden işittiği haykırış ile eve koştu. Ayakkabısını çıkaramadan dalıverdi yuvasına ve artık babasız yaşayacağı yere. Salona girdiği an annesine iğne yapıyorlardı. Cevdet amcası ona baktığı an hemen “Hesna, kızım” değip sarılmak istedi. Adamın iri cüssesi bedenini sararken titrediğinin farkında değildi. Gözlerini annesinden alamıyordu. Dudaklarını arayabildiğinde “Anne, babam” dedi. Sesi bile titriyordu. Leyla ilacın etkisi ile daha yavaş konuşurken “Kızım” dediğinde ağlayan kız kabul etmek istemez gibi “Anne, babam.” Dedi yeniden. Kadın kollarını kızına açtığında Cevdet’ten ayrılan kız koşup annesine sarıldı. Saçlarını okşayan kadın “Ah Hesna’m. Kızım.” Derken o sadece “Anne, babam.” Diyebiliyordu. Sonra durdu ve geri çekildi. İşte şimdi Cevdet için en zor anlardan biri daha geliyordu. “Cevdet amca, babam?” “Kızım. Başımız sağ olsun.” “Olmaz. Olmaz ki amca. Nasıl olsun? Benim babam o ya. Hiç ölür mü? Ne saçma şey. Babalar ölür mü? Amca söylesene babalar ölür mü? Olmaz. Benim babam ölmez. Ölemez. Beni annemi bırakamaz. Dün konuştum. Geleceğim dedi. Yarın doğum günü birlikte kutlayacaktık. Konuştum.” Adam kıza uzanıp sarılmak istedi. Geri çekilen kız kabul edemiyordu. “Hiç insanın babası ölür mü? Söylesene Cevdet amca ölür mü?” “Yapma kızım. Yapma kurban olduğum.” Dizleri taşımadı onu ve yere çöküverdi. Bakışları duvardaki babasının resmine döndü. Oradaydı işte. Ona bakıyordu. Gururlu dik başlı ve kendinden emin elaları onu izliyordu. Nasıl giderdi ki? Nasıl ölebilirdi? Nefesi yetmedi ama “Baba!” diye öyle bir çığlık attı ki orada olanların ciğerine ateş yeniden düştü. Leyla ve Hesna dakikalarca ilaçlarla sakinleştirilmeye çalışıldı. Cevdet’in eşi ve oğulları da geldi. Onlar da destek oldu acılı aileye. Zorla yatırıldığı yatağından savsak adımlarla kalkan kız anne babasının odasına girdi. Ev kalabalıktı. Kimseyi gözü görmedi. Komodinin çekmecelerinden en üstte olanı açtı. Babası geçen sene bir bayrak almış güzelce katlamış ve oraya koymuştu. Ağlamadan duramıyordu ama çığlık da atmıyordu. Bayrağı aldı. Öptü. Babasının kokusunu aradı ama biliyordu ki babası artık sadece toprak kokacaktı. Her yağmur yağdığında etrafı saran toprak kokusunda babasını arayacaktı. Cama çıktığında bayrağı açtı ve demirlerin bir ucundan diğer ucuna bağladı. Bazen bayrak asılı evlerin önünden geçerken içi sızlar babası geldiğinde daha bir sıkı sarılırdı. Şimdi o da babasız kalmış çocukların arasına katılmıştı. Bu vatana bir Asım daha feda olmuştu. Vatan bir kez daha sağ olmuştu. HESNA Askeri konvoy ile gelen bir beden cami avlusundan taşan mahşeri kalabalık. İşte bu kalabalık babamın eseriydi. Yetimhanede büyümüş kimsesiz babamın ne de çok ailesinin seveninin olduğunun kanıtıydı. Onurlu ve şerefli babam gönüllerde öyle bir yer edinmişti ki gözlerimden yaşlar sessizce süzülürken göğsüm acının yanı sıra gururla kabarıyordu. Benim babam timindeki askerleri kurtarmak isterken kucaklamıştı şehadeti. Gencecik bedenler toprağa düşmesin yeni doğmuş bebekler, kocasına doyamamış yeni eşler, bir evin bir oğulları olan canlar ve daha nicesi için karısını çöl ahusu Leyla’sını eşsiz can parçam dediği beni babasız bırakmıştı. Göz bebeklerimden gördüğüm yüzü silmemek için zihnim resmen çiviyle kazımıştı. Tabutunun başında biraz açtıkları yüzüne bakarken hem evlatlarım dediği askerleri kurtarmanın gururunu hem de bizi yalnız onsuz bırakmanın hüznünü görmüştüm. Tertemizdi suratı. Ay parçası dedikleri tabire uyuyordu. Solgun dudakları hafif morarmış göz altlarına rağmen sanki evde olduğu zamanlarda uyandırmak istediğim anlarda bana oyun yaptığı hali gibiydi. Az sonra gözlerinin tekini açıp “Oy benim can parçam babasını uyandırmaya mı gelmiş. Gül kokulu cennet kokulu kızım” diyecek ve beni göğsüne çekip saçlarımın kokusu ile “Oh be. Evlat kokusu gibisi var mı?” diyerek iç çekecekti. Annemin yanında Cevdet amcanın eşi Nermin Teyze vardı. Elini sıkıca tutmuş gözleri ıslak sürekli olarak Allah sabır versin kardeşim. Güçlü dur. Kızını düşün diyordu. Oğulları Kâmil ve Kemal abi hemen sağımda ve solumdaydı. Benden üç yaş büyüklerdi ve onları öz abim gibi severdim. Babam da severdi. Hesna kızımsa siz de oğlumsunuz ikizler değip bazen bahçede maç bile yaparlardı. Ben mi? Ben üzerimde bana bol gelen babamın evdeki kamuflajını giymiş başıma beresini takmıştım. Gözlerimi etrafında askerlerin dikildiği, önünde kocaman resmi olan babamdan ayırmıyordum. Arkalardan çok gerilerden sloganlar atılıyordu. Şehitler ölmez vatan bölünmez. Bunu ilk duyduğumda altı yaşlarındaydım. Babama “Ama öldüler bana. Mezara kondular.” Dediğimde bana bir ayetle cevap vermişti. “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyiniz. Hayır, onlar diridirler, ancak siz bunu bilemezsiniz.” Bakara suresi 154. Ayet. Çocuk aklımla anlamamıştım ama sabırla bir gün akşama kadar izah edip durmuştu. O zaman şehitliğin nasıl kutsal bir şey olduğunu anlamıştım. Aradan on bir sene geçmiş bugün kendime sürekli bunu hatırlatmıştım. Benim babam ölmemişti. Benim babam yaşıyordu ama sadece biz görmüyorduk. Belki de şu an buradaydı. Bizi izliyordu. Elimi kaldırıp tabuta doğru asker selamı verdiğimde titreyen dudaklarımda çok küçük bir gülümseme vardı. Kamil abi bana bakıp eğildi ve sesini kısık tutarak “Abim?” dedi. Bu ne oldu diye sormaktı. “Babama selam veriyorum abi. O ölmedi. Biliyorum. Şehitler ölmez. Biz göremiyoruz sadece. Şimdi buradaysa eğer onun dediğini yapıp kendimi kaybedercesine ağlamadığımı ona gülümsediğimi görsün istedim.” Omuzuma elini atıp beni kendine çekti. Başımı öperken fısıltı şeklinde “Allah’ım sen sabır ver” dediğini işittim. Daha sonrası sanki ağır çekimde gibiydi. Ben olanları dışarıdan izliyordum. Hoca konuştu. Helallik istedi. Öyle bir “Helal olsun” çıktı ki arş titredi. Namazı kılındıktan sonra babamı şehitliğe götürdüler. Biz de arkalarından devam ettik. Benim kahraman babam toprağa konurken yemin olsun işittiğim koku başka hiçbir yerde işitmediğim bir şeydi. Öyle temiz öyle güzeldi ki sanki cenneti kokladım bir anlığına. Öylesine baş döndürücüydü. Bu defa annemin yanında bende vardım. Üzerimde babamın askeri kamuflajı başımda berem son toprak atılıp edilen dua ile mezarı kıyısına diz çökmüştüm. Sesli ağlamadım. Annem de kendini çok sıktı bu konuda. Kim bilir etrafımız da dost görünümlü düşman olabilirdi. bir askerin daha şehit olmasına sevinecek hainler araya sızmış olabilirdi. Onları sevindiremezdik. Babamın bu öğütlerini şimdi acımı tek bir noktaya toplamamak adına içimde sıralıyordum. Avuçlarım toprağına değdiğinde sıcaklığını aradım. Yoktu. Toprağa bulanmış elimi kaldırıp koklarken “Artık hep toprak kokacaksın babam” diye fısıldadım. Oysa babam evdeyken hep tütün kolonyası kokardı. Bir de tıraş olurken kullandığı köpüğün ferah okyanus kokusu gelirdi burnuma. Çoğu zaman onun için parfümler alırdım ama hiçbiri bu ikisinin verdiği güven hissini vermezdi. Şimdi zihnime kazınan tek koku toprağın kokusuydu. Zaman ise yarayı kapatmıyor sadece dayanabilmemiz için bize fırsat veriyordu. 1 YIL SONRA On sekiz yaşıma girmiş ama hala lise üçteydim. İlkokulda geçirdiğim trafik kazası bana bir yıla mal olmuştu. Bacaklarım tutmamış sürekli fizik tedavi ve üç ameliyat sonrası ayağa kalkmıştım. Bu da hem sınıf tekrarı yapmama hem de yaşıtlarımdan geri kalmama neden olmuştu. Yedi yaşında başladığım ilkokulla on dokuzumda liseden anca mezun olabilecektim. Şimdi karşımda oturmuş düşünceli duran anneme bakarken kaşlarım çatıldı. Babamdan sonra annemi çok ama çok nadir gülümserken görüyordum ki o da sahici değildi. Buruk, ağlaması burnunun ucunda. “Annem, bir sorun mu var?” Başta duymadı. Tabağındaki peyniri didikleyip duruyordu. Uzanıp elini tuttuğumda irkildi. Başını kaldırdığında beni şimdi görüyor gibiydi. “Kızım?” “Anne, çok dalgınsın. Bir sıkıntı mı var? Neler oluyor?” Bakışlarını kaçıran annem yutkundu. Sonra mutfağa şöyle bir baktı. İç çekip “Ev sahibi evi yıktıracakmış kızım. Dün geldi sen okuldayken haber verdi. Çıkmamız için de bir ay müddet verdi.” Değince sol yanım acıdı. Babamla anılarımızın olduğu bu ev yıkılacak mı? Ellerim titrerken “İyi de neden? Bu adam iki yıl önce evin etrafına yaptırmasına falan dünya para saymadı mı? Ne değişti de yıkacakmış.” Diye sordum. Mantıksız gelmişti. Dahası korkmuştum. Bir yıldır babamın anıları ile avunurken şimdi onun da gidecek olmasını duymak dengemi sarsmıştı. Annem çayından zoraki bir yudum aldı. O çayın buz gibi olduğuna emindim. Bana bakıp “Kardeşleri ile anlaşmazlığa düşmüş. Onlar da yıktırıp apartman yapalım demişler. Üst kiracı da haftaya gidiyormuş. Bizim de bir ay içinde gitmemizi istedi.” Derken sesi titredi. Ne diyebilirdim ki. Mal onlarındı. İstediklerini yaparlardı ama ya biz? Bu evdeki anılarımız? İstemsiz ağlamaya başladım. Masadan kalkıp yatak odasına gittiğimde babamın tarafına yatıp komodinin üzerindeki resmini elime aldım ve göğsüme bastırdım. Dizlerimi karnıma çekmiş büzüşüp kalmıştım. Hayat neden bu kadar acımasızdı bilmiyordum. Ama şundan emindim. Biz güçlü durdukça hep daha fazlası gelecekti. Zayıf davransak da fazlası olacaktı. Yani hayat güçlüyü de zayıfı da hep sınayacaktı. Annem de geldi. Kendi tarafına uzanıp bana döndüğünde göğsüne çekti. İkimiz de dakikalarca ağladık. Ardından içini çekip “Buraya uzak bir semtte büyük teyzemin bir evi vardı. Dedenden kalma arsa ile evi takas edeceğiz. Hem artık kirada olmayız kendi evimiz olur hem de farklı bir yerde yeniden başlarız.” Dediğinde “Ama babam.” Dedim. “Baban da bunu isterdi kızım. Bizim kendimizi canlı canlı bu eve gömmemizi asla istemezdi. Biz yaşayalım ki onun da anılarını yaşatalım. Hem anılar zihnimiz de olunca kalacağımız evin bir önemi var mı?” Düşündüm. Haklıydı. Yine de haklı olması içimi acıttı. Yeni ev yeni okul yeni hayat. Korku ile anneme biraz daha sokuldum. Bizim için yeni bir yol çiziliyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD