İSYAN

1553 Words
Toygar, ve Uğur kısa bir selamlaşma faslından sonra yan yana taburelere oturdular. Uzun zamandır görüşmemişlerdi ve bu tesadüf, gecenin havasını bir anda değiştirdi. “Oğlum, yüzünü gören cennetlik!” dedi Uğur, sesinde hem samimiyet hem de hafif alaycı bir tonla. “Bu dönem İzmir’de kaç kere aradım seni, hadi buluşalım dedim, hiç oralı olmadın. Neredeydin lan sen?” Toygar, Uğur’un bu sitemine alışkındı. Adamın enerjisi, her zaman bir yandan eğlenceli, bir yandan da yorucuydu. Tam cevap verecekti ki barmen, o bildik cool tavrıyla Toygar’a dönüp, “Ne alırsınız?” diye sordu. Toygar, göz ucuyla Uğur’un elindeki bardağa baktı. Kadehinde koyu amber renkli bir içki, muhtemelen viski, hafifçe sallanıyordu. “Aynısından olsun,” dedi Sonra Uğur’a dönüp, “Bu sene dersler çok ağır, valla. Dışarı çıkacak vakit bulamıyorum ki. Sabah akşam kafa patlatıyorum, hocalar nefes aldırmıyor,” diye ekledi. Uğur, Toygar’ın yüzüne dikkatle baktı. “Şu yüzünün haline bak, resmen çökmüşsün oğlum,” dedi, “Arkanda koskoca Kazvanoğulları aşireti var, be! Kendini bu kadar kasma, bırak biraz hayatın tadını çıkar. Ne bu böyle, robot gibi yaşamak?” Bu laf, Toygar’ın sinirlerini germek için birebirdi. Uğur’un her buluşmada aşiret muhabbetini açması, Toygar’ın sabrını taşırıyordu. Ailesinin, aşiretinin gücü, parası, nüfuzu… Ama o, bunların hiçbirine yaslanmak istememişti. “Benim ne aşiretin gücüne ne de parasına ihtiyacım var,” dedi, sesi keskin ama kontrollü. “İdeallerimin peşindeyim. Aşirete güvenseydim, hukuk okumazdım. Otururdum bir köşede, keyfime bakardım.” Uğur, Toygar’ın sinirlendiğini fark edince konuyu uzatmak istemedi. Hemen havayı yumuşatmak için başka bir konuya geçti. “Enişten ölmüş, başın sağ olsun,” dedi, sesi bu kez daha ciddiydi. “Şehir dışındaydım, cenazeyi bir saat önce evde aileden öğrendim.” Toygar, başını hafifçe eğdi. “Sağ ol,” dedi, Günahı kadar sevmediği Ali İhsan’ın ölümüne zerre üzülmüyordu. Adam ölmüştü ama lanetini üzerlerine bırakmıştı sanki. Uğur’un baş sağlığı dilemesi berdeli hatırlattığından göğsünün sıkıştığını, nefes alamadığını hissetti. İç sıkıntısından neredeyse patlayacaktı. Bir an, Uğur’a bu konudan bahsetmeyi düşündü; Hayat ile yapılacak berdelin ağırlığını, ailesinin beklentilerini, kendi idealleri arasında sıkışıp kalması… Belki biriyle dertleşirse sıkıntısı azalırdı. Ama sonra vazgeçti. Onun yerine, “Okul nasıl gidiyor?” diye sordu, konuyu tamamen değiştirmek isteyerek. Uğur, her zamanki rahat tavrıyla. “Nasıl olsun, bildiğin gibi işte." dedi. "Takıntısız ilerliyorum. Sınavlar, hocalar, aynı tas aynı hamam. Lale nasıl?” Lale… Onu hatırlayınca Toygar’ın kalbi acıdı. Geçen yıl İzmir’de Uğur’la buluştuklarında, her ikisi de kız arkadaşlarını getirmişti. Uğur, Lale’yi o buluşmadan tanıyordu. Toygar’ın cevabı kısa ve net oldu: “Bitti o.” Dedi. “Siz Yasemin’le nasılsınız, hala devam ediyor musunuz?” Uğur sırıttı, Övünür gibi “Onun üzerinden en az beş kız geçti, oğlum” dedi, “Birkaç kere s*ktikten sonra hevesim kaçıyor, beni biliyorsun. Şimdi bizim üniversiteden başka biriyle çıkıyorum.” Toygar, Uğur’un üslubundan rahatsız oldu. Kadınlar hakkında böyle konuşan, onları cinsel birer obje gibi görüp kullanan erkeklerden nefret ediyordu. Defalarca Uğurla bu konuda konuşmuşlardı ama adam ısrarla bildiği gibi konuşuyordu. Bu yüzden bu yıl okul başladığında Uğur’la arasına mesafe koymuştu. Lale’yle onu aynı ortama sokmamıştı. Toygar içkisini yudumlarken Uğur’un arkasından genç bir kadın yaklaştı. Uzun, dalgalı saçları ve kendinden emin bir yürüyüşü vardı. Kadın, Uğur’un arkasında durdu, gözlerini elleriyle kapattı ve kulağına eğilip, “Bil bakalım ben kimim?” dedi, sesinde cilveli bir tonla. Uğur, hiç tereddüt etmeden, “Aşkımsın,” dedi ve dönüp kadını öptü. İkisi bir an sarılıp öpüştüler, sanki etrafta kimse yokmuş gibi. Toygar bile bu ateşli öpüşmeden utanıp başını yere eğdi. Uğur, kadını Toygar’a tanıttı. “Eva,” dedi. El sıkışırlarken Eva, Toygar’a sıcak bir gülümseme yolladı. "Memnun oldum" “Toygarda benim gibi İzmir’de okuyor ama farklı üniversitelerdeyiz” diye açıkladı, Uğur. Eva Uğur’un diğer tarafındaki tabureye oturacakken masalardan birinde oturan bir gruba el salladı. Toygar ve Uğur'a “Hemen geliyorum,” diyerek mini elbisesiyle bardan uzaklaştı. Uğur, Eva’nın arkasından bakarken, Toygar’a “Buradaki yengen,” dedi, gözleri kadının bacaklarında geziniyordu. Toygar kaşlarını kaldırdı. “İzmir’deki kız?” diye sordu, merakla. "Az önce sizin üniversiteden bir kızla çıktığını söylemedin mi?" Uğur her zamanki sırıtışıyla “O başka. O çıtır cepte,” dedi. Ama Hayat’tan bahsetmedi. Onunla ilişkisi Uğur’un hayatında bambaşka bir meseleydi. Hayat’tan hoşlanıyordu, belki onu sevmiyordu ama niyeti onunla evlenmekti. Çocuklarını doğuracak en iyi anne adayıydı. Üstelik Mazlum ağanın kızıydı. Ancak bu ilişkiyi açık etmek, başına bela açabilirdi. Hayat’ın babası ve abileri, çıktıklarını öğrenseler, asla hoş karşılamazlardı. Hele ki evlenmeden önce birlikte olduklarını duysalar ikisi için de ölüm fermanı sayılırdı. O yüzden sustu, konuyu geçiştirdi. Eva kısa süre sonra geri döndü, Uğur’un elini tuttu ve ona doğru eğildi. “Hadi, benim eve gidelim,” dedi, sesinde davetkâr bir tınıyla. Uğur, tabureden inerken, “Gidelim tabii yavrum,” dedi, Vedalaşırken Toygar’ın kulağına eğilip, “Bu gece bana uyku yok,” diye fısıldadı. Ardından yakın zamanda haberleşip görüşmeyi istediğini söyledi. Toygar “Haberleşiriz” diyerek onu geçiştirdi.Çünkü çocukluktan beri tanısa da Uğur o yıllardaki tanıdığı Uğur değildi. Zaman çok değiştirmişti onu. Artık arkadaşlığından eskisi kadar keyif almıyordu. Bel altı muhabbetleri, sürekli kadınlardan konuşmak Toygarı sıkıyordu. Uğur ve Eva, barın çıkış kapısına doğru ilerlerken, Toygar onların arkasından baktı. İçinden, “piç!” diye geçirdi. Sonra barmene dönüp, “İçkimi yeniler misin,” dedi, bardağına bakmadan. Gece, onun için daha yeni başlıyordu, ama içinde biriken öfke ve hayal kırıklığı, bardağın içindeki viskiden çok daha ağırdı. *** Hayat, geçirdiği kısa baygınlığın ardından kendine geldiğinde, koltukta yatıyordu. Başında toplanmış aile fertlerinin endişeli bakışları altında, hızla koltuktan doğruldu. Sanki az önce bayılan kendisi değilmiş gibi kendini babasının ayaklarının dibine attı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, “Ne olur, evlendirmeyin beni!” diye yalvardı. Kelimeler ağzından hıçkırıklarla beraber çıkıyordu. “Okulum var daha, benim kocayla ne işim olur? N’olur baba, n’olur babaanne, amca… Bırakın okuyayım! Allah aşkına beni vermeyin!” Babası Mazlum, gözlerinde öfke parıltılarıyla kızına baktı. Hayat’ın yalvarışları, içini sızlatsa da aşiretin kararına karşı çıkan bir isyanı hoş göremezdi. Töre her şeyin üstündeydi. Kızının kolundan sertçe tutup onu ayağa kaldırdı, “Ağlamayı kes Hayat!” dedi, dişlerini sıkarak. “Aşiret kararını verdi. On beş güne kadar evleneceksin dedim sana. Bunun dönüşü yok artık, anladın mı?” Annesi Selime, kocasının öfkesini dengelemek ister gibi araya girdi. Sesinde bir umut ışığı, ama aynı zamanda boyun eğmiş bir teslimiyet vardı. “Okuluna da devam edeceksin kızım,” dedi, Hayat’a bakarak. “Çocuk da senin gibi İzmir’de okuyormuş. Bak, ne güzel, okuluna devam edebileceksin. Ailesi anlayışlı çıktı, modern insanlar.” Annesinin bu sözleri, onun içindeki isyanı dindirmek yerine daha da körüklüyordu. Çünkü Hayat’ın kalbi, Uğur için atıyordu. Onu seviyordu, ona teslim olmuştu. Uğur’la geçirdiği her an, onun ruhuna kazınmıştı. Başka bir adamla, tanımadığı, hissetmediği biriyle nasıl bir hayat kurabilirdi? Üstelik bekaretini de kaybetmişti. Öfkesi, korkusu ve çaresizliğiyle birleşti; Cesaretini toplayıp babasının karşısına dikildi, gözlerini onun gözlerine kilitleyerek, “Evlenmeyeceğim!” diye bağırdı. Bu, Hayat’ın babasına ilk baş kaldırışıydı. “Beni lanet törenize kurban edemeyeceksiniz!” Mazlum’un gözlerinde bir anlık şaşkınlık belirdi, ama o şaşkınlık yerini hemen gururuna dokunan bir öfkeye bıraktı. Mazlum, ağaydı; bir kızın, hele ki kendi kızının, bu kadar insanın önünde ona kafa tutması, sesini yükselterek saygısızlık yapması kabul edilemezdi. Hiç tereddüt etmeden elini kaldırdı ve Hayat’ın suratına sert bir tokat indirdi. Tokadın sesi odada yankılandı, Hayat savrularak yerinde sendeledi. Yanağı alev alev yanıyordu, ama bu fiziksel acı, kalbindeki kırgınlıktan daha hafifti. Amcaları, yengeleri, babaannesi donup kalmıştı; kimse ne yapacağını bilemiyordu. Gözler birbirine bakıyor, ama kimse ağzını açıp tek kelime etmiyordu. Mazlum, karısına dönüp, eliyle ağlamakta olan Hayat’ı işaret etti. “Götür şunu gözümün önünden!” dedi. “Yoksa elimden bir kaza çıkacak şimdi.” Selime, hemen Hayat’ın kolundan tuttu, onu sürüklercesine odadan çıkardı. Kapıyı çektiklerinde Hayat’a “Boşuna direniyorsun kızım,” dedi, “Karar verilmiş, kaderine razı olmaktan başka çare yoktur.” Hayat ağlayarak annesinin gözlerinin içine baktı. Annesi, babasıyla aynı zihniyetteydiler. Ne söylerse söylesin, yalvarışlarının ailesinin fikrini değiştiremeyeceğini anlamıştı. Bu yüzden sustu. Tek umudu Uğur’du. Ona ulaşmalı, her şeyi anlatmalı, bir çıkış yolu bulmalıydı. Cenaze evinden kendi yaşadıkları konağa döndüklerinde odasına kapanır kapanmaz telefonuna sarıldı, Uğur’u aradı. Ama her denemesinde aynı ses karşıladı onu: “Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor…” Gece boyunca defalarca aradı, mesaj attı, ama Uğur’dan tek bir yanıt gelmedi. Her başarısız deneme, Hayat’ın yüreğine bir taş gibi oturuyordu. Uğur neredeydi? Neden cevap vermiyordu? Acaba başına bir şey mi gelmişti, yoksa… Hayat, bu düşünceleri zihninden kovmaya çalıştı, ama kalbi korkuyla doluyordu. Ertesi gün, hasta numarası yaparak yataktan çıkmadı. Kahvaltı bile yapmadı. Öğleden önce anne ve babası cenaze evine gidince, konakta yalnız kaldı. Bir kere daha Uğur’u aradı, yine ulaşamadı. Mesajlarına baktı, mavi tik görünmüyordu. Okumamıştı mesajlarını. Daha fazla dayanamadı; kalktı, aceleyle hazırlandı ve evden çıktı. Ona kalsa ilk gideceği yer Uğur’un evi olurdu ancak ailesi gördükleri an Hayat’ı tanırlardı. Ne diyecekti ki onlara. Sevgili olduklarını anlatamazdı. Şimdi bir de zorla evlendirilmek istenirken bunun duyulmasını hiç istemezdi. Aklına ilk gelen, en yakın arkadaşı Arjin’di. Yolda onu aradı, “Arjin, sana geliyorum,” dedi. “Evdesin dimi?” Hattın ucundaki Arjin, her zamanki neşeli sesiyle cevap verdi. “Yok, evde değilim. Sabah Devaya kahvaltıya geldim, onlardayım. Buraya gelsene!” Arka planda Devanın sesi duyuldu, “Hadi gel, bekliyoruz!” Hayat, ikisinin bir arada olmasına sevindi. “Tamam, geliyorum,” dedi ve telefonu kapattı. Yarım saat sonra, sabırsızca Deva’nın evinin zilini çaldı. Bir an önce onlara her şeyi anlatmak istiyordu. Belki onlar bir fikir verebilirlerdi. İlkokuldan beri en kötü günlerinde hep bir araya gelerek sorunlarına bir çözüm yolu bulmuşlardı. Bu seferde bulabilirlerdi belki. Aceleyle zile ikinci sefer basarken kapı açıldı. Fakat karşısındaki Deva değildi. Onun büyük ablası Eva duruyordu karşısında.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD