#5:Kolye

1573 Words
Hatırlatma "Anne! " yine olmuştu işte. Yine bir çok duyguyu bir arada hissediyordum. Ama en baskın olanı korkuydu. Çünkü annemin yüzünü hatırlayamıyordum. Ya unutursam?! O zaman yaşamaya bir nedenim kalacak mıydı? Önce yüzü silinecekti aklımdan, sonra görünüşüne dair her şey.. Peki ya sonrası?! Anılarımız, sesi, sözleri.. Hepsi bir bir gidecek miydi? Unutacak mıydım onu? Silinecek miydi zihnimden? Hiç varolmamış gibi.... Korkum baş göstermişti ve elim istemsizce boynuma gitmişti.. Her gece sıçrayarak uyandıktan sonra yapardım bunu, güç verirdi bana. Annemin hiç bir yere gitmediğinin her daim benimle olduğunun apaçık bir kanıtıydı o kolye. Elim boynumu yokladığında, dizlerimin bağı yavaş yavaş çözülmeye başlamıştı. Omurgamdan yukarıya doğru yoğun bir ürperti geçti. Ve biraz önce üzerine benzin bidonundaki suyu sepiştirdiğim korkum, bidonun içindekinin benzin çıkmasıyla iyice harlanmıştı. Şimdi ben dahil, bana kocaman gelen bu dünyayı yakıp kül edecek derecedeydi. Çünkü.. Kolyem yerinde değildi!... Şimdiki Zaman Kış mevsiminin etkisiyle beyaza bürünen sokak bile içimdeki karanlığı perçinleyemiyordu. Attığım adımlardan bihaberdim. Saat gecenin bilmem kaçıydı ama bunu umursayacak durumda değildim. Şu an tek umursadığım şey kolyemdi. Saatlerce içki içmiş bir sarhoşun adımlarına eşdeğerdi adımlarım. Öylesine savsak, öylesine zayıftı kar birikintileri üzerinde bıraktığım izler. Zayıflığım hiç bu kadar yüzüme vurulmamıştı. Meğer beni ben yapan tek şey o kolyeymiş. O boynumdayken kendimi tam donanımlı bir savaş uçağı gibi hissederken, yokluğuyla bana boş bir tenekeden ibaret olduğumu göstermişti. Ağır bir dersti bu ve ben kalmak üzereydim... Attığım adımlar fazlasıyla bilinçsizceydi. Ama düşünebildiğim tek şey kolyeyi kaybettiğime inandığım yere bir an önce ulaşmaktı. Orada olmama ihtimalini aklımın ucundan bile geçiremiyordum. Korku ilmek ilmek damarlarımda işlerken yapabileceğim tek şey duâ etmekti. Nihayet okulun bahçe kapısının önüne geldiğimde artık daha kontrollüydüm. Koşarak Sıraç denen çocuğun bu sabah beni yakaladığı noktaya geldim. Bir işe yaramadığı halde cebimde boş boş duran telefonu çıkarıp ışığını açtım. Yere çökmüş bir elimle telefonu tutarken, diğer elimle beton zemini yokluyordum. Ağlamıyordum, ağlayamıyordum... Tıpkı o günkü gibi... O gün ağlayamamamın bedelini altı yıldır aralıksız ağlayarak ödüyordum ve daha da ödeyeceğimi biliyordum... Peki ya bugünün bedeli?! İşte onun cevabını bilmiyordum ve öğrenmekten de çok korkuyordum!. "Kardelen, " bir yandan kolyeyi arıyor bir yandan da deli gibi aynı kelimeyi tekrar ediyordum.. Kardelen!.. Kolyeyi bulamıyordum. Neredeyse tüm bahçeyi dolaşmıştım ama bulamıyordum. Bulamadıkça korkumun ve ümitsizliğimin üzerimde kurduğu hakimiyet artıyordu. Nefes alışverişlerim hızlanmaya başlamıştı ve sesim yavaş yavaş şiddetini artırıyordu. Artık çığlık çığlığa bağırıyordum. "Kardelen!" damarlarımda dolaşan son güç kırıntıları attığım çığlıkla bedenimi terk etmişti. Artık ne ayakta ne de hayatta kalacak gücüm yoktu. Bugün bir kez daha bu dünyada kaybolmuştum. Bırakın bir sokak lambasını, yıldızlar bile ışığını saklıyordu benden. Belki bir ateş yaksam aydınlatırdım önümü. Ama biliyordum benim yaktığım ateş beni yutmadan alevlerini kavuşturmazdı rüzgâra... Ve yine biliyordum normalde olsa fırtına olarak üzerime esecek olan rüzgâr, ben yanarken alevler daha bir güçlensin diye tatlı bir esintiden ileriye gitmezdi. Bedenimin bile ruhuma ıstırap verdiği şu dünyada benden taraf olan ne vardı ki?! Dizlerimin üzerine yere çökmüştüm. Ellerim hâlâ beton zemine baskı uyguluyordu. Yerdeki ufak taşlar avuçlarıma ve dizlerime batıyorlardı ama ben yine tepki veremiyordum. Şuanda deli gibi ağlamaya ihtiyacım vardı ama sayıklamaktan başka bir şey yapamıyordum. Bir yandan sayıklıyor bir yandan da olduğum yerde öne arkaya sallanıyordum. Ruhun bedeni terk etmeye mahkum olduğu şu saçma dünyada aklımın bu zamana kadar benimle kalmasına şaşırıyordum hep. Ama hissediyordum onunda bendeki misafirliği sona ermek üzere. Sanırım iyi bir ev sahibi olamadım hiç. "Bakıyorum da dilin çözülmüş!. "duyduğum ses sabah tüylerimi diken diken ederken, şimdi hiçbir etki yaratmıyordu üzerimde.. Hâlâ aynı durumdayım. Varlığı beni hiç etkilemiyordu. Başımı dahi çevirip bakmamıştım. Umrumda da değildi zaten. Ne işi vardı ki bu saate burada?! " Yoksa zaten konuşabiliyor muydun?" sözleri kulağıma ulaşıyordu ama zihnimde yer edinip anlamlı hale gelmesine müsaade etmiyordum. Zihnim yeterince doluydu. Boş bakışlarımı karşımdaki bir noktaya dikmiştim. Ne gördüğümü bile bilmiyordum. Sadece bakıyordum. Bir şeyler görmek ister gibi... Adım sesleri kulağıma ulaşıyordu, galiba hareket ediyordu. Umursamamaya devam ettim. Sanırım en belirgin özelliğim umursamaz olmamdı ya da öyle olduğumu sanmamdı. Ayakkabılarının beton zeminde çıkardığı tok ses artık daha yakındı. Vanilya kokusu da daha belirgin geliyordu. Beni bu halde görmüş olması normalde olsa canımı sıkardı. Ama normalde değildik ve artık sıkılacak bir canım olduğunu düşünmüyordum. "Ayağa kalk!" sert sesi kulaklarıma ulaşıp geri kaçmıştı. Hareketlerimde hiç bir aksaklık yoktu. Onu dikkate almam gerekirdi ama artık bunun hiç bir ehemmiyeti yoktu. Onun soğukkanlı bir katil olmasının, beni isterse burada parçalara ayırabilecek potansiyelde olmasının hiç bir önemi yoktu. "Bunu mu arıyordun dilsiz? "yumruk şeklindeki elini önüme doğru uzatmıştı. Avcunun biraz aralayıp içindekini bir nevi özgürlüğüne kavuşturmuştu. Gözlerimin önünde sallanan zincir ve ucundaki kardelen üzerimde soğuk su etkisi yaratmıştı. Sallanmam ve sayıklamam durmuştu. Bakışlarım anlam kazanmıştı, boş bakmıyordum artık. Elimi hızla kolyeye doğru uzattığımda elini dolayısıyla da kolyeyi geri çekmişti. Sol kaşımı havaya kaldırarak bakışlarımı gelmiş geleli ilk kez yüzüyle buluşturdum. Çoktan ayaklanmıştım. "Kolyemi ver!" sesimin bu kadar ürkütücü çıkması beni şaşırtmamıştı. Yüzüne alaycı bir sırıtış yerleştirdi ama bu alaycılık mavi gözlerine ulaşmıyordu. Aksine gözleri farklı bakıyordu, anlamaya çalışır gibi.. "Kolyemi ver!" aynı ses tonu ve aynı cümle.. Vücudu tepkisizdi. Her hangi bir efor sarfetmiyordu. Olduğu yerde duruyordu. Ayağa kalkıp üzerine doğru yürümeye başladım. Geri gitmedi. Rolleri değişmiş gibiydik, tek fark; o, boş bakmıyordu. Ne anlama geldiğini bilmesem de bakışları anlam yüklüydü. "Ne istiyorsun? " kolyeyi bana vermek isteseydi şimdiye çoktan verirdi. Anlaşılan benden bir şey isteyecekti. "Neden kendini dilsiz olarak tanıtıyorsun?" sorduğu soru afallamama sebep oldu. Ama cevabım netti. "Ben tanıtmıyorum." sesim ürkütücülüğünü yitirmiş olsada soğukluğunu devam ettiriyordu. "Öyleyse neden sana dilsiz diyorlar?" "Çünkü konuşmuyorum." yeterince suyuna gidiyordum, artık kolyemi vermeliydi. "Neden konuşmuyorsun? " "Neden merak ediyorsun?" daha fazla tahammül edemiyordum saçma sorularına. "Sence ne kadar normalsin? " sanırım bu cümlenin tercümesi 'o kadar anormalsin ki merak etmemek elde değil' di. İması canımı sıksa da yapay bir tebessüm saldım dudaklarıma. "Bir katille normallik seviyemi tartışamayacak kadar!" yüz hatları gerilmişti. Kesin kızıp kolyeyi vermeyecekti. Of dilini eşek arısı soksun Mısra! "Aksi ispat edilinceye kadar herkes masumdur, " "Ve herkes şüpheli." diye tamamladım sözünü. Konuşmuyorum konuşmuyorum konuşunca da susmuyorum. Ayarım yok ki! "Ama en büyük şüpheli sensin gözümde.!" diye devam ettim. "Çünkü görmemen gereken şeyler gördün ve duymaman gereken şeyler duydun. " "Bu da beni görgü tanığı yapar. Ayrıca sabah beni tehdit ederken sağır olmadığımı söylemiştin. Bunu nasıl anladın?" hazır elime fırsat geçmişken aklımdaki sorulardan kurtulmam gerekiyordu, yoksa beynimde soru işaretleri yüzünden boş yer kalmayacaktı. "Tanıklığın olayın seyrini değiştirebilir ama doğru sonuca ulaştırmaz. Ayrıca eğer sağır olsaydın dün arka bahçede bizi duymazdın. Ve eğer bizi duymasaydın, bu sabah onu ölü bir şekilde gördüğünde bana öyle bakmazdın!" ya o çok zekiydi ya da ben bazı ayrıntıları gözden kaçırıyordum. Her iki ihtimalde canımı sıkmıştı. "Kolyemi ver! " sesim ilk seferki gibi ürkütücü çıkmasa da kesinlik barındırıyordu içinde. "Henüz değil!" "Bak, ne istersen yaparım. Yeter ki kolyemi ver!" biraz daha devam ederse yalvarmaya başlayacaktım sanırım. "Niye bu kadar önemli? " " Hı? " sorusu fazlasıyla afallamama neden olmuştu. Ciddi miydi? Bir katille bunu mu konuşacaktım cidden?! Ama bakışları fazla ciddiydi. Yapacakları alacağı cevaba bağlı gibiydi. "Bir insan öldürüldü. Sen bu konuda, her ne kadar bana yetersiz gelse de, diğer insanlar için çok fazla şey biliyorsun. Ve eminim vicdan azabı çekiyorsun. Neden bir kolye uğruna vicdanına sırt çeviriyorsun?" kaçırdığı bir şey vardı,ben vicdan azabı çekmiyordum. Çünkü onu ihbar edecektim. Ama bunu ona söyleyecek değildim. Her ne kadar cevap vermek istemesem de gözlerinde gördüğüm merak beni cevap vermeye itti. Ve verdiğim cevap yıllar önce verdiğimle aynıydı. "Nefes alabilmem için o kolyeye ihtiyacım var." gözlerinden bir anlık bir parıltı geçti ya da sokak lambasının ışığı sonsuzu andıran mavi gözlerinde bir anlık misafir oldu. Emin değildim. "Bir şartla onu sana veririm! " sanki kendine ait bir şeyi istiyormuş gibi şart koşması fazla ukalâca olmuştu ama el mahkumdu ne isterse yapacaktım. "Ne istiyorsun?" "Yanımdayken susmamanı!" ağzından çıkan sözler beynimde anlamlı bir bütün oluşturduğunda gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. "Na..Nasıl yani?" kekelemiştim ama kekelememek elde değildi. "Duydun işte." hah! Adama bak resmen konuşmamı istiyor benden. "Ne gibi zamanlarda?"umarım beni zora sokacak zaman ve mekanlar olmazdı. "Ne zaman istersem." diye kelimeleri belirte belirte söylemişti. "Koşulları bilmezsem, anlaşmayı nasıl kabul edebilirim?" kollarımı göğsümün altında birleştirerek baktım ona. Avcunda sakladığı kolyeyi tekrar ortaya çıkarırken konuştu. "Sence pazarlık hakkın var mı?" beni nasıl vuracağını iyi biliyordu. Ve lanet olsun ki buna onu ben göstermiştim. Kolyenin benim zaafım olduğunu çok kolay bir şekilde anlamıştı. "Eğer kolyemi bana vermezsen, dün gördüklerimi ve duyduklarımı polise anlatırım." diye saçma sapan bir tehdit savurdum. Bunu zerre kadar umursamayacağını biliyordum ama yine de karşısında sus pus olmak istemediğimden aklıma geleni söylemiştim işte. "Dilsiz taklidi yaparken mi?"savurduğum o saçma tehdidi gereğinden fazla ciddiye almış gibiydi. "Bir şeyler anlatmanın tek yolu konuşmak değildir. " Onu kendi cümlesiyle vurmuştum. Tek kaşını havaya kaldırıp alayla bana baktı. "En azından balık hafızalı değilsin. Bak bu iyi işte. Ayrıca kime neyi anlatmak istiyorsan anlatabilirsin." hayretle kaşlarım çatılmıştı. "Daha bu sabah beni bu yüzden tehdit eden sen değil miydin?" "Eğer sabah söyleseydin, kendimi aklayacak kadar delil bulamazdım. Ama şimdi istediğini söyleyebilirsin. " kesinlikle blöf yapıyordu ve ben bu blöfü yemeyecektim. "Kolyemi ver!" yine dönüp dolaşıp aynı yere geliyorduk ve bu canımı sıkıyordu. Kardelen gibi temiz bir çiçeğin, onun kan kokan ellerinde daha fazla kalmasını istemiyordum. "Arkanı dön." "Ne?" bana doğru yaklaşıyordu. Adımları tam önümde durdu. Bıkkın bir nefes verdi. "Sorgulama! Tekrar etmeyeceğim, arkanı dön!" şansımı zorlamadan arkamı döndüm. Arkadan ellerini boynuma doğru uzattı ve saçlarımı sağ tarafıma doğru topladı. Diğer kokuyu bilmiyordum ama vanilya bağımlılık yapar mıydı? Her an müptelası olabilirdim çünkü. Kolyeyi boynuma taktı ama çekilmedi aksine kulağıma doğru iyice yaklaştı. Ferah nefesi kulağımın arkasına değiyor ve bütün bedenimde elektrik etkisi yaratıyordu. Fısıltısı dolgun dudaklarından dökülüp kulağıma değdi. "Ait olduğun yerde kal, Kardelen."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD