Bölüm 3

1335 Words
Selam ve selam efenim. Nasılsınız? Keyif alıyor musunuz? Daha konuya yeni giriyoruz ama temennim her şey yerine oturunca maceraya doyacağımız yönünde. ______________________________ Eflâl Cerrah tam da o saatlerde arabasındaydı. Çelebi onu çağırmıştı ve Eflâl önemini merak ediyordu. Barbara’yla ilgisi olacaktı muhtemelen ama Eflâl alışmıştı artık kadınlar yüzünden azar işitmeye. Araç yolda akıp giderken radyoda bir şarkı açtı ve keyifli keyifli söylemeye başladı. Cerrah’ın ona sunduğu karanlık dünyanın tek aydınlığı biraz eğlenmekti. Aracı Cerrah’ın yaşadığı malikaneye gelince durmasıına gerek kalmadı. Kapılar açıktı ve Eflal bekleniyordu. “Hımm, başım ağrıyacak anlaşılan.” Malikanenin kapısının önünde durdu ve aracından indi. Güvenlikten biri hemen gelip götürdü aracı. Eflal ahşap oymalı kapıdan girerken çoktan bahçeden çıkmıştı. Girişteki geniş holu aştı ve kocaman kapıları olan salondan içeri girdi. Kapıyı geçince iki basamak indi ve kendisini karşılayan ve tüm duvarı kaplayan koskocaman denize hayranlıkla bakakaldı. Malikane bir uçurumun kenarına yapılmış, denize sıfırdı. Tabi yükseltiyi saymazsak. Çelebi kahvaltı için sofraya oturmuş, manzarayı karşısına almıştı. Yine yalnızdı. “Günaydın baba,” dedi Eflal kendini belli etmek ister gibi. Oysa Cerrah, bahçeye girdiği andan beri biliyordu geldiğini. “Geç kahvaltı et, etmemişsindir.” Evet etmemişti; sabah koşuya çıkmış, eve dönmüş, duş almıştı. Barbara o kahve içerken uyanmış ve giyinip gitmişti. Sonra Cerrah aramıştı ve yanına çağırmıştı. Eflal’in gelmekten başka yapacağı bir şey yoktu. Eflal cevap vermeden solundaki sandalyeye yerleşti. Hizmetli kadın hemen çay servisini yaptı ve salonu terk etti. “Beni neden çağırdın?” diye sordu Eflal, göz ucuyla Cerrah’ı gözleyip bir yandan da tabağına kahvaltılık doldururken. “Oğlumu görmek için nedene mi ihtiyacım var?” dedi Cerrah, tersler gibiydi sesi. Sinirli olduğu belliydi ama kendini yatıştırmaya çalışıyor gibiydi. “Estağfurullah,” dedi Eflal ama geç kalmıştı. Çelebi'nin ağzı açılmıştı bir kere. “Gerçi oğlumu görmek için televizyonu açmam kafi. Her kanalda yüzüne rastlayabiliyorsun.” “Karun’u biliyorsun, seviyor şaşalı işleri. Benim ne suçum var çıkışta gazeteciler bekliyorsa?” “Oğlum!” diye bağırdı Cerrah ama sonra kendini topladı. “Karun’u biliyorsun, seviyor şaşalı işleri. Neden kolunda dünyaca ünlü bir mankenle gidiyorsun? Gazetecilerin çekeceği apaçık değil mi?” “Barbara benim sevgilim. Başka biriyle gidemem ki davetlere.” diye savundu Eflal. “Tamam, getir sevgilini tanışalım o zaman. Baban olarak hakkımdır diye düşünüyorum.” Eflal bir saniyeye bir saat sığdırmak ister gibi hızlıca düşündü. Hayır diyemezdi baştaki konuya dönerlerdi. Evet derse de Barbara görüşmek istemezdi. Ama işi Barbara’ya bırakabilirdi. “Sorarım Barbara’ya.” Cerrah sonrasında yatıştı. Siniri geçmiş değildi, Eflal’in bu dikkatsizliğinden rahatsızdı. Onun geçmişini, aile bağlarını silmek, temiz bir geçmiş oluşturmak kolay olmamıştı. Sürekli ekranlarda boy gösterirse birileri onu fark edebilir, peşine düşebilirdi. Eflal Cerrah, Çelebi Cerrah’ın evlatlığı. Hakkında bilinmesi gereken tek şey bu olmalıydı. Sonrasında Çelebi Cerrah korkusu galip gelmeliydi. “Neyse, kumarhaneleri bir kontrole çık bugün. Yeterli ödemeler yapılmamış. Müdürlere uyarıda bulun.” dedi Cerrah sıradan bir şeyden bahseder gibi. “Baba kumarhaneler Kıbrıs’ta, Teksas’ta, Monte Carlo’da, Londra da ve San Remo da ben nasıl gideyim bir günde hepsine.” Kıtalar arası ışınlanma bulunmuş olsa beş dakikalık işti de. “Asya’ya da açalım bir kumarhane, Avustralya’da da yok sanırım.” Kaygısızca çayını bitirdi ve çatalını bıçağını tabağın içine çapraz kapattı. “Sen bulacaksın bir günde nasıl uyaracağını. Ben sana git demedim.” “Peki,” dedi Eflal bozum olarak. Eğlence bitmişti, gerçek dünyaya sert çakılmıştı. “Karun ne diyor? İşi yapacak mı?” O kumarhanelerden gelen paraların bir şekilde aklanması gerekiyordu, aklamak da Karun’a düşüyordu. “Yapacak, konuştuk akşam. Hem Yanal’la da görüştüm, şimdi bir taşıma işiyle ilgileniyormuş Koçer’lere ama sonrasında bizim işi halledecek.” “Oyalanmasın, biraz kendini geliştirsin canım. Tüm camianın işini görüyor ama yeterli taşıtı yok.” “Alparslan’dan bir gemi alabiliriz bence. Yanal’la uğraşıp durmaktansa kendi işimizi kendimiz görmüş oluruz.” “O çocuk bize iş yapmaz. Kendi ailesine yapmıyor.” “İyi de, ben gidip yüzen kumarhane yaptıralım demiyorum ki! Seyahat gemisi yaptıracağız, sadece kumarhaneleri daha büyük olacak.” “Seyahat işine mi girmeyi düşünüyorsun?” dedi Cerrah sakince. “Boş vaktin var demek.” “Asya’ya gazino açmaktan bahsediyorsun ama açık okyanuslarda bir gazinoyu reddediyorsun. İş adamlarının, kalantorların, siyasilerin helikopterle taşınabileceği bir gazino.” Eflal planını anlatırken gözleri parlıyordu adeta. “Yükü ağır bir iş. Üstelik Koçer oğluna istediğin planı anlatamayacağın için istediğin gibi yaptıramayacaksın. Ama sektörün en iyisi o ve ben daha azını kabul etmem.” dedi Cerrah. “Sen sana verdiğim görevle ilgilen, kafanı bulandırma.” O masadan kalkarken, Eflal hiç dokunmadığı tabağına ve çayına öfkeyle baktı. Dün akşamın cezası buydu sanırım. Bütün günü gazinoların müdürleriyle uğraşarak geçirdi. Her kumarhanenin bulunduğu bölgede mekanın güvenliğini sağlayan adamları vardı. O adamlar aynı zamanda Cerrah’ın adamlarıydı. Eflal görüntülü aradığında müdürün tepesine dikilmek ve Eflal tatlı tatlı uyarılarını yaparken silahını gösterip yumruğunu sıkmak o güvenliklere düşmüştü. Akşam Cerrah’ı arayıp rapor verdikten sonra Yasef’in yeni açtığı diskoya gitmek için çıktı evden. Bu akşam ünlü bir DJ getirmişlerdi ve Bade de sahne alacaktı. Açılış kalabalık olacaktı besbelli. Eflal özel bölümden içeri girip kendilerine ayrılan locaya vardığında Azer ve Celasun oturuyorlardı. Loca iki adam dışında boştu. Eflal kapıyı kapatınca ortam bir anda seslerden arındı. “Harika,” dedi Eflal bir an keyfi yerine gelerek. “Bence de harika. Ses yalıtımı müthiş,” dedi Azer, elini kulağına verip sanki çok uzaktan geliyormuş gibi duyulan müziği dinledi. Dış dünyadan izole, dinlenme ihtimaline karşın yeterince gürültülü bir ortam. “Eee, Yasef nerede?” diye sordu Eflal otururken. “Mekan sahibi olmanın sorumluluğunu yerine getiriyor. Gelir birazdan,” dedi Celasun, Eflal’e bir bardak içki doldurdu. Adam içkiyi dudaklarına götürmüşken kapı açıldı ve turuncu bir kafa uzandı içeri. “Ah pardon,” dedi kadın cıvıl cıvıl. “Yanlış loca.” Zümrüt yeşili hareleri Eflal’in menekşe mavisi gözlerini buldu. Bir yerden tanıdık geliyordu kadın ama o an çıkaramadı adam. Kadın geldiği gibi kapıyı sertçe kapadı ve gitti. Eflal’in aklı onun gözlerinde kalmıştı. “İçip içip sapıtıyorlar.” dedi Azer kınayarak. Kendi kokteylinde eser miktarda likör vardı o kadar. “Cerrah bir şey dedi mi magazine?” “Dedi, Barbara ile tanışmak istiyor ama bulurum bir bahane. Mesele o değil, gazino fikrimi açtım yine ama bir sürü bahane buldu. Gemileri taşıma için de kullanabiliriz oysa. Yanal’la uğraşmak istemiyorum.” “Riskli değil mi?” dedi Azer düşünceli. “Aynı gemiyle hem taşımacılık yapıp hem de gazino işletmek.” “Tüm yumurtaları aynı sepette koyup delinmemesi için dua etmek gibi.” dedi Celasun, Çelebi’ye hak vermeden edememişti. “Riskli değil, Gazino için izin sahibi olacağız, kumarhaneler 12 deniz mili içinde işletilmeyecek ve taşıdığımız mallar ana gemiyle taşınmayacak. Kaçak mal taşımıyoruz ki.” Cerrah yıllar önce yasal işler de yapmaları gerektiğini söyleyerek Lüks puro ve sigara aksesuarları şirketini kurdurmuştu. Bir sürü ülkeye ithalat yapıyorlardı. “Ayrıca kaçak iş yapmazken taşıma işini Yanal’dan beklemeyi de anlamıyorum.” diye söylendi. “Gemi batarsa,” diyecek oldu Azer. “Neden batsın? Yanal’ın gemileri de batabilir ayrıca.” “Ama onun gemileri batınca sadece mal kaybedersin, senin gemilerin batınca hem mal hem gemi hem de gazino. Riskli bence.” Eflal omuz silkti ve tartışmaya devam etmedi. İçkisini tek yudumda bitirdi ve bardağı yeniden doldurdu. Ayağa kalktı ve locadan çıktı. Balkondan aşağı bakarken gözleri dans eden insanlar arasında, alt kattaki açık localarda ve bar bölümünde gezindi. Turuncu saçları bulması zor olmadı. Dikkat çekmesi bir yana tonunda bir kişisellik vardı sanki. Kadın bardan içki aldı ve bara ardını dönüp dirseklerini tezgaha yasladı. Üzerindeki siyah ip askılı parlayan bluzu ve deri şortu fark etti Eflal. İnce siyah çorap ve botlar da giymişti, bacakları siyah görünüyordu. Kadın yine içkisinden içmedi ve etrafı izlemeye devam etti. Bakışları çok geçmeden balkonu buldu. Eflal’in menekşeleriyle çakıştı gözleri. Elindeki bardağı kaldırıp başını sallayarak selam verdi. Yine. Ve Eflal hatırladı. Karun’un davetindeki kadındı bu. “Tesadüfün böylesi.” diye mırıldandı. Eflal’e göre ikinci karşılaşma tesadüf üçüncü tehlike demekti. Eğer bu kadını bir kez daha görürse araştırması gerekecekti. Kadın içkisini dudaklarına götürdü ama içmeden geri bıraktı. Bir adam yaklaştı yanına. Samimi bir sarılma oldu ve adamın ellerinden tutup piste sürükledi. Rahatsız hissetti Eflal. İzlemek istemiyor ama gidemiyordu da sanki. Kadının adamla yaptığı dans fazlasıyla samimiydi, tıpkı sarılmaları gibi. Ama eğlendiği de apaçıktı. Daha fazla izlemeye dayanamadı ve locaya döndü. Bir bardak daha içki alacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD