Öyle bir an gelirdi ki diller susar kalpler konuşurdu.
Baba ben evleneceğim, Urfa’ya gelmeniz gerekiyor diyen oğlunun apar topar çağırmasıyla kendini Urfa’da bulmuştu Kadir Bey. Henüz tanımadığı ailenin içinde yabancılık çekmiyordu elbette ki ama içinde onu huzursuz eden bir his vardı. Ne olduğunu çözemese de hayra yormak istiyordu.
Geniş bir avlunun bir bölümünde erkekler, diğer bölümünde kadınlar oturuyordu. Babasının yanında oturan Alpaslan Ceylan’ın babasıyla babasının konuşmalarını dinlerken aklı Ceylan’ın solgun ve mutsuz yüzündeydi.
Kızım da seni istiyor demişti Osman Bey ona. Bu yüzdendir ki ailesine acele ettirmiş, onları buraya getirmişti. Kızın yüzü üzgün ve kırgındı. Kafasında kuran biri olmasa da öyle bir an geliyordu ki şu ana odaklanamıyor, kafasındaki sesleri dinliyordu.
“Bakarsınız Urfa’da iş yaparsınız.”
Oturuşunu dikleştirip Ceylan’ın amcasına çevirdi bakışlarını. Babasının yüzüne dikkatle bakıyordu.
“Nasip kısmet. Sizleri de Ordu’da görmek isteriz. Sağ olun bizi evinize davet ettiniz, sizlerle tanıştığımız için memnunuz.”
“Bundan sonra akraba olacağımıza göre gider geliriz birbirimize.”
Ceylan’ın babasından çok konuşan amcası fazla atılgandı. Bunun farkında olan babası konuşurken gözlerini Ceylan’ın babasının yüzüne çeviriyor, onun konuşmasını bekliyordu ama adam sessiz sedasız duruyordu.
“Madem konu açıldı o zaman ben konuşayım,” dedi yüzündeki ufak tebessümle. “Sonuçta buradaki oluşumuzun nedeni belli.”
“Tabii buyurun,” dedi amcası yine herkesten önce konuşurken.
Derin nefes aldı Alpaslan.
“Buraya geliş nedenimiz oğlum Alpaslan’la kızınız Ceylan kızımızın hayırlı bir işi için. Henüz birbirimizi tanımıyoruz, ben diyorum ki biz nasıl sizin evinize misafir olduysak siz de bizim evimize misafir olun. Yaşadığımız yeri görün, aile ortamımıza şahit olun. Kızımız bizi severse geciktirmeden isteme gününde söz nişan yapalım.”
En doğru olan buydu ama onları zorlayan aşiret vardı. Bizi kandırıyorsun diyerek kızına zarar vermelerinden korkan Osman Bey düşük omuzlarını dikleştirdi.
“Biz Alpaslan oğlumuzla konuştuğumuzda bugün için isteme ve yüzük takılacağını söylemişti. Söz ufak olur, nişanda büyük olur diye kendi aramızda konuşmuştuk.”
Kaşları hafiften yükseldi Kadir Bey’in.
“Ceylan kızımız da mı böyle olmasını istiyor?”
“Evet, bizim ağzımızdan çıkan söz kızımızın ağzından çıkan sözdür.”
Gözleri ilk kez kadınların oraya kaydı Kadir Bey’in. Karısının çaktırmadan işaret ettiği kızın başı önünde, sessiz bir şekilde oturuyordu. Ne bir heyecan ne de huzur vardı halinde. Gerildi. Emin misiniz kızınızın istediğine diye soracakken oğlunun kolunu dürtmesiyle sustu.
“Siz nasıl isterseniz.”
“Buyurun sofraya geçelim, ondan sonra kahvelerimizi içeriz.”
Bu işten hiçbir şey anlamamışlardı Karaaslan ailesi. Gözleri ileride oturan annesine kaydı Alpaslan’ın. Bir tek o tebessüm ediyordu. Eğer Ceylan tarafından olumsuz bir durum hissetseydi biliyordu ki belli ederdi yüzünden. Bu yüzden kötü düşünmeyi bırakıp ayağa kalktı. Havanın sıcak olmasından dolayı sofra avluya hazırlanmıştı.
Erkekler ve kadınların masalarının ayrı olmasıyla Kadir Bey oğluna çevirdi bakışlarını. Babasının ne demek istediğini gözlerinden anlayan genç adam, “Kalabalık olduğumuz için sanırım,” dese de bu duruma ister istemez o da bozulmuştu.
Onlarda asla kadın olmadan masaya oturulmazdı. Aynı masada birlikte yemek yenilir, aynı masada birlikte kalkılırdı. Arkadaşı Bekir’le yan yana oturduğunda kısa bir an Ceylan’a kaydı gözleri. Ağladı ağlayacaktı kız. Boşuna kendini rahatlamasına gerek yoktu. Sıkıntı vardı.
Sağ bacağını hızlı hızlı sallarken, gerginliği yüzüne kadar yansımıştı. Eğer kızı zorla evlendiriyorlarsa bu konağı hepsinin başına yıkardı. Bekir sakin olması adına salladığı bacağını tutsa da olamıyordu.
“Komutanım, herkes sizi izliyor sakin olun birazcık.”
Parmaklarını çenesinde dolaştırıp gözlerini bir kez daha çevirdi Ceylan’a. Ablası kulağına eğilmiş bir şeyler söylüyordu, buna rağmen hiçbir tepki dahi vermeden duruyordu.
Normalde kadınlar böyle anlarda daha çok konuşurlardı ama o masada kimse konuşmuyordu.
Bacağına yediği darbeyle bakışlarını arkadaşına çevirdi.
“Özür dilerim Komutanım ama mecbur kaldım. Yemeğinizi yiyin lütfen, gerginlik çıkaracak gibi bir haliniz var. Bugün sizin gününüz, mutlu olun.”
Tek başına mutlu olunmazdı. Eğer bu kızı ona zorla veriyorlarsa nasıl mutlu olsun? Evet, daha önce onu birkaç kez görüp beğenmişti. O zamanlarda bile yüzü aklına düşecek kadar uzun uzun izlememişti rahatsız olmasın diye. Onunla ilk göz göze gelişi, düğündeki temasları farklı hisler uyandırmıştı onda. Öyle romantik bir adam değildi. Düz bir adamdı ama her zaman da mantığıyla hareket ederdi. Kızı beğenmişti bunu inkâr edemezdi. Bu yüzden ki Zehra anasını kızın evine göndermişti. Osman Bey ona at binmeyi çok seviyor demişti. Binebilirdi, hem de istediği kadar. Üniversite okuyup ziraat mühendisi olmak istiyor demişti. Okuyup olabilirdi de. Hiçbir şekilde yaşamına karışmazdı. Anne babasının nasıl bir evlilik hayatı varsa kendinin de öyle olacağını düşündüğü için bu işi biraz acele getirmişti.
Başını bir kere bile kaldırmayan Ceylan’ın üzerinde utandığı için bakışlarını kaçıran bir ifade yoktu. Zorla evlendiren bir kızın çaresizliği vardı.
Yemekleri yiyemeden diğerleriyle birlikte masadan kalktı. Bu gecenin sonunda ne olacaktı deli gibi merak ediyordu.
Masalar toplanmış, kahveler hazırlanmıştı. Elindeki gümüş tepsiyle erkeklerin olduğu kısma gelen Ceylan tepsiyi ilk önce Kadir Bey’e uzattı.
“Teşekkür ederim kızım.”
Geriye çekilen Ceylan diğerlerine de tek tek kahveyi dağıttıktan sonra Alpaslan’ın yanına gitti. Sanki taşa dönmüştü bedeni. Tepsiyi sıkmaktan beyaz parmakları kıpkırmızı duruyordu. Kahveyi alan Alpaslan burnundan soluğunu bıraktığında arkasını dönüp yerine geçti. Onun aceleci, ürkek halleri damat tarafını meraklandırdığı gibi üzüyordu da. Kendi içlerinde aileyi çözmeye çalışırlarken Ceylan’ın üzgün oluşunun sebebini kafalarında yorumluyorlardı.
Geldikleri andan itibaren asık suratla oturan yaşlı bir adamın gürültülü bir şekilde fincanı tepsiye bırakmasıyla bakışların bir kısmı yaşlı adama çevrildi. Alpaslan ve ailesi adamın davranışlarını anormal karşılarken Ceylan’ın ailesi onun kim olduğunu iyi bildiklerinden gerginlik çıkmasından korkuyordu.
“Kahvemizi de içtik.”
“Sabır!” diyerek dişlerinin arasından mırıldandı Alpaslan.
Elini oğlunun bacağının üzerine koyup gözlerini yaşlı adamın gözlerinden kaçırdı Kadir Bey.
“Sebebi ziyaretimiz belli Osman Bey. Kızınız Ceylan’ı oğlum Alpaslan’a kendi rızası varsa istiyoruz.”
“Verdik gitti.”
Ceylan’ın babasından önce konuşan adam cebinden çıkardığı kürdanla dişini karıştırırken, “Siz Osman Bey’in amcası oluyorsunuz sanırım?” dedi öfkelendiğini ses tonundan belli eden Kadir Bey.
“Evet.”
“Bırakalım da Osman Bey konuşsun o zaman. Ne de olsa kızın babası o. Hatta büyüklerden önce gençler bir konuşsun derim.”
“Yüzük takılmadan yan yana gelme olmaz biz de,” diyen adam oturduğu yerde meydan gösterisi yaparken sinirden güldü Kadir Bey.
“Kadir, yüzükler ben de kalmış, kızlar hazırlasın.”
Karısının sesiyle sakin olmaya çalıştı adam.
“Madem öyle yüzükleri takalım.”
“Alpaslan oğlum, sen Ceylan’ın yanına gel.” Diyen bir kadının sesiyle burnundan nefesini bıraktı.
Ayağa kalktıktan sonra kadınların olduğu kısma geçip Ceylan’ın yanında durduğunda yumruklarını sıktı.
Şu an, ‘Ceylan istemiyor musun’ diye sorabilecekken kızın korkudan cevap veremeyeceğini bildiği için kendini sıkıyordu.
“Yüzükleri ben takacağım.” Diye atıldı huysuz adam.
Yaşlı adamın yüzükleri takmasını istemiyordu Ceylan. “Dayım taksın,” diyerek mırıldandığında onu işiten Cemre dayak yiyeceğini bilse de, “Dayım taksın yüzükleri,” dedi. “Ceylan en çok onu sever de.”
Yaşlı adam suratını assa da Ceylan’ın dayısı bunu umursamadan oturduğu yerden kalkıp, “Ben takarım,” dedi. Cemre’nin tuttuğu tepsinin içindeki yüzükleri alıp ilk önce Ceylan’a ardından Alpaslan’a taktı.
“Hayırlı uğurlu olsun. Allah tamamını erdirsin.”
Titreyen alt dudağını ısıran Ceylan ablalarının önceliğinde Kadir Bey’le Asiye Hanım’ın yanına gitti. Ellerini öpmek için uzandığında Kadir Bey omzunu sıkıp “Sağ olasın kızım,” diyerek eğik başını kaldırmasını sağladı. Mavi gözlerinin içi kan çanağın dönmüştü bu güzel kızın. Sıkıntıyla iç çeken adam başını varla yok arası sallarken Asiye Hanım’a sarıldı Ceylan.
“Güzel kızım, seni zorluyorlarsa kolumu sık anlarım.”
Bedeni donup kaldı Asiye Hanım’ın kollarının arasında.
“Ben sana yardım edeceğim, hiçbir şeye kendini zorunlu hissetme.”
“Sizin oğlunuz olmasa bir başkası olacak. Artık kaderimi değiştiremem.”
Gözleri dolan Asiye Hanım Ceylan’ın sırtını sıvazladığında yanına gelen oğluna kaydı gözleri.
“Yüzükler takıldığında göre gençler bir konuşsun.”
Ceylan’ın anne tarafındaki kuzenlerinden homurdanma sesleri gelse de, Ayçiçek’le evli olan amcasının oğlu Gencer, Cemre’ye kardeşiyle gitmesi konusunda işaret edip onları odaya gönderdi.
İki kız önde, Alpaslan’la Ceylan’ın diğer kuzeni Adem arkada ilerliyordu.
“Garip bir akşam değil mi damat?”
Yanında yürüyen adama başını salladı sadece. Sorularını Ceylan’a soracağı için şimdilik tek kelime etmedi.
“Biz kendi içimizde iyi aileyiz de soyadımızdan dolayı bize karışan çok kişi var. Büyüklerin kusuruna bakma emi.”
Yine başını sallayıp odaya girdi. Adem sigara içmek adına köşeye geçerken, “Ben kapının önündeydim,” diyen Cemre kapıyı kapatıp kenara geçti.
Odada sadece ikisi kalmıştı. Bu onların ilk kez baş başa kaldıkları andı. İkisi de sudan çıkmış balık kadar şaşkınlardı. Alpaslan boynunu sıkan kravatını gevşetirken Ceylan’ın gözleri Alpaslan hariç yerde dolaşıyordu.
“Oturalım mı?”
Genç adamın kalın sesiyle bir anda irkilir gibi oldu ama hızla kendini toparlayıp pencerenin önündeki kahverengi klasik koltuğa oturdu. Onu rahatsız etmemek adına da Alpaslan ikili koltuğun yanındaki tekli koltuğa oturdu.
“Baban bana senin de rızanın var olduğunu söylemişti. Rızan yok mu Ceylan?” Lafı dolandırmayı sevmezdi. Her zaman net olduğu için sorularını sorup cevaplarını almak istiyordu.
Ceylan ise içinde yaşadığı savaşı dışarıya belli etmek istemese de kendine engel olamadığı için utandı. Ne kadar üzgün ve hayal kırıklığı içinde olsa da karşısındaki adamın ve ailesinin hiçbir suçu yoktu.
Parmaklarıyla oynarken hâlâ siyah kravatını çekiştiren Alpaslan öfkelenmemek adına kendine hâkim oluyordu.
“İstemiyorsun! Ulan, nasıl anlamam.”
Öfkeyle ayağa kalkan adamın içeriye gidip kavga çıkarmasından korkan Ceylan panikle ayağa kalkıp, “Dur hele!” dedi sesine bulaşan telaşla. Alpaslan dursa da gitmesinden korktuğu için ceketini tuttu. Gözleri koluna kayan genç adam Ceylan’ın titreyen parmaklarını fark edince derin bir nefes aldı.
“Kimse kimseyi zorla evlendiremez. Sen yetişkin bir kadınsın, kendi ayaklarının üzerinde durup kendini savunabilirsin. Onlara boyun eğme.”
“Bizim yaşadığımız düzen başka.”
“O düzenleri başlarına yıkacağım merak etme sen.”
İçeriye gidecekken bu sefer koluna sımsıkı sarıldı.
“Gitme ne olursun. Ben sana karşı gelmem söz veriyorum. Alışırım sana, ailene, evliliğe. Eğer sen içeriye gidersen beni ebetteki sana zorla vermezler. Ama sen olmazsan başkası olur. Babamın aceleci davranması aşiret beni kendi istediklerine vermesin diye.”
“Saçmalık bu!”
“Değil! Sen askersin bilmez misin bu topraklarda neler oluyor? Bilirsin, bildiğin için de öfkelenirsin. Eğer şimdi bu yüzükleri çıkarıp atman benim üzgün yüzümden dolayıysa hemen düzeltirim yüzümü. Ama yok ben seni beğenmedim, istemiyorum dersen git bunları söyle.”
Ellerini geriye çeken Ceylan’a döndürdü bedenini.
“Ben seni ilk kez burada görmedim. Daha önce birkaç kez gördüm ama ilk kez düğünde göz göze geldim seninle. Beğendim ki sana görücü gelmek istedim. Baban bana senin de beni istediğini söylemişti. İki gönül aynı çatının altında bir olunca o evlilik huzurlu olur. Biri birini istemezse o çatının altı bizim için cehennemden farksız sayılmaz. Söyle bana, bu evlilik olsun istiyorsan gidip konuşmayacağım onlarla. İstemiyorsan yüzükler parmağımıza girmemiş gibi yaşamaya devam edeceğiz.”
Yutkundu Ceylan. Eğer istemiyorum derse aşiret büyükleri ailesine zarar verirlerdi. Onu da Samet’e veya ondan yaşça büyük birine verebilirlerdi. Babasının, annesinin ve diğerlerinin yüzlerindeki korkuyu bugün net bir şekilde görmüştü.
“İstiyorum,” dedi. Alışırdı, alışmaya çalışırdı. Hem o buralardan değildi. Tıpkı Aycan ablası gibi mutlu olabilirdi.
“Emin misin?”
Başını salladı. “Eminim, şüphen olmasın.”
Genç kadının titreyen ellerini kendi avuçlarının arasına aldı Alpaslan. Yanakları kızaran Ceylan bakışlarını kaçırırken ellerini sıkıp onunla tekrardan göze göze gelmesini sağladı.
“Nerede yaşadığımızın, hangi yöreden olduğumuzun bir önemi yok. Kader bizi daha önce defalarca kez karşılaştırdı ama biz birbirimizi fark edemedik. Şu an buradayız, bu yüzükler bizi birbirimize sonsuza kadar bağlıyor bunu unutma.”
İkisinin de gözleri parmaklarındaki yüzüklere kaydı.
“En erken bir ay en fazla iki ay içinde düğünü yapacağım.”
“Ceylan, sizi çağırıyorlar.”
Kuzeninin bağırmasıyla ellerini hızla geriye çeken Ceylan başını sallayıp kapıya ilerlediğinde burnundan soluyarak yürüdü genç adam.
Hepsine bir çift lafı vardı ama buradan gittiklerinde kıza zarar vermelerinden endişelendiği için kendine hâkim oluyordu.
Birlikte avluya döndükleri an yerlerine oturdular.
“Düğünü konuşalım dedik ama baban oğlumun fikrini almadan bu konuda bir şey demem dedi delikanlı. Sen ne diyorsun?”
Oturuşunu dikleştirip, yaşlı adamın kahverengi gözlerinin içine dikti yanan mavi gözlerini.
“Biz bu konuyu aile arasında konuşuruz.”
“Biz aile değil miyiz?”
Adamdan çektiği bakışlarını bu sefer Osman Bey’e çevirdi. “En yakın zamanda ailemle birlikte tekrardan gelip nişanı ve düğünü konuşacağız Osman Bey, şimdi izninizle kalkalım biz.”
Öfkelendiği zaman gözü hiçbir şey görmeyen oğullarının sinirini iyi bilen aile, “O zaman hayırlı akşamlar,” diyerek ayağa kalktıklarında diğerleri de ayağa kalktılar.
“En yakın zamanda sizleri de bize bekleriz.”
“İnşallah dünürüm.”
Peş peşe kapıya yürürlerken Ceylan onları geriden takip ediyordu. Kapıdan çıkmadan önce omzunun üzerinden arkasına bakan Alpaslan ürkek gibi duran kızın elinden tutup götürmek için geriye gidecekken babasının önüne doğru iteklemesiyle kapıdan çıktı.
“Rahat dur Alpaslan.”
Onlarla birlikte dışarıya çıkan erkeklere üstün körü, “Hayırlı akşamlar,” deyip arabaya bindi. Ailesi de arabaya binince konaktan uzaklaştılar. Kimseden çıt sesi çıkmıyordu. Arabanın içinde sadece Karaaslan ailesi vardı. Kravatını boynundan koparır gibi çıkarıp kenara fırlattı genç adam. Gömleğinin düğmelerini de koparak çözdüğünde, “Oğlum ne oldu?” diyen annesine cevap vermedi.
Emine, annesinin elini tutup susmasını sağlarken yarım saatlik yolu Alpaslan’ın öfkesiyle on dakikada geldiler. Lojmana girip arabayı park ettiklerinde Bekir annesini alıp, “Biz eve geçiyoruz Komutanım,” dedi.
“Geldiğiniz için sağ ol kardeşim.”
Ailesini geride bırakıp binaya büyük adımlar atarak yürüyordu.
“Ben hiçbir şey anlamadım bu işten,” diyen kızına susması için gözleriyle uyaran Kadir Bey karısı ve kızıyla olabildiğince yavaş yürüyerek Alpaslan’ın evine girdiler.
Sakin bir ortam beklemiyorlardı eve girince. Alpaslan yastıkları etrafa savurmuş ileri geri gidip geliyordu.
“Oğlum, hiç mi fırsat bulamadın kızla tek konuşacak? Belli ki zorla evlendiriyorlar.”
“Bulamadım baba! Babası bana o da seni istiyor dedi. Nereden bilebilirim yalan söylediğini?”
“Kız istemiyorsa çıkaralım yüzüğü o zaman oğlum.”
Başını iki yana sallayıp sinirden kanlanmış gözlerini annesine çevirdi.
“Bu saatten sonra yüzüğü çıkarmak olmaz anne. Eğer ben olmasam başkasıyla evlendirecekler kızı.”
“Böyle saçmalık mı olur? Madem kız istemiyor ayrılsın o evden. Biz yardımcı oluruz ona.”
Ellerini cam masanın üzerine bastırıp gözlerini yumdu.
“Bir ay içinde düğünü yapacağım. Allah şahidim olsun ki kızlarını onlara hasret bırakacağım. Madem onlar beni kandırdı, kızlarını istemediği birine zorla verdiler ben de kızlarını onlara hasret bırakayım da akılları başlarına gelsin.”
“Sen şu an sinirden ne dediğini bilmiyorsun Alpaslan. Git duşunu alıp yat. Yarın olsun sakin kafayla konuşuruz.”
Yumruğunu sıkıp masaya vurduğunda Emine yerinde sıçrayıp annesine yaklaştı.
“Anne delirdi bu, konağı başlarına yıkmadan rahatlamayacak.”
“Sus kız.”
“Düzenlerini sikeyim hepsinin.”
“Alpaslan!”
Kadir Bey’in de bağırmasıyla Asiye Hanım, “Kadir!” diyerek söylendi. “Bırak çocuk sinirini boşaltsın.”
“Küfür ederek mi?”
“Sanki sen etmiyor musun?”
Başı çatlıyordu Alpaslan’ın. Anne babasının sesini şu an çekecek kafada değildi.
“Hazırlıklarınızı yapın, bir ayı geçmeyecek düğün hazırlıkları.”
Kapıyı yerinden söker gibi çarpıp odadan çıktığında hepsinin gözleri büyüdü.
“Gururu kırıldı çocuğun, kızın onu istediğini düşünüyordu e istemediğini öğrenince sinirlendi haklı olarak. Kuzum benim, annesinin canı. Kim bilir nasıl üzüldü?”
“Hah!” Diyerek bağırdı Kadir Bey. “Git sarıl, teselli et oğluna. Aklı her boka zehir gibi çalışıyor kızla konuşacak bir yolunu bulamıyor. Bu çocuk bana hiç çekmemiş Asiye.”
O sırada odadan cam kırılma sesi gelince kaşları yükseldi Asiye Hanım’ın.
“Hiç mi çekmemiş sana?”
“Aman! Öfkesi çektiyse ben ne yapayım. Bak dedi demeyin bir ay diyor ama bu deli bir hafta içinde kızı ya kaçırır ya da teliyle duvağıyla evden çıkarır.”
Yapardı, o Alpaslan Karaaslan’dı...
Canlarım yavaş yavaş büyüyoruz, çok mutluyum. Umarım çok sevilir hikayemiz. Kısa halini okuyanlar merak etmesinler her bölüm aynı olmayacak. Çok değişiklik oldu, zorluklar, aşk, tutku ayrıntılı yazacağım. Ömrüm yeterse, sizler de severseniz 90 bölümlük bir hikaye olarak düşünüyorum. Bu arada bölümlere kilit gelebilir birkaç bölüm sonra. Bu yüzden bonus biriktirin, jeton almak istemeyenler bonusla okuyabiliyor.