bc

Yağmurlu Geceler

book_age16+
472
FOLLOW
3.5K
READ
HE
confident
bxg
lighthearted
mystery
lucky dog
campus
office lady
actor
civilian
like
intro-logo
Blurb

Küçüklüğümden beri bale yapıyorum. Babam bir sanat yönetmeni, annemse oyuncu ve aynı zamanda dansçı olduğu için sahnelerle iç içe büyüdüm. Evimizin dışarıdan gelen yabancı bir insan için fazlasıyla sanatla harmanlanmış görünmesi mümkün. Babam aynı zamanda fotoğrafla ilgilendiği ve fotoğraflardaki ruhu keşfetme ustası olduğu için bir stüdyomuz var. Hatta karanlık odamız bile var -ki buraya girip kulaklığımı takarak müzik dinlemeye bayılıyorum. İçeride yaşanmışlık kokan fotoğraflar bana ilham veriyormuş gibi gözlerimi kapatıp sahnemi düşlüyorum. İçinde benim olduğum, insanları kendime hayran bıraktığım, dört parmağımın kırığını çoktan unutup tutkuma kapıldığım sahneyi hayal ettikçe ferahlıyorum.

Evimizin büyük bir terası var ayrıca. Orayı en çok yağmur yağdığında seviyorum. Sevinçten çığlık atarak yağmurda dans etme çabalarımı babam hasta olacağım için engellemeye çalışsa da çoğu zaman beni tutamıyor. Bu şimdi olan bir şey değil. Hep böyleydi. Sekiz yaşındayken annem babama sevgilim diye seslendiği için ben de ona öyle seslenmeye başlamıştım. Bir süre de bunu devam ettirmiştim. Annem babama nasıl bakarsa öyle bakmaya, nasıl hitap ederse öyle hitap etmeye gayret gösteren garip bir kız çocuğuydum. Belki annemi ölesiye sevmeme rağmen sadece babasını kıskanan, onun kendisinin fotoğraflarını çektiğini bildiğinde göz süze süze poz veren kız çocuklarından biriydim lakin işlerin benim üzerimde bu denli basit ilerlemediğini çok sonra anlamıştım.

Yirmi üçüncü yaş günüme sadece bir gün kalmışken terastaki şezlonglardan birinde uzanıyorum ve hâlâ elimdeki ayakkabının kurdelesiyle oynuyorum. Kaşlarımı çatmaktan şakaklarımın sızlamaya başladıklarını hissetsem de bu eylemden vazgeçemiyorum. Tenteneye vuran yağmur damlalarının acilen tenime değmesine ihtiyaç duyuyorum ama babamın benimle ilgili her şeyi hissettiğine dair duyduğum tuhaf inanç yüzünden alt dudağımın derisini dişlerimle soyuyorum.

Aşağıda misafirlerimiz var. Annemin kuzeniyle eşinin buraya gelmesinin son derece doğal bir şey olduğunu biliyorum. Ancak annemin kuzeniyle eşinin yanlarında getirdikleri şahsiyet için aynı şeyi düşünemiyorum. Böyle düşünmediğim için beni yargılayacak, hor görecek ve dışlayacak herkese de tırnaklarımı göstermekten gocunmayacağımı hatırlatıyorum. İmza; Duru Üstün.

chap-preview
Free preview
Giriş
Avuçlarımın arasındaki pointe bakarken onların tahtadan yapıldığına inanan ve bunu utanmadan savunan insanlar olduğunu bilmek kızgınlığımı perçinliyor. Öfkemi dizginlemek için nefes egzersizi yapmaya başlamam gerektiğini biliyorum fakat burnumdan solumayı bırakamadığımdan dolayı doğru nefesi almayı başaramıyorum. Pointin tahtadan yapıldığının düşünülmesi canımı sıkmakla kalmayıp yakıyor. Point: balerinlerin giyindikleri ayakkabılara deniyor. Kurdelesi bileğimden aşağıya sarkmakta olan bu özel ayakkabılar için bile ders aldığımı sizlere aktararak tahtadan yapılmadığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Reçine ve samanın sıkıştırılarak yapıldığı güzel ayakkabılarıma bakıldığında tabanından dolayı tahta kullanıldığı zannedilebilir ama bu işi yapmak için özel eğitimli işçiler çalışır. Ortaya harika bir sonuç çıktığında, kurdelesini bileğinize bağlayıp parlaklığına gülümsediğinizde de bilmediği şeyler hakkında yorum yapan insanlara sinir olursunuz. Şahsen ben oluyorum. Bir şeyi de bilmeyiverin. Sırf bilmediğiniz için sizi kınamayacağız. Dedikodunuzu yapmaya da kalkmayacağız çünkü bizim için sandığınız kadar önemli değilsiniz. Ağrı eşiğim yüksektir. Elbette bunda reçineden yapıldığını bildiğim güzel ayakkabılarımın etkisi çok büyük. Ayaklarımda birtakım yaralar mevcuttur. Elbette bunda da asla kimselere laf söyletmeyeceğim kurdeleli ayakkabılarımın etkisi hayli büyük. On ayak parmağımdan dört tanesini kırmayı başarmışımdır. Gurur duyarak dile getirmiyorum tabii fakat şikâyetçi de değilim. Eğer gerçek bir balerin olmak sizin için tutkuysa parmaklarınızın tamamını kırmayı göze alabilirsiniz. Benim göğüs kafesimin bütününde yer edinmiş bu tutkunun izahsız dertlerden biri olduğunu düşünüyorum. İzahsız ve sancılı… Sancılı ve zevkli… Zevkli ve tanımlamak için seçtiğiniz tüm kelimelerden daha kuvvetlisi… Küçüklüğümden beri bale yapıyorum. Babam bir sanat yönetmeni, annemse oyuncu ve aynı zamanda dansçı olduğu için sahnelerle iç içe büyüdüm. Evimizin dışarıdan gelen yabancı bir insan için fazlasıyla sanatla harmanlanmış görünmesi mümkün. Babam aynı zamanda fotoğrafla ilgilendiği ve fotoğraflardaki ruhu keşfetme ustası olduğu için bir stüdyomuz var. Hatta karanlık odamız bile var -ki buraya girip kulaklığımı takarak müzik dinlemeye bayılıyorum. İçeride yaşanmışlık kokan fotoğraflar bana ilham veriyormuş gibi gözlerimi kapatıp sahnemi düşlüyorum. İçinde benim olduğum, insanları kendime hayran bıraktığım, dört parmağımın kırığını çoktan unutup tutkuma kapıldığım sahneyi hayal ettikçe ferahlıyorum. Evimizin büyük bir terası var ayrıca. Orayı en çok yağmur yağdığında seviyorum. Sevinçten çığlık atarak yağmurda dans etme çabalarımı babam hasta olacağım için engellemeye çalışsa da çoğu zaman beni tutamıyor. Bu şimdi olan bir şey değil. Hep böyleydi. Sekiz yaşındayken annem babama sevgilim diye seslendiği için ben de ona öyle seslenmeye başlamıştım. Bir süre de bunu devam ettirmiştim. Annem babama nasıl bakarsa öyle bakmaya, nasıl hitap ederse öyle hitap etmeye gayret gösteren garip bir kız çocuğuydum. Belki annemi ölesiye sevmeme rağmen sadece babasını kıskanan, onun kendisinin fotoğraflarını çektiğini bildiğinde göz süze süze poz veren kız çocuklarından biriydim lakin işlerin benim üzerimde bu denli basit ilerlemediğini çok sonra anlamıştım. Yirmi üçüncü yaş günüme sadece bir gün kalmışken terastaki şezlonglardan birinde uzanıyorum ve hâlâ elimdeki ayakkabının kurdelesiyle oynuyorum. Kaşlarımı çatmaktan şakaklarımın sızlamaya başladıklarını hissetsem de bu eylemden vazgeçemiyorum. Tenteneye vuran yağmur damlalarının acilen tenime değmesine ihtiyaç duyuyorum ama babamın benimle ilgili her şeyi hissettiğine dair duyduğum tuhaf inanç yüzünden alt dudağımın derisini dişlerimle soyuyorum. Aşağıda misafirlerimiz var. Annemin kuzeniyle eşinin buraya gelmesinin son derece doğal bir şey olduğunu biliyorum. Ancak annemin kuzeniyle eşinin yanlarında getirdikleri şahsiyet için aynı şeyi düşünemiyorum. Böyle düşünmediğim için beni yargılayacak, hor görecek ve dışlayacak herkese de tırnaklarımı göstermekten gocunmayacağımı hatırlatıyorum. İmza; Duru Üstün. Bundan tam altı sene önceydi. Size yemin ederim tamı tamına altı sene öncesinden söz ediyorum. Yine doğum günümden bir gün önce şu anda aşağıda oturup afiyetle yemeğini yediğinden emin olduğum adamla hiç karşılaşmamam gereken şartlar altında yüz yüze gelmiştim. Sadece on altı yaşındaydım ve hayliyle de bazı kararları almakta mükemmel performanslar sergileyemiyordum. Doğum günümü bizimkilerle geçireceğimi bildiğim için bir gün öncesini arkadaşlarıma ayırmak istemiştim. Parmak uçlarında durmaktan iflahı kesilmiş arkadaşlarımla birlikte o gün de derse girmiştik. Şartların ne olduğuyla ilgilenmez, hastanelik olmadığım sürece o derse mutlaka girerdim. Birkaç satır önce bahsini yaptığım üzere bendeki tükenmez bir mürekkeple damarlarımın her birine işlemiş tutkudan başka bir şey değil. O zamanlar hoşlandığım bir çocuk vardı. İsmi Sercan diye anımsıyorum. Serkan mıydı yoksa? Saffet de olması ihtimal dâhilinde. Şimdi kafamı buna yoramayacağım sanırım. Benim doğum günümü cümbür cemaat kutlama meraklıları oldukları için değil, sınırsız içecek ve eğlence olduğunu duydukları için gelen bir sürü insan vardı. Güzel Sanatlar bölümünün tamamı mekâna doluşmuştu. Hepsi benim pastayı üfleyişimi coşkuyla karşılıyor, ıslıklar ve alkışlar havada uçuşuyordu. Elbette bu klasik faslın bitmesini her şeyden çok istiyorlardı aslında. Tek dertleri beş yüz kilo ter dökene kadar dans etmek ve normalde kapısından bir tanıdık olmadan giremeyecekleri kulübün tadını çıkarmaktı. Evet, kulüpteydik. Annemin kuzeni, yani Betül ablam Kurtoğlu ailesinden Denizhan’la evli. Onun ailesinin de birbirinden büyük, havalı, eğlence düzeyi yüksek kulüpleri var. O gün sadece ben ve arkadaşlarım için -okulda bir iki defa gördüğüm insanlar da var bu kümede- ayrılan kulüpte deli gibi eğlenmek istiyordum. İçtiğim iki tane kokteyl yüzünden midemi bozmak gibi planlarım yoktu anlayacağınız. Hele Semih’in -cidden hafızam bir ismi silince asla geri getiremiyor- karşısına geçip tatlı tatlı gülümsemeye başladığımda kız arkadaşının belirmesi ve benim gülümsememi yüzümden asla silmemem gibi düşüncelerim de yoktu. Lakin hepsi yaşandı. Bilekten bağlanan ve dizime kadar çapraz bir şekilde uzayan siyah ipli ayakkabılarımla tuvalete koşturduğumu dün gibi hatırlıyorum. Bazen gereksiz isimleri silmek yerine beni yerin dibine sokmaya müsait anılarımı hafızamdan söküp atabilmeyi diliyorum. Şimdiye kadar hiçbir şekilde olumlu sonuç vermedi bu dileğim. Altı sene önceki berbat doğum günü partimi, lavaboya yetişemeyip tuvaletlerin bulunduğu koridora kustuğumu unutamıyorum. Oturup deli gibi bunu düşünmüyorum tabii ki fakat o gün ben tuvalet kapısının koluna asılmış midemdekileri çıkartırken yanıma gelen adam her karşıma çıktığında korkunç sahne gözümün önünde tekrar canlanıyor. “Yağmur yağsın tam şu an,” diye inliyordum. Elim kapının kolunu sıkıca kavramıştı. Oradan aldığım güçle ayakta durmayı başarıyordum sanki. “Beni ancak yağmur paklar şu anda. Yağsana yağmur.” Bir elimle saçlarımın yüzüme değmesini engellemeye çalışırken arkamda hissettiğim başka bir insanın varlığıyla yağmur yağsa bile bu rezillikten kurtulamayacağımı kabullendim. O kokteyli hazırlayanı bulursam burun deliklerinden geçirdiğim parmaklarım sayesinde beynini yoklayacaktım. Kafatasının boş olduğuna inanıyor, beni bu hale getirdiği için zihnimin içinde uygulayacağım her işkenceyi sonuna kadar hak ettiğini düşünüyordum. “Kapalı bir alan,” diye mırıldandı arkamdaki kalın ses. “Yağmur yağsa da sana değemez.” İsimler konusunda yaşadığım hafıza eksikliği sesler için de geçerli değildi. Başına buyruk bir unutkanlık bu siz de fark ettiyseniz. Daha önce duyduğum bir sesi araya giren zamanı hiç umursamadan diğerlerinden ayırt edebiliyordum. Arkamı dönmeden beklersem tanıdık simayı görmezdim. Bu sebeple kapı koluna daha sıkı tutundum. “Bana değmeyecekse kalsın. Başkasına değen yağmuru ne yapayım?” İğrenç kokteylin bana verdiği yetkiye dayanarak sarhoş olmuştum. Belki de olmamıştım. Hatta bana kalırsa kesinlikle olmamıştım ama olmuşum gibi hissettiren bir baş dönmesi, hafif dil dolanması ve sınırsız saçmalama hakkım vardı. En azından ben kendimde böyle bir hakkı görmüş gibi enteresan cümleler kuruyordum. Sesini tanıdığım, arkamı dönünce yüzünü de tanıyacağımı çok iyi bildiğim adamın benden aşağı kalır yanı olduğunu zannetmiyordum. O da mı sarhoştu acaba? Belki de sarhoş olduğunu inkâr ediyordu ama benim gibi kusmaya gelmişti. Yalvarıyorum kapı önüne kusmasın. Midem acıyor. Midemde şalgamdan bir derya varmışçasına yangın beliriyor. “Dışarıya çıkmana yardım etmemi ister misin?” dediğinde onun hiç de kusmak üzere olan bir insan gibi konuşmadığını fark ettim. Yeniden inleyerek sırtımı dikleştirdim. “Seni tanıyorum,” diye söylendim bu beni çıldırtıyormuş gibi. “Lütfen arkanı dönüp gider misin?” Homurdanmış mıydı? Ağzından garip bir ses çıktığına yüzde bir milyon emindim. Gülmüş müydü? Anlamıyordum. Ne yapıyorsa bunu daha anlaşılır bir şekilde yapmak gibi aşırı basit bir özelliği yok muydu? “Beni tanıyorsan tam tersini istemen gerekmiyor mu?” Hareket ettiğini hissetmiştim. Sıcacık bir ceket omuzlarıma dokununca pes etmekten başka bir seçeneğimin olmadığını kabullendim. “Çıkalım.” Direktif verircesine söylediği tek kelimelik cümle deri ceketinin yakalarına sımsıkı sarılmama sebep oldu. “Önden gideceksin,” dedim harflerin bana ihanet edip kendilerini yokuş aşağı bırakmalarını umursamadan. “Başka türlü çıkamam.” “Düşebilirsin.” “Düşmem.” Sıkıntılı bir nefes verdi. “Emin değilim.” Sırıtırken beni görmediği için şanslıydım. “Marifet arkamdan yürürken beni tutmakta değil,” diye mırıldandım. “Marifet şu ki… Marifet… Ee… Şöyle…” Midem tekrar bulanmaya başlayınca elimi yüzüme bir yelpaze misali sallamaya başladım. Sesi kadar simasının da tanıdık olduğunu bildiğim adam onun yüzüne görmeme olanak sağlamadan beni omuzlarımdan tutarak çevirdi. Yine arkamdaydı fakat düşmeme izin vermeyecek kadar da yakın duruyordu. Ben adım attıkça o da adım atıyordu ve bir miktar sallanarak da olsa dışarıya çıkabildiğimde yok olup gitmemişti. “Yağmur yağmıyor,” diye dudak büküp gökyüzüne baktığımda kaşlarımı da çatmıştım. “Bu Duru’yu gerçek doğum gününe dakikalar kala mutsuz etti.” Arkamdan kalın sesini duyuran adam derdimi es geçerek başka konuya parmak bastı. “Seni eve bırakmam gerekiyor.” Kıkırdadım. “Öyle bir şey gerekmiyor,” derken caddeden geçip duran taksilerden birini durdurmayı düşünüyordum. “Duru bunu gereksiz buldu.” Yine nefesini seslice bıraktığında onun sabır dilendiğini tahmin ettim. Ancak ben beyefendiyi uğraştıracak, burnundan nefesler bıraktıracak ya da sabır duaları ettirecek bir şey yapmıyordum. Başımın çaresine bakamayacak vaziyette değildim. Olsaydım bile mutlaka arayacağım insanlar vardı ve yine mutlaka dakikalar içinde burada olacaklarının rahatlığıyla kuşanmıştım. Mekânında kustuğum adamla bir yolculuk yapmayacaktım. Rezilliğimi katlandırıp meseleyi kendim için daha fazla güçleştirmeyecektim. Ben buraya bir ordu yığabileceğimin havasını atamadan malum kişi ne ara eline aldığından bihaber olduğum telefonuyla konuşmaya başladı. Konuşmak dediysem de üç kelime etti ya da etmedi. Dördüncü saniyeye kalmadan kapının önünde bir araba durdu. Şoför koltuğundan inen adamı daha önce görmüştüm. Betül ablamla çocuklarını birkaç kez bizim eve kadar getiren şofördü. Eğer işi bu değilse bile ben öyle sanıyordum çünkü başka açıklama bulamıyordum. “Bin hadi,” dedi şoförün benim için açtığı kapıyı göstererek. Eli omzuma değmeden arabayı işaret etmişti. “Seni eve ben bırakmayacağım ama yalnız da göndermeyeceğim.” O gün arabaya bindiğimde saatin on ikiyi bir dakika geçtiğini gördüğüm kısmı da gayet net hatırlıyorum. Doğduğum güne yüzüne bakmaktan kendimi alıkoyduğum Metehan Kurtoğlu’nun yanında girmiştim. Aşağıda ailemle birlikte oturup evimizin havasını soluyan Metehan… Denizhan eniştenin yeğeni, Kurtoğlu ailesinin gururla sırtını sıvazladıkları bilgisinin kulağıma çalındığı Metehan’ın yüzüne bakmaktan hâlâ itinayla kaçınıyorum. Çünkü şimdiye dek anlattıklarım yalnızca bu gösterinin sunumu olabilecek ölçüde şeylerdi. Bundan sonrasında işler tamamen sarpa sarıyor değerli konuklar.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KIZIL ŞEYTAN (BERDEL) TAMAMLANDI

read
14.2K
bc

Askerin Yaralı Gelini

read
26.3K
bc

Askerin Gelincik Çiçeği

read
33.0K
bc

Sessiz Çığlık

read
9.9K
bc

İNFAZ

read
4.8K
bc

KARŞI KOMŞUM Bİ ROMEO

read
7.3K
bc

YIKIK MESKEN

read
3.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook