bc

İMPERİUM-SOLİRİTH

book_age18+
13
FOLLOW
1K
READ
dark
powerful
royalty/noble
bxg
campus
another world
seductive
like
intro-logo
Blurb

"Seni istiyorum. Her bir parçanı. Ruhunu, kalbini ve aklını.”

Kıyametin sesi yükseldi. Sesi tüm evrenlere kıyamet getirendi. Unutulmuş bir efsanenin, tarihin tozlu raflarından yükselen kitabı gibi bedeni suyun üzerinde belirirken göğe erişti. Ebediyeti tek bir faninin aklıyetin de sınırlandırılmıştı. Tüm ilahi varlıkların kapana kısılacağı güçte ki, okyanuslarla kaplı aklın sınırları içinde okyanusun dibinde ki zincirlere vurulmuştu. Unuttun mu beni diye baktı mavi gözlere ya da hiç hatırlayabildin mi beni diye kuşkuyla kısıldı gözleri. Sonra emin oldu; hiç vakıf olunmamıştı ki varlığına. Yıllarıdır zihin okyanuslarının dibinde uykuya çekiliydi.

Hiç hatırlanmamıştı ki unutulsun. Ama o varlığının yok ediş amacını hiç unutmamıştı. Sesi kıyameti getirirdi. Evrenler haykırışıyla kıyamete sürüklenir ve nihayet şarabı sunulurdu. Yaratılış gayesini hatırladı. Acısını çıkaracağı mavi gözlere baktı. Fani bilir gibi baktı gözlerine. Her şey bilir gibi ve farkında olan yüz ifadesi zaman gibi donuktu. Zihin okyanuslarında zaman akmazdı. Kadim olanı hatırlamakta güçlük çekiyordu. Okyanuslardan kız fısıldıyordu. Kadim olanı hatırlayamıyorsa da yaratılış gayesini biliyordu.

Kıyametin sesi apaçık bir gerçekle bu evrenin sonunu da getirmek için öfkeli bir haykırışla yankılanacaktı.

“Beni isteyebilirsin ruhunu ele geçirebilirsin hatta kalbimi bile fethedebilirsin ama aklıma hükmetmek buna senin gücün yetmez.” Korkak bakışlardan öte cesur gözler kıyametin sesini tanır bilir hale bürünmüş bakışlarla örtülüydü. “Sûr.” Kıyamet getirenin ismi anıldığında kıyamet getirenin gözleri irileşti. “Düşmüşlerin unutulmuşu. Lucifer, Yekun, Kesabel, Gadreel gibi düşmüş melekler arasında bile anılmayan ve unutulmuş olan.”

Sûr, bu küstah ama gerçek olan sözleri işitirken öfke, kin ve nefret hisleri yüzünde belirginleşti. “Sen beni tanırken insan kızı ben senin kim olduğunu bile bilmiyorum. Kimsin sen?”

“Anna Maria Mia Valentina.” Sûr ismi duyunca sustu çünkü diyecek bir şeyi yoktu. “Ve sen benim zihnimin içine hapissin.” diye sözlerine devam etti kız gözlerini varlıktan ayırmadan. “İstersem seni okyanusun dibine yeniden hapsederim. Unutulan olursun. Yeniden hatırlanmayan. Bir hiçten ibaret olan. Yoklukta kalan.” Uğursuz bir gülümseme kıvrılan dudaklar da belirdi. “Sen beni isterken Sûr, ben sana zaten sahibim.”

chap-preview
Free preview
SOLİS I
Göğe başımı kaldırıp mavi gözlerimle her baktığımda gökler beni çağırıyor, gibi hissediyordum. İç çekerek başlığımı çıkardım. Terk edilmiş yüksek gökdelenin içine girdim.Betonun tozlu, çatlak yüzeyi ayaklarımın altında inler gibiydi. Paslanmış metal kapıya ulaştığımda duraksadım. Kapı hafif aralıktı, sanki bir zamanlar içeride dolaşan insanların acelesiyle açık bırakılmış gibi. Ellerim istemsizce kapıya dokundu. Metalin soğukluğu içimde bir ürperti oluşturdu ama bu beni durdurmadı. Asansör, ağır ve gıcırdayan bir mekanizma gibi çalışıyordu. Eski, paslanmış bir dişlinin dönme seslerini, yukarı doğru hareket ederken duyabiliyordum. Kabinin içi soğuk, paslı demirin kokusuyla doluydu. Ahşap kaplama zamanla dökülmüş; geriye kalan çıplak metal, parmaklarımla dokunduğumda hafif nemli hissediliyordu. Tavandan sarkan tek bir sarı ışık, titreyerek yanıyor ve asansörün içindeki her şeyi solgun bir ışığa boğuyordu. Her katta, duvara kazınmış paslı numaralar yavaşça yukarı kayarken, bu yapının yaşını ve yorgunluğunu hissediyordum. Sonunda, kulenin en üst katlarından birine ulaştığımda asansör sarsılarak durdu. Kapılar, zorla açılırmış gibi ağır bir homurtuyla aralandı. Önümde dar bir koridor uzanıyordu. Koridorun metal duvarları, zamanın izlerini taşıyor; üzerlerinde nem lekeleri, pasla doluydu ve köşelerinde biriken örümcek ağları vardı. Zemine basarken, döşemeler hafifçe gıcırdadı. Her adımda, bu binanın yavaş yavaş çürüyen ruhunu hissediyordum. Koridorun sonunda, beni bekleyen büyük bir pencere var. Tavanın hemen altından zemine kadar uzanan, geniş bir cam vardı. Çerçevesi paslanmış, cam yüzeyi çatlaklarla doluydu. Yılların ağırlığı camın üzerinde ince çizgiler bırakmış; bir kısmında ise öyle büyük bir çatlak var ki, ışık burada bükülüp kırılıyordu. Yaklaşıp camın önüne durdum. Cam soğuk; elimi koyduğumda cildime işleyen bir serinlik verdi. Üzerimdeki mavi gri tonlarındaki üniforma, şeffaf yansımamda ayırt edilebiliyordu. Kumaş, vücudumu sararken her hareketimde hafif ama sağlam bir his uyandırıyor, görevimin zorlu ruhunu hissettiriyordu. Göğsümü saran korse, nefes almakta beni zorlasa da, aynı zamanda gövdemi yakın dövüşte darbelerden koruyordu. Omuzlarımda, taş gibi sert ama şaşırtıcı şekilde hafif olan metal plakalar bulunuyor; her biri, şehrin yapılarından ilham alarak hem koruyor hem de zarif bir estetik sunuyordu. Kollarımda, ince zincir zırhlar, hareket özgürlüğü tanırken aynı zamanda güvenliğimi sağlıyordu. Karşımda, Lytheris'in devasa binaları uzanıyordu. Pencereden dışarı baktığımda, şehrin muazzam büyüklüğü ilr çürüyen ihtişamı karşım. Gökyüzü, sisli bir maviyle karışmış gri bulutlarla kaplıydı. Aşağıda, bina kalıntılarından ve metruk yapılarla dolu, iç içe geçmiş sokaklardan oluşan karmaşık bir ağ gözlerime çarptı. Zaman, bu şehri tüketirken, geriye yalnızca karanlık bir ihtişam bırakmıştı. İleride, devasa kuleler, gökyüzüne ulaşmaya çalışan taş heykeller gibi dimdik duruyordu; ancak birçoğunun tepesi parçalanmış ya da bükülmüş, zamanın acımasız ellerine boyun eğmişti. Şehir, gökyüzüne meydan okuyan kuleleri, dar sokakları ve birbirine dolanmış köprüleriyle nefes kesici bir karmaşanın içinde. Her bir taş, her bir yapı, insanoğlunun elleriyle yoğrulmuş, zamanla yıpranmış bir mühendislik harikası denilebilirdi. Kuleler, gökyüzüne doğru yükselirken sanki bir yarış içerisindeler. Her biri bir diğeriyle rekabet eder gibi daha yüksek, daha sivri olmayı amaçlamış. Bazıları taş yapılar, yosunla kaplanmış ve köşeleri çatlamış. Diğerleri ise metal ve camdan, daha yeni görünüyor ama yine de Lytheris'in sert iklimine ve zamanın yıkıcılığına yenik düşmüştü. Bu kulelerin etrafında, her biri ayrı yollara giden köprüler var. Kimi köprüler taş kemerlerden oluşuyor, kimisi ise sallanan ipler ve çürümüş tahtalardan. Yüksekteki bu yapılar, şehrin karmaşık dokusuna zarif bir şekilde bağlanmıştı. Bazı köprüler hala kullanılıyordu. Aşağıya baktığımda, dar sokaklar binaların gölgelerinde kayboluyor. Sokakların labirent gibi dolandığını görüyordum; her biri başka bir köşeye, başka bir suça açılıyordu. Bu düşünce beni güldürdü. Bazı sokaklarda kalabalık bir insan seli, omuz omuza ilerliyor. İnsanlar Pazar yerlerinde bağırıyor, ellerindeki eski fenerlerin ışığında ticaret yapıyordu. İtiraf etmeliyim ki, gece pazarların da her şeyi bulabilirdik. Diğer sokaklar ise neredeyse terk edilmiş, karanlık ve sessizdi. Lytheris’in gökyüzü, devasa bir gri örtü seriliydi. Gökyüzünü kaplayan bulutlar, şehre akşamın boğuculuğuna asılı bir ağırlık bırakıyor. Arada bir, bulutların arasından süzülen ışık huzmeleri, kulelerin yüzeyine vuruyordu. Bu ışıklar, şehrin karanlık yüzeyine bir sıcaklık katıyor, ama aynı zamanda bu sıcaklık, hızla kaybolan bir rüya gibiydi. Camın önünde dururken, ellerimi belimde birleştirdim ve bakışlarımı aşağıdaki kaosa sabitledim. Burada, yüzyıllar önce kurulmuş bir düzenin yankıları, rüzgarla birlikte dinliyordum. Gökyüzünde süzülen zeplinler hâlâ hareket halindeydi. Parıldayan ışıkları, sisli havanın içinde solgun izler bırakıyordu. Bu görüntüde bir melankoli vardı. Sıkıntıyla iç çektim. Arkamda, koridorun uzak köşesinden adım sesleri yükseldi. Hafif ayak sesi, metal zeminde yankılanarak kulağıma ulaştı. Hemen döndüm. Siluet, karanlığın içinden belirginleşti. Orta boylu, ince yapılı bir figürdü. Başındaki pilotkayı düzeltirken durdu elini kalbine götürdü, göğsüne sertçe vurdu ve sağ ayağını sol ayağına çarparak bana selam verdi. Yüzünün bir kısmı gölgede kalıyordu. Siyah saçlarını sıkı bir topuz yapmıştı ve menekşe renkli gözlerini bir kez bile kırpmamıştı. Başımla onu selamladım. İznimi aldığında adımlarını kararlılıkla attı ve hemen önümde durdu. “Emirlerinizi yerine getirdik General,” dedi derin ve yankılı bir sesle. Sesinde bir tür yorgunluk, ama aynı zamanda bağlılık vardı. Yavaşça askeri süzdüm. Üzerindeki pelerin açıldı ve altından eski ama zarif bir zırh ortaya çıktı. Onunla benim zırhım arasında benzerlikler vardı. Armasının gerçek olup olmadığını kontrol ettim. Bazen isyancılar ya da köstebekler orijinal armanın sahtesini yapar ve aramıza sızarlardı. “Güzel,” dedim, ellerim hala belimdeyken, ardından yeniden Lytheris'e baktım. “Daha önce görmediğim bir yüz. Yenisin, adın nedir... asker?” “Ben... Milena efendim,” dedi. Yüzünü hafifçe kaldırdı ve genç yüzü biraz daha ortaya çıktı, yumuşak yüz hatları onu biraz kırılgan gösteriyordu. “Ve siz de Anna Maria Mia Valentina olmalısınız. General...” Bakışlarında ki hayranlığı anlamak zor değildi. “Sizi buraya çağırdık ama geleceğini sanmıyorduk. Burada olmanız inanılmaz.” Gözlerim Milena’nın yüzüne odaklandı. Duyduğu hayranlık, uzun yılların verdiği soğuk ve sert maske içinde küçük bir kırılma gibi görünse de, ifadesi gözlerimiz kesiştiğinde hemen eski haline döndü. Bir asker olarak, bu tür duygusal reaksiyonları çevresindekilerden saklamak zorundaydı. Lytheris’e gelmiş ve anlaşmamız üzerine istediğim bu yerde bulumuştuk. “Milena,” dedim, sesi sert ve kararlıydı. “Beni burada görmek inanılmaz olmamalı, ben buradayım çünkü görevim bu. Bu, yalnızca bir görev, benim sorumluluğum.” Milena başını hafifçe eğdi ve, “Elbette efendim.” diye mırıldandı. Ancak hala gençliğinden gelen bir güvenle duruyordu. Omuzlarını dikleştirdi. “Bize verilen istihbarat doğru çıktı. İsyancıları yakaladık.” “Hm,” dedim, belimde ki kemeri düzeltirken. Silahlarım kılıfların içindeydi gümüş kabzaları parlıyorlardı. “Kaç kişi?” “Yedi kişi” diye yanıtladı Milena, “Ancak hiçbirini konuşturamadık. Onlar birbirlerine sadıklar...” Milena’nın gözlerindeki yoğun nefret bakışını fark ettim. Bu kadar genç birinden böyle nefret dolu bir bakış görmeyi beklemezdim. Ancak, görevlerini yerine getirme arzusu sanırım bu öfkesinin temelini oluşturuyordu. “Neredeler?” diye sordum, sert bir tonla. Sesim içeride yankılanmıştı. “Anlaşılan kişisel bir sorgulama gerekiyor. Onlarla yüz yüze konuşmak isterim.” Milena’nın gözleri bir an için dondu. “Elbette.” Hızla geriye adım attı, dikkatli bir şekilde dönerek, “Size yolu göstereyim.”

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

İNCİ TANESİ

read
11.1K
bc

Hayaletin Avukatı

read
15.9K
bc

Geyna-Layon'un Fısıltısı

read
1.3K
bc

AŞKIN KÜLLERİ [ YENİDEN DOĞMAK ]

read
7.4K
bc

KARANLIĞIN GİZEMİ

read
6.3K
bc

ŞAHİT OLDUM!

read
4.3K
bc

Küçüğüm +21

read
92.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook