İnsanın ruhu sıkıntı da oldu mu bedeni hiçbir yere sığmazmış.
Bütün gece konağa sığamamıştım. Duyduğum sözler kulaklarımdan gitmiyordu. Gördüklerim gözlerimin önünden silinmiyordu. Ellerimi kulaklarıma bastırsam, gözlerimi sımsıkı yumsam değişen hiçbir şey olmuyordu.
“Ceylan, saçların ne güzel olmuş.”
Gözlerini yeni yeni açan Cemre ablama buruk bir tebessümle karşılık verdim. Dün gece Ayçiçek ablama saçlarıma kına yaptırmıştım. Kendimi daha iyi hissedeceğimi düşünüyorken değişen hiçbir şey olmamıştı. Sadece saçlarımın rengi değişmişti. Artık siyah değil kahverengiydi.
“Bu renk sana yakışmış.”
Saçlarım kahverengi olsa da ruhum hâlâ siyahtı.
“Kızlar hadi kahvaltıya inin.”
Oturduğum yerde saçlarımı taramaya devam ederken, “Ne zamana kadar üzgün olacaksın?” diyen Cemre ablamla tekrar göz göze geldik. “Üzgünsün, emin ol bende üzgünüm. Yaşanılanları geriye alamıyoruz değil mi? Akşam gördük hepsi iyi insanlara benziyorlar Ceylan. Alışmaya bak güzelim, seni mutsuz görünce güldüğüm zaman sana haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Lütfen mutlu ol.”
Sıkıntıyla iç çektim. “Sorun yok abla, ineceğim şimdi aşağı.” Tarağı yerine bırakıp sandalyeden kalktım. Olan olmuştu, bu saatten sonra oturup ağlamanın ne bana ne de aileme faydası vardı. Artık görecekleri Ceylan buydu. Eski Ceylan dün gece toprağa karışmış, bir daha gün yüzü görmeyecekti.
Odadan çıkıp avluya indim. Hemen hemen herkes masaya yerleşmişti. Kimseyle göz göze gelmeden nenemin yanına oturdum.
“Günaydın kızım.”
“Günaydın nene.”
Gözlerim yüzük parmağımdaki yüzüğe kaydığında yutkundum. Düşünme Ceylan.
“Osman Bey’im damadınız geldi.”
Elimdeki çatal masaya düşerken, “Hayırdır inşallah,” diyen babamla amcam ayağa kalktılar. Konağın merdivenlerini ağır ağır çıkan Alpaslan’ın avluya adım atmasıyla kuzenlerimde ayağa kalktılar. Üzerinde askeri üniforması vardı. Ne olmuştu ki?
“Hayırdır Alpaslan oğlum, bir sorun yoktur inşallah?”
Yüz ifadesi oldukça sinirliydi. Sözü bozacağı düşüncesi aklıma gelse de yüzüğü parmağında duruyordu.
“Sizinle biraz konuşabilir miyiz Osman Bey.”
“Tabii oğlum, buyur kahvaltı yapalım önce.”
“Sağ olun, vaktim yok.”
“İyi madem. Ceylan bize çay getir kızım.”
Gözleri o an bana değdi. Yanlış görmüş gibi bakışlarını tekrar yüzüme çevirdiğinde kaşları hafiften yükseldi.
“Buyur oğlum, içeride konuşalım.”
Gözlerini yüzümden, saçlarımdan çekmeden başını sallayıp babamın peşinden gitti.
“Saçlarını çok beğendi galiba. Gözlerini alamadı senden.”
Ayçiçek ablama bakmadan ayağa kalktım. “Al kızım götür.” Annemin uzattığı tepsiyi alarak ilerledim.
Ne konuşacaklardı? Ne diyecekti? Eğer sözü atarsa ne olacaktı? Beni Samet’e ya da başka birine vereceklerdi. Dolan gözlerimi kapatıp açtım. Ağlamak yok bundan sonra Ceylan. Derin nefes alıp aralık kapıdan içeriye girdim. Önce babama, ardından da ona çayını uzattım.
“Sağ ol kızım.”
“Sağ ol.”
Geriye çekilip odadan çıktığımda kapıyı kapamadan kenara geçtim.
“Buraya geliş nedenimi merak ediyorsunuz haklı olarak.”
“Evet. Kötü bir şey mi oldu?”
Biraz daha kenara kayıp babamın karşısında rahat oturan Alpaslan’ı izledim. Beyaz yüzü kırmızıydı. Bunun sıcaktan olmadığı belliydi.
“Kızımın da sizde gönlü var dediniz bana. Görüyorum ki kızınızın gönlü yokmuş bu evliliğe. Siz kızınızı istemediği biriyle nasıl evlendirirsiniz? Hiç mi düşünmüyorsunuz mutsuz olacağını?”
Babam beni aşiretten biriyle evlendirmesinler diye büyük bir ihtimal askerden zarar gelmez düşüncesiyle yalan söylemişti. Kendince iyi bir şey yaptığını düşünse de karşısındaki insanın duygularını düşünmediği için hata yapmıştı.
“Lütfen bana bahanelerle gelmeyin. Başından beri olan biteni söyleseydiniz bir yolunu bulurduk. Her şeyi geçtim kızınızla konuşur, eğer o da istiyorsa bu işe girişirdik.”
“Tamam, bir hata yaptım. Şimdi ne yapalım istiyorsun? Sözümü bozmak istiyorsun, sen açık açık onu söyle delikanlı. Lafı dolandırmaya gerek yok.”
Tepsiden destek almak adına avuçlarımın arasında sıktım.
“Bu saatten sonra söz bozmak olmaz. Kızınızla dün akşam konuştuk, bana ve evliliğe alışacağını söyledi. Bundan sonra benim karşıma yalanla gelmeyin. Benden büyüksünüz, evleneceğim kadının da babasısınız. Size karşı saygısızlık yapmak istemem ama aynı saygıyı da sizden beklerim. Bu hafta sonu büyük nişan yapmayı düşünüyoruz, bir ay içinde de düğün olacak. Bu yüzden Ceylan’ı alıp götüreceğim şimdi alışveriş için.”
“Dur oğlum, bu işler öyle aceleye gelmez.”
Ayağa kalkıp, “Ben getiririm,” dedi. “Madem ondan rahatsızsınız bir an önce alırım sizden.”
“Dur hele dur, sen her şeyi yanlış anlıyorsun.”
Bakışlarını kapıya çevirince geriye çekilip koşar adım avluya çıktım. Sinirli ve öfkeli birine benziyordu. Her ne kadar babama kırgın olsam da onunla bu üslupla konuşması canımı fazlasıyla sıktı.
Tepsiyi masanın üzerine bırakıp, “Ne oldu?” diyen bizimkilere cevap vermedim.
“Ceylan, Cemre ablanla birlikte çarşıya gideceksin kızım. Damadın ailesi seni orada bekliyor nişan alışverişi için.”
“Nişan mı oluyor?”
“Ama bizim de gitmemiz gerekiyor.”
“Siz durun hanım, Cemre gitse yeter.”
“Arife anne, siz de gelin.”
“Anama ana,” dedi diyen Cemile ablamı duymazlıktan geldim. Hiçbir şey demeden odama gidip çantamı aldım. Peşimden odaya giren Cemre ablam, “Damat hızlı çıktı,” diyerek yeşil elbisesini düzeltip benimle birlikte odadan çıktı.
“Biraz sinirli birine benziyor ama yakışıklı.”
Gözlerimi devirmemek adına zor durdum.
“Asker adam sonuçta, kim bilir kimlerle uğraşıyor. Haklı sinirli olmakta.”
Onun siniri babamaydı.
Ablamla birlikte merdivenleri inip konağın dışına çıktık. Siyah Jeep’in ön kapısını açan Cemre ablam öne oturmam konusunda gözleriyle işaret ettiğinde omuzlarımı kaldırıp indirdim.
“Karargâha geç kalmamam lazım. Oradan geliyorum, üniformayla da dolaşmam yasak, acele etsek iyi olur.”
Kalın sesiyle adım atıp ön koltuğa oturdum. Sırıtan Cemre ablamla annem de arka koltuğa oturduklarında arkamı dönüp, “Evde sorarım,” dedim Cemre ablama Kürtçe. Sırıtmaya devam ederken, “Ne soracaksın,” diyen Alpaslan’ın sesiyle irkilip bakışlarımı ona çevirdim.
“Ben Kürtçe de biliyorum.”
Arkada kıkırdayan Cemre ablamı duymazlıktan gelip, “İyi,” dedim bakışlarımı yola çevirerek.
“Bundan sonra yanında dikkatli konuşurum.”
“Tüh, keşke bildiğimi söylemeseydim.”
Sağ omzumu silktiğimde sırıtıp siyah gözlüğünü gözlerine taktı. Kendini havalı falan mı sanıyordu? Kesin sanıyordu. Araba dar sokaklarda ilerlerken çatılı kaşlarımı düzeltip hâlâ sırıtan Cemre ablama, “Sus,” dedim kısık sesle. Annem de susması için bacağını dürterek onu uyarıyordu ama kimin umurunda?
“Ablanı rahat bırakıp benimle konuşmaya ne dersin?”
Yanağımın içini ısırdım. Sakin olmalıyım, ona alışmam gerekiyordu. Bu yüzden zaten gergin olan sinirlerimi yoldan çıkarmamam gerekiyordu.
“Konuşalım tabii ki.”
Bedenimi ona döndürdüğümde bakışlarını bana çevirip, beyaz dişlerini gözlerimin önüne serecek kadar sırıttı. Konakta barut gibiydi şimdi ise sırıtıyordu.
“Bir daha babamla konuşurken sesinin tonunu yükseltme. Her ne olursa olsun ona saygısızlık yapılmasını istemiyorum.”
Dudaklarındaki gülüş soldu.
“Haklısın, hem de çok haklısın ama bu senin onunla yüksek sesle konuşabileceğini göstermiyor.”
Başını sallayıp, “Olur,” dedi. Sinirli veya kızgın gibi değildi ses tonu. Tekrar bakışlarımı arkaya çevirdim. Annem “Aferin,” deyip gülümsediğinde önüme döndüm. Ben onlara ne kadar kırgın olsam da bir başkasının sesini yükselterek konuşmasına asla izin veremezdim. En başında buna izin verirsem sonradan daha büyük sorunlarla karşılaşabiliriz.
Çarşıya kadar kimseden bir daha ses çıkmadı. Arabayı restoranın önünde durdurduğunda hep birlikte arabadan indik.
“Annemle ablam içeride sizi bekliyorlar.”
Annemle Cemre ablam başını sallayıp restoranın içine ilerlemeye başladıklarında peşlerinden küçük adımlarla takip ettim onları. Benim adımlarıma uyum sağlamaya çalışan Alpaslan’ın üzerinde üniforması olduğu için birkaç kişinin bakışları ona dönüyordu. Başı belaya girecekti, gitse iyi olacaktı.
Birlikte ailesinin olduğu masaya kadar gittik. Annesi ve ablasının yüzleri dün akşam olduğu gibi tebessüm halindeydi.
“Hoş geldiniz kızım, kusura bakmayın bizim oğlan acele edince erkenden sizi buraya çağırmak durumunda kaldık.”
İçten sarılan kadına karşılık verip, “Sorun değil,” dedim.
“Saçların güzel olmuş bu arada.”
“Teşekkür ederim.”
Annemle Cemre ablam onlar için ayrılmış yere otururken masanın başındaki sandalyeyi çeken Alpaslan oturmam için gözleriyle işaret ettiğinde avuçlarım terledi. Kesin her bir hareketini aklına kazıyordu Cemre ablam. Eve gidince benimle uğraşacaktı.
“Siz kahvaltınızı yapın benim karargâhta iki üç saat işim var. Alışveriş yaparken size katılırım.”
“Tamam oğlum.”
Annesinin yanağını öpüp gözlerini bana çevirdiğinde bakışlarımı kaçırdım. Onları izliyormuş gibi gözükmek istemiyordum. Belli ki birbirine bağlı anne oğullardı.
“Bir problem olursa haber verin.”
Yanımızdan gidince rahat bir nefes aldım. Kadınların yanında daha iyi hissediyordum kendimi. Ama onun yanında ister istemez geriliyordum.
“Kadir amca neden gelmedi?”
Cemre ablamın sohbeti açmasıyla sandalyemi biraz daha masaya doğru yaklaştırdım.
“Kadir amcan Urfa’yı gezecekmiş kızım.”
“Tek başına mı?”
“Evet, alışveriş yapmayı sevmez o. Kılık kıyafetlerini bile ben alıyorum düşünün.”
Cemre ablam kahkaha atarken ben sadece tebessüm ettim.
“Anlayacağınız onun alışverişten anladığı sadece market alışverişi.”
“Erkeklerin hepsi böyle işte.”
Annem konuşmak istese de çekiniyor, araladığı dudaklarını kapatıyordu. İçimizde en atılgan Cemre ablamdı. Neyse ki Alpaslan’ın ablası da sessiz sedasız oturduğu için bizim bu hallerimiz dikkat çekmiyordu.
Kahvaltılarımız masaya geldiğinde şimdilik sadece birbirimizin yüzüne bakarak tebessüm ediyorduk. Annemle Asiye Hanım kendi aralarında konuşurlarken biraz daha birbirlerine alışmışlardı.
“Bir ay içinde düğün olacağına göre sık sık bir araya geleceğiz. Biz aslında nişandan önce Ordu’ya gelmenizi istedik ama malum vakit kısa olunca artık nişandan sonra gelirsiniz.”
Çatalı tabağın kenarına bırakıp soğumuş çaydan bir yudum aldım.
“Erkekler ne konuştu bilmiyorum ama düğünü Ordu’da yapmak isteriz. Çünkü bütün akrabalarımızın hepsi orada. Bu sizin için bir sakınca oluşturmaz, değil mi?”
“Hayır,” dedi annem. “Düğün zaten erkek tarafına aittir. Burada nişanı ve kınayı büyük yaparız. Düğünde sizin istediğiniz gibi Ordu’da olur.”
Rahatlayan Asiye Hanım, “Güzel olacak,” dediğinde içimden umarım dedim.
“Ceylan biraz sessiz gibi duruyor. Anladığım kadarıyla çekiniyorsun ama çekinmene gerek yok güzelim. Ben şu hayatta şunu çok iyi öğrendim ki, her şeye pozitif bakacaksın. Kendinde o gücü göreceksin. Ne yaşarsan yaşa içinden her zaman ayakta dik duracağım de. Eğer ki yaşadığınız sorunların boyunu aşacak kadar büyük olduğunu düşünürsen, o zaman tökezlersin. Hiçbir zaman karamsar düşünme olur mu? Ne olursa olsun her zaman başaracağını, her türlü zorluğun altından kalkacağını düşün. Emin ol o zaman hayat senin için daha anlamlı ve daha güzel olur.”
Normalde çekingen biri değildim ama şu an karşısında çekingen gözüküyordum. Bu yüzden de benim ürkek biri olduğumu düşünüyordu.
“Şu an korkularını anlayabiliyorum. Alpaslan’ı tanımıyorsun. Ben annesi olarak Alpaslan çok iyi bir çocuk, kadına değer veriyor derim. Senin dünyada en mutlu insan yapar derim ama ben oğlumun iyi özelliklerini söylediğim kadar elbette ki kötü özelliklerini de söylemek zorundayım.”
Masadaki herkes gibi kahkaha attığımda göz kırptı. Çok tatlı bir kadındı.
“Bir kere sinirlenince öfkesinden hiçbir şeyi gözü görmüyor. Maalesef Karadeniz erkeklerin hepsinde bu var. Babasına çekmiş bizimki.”
Sanırım bu sadece Karadeniz erkeklerinde değil bizim Kürt erkeklerinde de vardı.
“Ama seni kırmaz. Göreve gittiği zaman gözü arkada kalmayacak şekilde seni geride bırakır. Döndüğünde ayrı kaldığınız zamanların acısını en güzel şekilde çıkarır.”
Emine ablayla Cemre ablam sırıtınca yanaklarım kızardı. Hadi Cemre ablam neyse de sende mi Emine abla dememek adına bakışlarımı onların üzerinden çektim.
“Her şey dört dörtlük olmaz. Yani olur dersem yalan söylemiş olurum. Aynı çatının altında güldüğünüz gibi kavga ettiğiniz anlar da olacak. Yeter ki birbirinize kırıcı sözler söylemeyin. Geri dönüşümü olmayan sözler asla büyüğünüze söylemeyin. Her zaman birbirinize saygı duyun, ailenize saygı duyun. Ondan sonra her şey yolunu bulur.”
Bitirinceye kadar sessizce dinledim onu. Sözlerine karşılık bir şeyler dememi beklediği için dudaklarımı araladım.
“Az çok aslında durumu biliyorsunuz sanırım.” Başını salladı.
“Biliyorum kızım.”
Derin bir nefes aldım. “Aslında evlenmeyi hiç düşünmüyordum. Ben sadece atımla özgürce dolaşmak, çalışmak istiyordum. Ailem bana bu imkânları verdi asla onların yaptıklarını inkâr edemem ama bizim bağlı olduğumuz aşirette benim bu davranışlarım yanlış karşılanıyordu. Kızlara kötü örnek olduğumu düşündükleri için ata binmemi, çalışmamı yasakladılar.”
Kaşları çatıldığında susmadım anlatmaya devam ettim. Her şeyi bilmesi gerekiyordu.
“Ailem arkamda olduğu için fazla bana karışamadılar. Sürekli şikâyet ettiler, sürekli söylendiler, ne ben duydum sözlerini ne de ailem.”
Masanın altından elimi tutan annemin elini sıktım.
“Aycan ablamın düğün gününde yanlış anlaşılmalar oldu. Ben kendime güveniyor olmama rağmen aşiret sanki ben ahlaksız bir şey yapmışım gibi davrandı. Bir an önce evlenmem için ailemi tehdit ettiler.”
Annem susmam için elimi sıktığında rahat olması adına elinin üstünü okşadım başparmağımla.
“Şu an oğlunuzla sözlüyüm. Eğer o, babamla konuşmasaydı başkasıyla sözlü olabilirdim.”
Masanın üzerinde duran diğer elimi de Asiye Hanım tuttu. “Güzel kızım, ben bu toplumdaki insanların düşüncelerini çok iyi biliyorum gönlün rahat olsun. Sana oğlumun zarar vermeyeceğinin sözünü veriyorum. İnan bana istediğin hayatı istediğin gibi yaşayacaksın. Evet, biraz fazla kıskanç bir çocuk ama seni sıkmaz. Bence sen de kendini ezdirecek biri değilsin. Bu yüzden susup, sessiz durma. Bu saatten sonra konuşma sırası sende. Hem erkeğin karşısında susarsan kendilerini senden üstün görürler bu yüzden onların her dediklerine de tamam deme.”
Yine masada herkes kahkaha atınca gülümsedim. Yavaş yavaş birbirimize alışacaktık. En ufak bir olayı büyütecek biri değilim ya da çocuk gibi nazlanıp da karşımdaki insanı sıkmam. Tahammül edemediğim tek şey saygısızlıktır.
Kahvaltımızın sonuna geldiğimizde. Artık alışveriş için ayrılmamız gerekiyordu.
“Biz buraları bilmiyoruz, bu yüzden sizin bizi gezdirmeniz gerekiyor Arife Hanım.”
“Merak etmeyin ben sizi en güzel yerlere götüreceğim,” diyen annem Asiye Hanım’ın yakınlığından dolayı kendini daha rahat hissediyordu artık. Onlar önden ilerlerken biz de peşlerinden gittik.
En çok konuşan annemle Asiye Hanım gördükleri mağazalara tek tek bizi sokarak her beğendiklerini bunu alıyoruz diyerek alıyorlardı. İlk girdiğimiz mağazada sen beğen dediklerinde benim için fark etmez demiştim. Olur mu öyle şey, senin beğenmen lazım demeleri gerekirken o zaman biz beğenelim diyerek ikisi de beğendikleri bir sürü çeyizlikleri alıyorlardı
Paketleri taşıyan Cemre ve Emine ise sanki burada değillermiş gibi sürekli telefonda mesajlaşıyorlardı. Hayır, kiminle bu kadar konuşuyorlar anlamıyorum.
“Çok sıcak, bir yerde dinlenelim mi?”
Kaç saattir dolaştığımızın farkında değilim. Sarı elbisemin altına beyaz babetlerimi giymiştim. Ayakkabının arkası ayağımı vurduğu gibi ayağımı da sıkıyordu artık. Canımın acısı ayrı, sıcak ayrı bunaltmıştı beni.
“Alpaslan geliyormuş,” diyen Emine ablaya dönüp bakacak kadar iyi değildim. Elimi mağazanın vitrine dayayıp ayakkabının üstüne bastım.
“Ayakkabı mı vurdu ayağına, terlik alalım sana kızım.”
Anında başımı iki yana salladım. “Sağ olun Asiye Hanım, benim için onca şey aldınız hiç gerek yok. Ben alır gelirim şimdi.”
“Öncelikle Asiye Hanım da ne oluyor? Tamam, anne demek için erken ama abla diyebilirsin. Sonuçta kırk sekiz yaşındayım.”
Gülümseyip, “Tamam,” dedim.
O da annem gibi küçük yaşta evlenmiş olmalı.
“Siz bekleyin geliyorum hemen.”
Israr etmesine fırsat vermeden topallayarak ayakkabı mağazalarından birine girdim. Topuk kısmım yara olduğu için terliklerin olduğu kısımlara geçtim. Beni beklediklerini bildiğimden fazla oyalanmadan beyaz önü açık sandalet tarzı terlikleri alıp kasaya gittim. Ücreti verip mağazadan çıkmadan ayakkabıları değiştirdikten sonra rahatladım.
“Nasıl yürümüşüm o kadar saat bu ayakla?”
“Bant yapıştıralım ayağına.”
Duyduğum sesle arkamı döndüm hızla. “Samet?” Geriye doğru adım atıp mağazadan çıkacakken kolumdan tutmasıyla geriye doğru çekildim.
“Hangi hakla kolumu tutarsın?”
“Bir dur Ceylan, konuşalım lütfen.”
Başımı iki yana salladım. Kolumu elinin arasından çekerken, “Ne konuşacağım seninle?” dedim. “Uzak dur benden Samet.”
Ne zaman onun ismini söylesem gözlerini kapatıyordu. Hastaydı bu adam. Koşar adım mağazadan çıktığımda peşimden gelmemesi adına dua ettim.
“Neden beni dinlemiyorsun? Ben seni sevmekten başka ne yaptım ki? Sana hiçbir zaman zarar vermedim Ceylan. O adamla evlenmeyi nasıl kabul edersin? Seni seven biriyle olmak varken hiç tanımadığın adamın karısı nasıl olursun?”
Yine başıma iş açacaktı. Arkamı dönüp, “Gelme peşimden,” diye bağırdım. “Ben sözlüyüm, eğer seni yanımda görürse hiç iyi şeyler olmaz bunu sende çok iyi biliyorsun.”
“Görsün Ceylan. Bu benim umurumda mı sanıyorsun? Ben seni kaybediyorum ne yaşarsam yaşayım koyar mı bana sanıyorsun? Gel benimle. Söz veriyorum seni mutlu edeceğim.”
Hastaydı bu.
“Anlamıyor musun Samet, ben seni sevmiyorum, seni istemiyorum. Benden uzak dur, beni gördüğün yerde görmemezlikten gel. Başımı belaya sokacaksın.”
Sanki bana gel diyormuşum gibi üzerime gelince geriye çekildim. “Git buradan.”
“Seni almadan gitmem Ceylan, seni o adama yar etmem.”
Geriye doğru adım atamadan karnıma dolanan kolla bedenim havada uçuyormuş gibi ağacın oraya çekildi. Gözlerim korku ve şokla büyürken, “Dur burada,” diyen adamın sesiyle kendime geldim.
“Alpaslan?”
“Sakın gelme peşimden.”
Üzerimize gelen Samet’in yakalarından tutup sırtını duvara yapıştırdığında etraftan birkaç kişi çığlık attı.
“Ona söylediklerini şimdi bana söyle.”
“Sen de kimsin?”
Bacaklarım korkudan titrerken zihnim şu an olanları değil bundan sonra olacakları düşünüyordu.
“Alpaslan, yapma gözünü seveyim. Gidelim buradan.”
Samet’in gözleri bana değdiği an yumruğunu adamın yanağına geçirdi. Tekrar bağırış sesleri yükselirken, “O gözlerine sahip çık,” dedi dişlerinin arasından. “Benim sözlümün yolunu kesersen ayaklarını keser yürüyemez hâle getiririm seni.”
“Alpaslan yapma.”
Sesleri duyan ailemizde yanımıza geldiğinde ablasıyla annesi, “Alpaslan ne yapıyorsun?” diyerek kollarından tuttular onu. Yanıma gelen Cemre ablam, “Şimdi boku yedik,” derken iyice korku sardı bedenimi.
Daha nasıl başıma bela alabilirim ki ben?
Samet’in yüzünü peş peşe yumruklayan Alpaslan'ın durmaya niyeti yoktu. Boğazı kıpkırmızı olmuştu sinirden. Elini Samet’in boğazına bastırıp onu ileriye doğru fırlattığında çığlık attım.
“Görmeyeceğim anladın mı lan! Benim sözlümün yanında dolaşmayacaksın, adını dahi ağzına almayacaksın. Seni bu topraklara gömerim haberin olsun.”
Esnaf Samet’i alıp uzaklaştırırken birkaç kişi de onu uzaklaştırdı olay yerinden.
“Yürüyün Allah aşkına, böyle bir günde olacak iş mi bu şimdi?”
Onun öfkeli yüzüne bakmadan Cemre ablamla annemin ortasında hızlı hızlı ilerledim. Sabah bizi getirdiği siyah Jeep’in kapılarını açıp elimizdeki paketleri alıp neredeyse bagajın içine tıkar gibi fırlattı.
“Biz kendimiz gideriz, hiç yorulmayın,” dediğimde mavi gözlerini gözlerime çevirince yutkundum.
“Arabaya geçin!”
Asla ön tarafa oturmazdım. Arka tarafa dört kişi sıkış sıkış otururken Asiye abla onun yanına oturdu.
“Oğlum niye dövdün adamı? Ayıp değil mi sözlünün yanında?”
Boynunu sağ ve sola çevirip burnundan nefesini bıraktı. Beyaz teni hâlâ kıpkırmızıydı. Buraya gelirken üstünü değiştirmişti. Üzerine giydiği beyaz tişörtü hızlı nefes alıp verdikçe parçalanacaktı sanki. Göğsü her gerildiğinde Cemre ablamın kolunu sıkıyordum.
“Şerefini si…”
Sustu! Direksiyonu parmaklarının arasında sıkarken diğer yumruk olmuş eline çenesine vurdu yol boyunca. Arabayı bizim sokağa soktuğunda rahat bir nefes verdim. Sonunda eve gelmiştik. Araba durunca hepimiz araçtan indik.
“Buyurun bize geçelim, yemek yeriz.”
Ah anne, şimdi barut gibi gezen bu adamı davet etme zamanı mıydı?
“Başka zaman gelelim Arife Hanım, eşim bizi bekler.”
Bu duruma sevinmem hiç hoş değildi.
“Peki o zaman.”
Bagajdan indirdikleri paketleri dışarıya çıkan diğer ablamlar alırlarken bir an önce eve girmek istiyordum. Bu yüzden ilk önce Emine ablaya ardından Asiye teyzeye sarıldım.
“Kusuruna bakma kızım, ne olduğunu bilmiyorum öğrenince ona kızacağım sen merak etme.”
Samet hak etmiş olsa da başımız belaya girecek diye korkuyordum. Onlar arabaya tekrar binerlerken Cemile ablamın almak istediği paketi ona vermeyen Alpaslan bana uzattığında arabanın arkasına dolanıp elinden aldım. Geriye çekilmeme fırsat vermeden parmak uçlarımı tutunca bakışlarımı kaldırdım.
“Gece seni evinin arkasında bekliyorum.”
“Sebep?”
“Konuşacaklarım var.”
Kaşlarımı çattım.
“Gündüz dururken gece neden konuşuyoruz?”
Hâlâ sinirli olmasına rağmen yine de kendini sıktığı belliydi.
“Ben gece konuşmak istiyorum, sakıncası mı var? Numaramı yazıp kutunun içine koydum. Aramazsan bizzat odanın önüne gelirim.”
Gözlerim hayretle büyüdü.
İnat değil miydi, aramayıp mesaj atmayacaktım. Sıkıysa gelsin odamın önüne.
Gelir miydi?
Gelmezdi.
Umarım gelmezdi.
Aman gelirse gelsin, geleceği varsa göreceği de vardı.
Gelir mi gelir, sen hazırlıklı ol Ceylancım.