Arjin, endişeden çatlamış ses tonuyla, gözlerini Hayat’a dikerek, “Gerçekten kaçacak mısın Hayat?” dedi. “Sizi bulurlarsa ikinizi de öldürürler, bunu biliyorsun. Aşiret affetmez, hele ki böyle bir kaçış… Ne kadar saklanabilirsin ki? Onlar seni her yerde bulur.”
Hayat, derin bir nefes aldı. Birikmiş parası olduğunu söyledi. “Büyük bir şehre gitmek yerine batıda küçük, sakin bir köye yerleşirsek, kimse bizi bulamaz. Kimse oralara bakmaz bile. Dayım… o anlayışlı, ileri görüşlü bir adam. Töreden, aşiretten, bu bağnaz geleneklerden nefret ettiği için yıllar önce Amerika’ya yerleşti. Ondan yardım istesem, beni satmaz. Çevresi çok geniş, belki bizi oraya aldıracak bir yol bulur. O yapar, biliyorum.”
Deva, kaşlarını çatarak başını iki yana salladı. “Bu kadar kolay mı zannediyorsun her şeyi?” dedi, sesinde keskin bir gerçekçilikle. “Sen planını yapmışsın, her şeyi güllük gülistanlık hayal ediyorsun, ama bakalım Uğur ne diyecek. Neden bilmiyorum, ama ona hiç güvenmiyorum. Onda… bir şey var, içimi kemiren bir his.” Deva’nın sözleri, yıllardır biriktirdiği şüphelerin dışa vurumu gibiydi. Hayat’ın gözlerindeki kararlılığı gördükçe daha da hırslanıyordu.
Hayat, Deva’ya ters bir bakış attı, “Okuldayken de pek sevmezdin sen onu,” dedi, “Oldu bitti hep karşıydın çıkmamıza. Her zaman bir bahane buldun, her zaman bir kusur aradın. Neden, Deva? Neden bir kere olsun mutluluğuma destek olmadın?”
Deva, iç çekerek yanıt verdi, “Sadece gerçekçiyim, Hayat. Gerçekleri görmeni istiyorum. Onun yüzünden hayatını mahvediyorsun, ama farkında bile değilsin. İnsanlar yurt dışında bir hayat kurmak için can atarken, sen ne yaptın? Onun yüzünden oradaki okulunu, hayallerini, geleceğini bırakıp buraya, bu cehenneme geri geldin. Yetmedi, şimdi bir de tamamen her şeyini riske atıyorsun. Kaçmak mı? Bu mu senin çözümün? Ömrünü saklanarak geçireceksin!”
Arjin, Deva’nın sözlerine katılarak başını salladı. “Üzgünün Hayat, Deva haklı,” dedi, “Sana düğün gecesini atlatacak bir yol buluruz. Bir şekilde hallederiz. Ama bu kaçış… bu çok tehlikeli. İkinci kez okulundan, geleceğinden olacaksın. Ömrünün sonuna kadar korkuyla, saklanarak yaşayamazsın. Lütfen vazgeç.”
Hayat, birden elini kaldırarak sert bir hareketle konuşmayı kesti. “Yeter!” dedi, Söz konusu Uğur olduğunda gözleri alev alevdi. “Ben kararımı verdim. İkinizin de beni sevdiğiniz için engellemeye çalıştığınızı biliyorum. Ama şunu da biliyorum: Siz hiçbir zaman Uğur’u sevmediniz. Ama ben onu çok seviyorum, neden anlamıyorsunuz? O olmazsa ben de olmam. Hayatımın anlamı o. Onsuz bir hayat düşünemiyorum.”
Kızlar, Hayat’ın gözlerindeki o inatçı kararlılığı görünce bir an sustular. Hayat’ı ikna etmenin imkânsız olduğunu anladılar. Çünkü Hayat böyleydi; kafasına bir şeyi koyduysa, ölse bile vazgeçmezdi. Deva, sonunda pes edercesine iç çekti. “Sen bilirsin,” dedi. “Bu senin hayatın, senin seçimin. Ama lütfen, seni çok sevdiğimizi, bizi asla unutma”
Hayat’ın yeşil gözleri anında kızardı, gözyaşları kirpiklerinde birikti. Bu anın, arkadaşlarını gördüğü son an olabileceğini düşündü. Deva’ya sarıldı, kollarını öyle sıkı doladı ki sanki bir daha hiç bırakmak istemiyordu. “Sizi unutabileceğimi nasıl düşünürsünüz?” dedi, “Biraz zaman geçsin, yeni bir hat alır almaz hemen sizi ararım. Söz veriyorum, iletişimimizi koparmayacağım.”
Arjin de gözyaşlarını tutamadı, Deva ve Hayat’a sarıldı. Üç kız, birbirine kenetlenmiş, sessizce hıçkırıyordu. “Bir şey lazım olursa aramaktan çekinme,” dedi Arjin, sesi duygudan çatallaşmıştı. “Elimizden ne gelirse yaparız, sana her zaman yardımcı oluruz. Unutma, biz kardeşiz.” Bu son sarılışları olduğunu düşündükleri için ayrılmak bir bıçak gibi keskin bir acıyla yüreklerini dağladı.
Uzun, duygu yüklü bir vedalaşma anından sonra Hayat odada tek başına kalmıştı. Hemen gardırobun kapaklarını açtı, birkaç kıyafet çıkardı. Fazla eşya, fazla yük demekti; bu yüzden seçici davranmalıydı. Çantasına sadece iki pantolon, iki kazak ve bir gömlek koydu. Üzerine birkaç iç çamaşırı ekledi. Son olarak, kimliğini ve pasaportunu çantanın gizli bir bölmesine dikkatlice yerleştirdi. Para birikimi, kendi şahsi hesabında güvence altındaydı; ailesinin ya da aşiretin buna dokunamayacağını biliyordu. Diyarbakır’dan ayrıldıktan sonra nakit paraya ihtiyaçları olacaktı, çünkü kart kullanmak iz bırakırdı. Aklına bir plan geldi: Kendilerine güvenli bir sığınak bulmadan önce nakit paralarını altına çevirirlerse, yeni bir hayat kuracakları yerde uzun bir süre altınları bozdurarak geçinebilirlerdi. Bu, en azından bir süre için, onları güvende tutabilirdi.
Hayat, gece yarısına kadar odasında sessizce bekledi. Kalbi göğsünde bir kuş gibi çırpınıyordu; hem heyecan, hem korku, hem de özgürlüğe duyduğu özlem iç içeydi. Konak yavaş yavaş sessizleşti; evdeki herkes uykuya teslim olmuş, sadece gecenin uğultusu kalmıştı. Saat gece yarısını vurduğunda, Hayat eline telefonunu aldı Uğur’u aradı. “Hazırım ben,” dedi.
Uğur, “Biraz daha bekle,” dedi. “Herkesin derin uykuda olduğu bir saat olsun. Saat 03.00’te buluşalım. O saate kadar uyanık kalabilirsin, değil mi?”
Hayat, Uğur’un bu önerisini mantıklı buldu. “Kalabilirim tabii,” dedi, “Sorun yok, beklerim.”
Uğur telefonu kapatmak üzereyken Hayat birden atıldı. “Dur, kapatma!” dedi, sesinde yalvaran bir tını. “Konuşalım biraz. Sesini çok özledim. Günlerdir içim içimi yiyor, seni duymak istiyorum.” Kalbi, sevgilisinin sesine duyduğu hasretle doluydu; sanki o ses ona güç verecek, korkularını bastıracaktı.
Uğur, bir an duraksadı. “Annemler hala uyanık,” dedi. “Onlarla oturuyorduk. Birazdan yatarlar, o zaman daha rahat konuşuruz.” Sesinde bir yorgunluk, belki de bir hüzün vardı. Hayat bunu hissetti ama üstelemedi. Uğur’un ailesiyle geçirdiği bu son saatlerin kıymetli olduğunu biliyordu. Belki de o da, tıpkı Hayat gibi, ailesini yıllarca görememe düşüncesiyle boğuşuyordu. “Sen nasıl istersen, aşkım,” dedi Hayat, sesi yumuşacık. “Ama lütfen, zamanı gelince ara. Bekliyorum.”
Telefon kapanınca Hayat yatağına oturdu, gözleri odanın loş ışığında dalgın dalgın gezinmeye başladı. Kendi ailesini düşündü. Babasının huysuz, aksi tavırları; her şeye karışmayı seven annesinin bitmek bilmeyen nasihatları; abilerinin birbirleriyle didişip duran halleri; küçük kardeşinin ilgi delisi, şımarık ama bir o kadar da sevimli hareketleri… Hepsini özleyecekti, bunu biliyordu. Onları terk etmek, bu konağı, bu hayatı geride bırakmak kolay değildi. Ama başka çaresi yoktu. Aşiret töresi, zorla yapılacak bir evlilik… Bunlar Hayat’ın kabul edebileceği şeyler değildi. Uğur’la kuracağı yeni bir hayat, tüm bu fedakârlıklara değerdi, buna inanıyordu.
Gece saat 03.00’e yaklaşırken Hayat, elinde telefonuyla yatağın kenarında oturuyordu. Heyecanı doruktaydı; kalbi öyle hızlı atıyordu ki, sanki göğsünden fırlayacaktı. Telefon titreşime geçtiğinde neredeyse yerinden sıçradı. Ekranda Uğur’un ismini görünce hemen açtı. “Geldin mi!” dedi, sesi hem umutlu hem de telaşlı.
“Geldim,” dedi Uğur, “Seni bekliyorum. Hemen gel.”
“İki dakikaya oradayım,” diyerek telefonu kapattı Hayat. Kalbi kulaklarında zonkluyordu. Titreyen elleriyle sırt çantasını kaptı, son bir kez odasına göz gezdirdi. Bu odayı, bu evi bir daha göremeyebilirdi. Derin bir nefes aldı, kendine cesaret verdi ve kapıya yöneldi. Kapıyı usulca açtı, başını dışarı uzattı. Konağın içi zifiri karanlıktı; ne bir ışık, ne bir ses. Sanki bütün dünya uykuya dalmıştı. Hayat, bir hayalet gibi, parmaklarının ucunda yürüyerek konağın arka çıkış kapısına doğru ilerledi. Her adımda kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Kilidi el yordamıyla buldu, yavaşça çevirdi. Metalik bir çıtırtı, sessizliği böldü. Korkudan nefesi kesildi; yakalanırsa her şey biterdi. Ama neyse ki korktuğu olmadı. Kapıyı usulca açtı, dışarı süzüldü ve aynı yavaşlıkla kapıyı çekti.
Konağın arka sokağına adım atar atmaz, özgürlüğün kokusunu içine çekti. Sırtındaki çantayla koşmaya başladı.
Bir sonraki sokağa döndüğünde, Uğur’un arabasını gördü. Sokak lambasının soluk ışığı altında bekliyordu. Hayat koşarak arabaya yaklaştı, kapıyı açarken nefes nefeseydi. Uğur, tam o sırada motoru çalıştırdı. Hayat, bir an duraksadı. “Neden ışığın altında bekliyorsun?” dedi, “Bizi görmesinler diye dikkatli olman gerekmez mi?”
Uğur sırıttı, rahat bir tavırla. “Beni gör diye,” dedi. “Gece gece yanlış arabaya falan binmeye çalışırsın, biliyorum seni.” Şakacı bir tonla konuşurken gözleri Hayat’ı süzüyordu. Hayat, bu espriye gülümseyerek karşılık verdi ve bir an bile tereddüt etmeden Uğur’un boynuna atıldı, yanağını öptü. O an tüm korkuları, tüm endişeleri uçup gitmişti.
Uğur, geri çekildi. “Dur kızım, sakin ol,” dedi. “Önce bir buradan uzaklaşalım, şu ateş hattından çıkalım.” Hayat, kıkırdayarak yerine oturdu. Araba hareket etti, karanlık sokaklarda hızla ilerlemeye başladı.
Yolda giderken Hayat, içindeki tüm heyecanı dışa vuruyordu. “Kaç gündür aklım çıktı, Uğur. Başına bir şey geldi sandım” dedi, “Neredeydin? Neden mesajlarıma dönmedin, neden aramadın?”
Uğur, sakin bir şekilde direksiyona bakarak cevap verdi. “Az sabret, anlatacağım,” dedi. Sesinde bir dinginlik vardı, ama Hayat bu dinginliğin altında bir şeylerin saklı olduğunu hissetti. Yine de üstelemedi, çünkü Uğur’un yanında kendini güvende hissediyordu.
Yarım saate yakın bir süre yol aldılar. Hayat, neşeyle gelecek planlarından bahsediyordu. “Ege’de küçük bir kasaba buluruz,” diyordu, gözleri parlayarak. “Deniz kenarında, sakin, kimsenin bizi tanımadığı bir yer. Paramız var, bir süre idare eder. Orada yeni bir hayat kurarız, Uğur. Sonsuza dek mutlu oluruz, sadece ikimiz.” Sözleri umut doluydu, sanki tüm zorluklar geride kalmış gibi konuşuyordu. Uğur ise sadece dinliyordu. Arada başını sallıyor, ama pek yorum yapmıyordu. Hayat, onun bu sessizliğini heyecana yordu; belki o da kendi hayallerini kuruyordu.
Bir süre sonra Uğur, şehir dışına yakın, ıssız bir yerde arabayı durdurdu. Etrafta ne bir ev, ne bir bina, ne de tek bir ışık vardı. Sadece uçsuz bucaksız tarlalar uzanıyordu, karanlığın içinde kaybolmuş gibi. Hayat, kaşlarını çatarak etrafına baktı. “Neden buraya geldik?” dedi, sesinde bir huzursuzluk beliriyordu. “Bu ne böyle, niye durduk?”
Uğur, hiçbir şey söylemedi. Direksiyona bakıyor, sessizliğini koruyordu. Hayat’ın sorusuna cevap vermeyişi, içindeki huzursuzluğu büyüttü. “Konuşsana, Uğur” dedi Hayat, bu kez sesini yükselterek. İçinden bir his, her şeyin düşündüğü gibi olmadığını fısıldıyordu. Kalbi yeniden hızlandı, ama bu kez özgürlük heyecanı değil, belirsiz bir korkuyla.
Uğur, direksiyona sıkıca tutunarak başını öne eğdi “Yapamam Hayat,” dedi, “Bulurlarsa bizi öldürürler. Aşiret peşimizi bırakmaz, bunu sen de biliyorsun.”
Hayat, duyduklarına inanamadı. Bir an için kulaklarının onu yanılttığını, Uğur’un böyle bir şey söylemiş olamayacağını düşündü. Şaka sandı, çünkü başka türlüsü aklına sığmıyordu. “Korktuğunu söyleme sakın,” dedi, sesinde hem alay hem de umutsuz bir yalvarış. Gözleri Uğur’un yüzünde, bir umut kırıntısı arıyordu. “Sen… sen korkuyor olamazsın, değil mi?”
Uğur, gözlerini yola dikmiş, cevap vermekte zorlanıyordu. “Korkmuyorum tabii,” dedi. “Ama sonsuza kadar kaçarak, saklanarak yaşamak bana göre değil. Bu hayat değil, bu eziyet. Sürekli diken üstünde, sürekli korkuyla… Ben bunu yapamam, Hayat.”
Hayat’ın kulaklarında bu sözler bir bomba gibi patladı. Öfkesi, hayal kırıklığıyla birleşip içini kavurdu. “Hani çok seviyordun beni?” diye bağırdı, sesi titreyerek. “Hani benim için ölürdün, dünyayı yakardın? Bana bunları söylerken gözlerimin içine bakıp yemin etmemiş miydin?” Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı, ama öfkesi gözyaşlarından baskındı. “Evlilik planların, hayallerimiz… Hepsi yalan mıydı?”
Uğur, ellerini direksiyona daha sıkı bastırdı. Parmakları ritmik bir şekilde tempo tutuyor, sanki bu hareketle kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. İçinde biriken öfke onu yiyip bitiriyordu. Berdel yüzünden tüm planları altüst olmuştu. Mazlum’un damadı olmayı hayal ederken, Hayat’ı Toygar’la evlendirmeye zorluyorlardı. Bu saçma düzen, onun da hayatını mahvetmişti. Yine de sakin kalmaya çalışarak, “Evet, seni seviyorum,” dedi, sesi soğuk ve mesafeli. “Ama buraya kadar. Daha ileri gidemem.”
Hayat’ın gözyaşları artık kontrol edilemez bir şekilde akıyordu. Kalbi kırılmış, hayalleri paramparça olmuştu. “Biz seninle yattık, unuttun mu?” dedi, sesi hıçkırıklarla bölünerek. “Karımsın diyordun bana. Bana sözler verdin, Uğur. Ben sana her şeyimi verdim!” Sesi, hem yalvarış hem de suçlamayla doluydu. O an, tüm dünyasının Uğur’un ellerinde dağıldığını hissediyordu.
Uğur’un yüzü gerildi, kaşları çatıldı. Öfkesi artık saklanamaz hale gelmişti. Hem planlarının suya düşmesi, hem de Hayat’ın duygusal sözleri onu çileden çıkarıyordu. Cebinden sigara paketini çıkardı, ardından da Eva’nın hediye ettiği çakmağı eline aldı. Çakmağı yakarken, Hayat gördü. Kalbi bir an durdu. Eva’nın iki gün önce gösterdiği, üzerinde özel işlemeler olan o çakmaktı. Uğur, Hayat’ın şaşkın bakışlarını fark etmeden, “Ben seni zorla s*ikmedim ki,” dedi, sesi iğneleyici ve acımasız. “Altıma gönüllü yattın. Bozdurmasaydın kendini.”
Bu sözler, Hayat’ın dünyasını bir kez daha yerle bir etti. Aynı anda aldatıldığını ve kullanıldığını anlamıştı. Kalbi buz kesti, sanki ruhu bedeninden çekilip gitmişti. Gözleri, Uğur’un elindeki çakmağa kilitlenmişti. O çakmak, Eva’nın elinde parladığında hafızasına kazınmıştı; şimdi ise Uğur’un elinde, ihanetin somut bir sembolü gibi duruyordu. Hayat, donakalmış, ne söyleyeceğini bilemez haldeydi. Sanki ruhunu kaybetmiş gibi hissediyordu kendini.
Uğur, Hayat’ın üzerinden eğilip torpido gözünü açtı. Her zaman orada bulundurduğu kolonya şişesini çıkardı. Kapağını açtı ve dalga geçer gibi şişeyi Hayat’a doğru uzattı. “Alkol belki seni kendine getirir, ferahlarsın” dedi
Hayat, ona öylece baktı. Her şeyini verdiği, sonsuz güvendiği adam bu muydu? Bu iğrenç, alaycı adam, onun için dünyayı yakacağını söyleyen Uğur muydu? Kolonya şişesini sertçe çekip aldı ve arabadan dışarı fırladı. Soğuk gece havası yüzüne çarptı, ama o an hiçbir şeyi umursamıyordu.
Uğur, bağırarak peşinden indi. “Soğukta manyak mısın kızım sen!” dedi, sesi öfkeli ama bir o kadar da umursamaz. “Bitti Hayat. Kızlık senin sorunun, benim değil. Bir şekilde halledersin sen.”
Hayat, inanılmaz bir sakinlikle durdu. Öfkesi, acısı, hayal kırıklığı… Hepsi bir anda dindi, yerini soğukkanlı bir kararlılığa bıraktı. “Bana bir sigara versene,” dedi, sesi ürkütücü derecede sakin. Uğur, bir an şaşırdı ama cebinden sigara paketini çıkardı ve Hayat’a uzattı. Her sevişmelerinden sonra, arada bir sigara içerlerdi; bu, onların küçük bir ritüeli gibiydi.
Hayat, “Çakmak,” dedi, aynı sakinlikle. Uğur, çakmağı yaktı, ama Hayat onun yakmasına izin vermeden çakmağı elinden kaptı. Parmakları metale dokunduğunda, emin oldu. Eva’nın gösterdiği çakmaktı bu. Üzerindeki işlemeli desenler, o an hafızasında bir kez daha canlandı. Sigarasını yaktı, derin bir nefes çekti ve dumanı Uğur’un yüzüne üfledi. “Evleneyim ben,” dedi, “Ama senden bir isteğim olacak.”
Uğur, Hayat’ın bu sakinliğine şaşırarak kaşlarını kaldırdı. “Seni dinliyorum,” dedi, merak ve kibir karışımı bir ifadeyle.
Hayat, gözlerini Uğur’un gözlerine kilitledi. “Evlensem de, her isteğimde gelip bana koyacaksın,” dedi. “Şartlar uygun olduğunda yani. Seni çok sevdiğimi biliyorsun, seni asla unutamam.” İşittikleri Uğur’un egosunu okşadı. Gülümsedi. İçten içe vazgeçilmez olduğunu düşünüyordu. İlkler unutulmazdı, değil mi?
“Sen ciddi misin?” dedi Uğur, sırıtırken Hayat’a biraz daha yaklaştı. Hayat, hiç tereddüt etmeden, “Çok ciddiyim,” dedi. Konuşurken elini Uğur’un pantolonunun üzerinden yavaşça kaydırdı, onun aletine dokundu. Parmakları usulca hareket ederken, Uğur’un nefesi hızlandı. Dokunuşları, Uğur’u baştan çıkarırken sertleşmesine neden oluyordu.
Uğur, gülerek başını salladı. “Sana söylediklerimden sonra sakso çekeceğini söyleme sakın,” dedi, sesinde kibirli bir zafer havası. Hayat, onun gibi güldü, “Neden olmasın,” dedi, ve yavaşça Uğur’un pantolonunu ayak bileklerine kadar indirdi. Ardından yere çöktü, elini onun aletine götürdü ve okşamaya başladı. Uğur’un nefesi daha da hızlandı. Elindeki sigarayı yere fırlattı, sırtını arabaya yasladı. Hayat’a “Ağzına al,” dedi, sesi emreder bir tonda, “Başını somur!”
Hayat, Uğur’un dediğini yapmak için kendi sigarasını yere attı, dumanı toprağa karışırken dizlerinin üzerine çöktü. Uğur’un aletini ağzına aldı, aynı anda, arabadan inerken montunun cebine soktuğu kolonya şişesinin kapağını usulca açtı, tıpasını sessizce çıkardı. Zifiri karanlık, hareketlerini gizliyordu; Uğur, onun ellerinin ne yaptığını göremiyordu. Uğur, başını geriye atıp bozuk, yıldızsız gökyüzüne bakarken inledi. “Gelecek,” dedi, sesi zevkten titrerken. “Yanıyorum kızım, böyle devam et, harikasın.”
Uğur, kendinden geçmiş bir halde inliyordu. Elleri Hayat’ın saçlarına dolanmış, kendini öne arkaya iterek kontrolü tamamen ele almıştı. Gözleri yarı kapalı, zevkin doruklarında geziniyordu. Hayat, bu anı bekliyordu. Sağ elindeki kolonya şişesini kaldırdı ve sıvıyı Uğur’un aletine boca etti. O ne olduğunu anlamadan hızla sol elindeki çakmağı yakıp alevini onun üzerine tuttu. Her şey o kadar hızlı oldu ki, Uğur kolonyanın soğukluğunu hisseder hissetmez alevler yükseldi. Can havliyle Hayat’ın kafasına sert bir yumruk salladı, ardından kendini söndürmek için çırpınmaya başladı. “*mına koduğumun orospusu, yaktın beni!” diye bağırdı, sesi acıyla ve öfkeyle yırtılıyordu.
Uğur, elleriyle alev alan aletini söndürmeye çalışırken, kolonya kasığına kadar inen kazağına da sıçramış, alev almıştı. Acıyla çırpınıyordu ancak ayak bileklerine dolanmış pantolonu yüzünden dengesini kaybetti ve yere kapaklandı. Toprağa çarpan bedeni, çaresizce debelenirken, Hayat bu anı fırsat bildi. Başındaki yumruğun acısını hissetmiyordu bile; öfkesi ve ihanetle dolu kalbi her şeyi bastırmıştı. Arabaya atladı, direksiyona geçti ve anahtarı çevirdi. Farlar yandığında, Uğur’un yerde çaresizce kıvrandığını gördü. Avuçladığı toprakla kazağındaki alevleri söndürmeye çalışıyordu. Ayağa kalktığında belden aşağısı çıplaktı, aleti ortada, zavallı bir haldeydi.
“Napıyorsun lan!!!” diye haykırdı Uğur, sesi tarlada yankılanırken hem korku hem öfke doluydu. Gözlerinde çaresizlik, yüzünde şaşkınlık vardı. Hayat’ın bu kadar ileri gidebileceğini hiç tahmin etmemişti.
Hayat’ın gözü dönmüştü. İçinde biriken ihanet, aldatılma, kullanılma hissi onu bir canavara dönüştürmüştü. Tek bir saniye tereddüt etmeden gaza bastı ve arabayı Uğur’un üzerine sürdü. Küt sesiyle birlikte Uğur, çarpmanın etkisiyle tarlaya fırladı. Toprağın üzerine savrulurken, Hayat onun ölmeyeceğini biliyordu. Bu çarpma, olsa olsa bacaklarında kırıklara neden olurdu. Ama o an, Hayat’ın içinde merhamet diye bir duygu kalmamıştı. Uğur’u ezmek, üzerinden geçip tamamen yok etmek istedi, ama elini kana bulamaya değmezdi. Camı açtı, başını dışarı uzattı ve tüm nefretini kusarcasına bağırdı: “Seni öldürmediğime, üzerine benzin dökmediğime şükret orospu çocuğu!”
Arabanın yönünü çevirdi, lastikler toprağı savururken eve doğru sürmeye başladı. Direksiyona sıkıca tutunmuş, hıçkırarak ağlıyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülüyor, kalbi paramparça olmuştu. Uğur’a duyduğu sevgi, güven, hayaller… Hepsi bir anda kül olmuştu.