Herkes yatağında huzurla uyurken ben deli bir adamın lafı yüzünden yatağımda dönüp duruyordum. Gelmeyeceğini bildiğim halde huzursuz olmam artık başıma ağrılar sokuyordu. Başımın ağrısı yetmezmiş gibi bir de iç sesim susmak nedir bilmiyordu.
Adam sana numarasını verdi, aramadın bari mesaj atsaydın. Çok mu havalısın Ceylan diyerek içimden konuşarak kendini dolduran tek insan bendim sanırım.
Cemre ablama doğru döndüm. Resmen kendinden geçmiş uyuyordu. Başı yastığın altına girmiş, sağ bacağı yataktan aşağı sarkmış bir durumdaydı. Bu kadar deli yatmasına rağmen nasıl yataktan düşmüyor şaşırtıcı.
Sıkıntıyla ofladım. Belli ki uyku yoktu bu gece. Örtüyü üzerimden atıp ayaklarıma terlikleri giymeden yataktan kalktım. Parmak uçlarımla pencereye doğru ilerlerken gözüm komodinin üzerinde duran telefona takılıyordu. Acaba mesaj atsa mıydım? Sen bir an önce düğünü yaptığın için eve geldiğimde annemle ablamlar beni çeyiz odasına soktular. Akşama kadar çeyizlerimi kontrol ettiğim için bir türlü aramaya fırsatım olmadı diye yazsa mıydım? Saat de gecenin ikisi olacaktı neredeyse. Bu saatte de mesaj atılmaz ki.
Tülü kenara doğru çektiğim an karşıma çıkan bedeniyle, “Hii,” diye bağırıp geriye çekildim.
“İyi geceler Ceylan Hanım.”
Elim göğsümün üzerinde korkuyla karşımdaki adama bakarken, “Kapıyı aç geliyorum,” dedi.
Ben lafın gelişi buna deli diyordum ama gerçekten deliydi. Gerçekten gelmişti, sırf aramadım diye evime gelmişti. Biri görür korkusuyla odanın kapısına koşup açtım.
“Ne işin var senin burada?”
“Ne oluyor ya?”
Kafasını içeriye uzatıp, “Sen uyumana devam et baldız,” diyerek Cemre ablamın gözlerinin tamamen açılmasını sağladı.
“Ceylan, ne oluyor ablam?”
Elimi alnıma vurdum. “Neden geldin bu saatte? Hiç mi korkmuyorsun biri görür diye?”
Omzunu kapıya dayadığında biri görür diye kolunu tutup odanın içine aldım onu. Cemre ablam hâlâ şaşkın şaşkın bize bakıyordu.
“Biz iki dakika konuşacağız, sen uyu baldız.”
Rahat konuşması yok muydu bir de! Ablam başını sallayıp tekrar kafasını yastığın altına soksa da eminim yarın sabah anamdan emdiğim sütü burnumdan getirecekti.
“Ya Allah aşkına, biri görür diye hiç mi çekinmezsin? Sözlü olsak da evli değiliz, yakışık almaz. Gözünü seveyim biri görmeden git.”
“Korkma, buraya geldiğimi biri görmedi, görmeyecekte. Seni eve bıraktığım andan beri aramanı bekledim. Sen sahiden de söyledikleri gibi inatçı bir kızsın.” Omuzlarımı kaldırıp indirdim. “Azıcık cadılıkta var dediler ama ben inanmadım. Yok değil mi?” kollarımı bağlayıp bakışlarımı kaçırdığımda güldü.
“İyi olduğunu öğrenmek için geldim. Güvende olduğunu gördüm ve şimdi gidiyorum.”
Bakışlarımı tekrar ona çevirdim. “Nereden girdin konağa? Ön kapı kilitli.” Sol gözünü kırptığında utançtan bakışlarımı kaçıracak yer ayırdım. Neden böyle şeyler yapıyordu ki?
“Telefonun nerede?” başımı ona çevirmeden parmağımla komodinin üzerinde duran telefonumu gösterdim. Yanımdan ayrılıp komodinin yanına gitti. “Sen kesin yine mesaj atmazsın bu yüzden ben kaydedeyim numaramı.” Etmiştim ki, sadece mesaj atmamıştım.
“Sadece Alpaslan mı yazdın?”
“Ne yazmamı bekliyordun?”
Kendini çaldırıp yerine koydu telefonu. Soruma da cevap vermeden tek elini gri eşofmanının cebine sokup kapıya ilerledi.
“Yarın karargâhta olacağım, akşamüzeri de ailemle size geleceğiz.”
“Tamam.”
Kapıyı açıp çıkmadan önce tekrar bana döndüğünde olduğum yerde durmaya devam ettim.
“O adamda gönlün var mı?”
“Kimsede gönlüm yok benim. Seninle sözlüyüm, parmağımda senin yüzüğünü takarken gönlüm ya da aklım bir başkasına düşmez merak etme.”
“Hadi gir yatağa, uykusuz kalma.”
Başka bir şey demeden odadan çıktı. Konaktan çıkıncaya kadar peşinden gitmek istesem de biri görür diye yerimden kıpırdayamıyordum. Burada durmam en doğru olandı. Pencerenin önünde on dakika durup yatağa döndüm. Gitmiştir her halde, yakalansaydı ses gelirdi. Başımı yastığa koyduğum an telefona gelen mesajla doğrulup telefonu aldım.
Alpaslan:
Eve gidiyorum, düşünmeyi bırakıp uyu.
Ceylan:
Konaktan uzaklaştın mı?
Alpaslan:
( Fotoğraf )
Attığı fotoğrafla yatağın içinde kayıp örtüyü kafama çektim.
Alpaslan:
Eve gidince de göndereyim mi fotoğraf?
Ne münasebet, ben onu mu sorguluyordum?
Ceylan:
Gerek yok. Ben yatacağım, iyi geceler.
Sabah ezanı okunduğu an uyanan ben son bir haftadır geceleri uyumadığım için sabahları geç kalkıyordum. Güneş odamın penceresinden içerisini hamam gibi yapmıştı. Yatağın içinde dönüp Cemre ablamı kontrol etmek istedim ama odasında yoktu. Acaba dün gece Alpaslan’ın gelişini rüya mı sanıyordu? Umarım öyledir. Eğer hatırlarsa sadece benimle uğraşmaz ablamlara anlatarak dalga geçerdi benimle.
Bacaklarımı kalçamın altına alıp saçlarımı tepeden topladım. Komodinin üzerinde duran telefonu elime alıp mesajlara girdim. En son dün gece Alpaslan’ın attığı mesaj vardı. Sırtımı yatağın başlığına dayadım. Bütün gece bakmama rağmen fotoğrafı tekrar incelerken her an birine yakalanma telaşı da vardı üzerimde.
Allah var bizimkilerin dediği gibi yakışıklıydı. Henüz onu tanımasam da şimdiye kadar beni rahatsız edecek bir davranışta da bulunmamıştı. Dün Samet’i dövdüğü için biraz korkmuştum ama bir yanda da iyi yapmıştı. Eğer Samet’in karşısına çıkmasıydı peşimi bırakmazdı o adam.
Odadan çıkıp aşağı indim. Herkes erken kalktığı için kahvaltılarını yapmışlardı. Canım bir şey istemediği için bizimkilerin seslerinin geldiği odaya gittim. Yine çeyiz odasındalardı. Aycan ablam evlenirken de düğün gününe kadar hazırlık yapmışlardı. Eminim daha onun yorgunluğunu atamadan yeniden hazırlıklara başlamak hepsini tüketmiştir.
Beyaz çarşaflara basmadan yere oturdum. Hepsi yeni mi uyandın der gibi bakıyorlardı.
“Sıcaktan dolayı uyuyamıyorum, bakmayın bana.”
“Ceylan, Allah aşkına bir ayda düğün mü olur, nasıl yetiştireceğiz biz bu kadar hazırlığı? Bir sürü dantellerin var, etamin işlenecek, nasıl yetişecek bunlar?”
Umurumda değildi. “Valla ben hiçbir şeye elimi sürmem. Ben evlenmek istemiyordum. Beni zorla evlendiren sizsiniz, oturup da benden bir şey yapmamı beklemeyin. Ateş’i alıp gezmek istiyorum ben.”
“Hayır!” diyerek bağırdı annem. “Kızım misafirler gelecek, nereye gidiyorsun?”
“Akşam gelmeyecek mi?”
“Saatin kaç olduğundan haberin var mı senin? Neredeyse akşam oldu.”
Farkında değildim.
“Git hazırlan kızım, senin için geliyorlar. İnsanların karşısına asık suratla çıkarsan senin onları istemediğini düşünürler. Olan oldu, onlar artık senin ailen.”
“Olaylar sanki benim istediğim gibi gelişiyor anne. Siz istediniz ben de evleniyorum. Üzerime gelmeyin, ben nerede ne yapacağımı biliyorum.”
Ellerini kaldırıp, “Tamam,” dedi. “Karışmıyorum. İstersen pasaklı halinle çık.”
“Çıksın, görmüyor musunuz adam hayranlıkla bakıyor ona. Bir bilse Ceylan ne kadar cadı bir kız, öyle hülyalı hülyalı bakar mı?”
Telefonu karıştırırken hiçbirine dönüp cevap vermedim. Kendileri yazıp kendiri oynuyordu.
Ekranda gördüğüm mesajla çaktırmadan yanımda oturan anneme baktım. Patikleri ayırıyordu. Dikkat çekmeden kenara kayıp mesajı açtım.
Alpaslan:
En sevdiğin tatlı fıstıklı baklava.
Ceylan:
Hayır, o nereden çıktı?
Alpaslan:
Yanlış tahmin. Şerbetli tatlıları seversin.
Ceylan:
Yine yanlış cevap, sütlü tatlıları severim.
Alpaslan:
Tüh! Oysaki tahminlerim genelde tutardı. Sen de niye işe yaramadı ki?
Dudaklarım iki yana kıvrılırken omuzlarımı kaldırıp indirdim.
Ceylan:
Beni herkesle karıştırma, zor biriyimdir.
Alpaslan:
Ben de kolay biri sayılmam. Ne yapıyorsun?
Ceylan:
Sen evlenmek için acele ettiğin için bizimkiler harıl harıl çeyiz hazırlıyorlar. Bir şey yapmasam da yanlarında duruyorum.
Alpaslan:
Dua etsinler bir ay dedim. Eğer canımı sıkarlarsa bir hafta bile bırakmam seni orada.
Aileme karşı olan tutumu hâlâ değişmemişti. Bir yanım kızsa da diğer yanım onları henüz tanımıyor diyordu. Tıpkı seni de tanımadığı gibi.
Daha fazla oyalanmamak adına odama çıkıp dolabın kapağını açtım. Bugün açık renkler giymek istiyordum. Dizlerime kadar olan sarı a kesin eteği alıp yatağın üstüne bıraktım. Üzerinde küçük beyaz çiçekler vardı. Çiçeklerle uyumlu olsun diye düz beyaz kısa kollu tişörtümü aldım. Üzerimdekileri çıkarıp yeni kıyafetleri giyerken saçlarımı salık bırakmak yerine bu sefer örüp bıraktım. Hanım hanımcık kızdım. Tam da bizimkilerin istediği tarzda. Abartmamak adına makyaj yapmayıp sadece nemlendirici sürdüm yüzüme. Çiçekli parfümümü de sıkıp hazır olduğumda odayı toplayıp aşağı indim. Bizimkiler çeyiz odasından çıktıkları gibi hazırlanıp avluya geçmişlerdi.
Kuzenim Gencer abinin yanına oturdum. Ona bakmayan Ayçiçek ablamın yüzüne bakıyordu. Belli ki aralarında kırgınlık oluşmuştu. Gencer abi ablamı çok severdi. Gözünde bir damla yaş görsün eli ayağı birbirine karışırdı. Aslında ailedeki en kaba erkek o olmasına rağmen ablama olan merhameti, sevgisi onu en uysal adam haline çeviriyordu.
Yüzüne bakmayan ablamın parmak uçlarını dürtüp ona bakmasını sağladı. Anında omuzlarını silken ablam başını başka yere çevirince ofladı Gencer abi. Güldüm. Sen bu hallere düşecek adam mıydın diyerek uğraşmak çok istesem de belki aralarındaki konu önemli bir konudur diye sessiz kaldım.
“Bizimkiler diyor ki Gencer’in hâlâ niye bebesi olmadı.”
Ağzıma aldığım küp şekeri ısırdığım an bakışlarım yengemin kardeşi Safinaz ablayı buldu.
“Bir senedir evliler ne zaman duyacağız güzel haberi diyorlar.”
“Sizinkiler kim teyze? Bana isim ver de gidip ağızlarını burunlarını kırayım karımla benim özel hayatımı konuştukları için.”
Ablamın dolan gözlerini fark eden Cemile ablam elini tutarken Gencer abi elindeki çay bardağını sıkmaktan kıracaktı neredeyse.
“Hemen niye celalleniyorsun Gencer? Merak etmişler soruyorlar.”
“Soramazlar, merak da edemezler. Bir daha birinizin ağzından benim evliliğim hakkında tek bir kelime duymayacağım.”
Ablam oturduğu yerden kalkacağı an Gencer abi bileğinden tuttuğu gibi yanına çekti onu. Neredeyse kucağına oturan ablam kalmak istediğinde kolunu beline dolayıp engel oldu. Yerimden kalkıp ablamın kalktığı yere geçtim.
“Bu kızı üzenlerin ciğerini sökeceğim az kaldı. Ulan sizin sülalenizin yedi ceddini sikip karımı da alıp gideceğim aha da demedi demeyin.”
“Sakin ol Gencer.”
Teyzem korkudan iyice oturduğu yere sinerken, “Dua et misafir gelecek,” dedi. “Yoksa ben ne yapacağımı bilirim.”
Tam ayağa kalkacakları an, “Misafirler geldi,” diyen Cemre ablamla, “Susun bizi rezil etmeyin,” diyerek ayağa kalktı babam. Zaten rezil olmuştuk daha ne kadar olabiliriz ki? Herkes yavaş yavaş alt kata inerken içeriye giren Asiye teyze çekingen bakışlarını etrafta gezdiriyordu. Annem koşar adım yanına gidip, “Hoş geldin,” dedi.
“Hoş buldum, nasılsın Arife?”
“İyiyim valla sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim, sağ olasın.”
Tek tek hepimiz ona sarılırken Alpaslan’la babasını da erkekler karşılıyordu.
“E hani senin kız nerede?”
“Onun Ordu’ya dönmesi gerekiyordu. Nişanda burada olacak akrabalarımızla.”
Kulaklarım onların üzerinde olsa da gözlerim Alpaslan’ın üzerindeydi. Koyu yeşil keten pantolonun üzerine kırık beyaz tişört giymiş. Dikkat çekici duruyordu. Kuzenlerimin ellerini sıkarken ne gülümsüyor ne de asık yüzle bakıyordu. Dümdüzdü. Bedenini bana döndürdüğünde dudağı o an kıvrıldı. Başıyla selam verip babamların arkasında ilerleyince peşlerinden gittim.
Babam direkt yemek masasına davet etti onları. Bu sefer kadın erkek ayrı oturmuyorduk. Upuzun masaya hep birlikte oturduğumuzda hepsinin yüzünde rahatlama oluştu. Belki bu akşam Alpaslan’ın ön yargıları kaybolurdu.
“Beğendiniz mi Urfa’mızı Kadir Bey? Sizin oralar kadar serin değildir.”
“Daha önce geldiğimde ayrıntılı gezme imkânım olmamıştı ama bugün hemen hemen her yeri gezdim. Güzel bir yer insanlarda sıcakkanlı.”
“Öyledirler.”
Hepsi değil dedim içimden.
“Kız bu damat gözlerini senden alamıyor. Âşık mı oldu sana?”
Cemre ablamı susması adına dürtüp soğuk ayran çorbamdan bir yudum içtim. Herkesin içinde bakması hoş değildi. Sanki görmemişin sözlüsü olmuşta onu kaçırmamak adına gözlerini üzerine dikiyordu. Çaktırmadan eteğimin cebinden telefonumu alıp masanın altından mesaj yazıp gönderdim.
Ceylan:
Gözlerini üzerimden çek, babamlardan utanmıyor musun?
Telefonun sesi yankılanınca bakışlarımı kaçırıp çorbamı içmeye devam ettim. Kucağımda telefon titredi ama bakamadım. Annem ve diğerleri anlamasalar da ablamlar cin gibi oldukları için mesajlaştığımızı anlarlardı.
Sağ bacağımı sallayıp dikkatimi dağıtmaya çalıştım. İçimdeki meraklı kız bak telefona diye çıldırıyordu. Dayanamadım elimi masanın altına sokarak mesajı açtım.
Alpaslan:
Utanmıyorum.
Şaka gibi, utanmıyorum yazmış. Kaşlarımı çatıp sabır derken, “Su alabilir miyim?” deyince, “Alma,” dedim kısık sesle. Cemre ablam sırıtırken tekrar titreyen telefonuma baktım.
Alpaslan:
Bir de vicdansızsın öyle mi? Kiminle evleniyorum ben?
Sağ omzumu silktim. Çaktırmadan gözlerimi üzerine çevirirken ağzına aldığı bir parça ekmeği sırıtarak çiğniyordu. Şımarık birine benziyordu biraz. Şey gibiydi bu. Gencer abim gibi. İkisi de normalde asık suratlılar ama gözleri bize değdiğinde sırıtıyorlardı. Hadi Gencer abim ablama âşıktı, o niye sırıtıyordu ki?
Düşünme Ceylan düşünme, yoksa altından kalkamazsın.
Yemeklerimizi yedik ve sofra toplandı. Büyükler nişanın aile arasında olmasına karar verdiklerinde bizler de onayladık. Kına büyük olacaktı, ardından Ordu’ya gidip düğünü de orada yapacaktık. Benim oraları görmem için Kadir amca bizi oraya davet ettiğinde babam nişandan sonra geliriz dedi. Geçen akşamki gibi gerginlik yoktu. Herkesin yüzü gülüyor, güzel konulardan konuşuluyordu. Alpaslan ilk istemeye geldiğinde çatık kaşlı dursa da şimdi sakin yüz ifadesiyle kuzenlerimle konuşuyordu. Sanırım konuları askerlikti. Hoş, onlara pek bir şey anlattığını düşünmüyorum. Kuzenim Esat askere gideceği için durmadan sorular soruyordu. Komutanım siz olur musunuz? Olursanız bana kıyak geçer misiniz? Falan da filan.
“Osman Bey’im, Samet’in ailesi geldi.”
Oturduğum yerde gerildim. Bir onlar eksikti. Kesin ortalığı karıştırmak için gelmişlerdi.
“Ben bir bakayım,” diyen amcam aşağı inerken, “Ben de bir bakayım,” diyen Alpaslan ayağa kalktığında Kadir amca, “Dövdüğü çocuğun ailesi mi?” dedi babama. Babam, “He o dur,” derken, “O zaman bende bir bakayım,” diyerek ayağa kalktı. Bizimkiler durur mu hep birlikte alt kata indiler.
“Ben size söyleyeyim damat tarafı bu işi bozacak. İnsanlar bizim belalı olduğumuzu düşünecek yeminle.”
Cemile ablamın kolunu okşayan Asiye teyze, “Düşünmeyiz,” dedi.” Biz artık aileyiz, bir sorun varsa birlikte çözeceğiz.”
“Ne demeye geldiniz o zaman!”
Kadir amcanın sesinin yükselmesiyle, “Ben bir kocama bakayım,” diyerek koşar adım alt kata indi.
“Yürüyün kız.”
Ablamlar da peşlerinden giderken yavaş yavaş yürüdüm. Yemin ederim bıktım. Nasıl bir günah işlediğimde bedelini ödüyorum?
“Madem başkasıyla sözlenecekti neden benim oğluma ümit verdi? Senin kızın ortalığı karıştırıp bir de oğlumu komutana mı dövdürtüyor Osman?”
Ben kimseye ümit vermedim.
“Düzgün konuş Rasim, benim kızım senin oğluna ümit vermemiştir. Hiçbir zaman istemedi senin oğlunu. Dünkü meseleye gelecek olursak kızın yolunu kesmiş, sözlüsü de olayı görüp müdahale etmiş. Ne yapsaydı, buyur konuş deyip kenarda mı dursaydı?”
Samet’in babası ve arkasındaki adamlar gözlerini Alpaslan’a çevirdiler.
“Komutan bilmediğin şeyler var, bu kız sana yakışmaz.”
Yanağımın içini ısırdım.
“Senin ecdadını sikerim, ne diyorsan lan sen!”
Gencer abim adamın üzerine atılırken ablam geriye çekti onu.
“Senin oğlunu kaç kez uyardım ben, Ceylan’dan uzak dur, eğer sağ da sol da laf söz yayarsan öldürürüm seni dedim. Söz abi bir daha olmayacak diyen şerefsiz şimdi yalan yanlış laf mı yayıyor?”
İstediklerini konuşabilirlerdi. Ben kendimi bildikten sonra ne dediklerinin bir önemi yoktu.
“İnanıyor musun sen bunlara komutan? Kızlarını sana yamamaya çalışıyorlar.”
Hâlâ iftira atıyordu. Yaşından başından da utanmıyordu. Ağabeylerim her an onu döveceklerken bir adım öne giden Alpaslan yumruğunu sıktı.
“Kimin ne söylediği beni ilgilendirmiyor. Ben Ceylan'ın ağzından çıkacak söze bakarım, gerisi zerre umurunda değil.”
Elini bana doğru uzattığında bakışlarımı dik tutup eline elimi uzattım. Bir anda verdiğim karardı bu. Hepsine meydan okumak istiyordum. Parmaklarımız birbirine temas ettiği an elimi avcunun içine alıp sımsıkı tuttu. Hepsinin suratındaki oluşan nefreti göremeyecek kadar kör değildim, değildi.
“Eğer ona zarar verirseniz hiçbirinizi bu topraklarda yaşatmam.”
“Sen bizi tehdit mi ediyorsun?”
“Siz benim sözlümün karşısına çıkmaya devam ederseniz sadece tehdit etmekle kalmayacağım, bilin.”
Yüzleri kızarırken, öne doğru çıkan Kadir amca, “Bak,” dedi olabildiğince sakin olmaya çalışarak.
“Gelinimin adını olur olmadık yerlerde ağzınıza almayacaksınız. Bu kapıya bırak gelmeyi önünden bile geçmeyeceksiniz. Kızı rahatsız ettiğinizi duyduğum an oğluma bırakmam ben rahatsız ederim sizi. Anlayışlı bir insanımdır ama anlayışım bittiği zaman gözüm hiçbir şey görmez söyleyeyim. Biz güzelce düğümüzü yapacağız, bu yüzden huzurumuzu bozarsanız huzura hasret bırakırım sizi ona göre.”
Hepsinin kızaran yüzü mora dönerken burunlarından soluyorlardı. Ağabeylerim, “Gidiyor musunuz, yoksa biz mi çıkaralım?” diyerek onlara adım attıklarında tek kelime etmeden arkalarını dönüp gittiler.
“Soysuz herifler, yüz kere kız istemiyor dedik. Yalan yanlış konuşarak kapımıza geliyorlar utanmadan.”
“Ben sizin adetlerinizi bilmem Osman Bey, insanların düşüncelerini de bilmem. Hislerim kuvvetlidir benim. Ne hissediyorum biliyor musun? Bu insanlar sizi rahatsız etmeye devam edecekler. Bu kıza zarar verecekler. Kin gözlerini o kadar kör etmiş ki sağda solda laf ediyorlar. Bugün gezerken kulağıma gelen lafların hiçbirine inanmadım. İnanmam da. Bilirim nasıl bir insan olduğumuzu çünkü.”
“Ulan.”
Gencer ağabeyim belindeki silahı çıkarıp kapıya gittiğinde ablam çığlık atıp beline sarılmaya çalıştı ama durduramadı onu. Korkudan elim ayağım titriyordu. Alpaslan beni annesinin yanına bırakıp Gencer abimin peşinden gidince Kadir amca, “Durun,” diye bağırdı.
“Ne yapacaksınız? Onlardan birini öldürüp ömrünüzü hapiste mi çürüteceksiniz? Biz uyarımızı yaptık, eğer tekrar aynı haltı yerlerse onlara istediği karşılığı veririz ama şimdi değil. Ben Ceylan’ı burada bırakmak istemiyorum. Bir hafta gelsin bizimle Ordu’da kalsın. Ablaları ya da ağabeyleri de gelebilir içiniz rahat edecekse. En azından nişana kadar ortalık durulsun.”
“Biz kızımızı koruruz dünürüm, kaçırır gibi götürmek olmaz.”
“Valla ben bilmem olur mu olmaz mı? Benim içim rahat etmez, oğlum sakin bir çocuk değildir elinden bir kaza çıkmasını istemem. Şimdi burada duruyorsa bana saygısındandır. Ama ben Ordu’ya döndüğümde ne yapacak? Hiç hoş şeyler yapmayacak. O yüzden Ceylan’ı alıp götürelim.”
Herkes benim yüzümden fazlasıyla gergindi. Ayçiçek ablam kocası katil olacak diye ağlıyor, diğer ablamlar korkuyla köşeye sinmişler bir şey olacak diye tedirginlerdi. Babaannem eli göğsünde nefes nefese dururken ağabeylerim her an katil olmak için bekliyorlardı. Hepsi benim yüzümden miydi? Sadece atımla dolaşmak istediğim için beni hafif bir kız ilan ettikleri için ailem parçalanıyordu.
“Ben gideceğim baba.”
“Kızım?” diyen babam bakışlarını bana çevirdiğinde, “En doğru olan bu,” dedim.
“Herkesi kollarını açan Urfa beni doğduğum topraklara istemedi. Ben sizlerin zarar görmesini istemiyorum. Kadir amcalarla gideceğim.”
“Korkma kızım, kimse sana bir şey yapamaz.”
Babamın titreyen sesi kalbimi sızlattı.
“Yaparlar baba bunu sende çok iyi biliyorsun. Beni Alpaslan’a neden verdin, onun bana zarar vermeyeceğine emin olduğun için. Samet’e vermedin çünkü biliyorsun nasıl insan olduklarını. Ben bu konakta olduğum sürece durmayacaklar. Ben sizin zarar görmenizi istemiyorum. İzninizle eşyalarımı alıp geliyorum.”
“Kızım?” diyen babamın gözünden damlayan yaşa bakamadan arkamı dönüp merdivenleri çıktım koşarak.
En doğru olan buydu. Eğer burada kalmaya devam edersem gelinliğimle değil kefenimle çıkacaktım bu konakta.
“Baba ne oldu?”
“Babama bir şey oluyor.”
Duyduğum sesle arkamı döndüm. Panikle merdivenleri indiğimde, “Ne oldu?” diye bağırdım. Yakasını tutan babam, “İyiyim” dese de iyi görünmüyordu.
“Osman Bey, hastaneye götürelim sizi.”
Başını iki yana salladı. Kollarını bana dolayıp sarıldığında sımsıkı sarıldım ona.
“Ne olur gitme, ölürüm gidersen kızım.”
Ah babam, yapma bunu ne olursun...
BU BÖLÜMLERİ YAZARKEN İÇİME SİNEREK YAZMIŞTIM, BU YÜZDEN DEĞİŞTİRME YAPMAMIŞTIM. AMA ŞİMDİ YAZACAĞIM BÖLÜMLERDE DEĞİŞİKLİK OLACAK. YARIN GÖRÜŞMEK ÜZERE.