İlkbahar ayının geldiği Şanlıurfa da hava ılık olsa da yağmur yağıyordu. Çamur olmuş ayaklarımı çeşmede yıkayıp konağın en alt katında bulunan geniş mutfağa girdim.
Ablalarım, annem ve yengem her zamanki yerlerinde otururlarken annem iğneleyici bakışlarıyla baştan aşağı beni süzüp ah diyerek iç çekti. Ne zaman dışarı çıkıp eve dönsem aynı manzarayla karşılaştığım için annemin bu davranışlarını görmezden gelip pencerenin önüne gittim. Yıllardır ne onlar benim bu halime alışmışlardı ne de ben onların baskıcı tavırlarına boyun eğiyordum. Ben ne kadar inatsam onlar da benim kadar inatlardı.
Yer minderinin üstünde oturan nenem, “Yine nerelerdeydin?” dedi yumuşak ses tonuyla. Omzumu silktim. Cevap versem annemle yengem bağıracak, sakin olan başımı ağrıtacaklardı. Göz göze geldiğim Aycan ablam bacaklarını uzatıp sırtını duvara dayadığında derin nefes aldım.
“Yarın düğünüm var, bu kadar insan yarın ki telaş için hazırlık yaparken senin ortadan kaybolman üzüyor beni Ceylan. Bari böyle bir zamanda yapma.”
Gözlerimi devirmemek adına kendimi zor tuttum. Bulaşık yıkamaktan çatlayan ellerimi, halı silkelemekten ağrıyan kollarımın acısını sanki bilmiyormuş gibi konuşan ablama öfkeyle bakmak istemesem de bakışlarımı kontrol altına alamadım.
“En küçük benim diye her şeyi benden beklemeyin abla. Tıpkı sizler gibi günlerdir ben de oturmuyorum yerimde. Biraz nefes almak benim de hakkım değil mi?”
Ablam tebessüm ederken annem öne doğru eğilip gözlerime bakmaya çalıştı.
“Misafirlerin hepsi sabahtan gelecekler, sende yardım edip bir işin ucundan tutsan olmuyor mu kızım? Ondan sonra istediğin gibi dinlenirsin.”
Sanki hiçbir şey yapmıyormuşum gibi konuşan anneme cevap versem tartışacağımızı bildiğim için susmaya devam ettim.
“Hem babanla amcan tek başına dışarıya çıkmana kızıyorlar. Yanında amcanın oğlanları olmadan neden çıkıyorsun? Biz her ne kadar kendi içimizde küçük bir aile olsak da Soylu aşiretine bağlıyız. Yapma kızım, ne kendine ne de babanla amcana söz getirme. Otur evinde patiklerini ör.”
Evde patik örmek için bitirmiştim ya ben liseyi!
Bacaklarımı karnıma çekip bakışlarımı dışarıya çevirdim. Üç katlı konakta on sekiz oda bulunuyordu ve bu on sekiz odalı konakta on yedi kişi yaşıyorduk. Aile olarak birbirimize düşkün olsak da bazen beni kimsenin anlamadığını düşünüyordum.
Beş kız kardeştik. En büyük ablam Ayçiçek amcamın oğlu Gencer’le evliydi. İkinci numara olan ablam Cemile ise diğer kuzenim Arif’le evliydi. Ben, Cemre ve Aycan ablam bekârdık. Aycan ablam yarın evlendiği için bekâr olarak sadece biz kaldığımız için ailedeki herkesin gözleri bizim üzerimizdeydi. Cemre ablam asla anne babamın sözünden çıkmaz, onlar olmadan tek başına bir yere gitmezdi. Kitap okumayı ve film izlemeyi sevdiği için beni zorla evlendirmediklerine göre onların istediği gibi yaşarım düşüncesindeydi ama ben onun gibi değildim.
Babam ve amcamlar gibi çalışıp, ovalarda atımla birlikte özgürce dolaşmayı seviyordum. Babam her ne kadar asi oluşuma kızsa da içten içe ona yardım edişime seviniyordu biliyorum. Bazen ağlayacak gibi olduğumda on tane erkek evladım olsa seni onlara değişmem diyerek bana sarılıyordu. Bazen de beni çok sinirlendiriyorsun Allah’tan korkmasam seni döverim diyordu. Dövmezdi biliyorum, öfkesi saman alevi gibi anında sönüyor, sevgisi hiç bitmeyecek gibi çoğalıyordu.
Yine de beni çok sıkıyorlardı…
Onların her dediğini yaptığımda onlardan iyisi olmuyordu ama kendi istediğimi yaptığımda başına buyruksun Ceylan, hiç büyük sözü dinlemiyorsun diye hepsi bir anda üzerime geliyorlardı. Oturup neden böyle oluyor diyerek bunu düşünmeye kalktığımda kalbimin kanadığını hissediyorum.
“Neyse ne” dedi Cemile ablam göz kırparak. “Her zamanki Ceylan, bilmiyor musunuz? Nene bize masallarından bir tanesini anlatsana. Aycan yarından sonra bu evde olmayacak, masallarını dinleyemeyecek.”
Buruk bir gülümseme kondu babaannemin yüzüne. Tıpkı onun gibi yüreğim burkuldu. Cemile ve Ayçiçek ablam evli olmalarına rağmen bu konakta yaşıyorlardı. Ailemizde ilk defa bir kişi konaktan uzağa gidecekti. Üstelik bizden değil başka yöreden biriyle. Evden çıkmayan kız askerideki doktoru nerede gördüyse kendine âşık etmişti üç ay önce. Eniştem İzmirli olduğu için başta bizimkiler istemese de ablam çok seviyorum diyerek iki gün boyunca yemek yemeyince bizimkiler dayanamayıp eniştemi araştırmışlardı. Araştırmaları sonucu iyi şeyler duymuş olacaklar ki buyursun gelsinler tanışalım dediklerinde evde bütün dengeler değişmişti. O günden sonra ayakları yere basmayan ablam yangından mal kaçırır gibi nişanlanmış üç ay içinde düğününü yaptırıyordu. Şimdilik Urfa’da lojmanda yaşayacak olsalar da eniştemin tayini başka yere çıktığında mecbur onunla gidecekti. Ve biz de onu sık sık göremeyecektik.
“Urfa’nın şanlı topraklarında dik başlı bir kız yaşarmış. Bu kız başına o kadar buyrukmuş ki sürekli başını belaya sokarmış. Ortadan ne zaman kaybolsa ailesi telaşlanır, yine başına ne getirecek diye onun eve gelmesini beklerlermiş.”
Masal dinlemeyi sevmediğim için umursamaz davranırken ablalarımın gözleri parlıyordu. Nenemin çocukluğundan beri anlattığı masallar bana o kadar saçma geliyordu ki sonunu dinlemeden ayrılıyordum onların yanından ve yine aynı şekilde sonunu duymadan kalkacaktım.
“Bir gün bu asi kız ailesine sinirlenip atına binerek evden uzaklaşmış. Ovalara gitmiş, dağ bayıra gitmiş, kendini nerede özgür hissediyorsa atıyla birlikte oralarda dolaşmış.”
Kollarımı bacaklarımın etrafına dolayıp, “Aferin kız,” diyerek mırıldandım. O da benim gibi özgür olmayı seviyor demek ki. Nenemle göz göze gelince yutkundum. Masalı dinliyormuş gibi gözükmek istemiyordum, bu yüzden tekrar önüme dönüp boş avluyu izlemeye devam ettim.
“Kız atıyla dolaşırken karşısına eski bir kulübe çıkmış. Aklı başında olan kişi bu kulübenin yakına uğramadan gidermiş ama bizim inatçı kız her zamanki asi davranışlarını göstermek istermişçesine kulübeye yaklaşmış. Dağın başında bulunan kulübede kalan kişi tekin olmayacağına göre arkasına dönüp gitmesi gerekirken o yüreğindeki sesi dinlemiş ve kulübenin kapısını çalmış.”
“Bu masal kötü sonla bitiyorsa söyle odama gideyim nene.”
Masal dinlemeyi çok seven ama mutsuz sonlara dayanamayan Ayçiçek ablama gülümsedim. “Dinle bir hele. Kapıyı tıpkı dev gibi olan yiğit bir asker açmış. Kaşları çatılı, yüzü o kadar sertmiş ki karşısında duran kişinin korkudan elini ayağını birbirine dolaştırırmış. Ama bizim asi kızımız askerin bakışlarından korkmamış, sanki haddiymiş gibi dağ başına ne demeye ev yaptın diyerek adama hesap sormuş.”
Bu kadarı yeterdi. Bacaklarımı sedirden aşağı sarkıtıp ayağa kalktığımda, “Nereye?” dedi Cemre ablam. “Masal henüz bitmedi.”
“Masallara inanmam, nenem her zamanki gibi kafasından uyduruyor.”
“Ortamı bozacak ya illa huysuzluk çıkarıyor,” diyen yengemi dinlemeden mutfaktan çıktım. Yağmur durmuştu, toprak kokusunu içime çekerken atımla birlikte ovaya gidip özgürce dolaşmayı istiyordum. Hava iki saat sonra kararacaktı. Babam ve diğerlerinin gelmesine de bir saat vardı. Odama çıkıp akşam yemeğine kadar beklemem gerekiyordu ama kendimi küçük odanın içine hapsetmek istemiyordum. Azar işiteceğimi bilsem de atımla birlikte evden uzaklaşmak istiyordum.
Konağın arkasına dolanıp ahıra girdim. Benim geldiğimi gören Ateş başını sallayıp ses çıkarırken yanına gidip, “Şşt,” dedim. “Sende benim gibi dışarıda olmak istiyorsun değil mi oğlum? Gideceğiz, nerede mutluysak orada olacağız.”
Başını sevip sırtına semeri koyduktan sonra temkinli adımlarla ahırdan çıkardım. Kimsenin onu görmesine izin vermeden dar sokakta ilerlerken heyecanlanan kar beyazımın başını okşayıp gülümsedim.
“Güzel oğlum benim.”
Konaktan epey uzaklaştıktan sonra yeşil elbisemin açılmasına dikkat ederek ata bindim.
“Hadi oğlum, uzaklaşalım buralardan.”
Her zaman beni dinleyen oğlum dar sokaklarda koşarken yüzümdeki gülümseme ruhuma kadar işledi. Huzur bulduğum tek yer buradaydı. Ben nasıl ki herkesin isteklerini yapıyorsam istiyordum ki onlarda benim isteklerimi yapsınlar. Dışarıda olmayı, dolaşmayı çok seviyordum. Yaşadığım coğrafyada bazı aileler kızlarını rahat ve özgür yetiştirirken benim ailem korumacıydı. Sürekli başıma bir şey geleceğini düşündükleri için hem kendilerini hem de beni daraltıyorlardı.
Ateş düz yoldan çıkıp topraklı yola girdiğinde, “Deh!” diyerek bağırdım. Bunu seviyordu. Biraz daha hızlandığında koyu kumral saçlarımı tutan siyah lastik toka rüzgâra karışıp kayboldu. Saçlarım dağılmış, elbisemde de dizime kadar çıkmıştı. Şu an hiçbiri umurumda değildi. Kendimi bulutların üzerinde hissediyorsam hiçbir şeyin moralimi bozmasına izin vermezdim. Ateş ön bacaklarını havaya kaldırdığında geriye doğru yattım.
“Aferin oğluma.”
***
“Komutanım kızın biri atıyla askeriyenin arazisine giriyor, uyarıyoruz.”
“Uyarın.”
Aracı kullanan asker başını salladı.
“Buralarda olmamalısın, tehlikeli!”
Ceylan’ın duyduğu robotik ses kaşlarının çatılmasını sağladı. Onun gibi gerilen Ateş huysuzlanırken yelesini sıvazlayıp döndürdü onu. Askeriye ait kocaman araç vardı arazinin üzerinde. Ne zamandır buradaydı? Ve buraya nasıl gelmişti farkında değildi.
“Kim bu kız, tanıyanınız var mı?”
Görevden dönen bazı askerler bakışlarını kıza çevirdiklerinde Trabzonlu olan Doğan, “Ben tanımıyorum,” dediğinde Konyalı Abidin, “Sıkıysa tanı, yenge topuklarından vurur,” dedi. Askerler kendi aralarında gülerlerken Urfalı olan Bekir, “Ben tanıyorum,” dedi. “Adnan’ın baldızı olur kendisi.”
“Ha bizim Adnan’ın öyle mi? Bizim niye haberimiz yok?”
“Olması mı gerekiyordu Doğan? Önünüze dönün milletin karısına kızına bakmayın.”
“Uy! Komutan kızdı, susun.”
Gözlerini açan komutanı “Bir şey mi dedin Doğan?” dediğinde anında başını iki yana salladı asker.
“Uyumanıza devam edin komutanım.”
“Adam da uyku bıraktınız sanki.”
Bakışlarını dışarıya çevirdiğinde askeri aracı fark eden Ceylan’da aynı anda başını çevirince kısa bir an göz göze geldiler. Kader çizgisi: Avucun ortasından yukarıya doğru uzanan çizgidir. Bu çizgi her insanın avcunda olmazken bazı insanların tıpkı yüreklerinde olduğu gibi avuçlarının ortasında olur. Ve bu insanlar hayatlarında beklemedikleri anda sürprizlerle karşılaşırlar.
Atın bir anda geriye dönmesiyle öne doğru kayıp kızı görmeye çalıştı asker. Kaşları bu ani hareketle yükselirken ayağına değen arkadaşının ayağıyla dikkati kısa bir an dağıldı.
“Adnan’da yarın evleniyor. Darısı tüm bekârların başına,” diyen Doğan gözlerini komutanının üzerinden kaydırıp Aybüke, Bekir ve Bahadır’a çevirdi. Bu konu umurlarında olmadığı için aynı anda bakışlarını kaçırdılar. Güldü Doğan. “Ula ne zamana kadar bekâr kalacaksınız? Kaç yaşına geldiniz evlendirelim sizi.” Kimse ona cevap vermezken bakışlarını çatılı kaşlarla dışarıyı izleyen komutanına çevirdi.”
“Komutanım siz düşünmüyor musunuz evlenmeyi? Asiye anne bu sene sizi evlendirme konusunda kararlıydı, vazgeç mi geçti yoksa?”
Oturduğu yerde dikleşen diğer askerlerden Bahadır, “Sana ne Doğan,” dediğinde umursamadı genç asker. “Herkes senin gibi evlenmek zorunda mı? Biz bekâr olmak istiyoruz.” Yüzünü buruşturan Doğan, “Yaşlanınca göreceğim ben sizi,” dediğinde ellerini dizlerinin üzerine koyarak timine döndü asık yüzlü komutan.
“Bütün gece tilki avında değil miydiniz oğlum siz? Az susun da beyniniz dinlensin.”
“Susunca beynim daha çok konuşuyor komutanım, anlayın beni.”
Başını yavaşça sallayıp, “Anlıyorum,” dedi karşısında oturan Doğan’a. Bu hareketi Doğan’a daha çok cesaret vermiş olacak ki gülümsedi genç adam.
“Soruma cevap alamadım komutanım.”
“Alamadan da rahat etmeyeceksin değil mi?”
Başını iki yana salladı. “Etmeyeceğim komutanım.” Elleriyle yüzünü sıvazladı Bahadır, “Komutanım Allah aşkına verin şuna cevabını da hepimiz kurtulalım.” Bedenini yanında oturan arkadaşına çeviren Doğan kaşlarını çatıp, “Sen niye ikide bir karışıp duruyorsun?” dediğinde Bahadır da onun gibi kaşlarını çattı.
“Komutana mı yürüyorsun lan sen? Ne zaman evleneceksin diye sorduğumda ondan önce sen atlıyorsun.”
Gülmemek adına alt dudağını ısıran Aybüke derin derin solurken, “Lan,” diyen Bahadır Doğan’ın yakasına yapıştı. “Oğlum, sesini keserim düzgün konuş.”
“Bakın hele bakın adam kızarıp bozardı, var bunda bir şey aha da dedi demeyin.”
“Komutanım! İzin verin dişlerini eline vereyim şunun.”
“Rahat durun!”
Yumruğunu geriye çeken Bahadır, “Şerefsiz,” dediğinde Doğan sırıtıp her an üzerine atlayacak olan komutanına döndü.
“Hayırlı bir kısmet bulduğumda evleneceğim, Doğan. Oldu mu, rahatladın mı?”
Gülmeye devam eden Doğan, “Oldu komutanım,” dediğinde askerler hep bir andan, “Çok şükür,” dediler.
“Yarın Adnan’ın düğününde sizlere hayırlı bir kısmet bulacağım. Ben evlendiysem siz de evleneceksiniz, ben çekiyorsam siz de çekeceksiniz. Özellikle Bahadır’a sivri dilli bir kadın bulacağım, görevden eve döndüğünde diliyle beynini siksin.”
“Oha!” diye bağıran askerler bakışlarını henüz aralarına yeni katılan Aybüke’ye çevirdiklerinde sanki hiç burada yokmuş gibi davranmaya devam etti Aybüke.
“Pardon Aybüke bacım.”
“Bacım mı?” diye bağıran komutanının sesiyle irkildi Doğan.
“Pardon Astsubayım. Komutanım siz de gür sesinizle bağırmayın böbrek taşlarım yerinden oynuyor.”
Gözlerini sımsıkı kapadı komutan. Çok az bir zaman kalmıştı, birazdan karargâhta olacak ve bütün sesler yok olacaktı. Doğan onun bu dünyadaki sınavıydı, tüm zorluklarla baş eden bir adama pes etmek yakışmazdı. Eğer Doğan’a katlanması gerekiyorsa sükûnetle katlanacaktı.
O Alpaslan Karaaslan’dı.
Sırf çok konuşuyor diye arkadaşını mayın tarlasına atmak istemesi ona yakışmazdı.
***
Hava epey kararmıştı. Ateşi ahıra bağlayıp üstümü düzelttim. Koşar adım eve ilerlerken ahşap kapıyı sessiz olmaya çalışarak açıp avluya girdim. Babam, amcam ve dört erkek kuzenim geleceğim saati biliyorlarmış gibi beni bekliyorlardı. Ellerimi birleştirip başımı eğmeden babama doğru adım attım.
“Bir evlat neden ailesine karşı gelir anlamıyorum. Kızım sen bizi deli mi edeceksin? Sana defalarca kez bu evden tek başına dışarıya çıkmaman gerektiğini söylemedik mi? Neden bizim inadımıza gidiyorsun?”
Sesini yükselten babam ev ahalisinin avluya toplanmasını sağlarken yanıma gelen anneme doğru kaydım.
“Şimdi bağırmanın zamanı değil Osman Bey, birazdan dünürler gelecek ayıp olmasın.”
Parmaklarını kısa saçlarının arasından geçirip, “Çıldıracağım,” diyerek dişlerinin arasından tükürdü.
“Kara Hanlılar seni oğullarına istiyor biliyorsun değil mi? Sırf sen istemiyorsun diye adama kız istemiyor, henüz küçük diyerek sürekli geri çevirdim. Oğlu her yerde seni gözetliyor, ağabeylerin önüne geçip sana yaklaşmaması konusunda onu uyarmalarına rağmen çocuk sevdamdan vazgeçemiyorum diyormuş. Bu çocuk seni kaçırsa ne yapacaksın, ne yapacağız?”
Annemin kolunu sıktım.
“Okumak istiyorum baba dedin okuttum seni, çalışmak istiyorum dedin tarlada buğdaylarla ilgilenirken seni de yanımda götürdüm. At binmek istiyorum baba dediğinde amcan sana at binmeyi öğretti.”
“Keşke öğretmeseydim.”
Dolan gözlerimi kaçırdım.
“Biz senin için çabalarken sen neden başına buyruksun? Bu evden tek başına dışarıya çıkmayacaksın sana son kez söylüyorum. At binmek istediğinde ağabeylerine söyle onlar seninle gelirler. Bak benim sözümü çiğnemeye devam edersen Ateş’i başkasına veririm.”
Korkuyla büyüdü mavi gözlerim. “Ateş’i gönderirsen nefes alamam baba. Lütfen gönderme.”
Ellerini beline yerleştirip gözlerini kapadı. Ateş’in benimle olmama ihtimali yüreğime felç geçirdi. Sanki bütün kemiklerimi tek tek kırdılar. Gözyaşlarımı silip, “Lütfen,” dediğimde kapının sesi geldi.
“Dünürler geldi, sakin olun. Cemre kardeşini odasına götür kızım.”
Kimseyle göz teması kurmadan konağın taş merdivenlerini çıkıp ikinci katta bulunan odama girdim. Burnumdan derin derin solurken yatağın üzerine oturup gözyaşlarımı sildim.
“Ceylan, iyi misin?”
Ablalarım tek tek odaya girerlerken omuzlarımı silktim.
“Ah be kuzum, niye bu kadar dik başlısın sen? Ne olur dinlesen babamı, adam korkuyor senin için.”
Çocuk gibi yine omzumu silktiğimde Aycan ablam yanıma oturdu.
“Yarın düğünüm var biliyorsun, bu evden giderken gözüm arkada kalsın istemiyorum. Herkes başının çaresine bakar ama sen bakamazsın biliyorum ben. Babam, bizler ne kadar yapma etme desek de yine atını alıp evden kaçacaksın. Yapma güzelim, lütfen kendini tehlikeye atma. Bak babam dışarıya çıkma diyorsa vardır bir nedeni. Hepimiz biliriz ki en çok sana düşkün babam, sen ne istediysen yapmıştır o bilmez misin?”
“Ne zamana kadar bu evin içine hapis olacağım ben? Ayçiçek ablamla Cemile ablam evden dışarıya çıkmadıkları için amcamın oğlanlarına âşık olup evlendiler.”
“Kız onla ne alakası var?”
“Sürekli aynı kişileri gördüğünüz için âşık oldunuz.”
“Saçmalama,” diyen Ayçiçek ablama, “Doğru söylüyorum,” dedim. “Ben evlenmek istemiyorum, üniversite okuyup ziraat mühendisi olmak istiyorum.”
“Kim seni evlendiriyor?” diyen Cemile ablam dizlerimin önüne oturduğunda akan burnumu çektim.
“Babama haksızlık etme Ceylan. Aşireti bilirsin, kızlar on sekiz yaşına gelince hemen evlendirirler. Babam benim kızlarım ne zaman isterse o zaman evlenir diyerek kimseyi dinlemez. Birimizi zorlamadı evlenin diye. Biz istedik, evlendik. Sen neyin korkusunu yaşıyorsun söyle bir.”
“Aycan ablam evlenip gidiyor, benimle Cemre ablam kalıyor geriye. Yakında başlarlar kızların biri yirmi iki diğeri ise yirmi bir yaşında, ne zaman evlendireceksin diye.”
Kahkaha atan Cemre ablama, “Gül sen gül, başına gelince görürsün,” dedim.
“Yarın ki düğüne bir sürü asker gelecek. Ben masaldaki kahramanımı yarın bulacağıma inanıyorum bu yüzden beni düşünme sen.”
Yüzümü asıp başımı iki yana salladım. “Sen bu kafayla masaldaki kahramanını zor bulursun.”
“Yarın olsun bak görürsün.”
“He görürüm, askerlerin hepsi yarın senin için geliyor zaten süslen püslen de geri gitmesinler.”
Kumral saçlarını savurup, “Merak etme o iş bende,” dedi. “Eminim Talha Aslan gelecek.”
Yanaklarımdaki ıslaklığı sildim. Benimle birlikte diğer ablamlar da Cemre ablama umutsuz vakaymış gibi bakıyorlardı.
“Sen kitaplar âleminde yaşamaya devam et abla. Bekle Talha da, Yaman’da, hatta Ömer de gelir.”
Ellerini birbirine vurup ay diye bağırdığında, “Ben burada ne yapıyorum Allah aşkına?” diyerek odadan çıktı Aycan ablam.
“Kendinize gelin, misafirler aşağıda hadi kalkın.”
Hepsi tek tek odadan çıkarken pencerenin önüne gidip kollarımı göğsümün üzerinde topladım. Bir yol bulmam lazımdı. Özgürlüğümün kısıtlanmayacağı, hayatımı zorlaştırmayacak doğru bir yola ihtiyacım vardı. Ne zamana kadar ailemle inatlaşacaktım? Ne zamana kadar Ateş’i gizli gizli alıp kaçacaktım bilmiyorum.
Yorgun, tükenmiş, çaresiz hissediyorum.
Bir ışığı ihtiyacım var.
Düğün günü
Güneş doğduğu andan itibaren konak tıklım tıklım dolmuştu. Erkek tarafının kalabalık ailesi olmadığı için düğünü Urfa’da yapma kararı verdikleri andan itibaren bizimkiler en güzel düğünü yapma sözü vermişler gibi geniş araziyi süslemişler, coşkulu bir yere dönüştürmüşlerdi. Çocuklar davulların arasında koşuştururken krem rengi elbisemin eteklerini tutup Aycan ablamın odasına gittim. Bembeyaz gelinliğin içinde tıpkı prenseslere benziyordu. Annemle yengem onun gidecek olmasından dolayı gözleri yaşlı, ablamlar ise pencereden gelen insanları izliyorlardı. Aycan ablam ise fazlasıyla heyecanlıydı. Yeşil gözleri zümrüt gibi parlıyor, dudaklarındaki gülümseme yüzünde güneş açtırıyordu.
“Ceylan bak baştan söylüyorum oynayacaksın itiraz istemiyorum.”
“Abla ben ne anlarım oynamaktan? Senin yanında durur sadece ellerimi alkışlarım.”
“Valla konuşmam seninle. Birlikte halay çekeceğiz.”
Bugün onun günü olduğu için, “Peki,” dedim. Kesin bilmediğim için rezil olacaktım.
“Damat tarafı geliyor.”
Çocukların bağırmasıyla ablam ellini kalbinin üzerine bastırıp, “Çok hızlı,” dedi nefes nefese. “Şimdi bayılacağım.”
“Sakin ol abla, alt tarafı kocaya gidiyorsun ne bu heyecan?”
Oturduğu yerden kalkıp, “Seni de göreceğim,” dedi. “Heyecandan bacakların titresin o zaman bak bakalım seninle nasıl dalga geçiyor olacağım.”
Böyle bir şey olmayacağı için sırıtıp, “Anca rüyanda,” dedim. “Dışarıdaki davulun sesi daha çok yükselmişti. Koridordan ayak sesleri geliyordu. Annemin yanına geçip kolumu koluna doladım. Elimin üstünü sıvazlayıp, “Güzel kızlarım,” diyerek mırıldandı. “Keşke hep yanımda kalsanız.”
“Beni özgür bırakırsanız bir ömür yanında kalırım anne.”
Yaşlı gözlerini bana çevirdiğinde, “Tamam tamam,” dedim. “Böyle bir günde yapmayacağım.”
“Çok iyi olur.”
Odanın kapısı açıldı. Kuzenim Esat, “Hazır mısın?” diyerek ablama yürüdüğünde Cemile ablam ablamın kırmızı duvağını örtüp, “Hazır,” dedi. Ablam, Esat ağabeyin koluna girip ilerlediğinde biz de peşinden yavaş adımlarla yürümeye başladık. Taş koridora çıktığı an zılgıtlar hep bir andan yükseldi. Cemre ablam kolumdan tutup beni yanına çektiği an, “Ne yapıyorsun?” dedim fısıldayarak.
“Saydım ondan fazla asker var, üstelik hepsinin üzerinde de üniforması var. Biri benim Ceylan.”
“Of abla ya, hepsi senin olsun rahat bırak beni.”
“Kızım senin de için geçmiş az heyecanlı olsana.”
“Tamam abla tamam, bak sen aşağı belki Talha’n da oradadır.”
Sanki kitap karakteri aşağıdaymış gibi gözleri cam gibi parladı. Ciddi anlamda kitaplarla aklını kaçırmıştı. Dalgalı saçlarım düzeltip merdivenleri indim. Babamla karşı karşıya gelen ablamın omuzlarının titrediğini fark edince ister istemez gözlerim doldu. Umarım şu kısacık hayatta istediği hayatı yaşardı. Alnını öpen babam, “Kapım sana her zaman açık,” dediğinde sesini ahaliye duyurdu. Buralarda kız evden gelinliğiyle çıktığı zaman kefeniyle girerdi. Her aile böyle olmasa da maalesef ki bağlı olduğumuz aşirette böyleydi. Babamla amcam her zaman kurallara karşı geldikleri için aşiret tarafından pek sevilmezlerdi. Bu yüzden ki diğer aile üyeleri Urfa topraklarında fazlasıyla zenginken bizim kendi yağımızda kavrulacak kadar gelirimiz vardı. Olsun, bu bize yetiyor ve artıyordu.
Ablamı Almanlara benzeyen Adnan enişteme teslim ettiğinde zılgıtlar ve alkış sesleri yükseldi. Hep birlikte evimizin az ilerisindeki meydana doğru ilerlemeye başladığımızda bakışlarım sadece Aycan ablamın üzerindeydi. Köyün gençleri meydanda büyük çember kurarak halaya başlamışlardı. Davulcu davula vururken ayaklarıyla toprağı kazıyorlardı sanki.
Aycan ablamla Adnan eniştem yerlerine oturmadan aile büyüklerinin önceliğinde halaya girdiler. Eniştem halay çekmesini bilmiyordu. Ayakları birbirine dolanırken dayanamayıp kahkaha attım. Gülmemem gerekiyordu, birazdan ablalarım beni de aralarına alacaklardı ve eminim onun gibi ben de rezil olacaktım.
Kimsenin beni görmeyeceği yere gitme niyetindeyken teyzemin kızı Duygu kolumdan tutup halaya soktu beni.
“Duygu, bu yaptığını unutmayacağım.”
“Ablan evleniyor, ne öyle köşeler de saklanıyorsun?”
Nefret ediyordum birilerinin bana zorla bir şey yaptırmasına. Zorlukla halaya uyum sağlamaya çalışırken ablamları aradı gözlerim. Eğer onların ortasında olursam beni idare edebilirlerdi. Halay çeken insanların üzerinde göz gezdirirken askerlerin yan tarafında halay çeken Cemre ablamı gördüm. Duygu’dan daha iyidir diyerek duygunun elini bırakıp koskocaman alanda ablama doğru koşar adım ilerledim. Ortada çocuklar, bir de ben vardım. Sanki herkes bana bakıyordu, sanki değil herkes bana bakıyordu. Elim ayağım birbirine dolandı. Bu çember niye bu kadar büyüktü? Topraklı yolda topuklu ayakkabı giyileceğini kim söylemişti bana? Oflaya oflaya ilerlerken gözlerim bir çift mavi gözle çakıştı. Adnan eniştemin yanında halay çeken asker gözlerini üzerime dikmiş beni izliyordu. Bakışlarımı hızla kaçırdım. Biraz daha hızlanıp sonunda Cemre ablamın yanına girdiğimde, “Bu kadar uzağa gitmene ne gerek vardı?” dedim.
“Ne dedin, duyamadım.”
“Halay çekmene devam et ve beni idare et.”
Herkes düzgün bir şekilde halay çekerken Adnan eniştem ve onun akrabaları uyum sağlamaya çalışıyorlardı. Keşke onların yanına gitseydim de bu kadar dikkat çekmezlerdi. İzleniyor hissiyle bakışlarımı kaldırdım. O an tekrar eniştemin yanındaki askerle göz göze geldik. Dudakları çok hafif kıvrılmış mıydı onun? Oynamamla dalga mı geçiyordu o? Saçmalama Ceylan, adam senin niye oynamanla dalga geçsin? Kaşlarımı çatıp başımı tekrar başka yere çevirdim. Çık Ceylan çık, sen çocukken de sevmezdin düğünleri, halayı.
Geriye doğru çıktım. Tekrar ortadan yürüyüp kendimi daha fazla rezil edemezdim.
Halay çeken insanlara çarpmadan yavaş yavaş ilerlerken askerlerin arkasından zorlukla ilerledim. Hepsinin boyu uzun ve yapılıydılar. İki adım attığımda onlar bir adımlarıyla geriye geliyorlardı. Birinin bana çarpmasıyla geriye doğru savruldum. Zaten topuklu ayakkabıların üzerinde zor duruyorken bir de kocaman adamdan darbe alınca düşmem an meselesiydi. Tam yere düşecekken belime dolanan kollar hızla doğrulttu beni. Göğsüm hızlı hızlı yükselip inerken soluk soluğaydım.
“İyi misiniz?”
Sersemleşen halim geçtiği an gözlerim beni tutan askerin gözleriyle buluştu. Az önce oynamamla dalga geçen askerdi bu. Uzaklaşmak adına ellerimi göğsüne bastırıp bedenimi geriye çektim.
“Bir yerinize bir şey oldu mu?”
Gözlerimi kaçırıp başımı iki yana salladım. Yanından kaçar adım uzaklaşmaya çalışırken koluna çarpan omzumla yüzümü buruşturdum. Canım acımıştı. Bitsin şu an, rezil olmak istemiyorum daha fazla.
“Gideceğiniz yere kadar eşlik edeyim size.”
“G- gerek yok.”
Parmaklarımı dudaklarıma bastırıp kekeleyen sesimi isyan ettim. Umarım, umarım kimse bu aptal davranışlarımı görmemiştir.
Zor bela insanların arasından geçip yemek dağıtan kadınların arasına gittim. Elim göğsümün üzerinde hâlâ soluk soluğayken çaprazıma kadar gelen askerin bakışlarını görmezden geldim.
“Ceylan, bizim çocuklar askerlerin orada, ben yemekleri onlara verirken sen peşimden gelip Esat’a ayranları ver.”
Sıcaktan buhran geçiriyordum. Başımı sallayıp ayran paketini alarak yemek dağıtanların peşinden ilerledim. Bir daha kim çağırırsa çağırsın oynamayacağım, mümkünse yemek, su dağıtarak kimsenin dikkatini çekmeyeceğim.
“Afiyet olsun.”
“Sağ olun.”
Herkes yoğun bir şekilde yemek dağıttığı için erkek kuzenlerim bizin olduğumuz tarafta değildi.
“E bunlar ileride abla.”
“Mecbur biz vereceğiz elimizdekileri. Başını kaldırma laf söz olmasın.”
Alt tarafı yemek dağıtıyorduk ne gibi laf söz olurdu ki? Anlamıyordum, anlayamıyordum bu düşüncede olan insanları.
Gülbahar ablanın peşinden ayranları askerlere tek tek uzatıp nefesimi kontrol altına aldım.
“Yemek almaz mısın asker oğlum?”
“Yok, ayran yeterli.”
Gülbahar abla kenara geçtiğinde ayranı askere uzattım. Normalde yüzüne bakmaz direkt yan tarafa geçerdim ama elime çarpan eliyle bakışlarımı kaldırdım. Yine o askerdi. Kaşlarım çatıldı. Hızlı bir şekilde alacağı ayranı sanki ağırmış gibi yavaş hareket ederek aldığında derin nefes aldım.
“Komutanım siz yemek yemeyecekseniz sizin hakkınızı ben yiyebilir miyim?”
“Ne istiyorsan onu ye Doğan.”
Elini geriye çekmesiyle bakışlarımı kaçırıp yan tarafa geçtim.
“Ayran almaz mısınız?”
“Almam mı bacım, sen bana bir, iki, üç, dört tane var bana anca yeter.”
“İsterseniz paketi alın.”
“Hay Allah senden razı olsun bacım, ayıp olmasın diye söyleyemedim ben.”
Tebessüm ettiğimde paket hızlı bir şekilde kucağımdan çekildi.
“Al ayranlarını git bir köşede iç Doğan.”
“Öyle yapacaktım, niye kızdınız ki komutanım?”
Ellerimi birleştirip topuklarımın üzerinde döndüm. Hızlı adımlarla kadınların yanına giderken ellerimi yüzümün önünde sallayıp az kaldı, az kaldı diyerek kendimi sakinleştirdim.
“Ceylan!”
Teyzemin oğlu Ahmet’in sesiyle irkilip, “Ne oldu?” diyerek Gülbahar ablanın yanına geçtim.
“Sen niye gidiyorsun erkeklerin yanına? Siz kadınlara dağıtsanıza.”
Yükselen sesi kulaklarıma iğne gibi battı.
“Oğlum kızma, tepsileri verecek erkek bulamadığımız için biz dağıttık.”
“Sakın ha! Bir daha görmeyeceğim fena olur.”
Parmaklarım yumruk olurken, “Sesini alçalt,” diyerek dişlerimin arasından mırıldandım. “Sen bana ne yapıp ne yapmayacağımı söyleyemezsin.”
Sırıtınca burnumdan soluğumu bıraktım. Kaşınan avcumu suratına indirsem içim rahatlayacaktı.
“Ayıp ediyorsun Ahmet, git arkadaşlarının yanına. Gitmeyecek kız bir daha oraya.”
“Sıkıysa gitsin.”
Sanki beni dövecekmiş gibi öfkeyle geriye geriye giderken, elleri belinin arkasında ileri geri giden mavi gözlü asker ayağını öne doğru uzatınca geriye doğru düştü.
“Birader önüne bakarak yürüsene. ”
“Özür dilerim komutanım.”
Alt dudağımı ısırıp hızla arkamı döndüm.
Neymiş: Nush ile uslanmayanın hakkı tekrir, tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir. İyi olmuştu. Bu olay bugünün en güzel olayıydı.