1

2108 Words
Birisiyle aranızda hiçbir şey olamayacağını bildiğinizde yasağın tadını duyumsamaya başlarsınız. Bende de öyle olmuştu. Bu yasak olayını Aşk-ı Memnu’nun konusuyla karıştırmasanız bayağı iyi olur. Çünkü hiç alakası yok. Kimse kimsenin yengesini kendine âşık edip onunla sevişmeye kalkışmıyor. Size kendi hikâyemi anlatırken bu tür yasak elmalara giriş yapmayacağız. Bu tür Adnanlara, boynuzlara, kaçan Behlüllere ve bayılan Nihallere de maruz kalmayacağız. Hemen kafamızdan bu ve benzer görüntüleri silerek uzaklaştıralım. Uzaklaştırdık mı? On numara. Şimdi kaldığım yerden devam edebilirim. Evimde yemeğini afiyetle yiyen Metehan Kurtoğlu’nu dokuz yaşımdan beri tanıyorum. Betül ablanın kocası Denizhan Kurtoğlu hayatımıza girdikten sonra tanımaktan başka bir şansımız kalmamıştı aslına bakarsanız. Betül abla Denizhan enişteyle evlenme kararı aldığında bazı kıyametler kopmuştu. O kıyametlerin başında yer alan, yönlendiren ve hatta harlandıran kişi Kartal Dağhan olmuştu. Yine de kardeşini bu evlilikten caydıramamıştı. Ben tam olarak ne olup bittiğini anlayamıyordum, çünkü annem böyle olayların içinde bulunmamı özellikle istemezdi. “Çocukluk sakin, huzurlu ve kaostan uzak geçirilmesi gereken bir dönemdir Durucuğum,” derdi gözlerimin içine bakarak. “Seni olumsuz şeylerin içinde görmek istemem. Çok üzülürüm.” Evet, üzüleceğinden fazlasıyla emindim. Babam da aynı şeyi düşünerek annemin sözünü dinlemem konusunda kararlıydı zaten. Onları üzme düşüncesi benim de canımı sıkan bir şey haline gelirdi. Hâlâ geliyor. İmkânım olsa en ufak hastalığımı bile onlara çaktırmadan bertaraf etmek isterim. Gözlerindeki endişeye tanık olmaktan hiç hoşlanmam. Betül ablanın evliliğinin neden bu kadar olay haline geldiğini daha sonradan anlayabilmiştim. Kurtoğlu ailesinin illegal işlerde parmağının olduğunu fakat Denizhan eniştenin onlardan apayrı bir hayatı olduğunu öğrendim. Metehan ise kulüpleri tamamen temize çıkarmak için her şeyin başına geçmiş. En son öyle bir duyum almıştım. Şu anda ne durumda olduğunu tam olarak bilemiyorum. Bilemiyor musun? Tam olarak mı hem de? HAHAHAHAHAHA. Öf, tamam. Biliyorum. Ama keyfimden değil yani. Mecburen biliyorum. Kulak misafiri oluyorum sonuçta. Dokuz yaşımdayken onu bir aile yemeğinde görmüştüm. Benden altı yaş büyük olduğu için ergenliğe girmiş bir oğlan çocuğuydu. Ancak yaşıtlarının aksine görünüşü bir ergenden daha atletikti. Uzun boyu, yeşil gözleri, kısacık saçları ve tertemiz yüzüyle dikkat çekiyordu hemen. Onun suratsız bir insan olduğunu düşünüp kendime oyun arkadaşı bulamamanın verdiği keyifsizlikle ben de suratımı asmıştım. Oysa ağaca tırmanma oyunu bile oynayabilirdik. O çok rahat tırmanırdı fakat ben de fena iş çıkarmazdım. Eğer o oyunu sevmediğini söyleseydi saklambaç oynamayı da teklif edebilirdim. Bildiğiniz saklambaçlardan değil benim bahsettiğim. Kimsenin sizi bulamayacağını düşündüğünüz, tehlikeli yerlere girmekte hiçbir sakınca görmeyerek saklandığınız bir oyundan söz ediyorum. Sizi bulması gereken kişiye ipucu bırakıyorsunuz. Biraz çetrefilli bir ipucu… Eğer onu çözerse ve siz ipucunu çözdüğü yerdeyseniz kaçıp gitme şansınız yok. Geçmiş olsun, yakalandınız demektir. İşte ben bu oyunu Metehan’la oynamaya epey razıydım. Birazcık yüzü asık oturmasaydı, birazcık insan içine karıştığına bin pişman olmuş gibi davranmasaydı dokuz yaşında bir kız çocuğunun kalbini de kırmamış olacaktı. Onu sonraki aylarda hiç görmemiştim. Önemli de değildi. Unutmuştum zaten. Suretini gördüğüm anda aklıma gelen ilk şeyin benimle oyun oynamak istemediğini çok net belli edişi olacaktı. Lakin o zamana kadar canımın istediği oyunları hem kuzenim Sarper’le hem de sınıf arkadaşlarımla oynayacaktım. Haliyle iyi hissediyordum. Bir çocuğun daha sonra görmeyeceğinden emin olduğu insanla bağ kuramaması normaldi neticede. Hem buna fırsat vermeyen kişi de oydu. On yaşıma girdikten sonra Betül ablayla Denizhan eniştenin düğün davetiyeleri dağıtılmıştı. İkisinin ellerindeki kutuyla bize geldikleri zamanı hatırlıyorum. Üst katta her zamanki gibi dansımı çalışıyordum. Bu kadar çok çalıştığım için her boş zamanını üretmekle geçiren babam bile şikâyet ediyordu. Betül ablanın sesini duyunca apar topar aşağıya inip ona sarılmıştım. Denizhan enişteyle beraber geldiklerini görmek beni daha da mutlu etmişti, çünkü küçüklüğünden beri mutlu çiftlerle zaman geçiren bir kızım. En başta kendi annemle babamın ne kadar tartışılarsa tartışsınlar birbirlerinin kalplerini kırmamak için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını iyi bilirim. Anneannem ve dedem için de aynı şey geçerlidir. Onların yanına gidip kalmayı, beraber yemek yapmayı, televizyondaki programları yorumlamayı çok severim. Betül ablanın evleneceğini öğrendiğimde de büyük bir sevinçle hem onu hem de Denizhan enişteyi tebrik etmiştim. İkisinin de gözlerinin içi parlıyordu adeta. Hem de Kartal Dağhan’a rağmen. Onun bazı şeyleri kabullenmek mecburiyetinde kalıp da sessizleşmesi bazen kalbimin inciğini boncuğunu kırıyordu. Küçücük yaşlardan beri kendisine ayrı bir düşkünlüğüm vardır. Babamın suratını beş karış asarak karşıladığı bu durum zamanla aile içinde de yayılmıştı. Bazen ona Kartal abi bile demezdim. Bu babamı daha çok delirtirdi ve ben de onun kendini paralamasına dayanamadığım için gülerek, “İstiyorsan sana da baba demem,” demeyi seçiyordum. Annem hemen devreye girerek, “Bir sene boyunca sevgilim dediğin yetmedi çünkü,” diye isyanını paylaşmıştı bizimle. “Kocama nasıl sesleneceğimi şaşırmıştım. Ne desem onu ezber ediyordun Duru.” “Çok güzel sesleniyordun. Ben de sana özeniyordum, ne yapayım?” Haklı olduğum su götürmez bir gerçekti. İkisinin keyifle gülmesinin nedeni de buydu. Betül ablayla Denizhan eniştenin düğününde yine oyun oynama isteğim ayyuka çıkmıştı. Harika bir düğündü ve herkes deli gibi eğlendiği için ben de eğlencenin dibine vurmalıyım diye düşünüyordum. Metehan Kurtoğlu’nu görür görmez aklıma o benimle oynamak istemediğinin altını çizen surat ifadesini görüşüm ve kalbimin çata pat kırılışı geldi. Aslında düğün alanında oyun oynayabileceğim başka birileri vardı. Yok değildi. Ama benim kuvvetli damarıma basmak suretiyle o yaşta dahi tepemin tasını attırmayı başaran ergen çocuğun kafasını ezmek istiyordum. Kendini önemli bir şahsiyet zannedercesine kaşlarını çatıyor, kimseye bulaşmıyor, arada Denizhan amcasına ufak gülümsemeler bahşediyordu. On yaşındaki bir kız çocuğuna göre fazla öfke yüklenmesi yaşayarak harekete geçmiştim. Metehan’ın tuvaletlerin olduğu tarafa doğru ilerlediğini görünce sinsi sinsi peşinden onu takip etmiştim. Üzerindeki otomatik anahtar olan kapıyı o içeriye girdikten sonra kapatıp dışarıdan kilitlemiştim. Orada rahat rahat çatık kaşları eşliğinde oturabilirdi. Umurumda bile değildi. Kendisinin yaşı çok büyükmüş, çok badireler atlatmış, çok sabahı sabah etmiş gibi davranması moral bozucuydu. Daha fazla moralimin bozulmasına izin verecek değildim. Düğün boyunca onu bir daha görmeyeceğimi düşünüyordum. Sadece birkaç dakika sonra Metehan’ı tekrar kokteyl masalarının birinin başında dikilirken gördüm. Benimle göz göze gelmesi, ne yaptığımın farkındaymış gibi bakıp kaşlarını alaycı bir şekilde yukarıya kaldırması ona duyduğum öfkeyi katlandırmıştı. Kuş olup tuvaletten uçarak mı çıkmıştı? Nasıl oluyordu ki bu? Aklım almıyordu. Hiç sevmiyordum onu. Düğün gününden sonra da ara ara kendisini görmeye devam ettim. Açık konuşmak gerekirse Kurtoğlu ailesinden Denizhan enişte dışında kimseyle görüşme durumumuz yoktu. Yani düğünde hepsini görmüştük ve sonrasında oturup beraber yemek yiyebileceğimiz ya da başka bir şey yapabileceğimiz bir ortam oluşmamıştı. Elbette o ortamı oluşturmayan bizdik. Gerçi ben bu konu hakkında fikir sunacak kadar büyümemiştim. Zaten bana söylenmeyecek kadar derin mevzular dönüyordu o zamanlar. Ben on yedi yaşıma girdiğimde, tesadüfen öğrenmiştim altında yatan asıl sebepleri. Metehan ise Denizhan eniştenin yanından ayrılmıyor gibiydi. Onun başka işlere, başka dünyalara ve yakın olduğu karanlık kapılara dayanmaması için elinden geleni yapan kişiler vardı. Başta Denizhan eniştem ve onunla senkronize hareket eden Betül ablam… Bildiğim kadarıyla onlarla sık sık vakit geçiriyormuş. Önceden de yaparmış bunu. Hatta düğünden sonra ilk kez uzaktan değil de direkt olarak Metehan’ı gördüğümde Betül ablaların evindeydim. On iki yaşında olmalıyım. Sahra yeni doğmuştu. Betül ablamın çocuğunu görecek olmak bana fazlasıyla heyecan veriyordu. Onu kucağıma almak istiyordum fakat korkuyordum da düşürüp canını acıtmaktan. Annemle babam Sahra’ya bir sürü şey almışlardı. Bebek tulumları, küçücük ayakkabılar, tokalar… Hepsini bayılarak seçmiştik. Sahra’yı görmeyi, onu kucağımızda tutmayı, yer yer koklamayı en çok biz hak ediyorduk. Sahra’nın en sevdiği insanlar haline gelecektik çünkü ailecek çaba harcamıştık. Sırf güzel kıyafetler ve eşyalar aldığımız için değil. Betül ablamı da Denizhan eniştemi de aşırı sevdiğimiz, onları hep desteklediğimiz, yanlarında olmaktan mutluluk duyduğumuz için. Sadece bunlar için? Kesin? Öyle mi? HAHAHAHAHAHA. İyi ya, tamam… Sadece bunlar için diyemeyiz elbette. Metehan Kurtoğlu’nu daha çok sevdiğini hissedersem, en ufak bir düşünceye kapılırsam kendimi yerlere atacağım için. Hayatım akıp giderken onu unutuyordum fakat gördüğüm anda da öfkem hiç sönmemiş gibi aynı noktadan devam ediyordum. Onu tek yumrukta bayıltmanın hayalini kuruyordum. Benimle oyun oynamak kendisine çok büyük bir lüks geldiği için zaten hoşlanmıyordum şahsından. Bir de üzerine Sahra’yı kendine âşık ederse ezeli düşmanım olacaktı. Bundan kaçarı yoktu. Kucağına verilen bebeğe gözü gibi bakan adamdan bir kere daha hoşlanmamıştım. Yine, yeniden, tekrar… Ondan hoşlanmamam için her şeyi yapması gerekiyormuş gibi Sahra’yı güldürüyordu bir de. Bebeğin birinci yaş kutlamasında yaptıklarını da göz ardı edemezdik. Betül ablaya epey yardımcı olmuştu, organizasyonu beraber yapmışlardı. Ben de onlara katılmak istiyordum ama Metehan oradayken kendimi sümüklü böcek gibi hissetmekten endişeliydim. Ona ateş saçmak isteyen bir sümüklü böcek. Dönüp yüzüme dümdüz bakmaktan başka bir şey yapmadığı için ağzını kırmak isteyen bir sümüklü böcek hem de. “Kurtoğlu ailesinden bir tane sağlam pabuç çıkmış, onunla da Betül evlendi zaten.” Bunu diyen tam olarak kimdi, hatırlayamıyorum. Fakat gözlerimi kısıp bir köşede sessizce dinlediğim anı gayet net hatırlıyorum. “Denizhan’ın abisi yıllar önce bir evlilik yapmış. Karısı da bunun ne işler peşinde koştuğunu öğrenince boşanmış. Felaket olaylı bir adam olduğunu söylüyorlar. Bir tane kız kardeşi var. Denizhan’ın ablası Bigehan işte. Onun da aşağı kalır yanı yok. Kocasıyla tencere kapak gibi olduklarını söylüyorlar. Hatta Bigehan eşinden de betermiş diyenler var. Kadın kocasının vuramadığı kuşun kanadını gidip kendi elleriyle söküyormuş.” Dinledikçe nasıl bir aile olduklarına akıl sır erdiremiyordum ama diğer yandan da daha çok dinlemek isterken buluyordum kendimi. “Denizhan’ın abisi Ferhan Kurtoğlu’nun oğlu var bir tane. Onu mutlaka görmüşsün,” diye devam ediyordu konuşan kişi. “Betüllerle çok sık takılıyor. Hatta kulüpten de çıkmadığı söylendiği için kızlar kapı önünde kuyruk oluşturmuşlar. Adam sanki üniversiteden yeni mezun olmamış da tüm kulüplerin açılmasında en önemli rolü kendisi oynamış gibi.” Ben de bundan bahsediyordum. Metehan’ı üniversiteden mezun olduğunda görmemiştim fakat o zaman da aynı görüneceğine dair bir kuşkum yok. Hiç olmadı. Adam baştan ayağa özgüvenle sarıp sarmalanmışçasına dolaşıyor ortalıkta. Gerçi onu fink fink gezerken görmüşlüğüm yok. Sallayamam o kadar. Ama ne zaman gece kulübü konusu açılsa muhakkak ismi geçiyor. Sahra’nın erkek kardeşi Yahya doğduğunda da hastaneye gelen ilk isimlerden biri olmuştu. O günü hatırlamakta zorlanmıyorum. On beş yaşlarındaydım. Metehan da benden altı yaş büyük olduğuna göre yirmi bir yaşından daha fazla değildi. Ancak onu uzun zamandır görmediğim bir dönemdi. Yani öyle yanından geçip gidecek kadar bile görmediğimi anımsıyorum. Çünkü Betül ablanın doğum haberini alır almaz hastaneye ulaştığında oradaydım ve onun görünüşünün ne kadar değiştiğini fark edecek kadar bekleme salonunda vakit geçirmiştik. Asla konuşmuyorduk. Yine de onun boyunun daha da uzadığını, sakallarının yoğunlaştığını ve yüz hatlarının keskinleştiğini fark etmemem imkânsızdı. Onu epeydir görmeyen herkes afallayarak ne kadar büyüdüğünü söylüyordu. Yeşil bakışlarında bir değişiklik yoktu ama duruşu daha sağlamdı. Kendisiyle iletişime geçen herkese karşı nazikti. Onlarla tek kelimelik cümlelerden daha fazlasıyla konuşabiliyordu. Benim için ise hâlâ dokuz yaşındaki bir çocuğa soğuk yapan adamdı. Oyun davetinin ağzından dökülmesine dahi müsaade etmeyen, boğazına dizip onu öfke topuna dönüştüren kocaman bir adam. Kinci değilim. Ne olursun beni uzun uzun güldürme artık. Dalağımı acıtıyorsun. Pekâlâ, kinci bir insanım ama manasız kinciliklerle işim olmaz değerli konuklar. Kendimi uzandığım şezlongdan güç bela kalkmaya ikna ediyorum. Tam bu güzel ortamı bırakıp aşağıya inmeye hazırlanırken yanıma doğru devrilen gölge irkilmeme neden oluyor. Bunun şimdi yaşanmamasını dilerdim. Hiç hazır olmadığım bir anda bunun yaşanmamasını öyle içten, öyle kalpten dilerdim ki… “Öf,” demeden edemeyerek kendimi gölgenin sahibine doğru dönerken buluyorum. Misafirlerinizi böyle karşılaman harika oluyor. Lütfen devam et. Annen bayılır bu tür kibarlıklara. “Sigara içmek için buraya çıktım,” diyor kalın ve tok sesini kulaklarıma doldurarak. “Senin için sakıncası yoksa tabii.” “Çocuklar bahçede mi oynuyorlar?” Sen cidden berbat bir ev sahibisin. Adamı bir de terastan aşağıya sallandır buraya çıktı diye. “Evet,” diyor o elinde tuttuğu bir dal sigarayı parmaklarının arasında oynatarak. “Müsaade var mı?” Sorusuna karşılık, “Buyur,” diyorum abartılı bir şekilde elimle terası göstererek. “Çocukları rahatsız etmeyelim. Oyun oynamalarına mani de olmayalım.” Yanından geçip gitmeden önce onun son gördüğümden daha çok yoğun ve uzun görünen sakallarını fark ediyorum. Kabasakal mı olmaya karar vermiş? Çok yanlış yapar. Metehan’ı rahat bırakmak için yanından geçip terasın aralıklı duran kapısından geçip gidecektim. Fakat dudaklarımdan kendi kendime konuşurcasına dökülen mırıldanışa engel olamıyorum. “Gerçi beyefendi oyun oynayan çocuklardan pek hazzetmiyor.” “Ne dedin?” diyor benim adımlarımın duraklamasına sebebiyet vererek. “Ne dedim?” Başını yana çevirerek bana bakıyor ve ben de hemen tüm bedenimle beraber ona dönüyorum. Ağzımdan tek yalan cümle çıkmadı. Çıktı diyebilir misin acaba Kurtoğlu suratsızı? Kısılmış yeşil gözleri yüzümü taradıktan sonra dudağını bilmem dercesine büküyor ve sigarasını derhal dudaklarının arasına yerleştirerek terasta ilerliyor. Sesi boğuk çıkarken, “Oyun oynamayı teklif etmekten korkan bir kız ama neyse, önemli değil,” dediğini duyuyorum. “Ne dedin?” Onun aksine sesim tiz çıkıyor ve gözlerimi irice açıp ona burnumdan soluyarak bakıyorum. Yani arkasından. Omuzlarına ve sırtına karşı konuşuyorum. “Ne dedim?” derken de bakmıyor yüzüme tekrar. Gebertmek istiyorum. Onunla arkadaş olmanın bile yasaktan farksız olduğunu bilmek beni tetikliyor. Aniden tırnaklarımı sırtına geçirerek burnu havada, tahammülü kıt, duruşu buz birisi olduğunu söylemek istiyorum. Fakat kendimi bunları yapmaktan bir şekilde alıkoymayı başarıyorum. Terastan çıkarken burnumdan soluyorum. Canını didik didik edeceğim bir an kollamanın manasızlığını tekrar tekrar şahsıma hatırlatarak ondan uzaklaşıyorum. En iyisi bu… En uzağında durarak beni öfke bulutuna çevirmesine engel olmak… En iyisi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD