1.BÖLÜM
-Is She With You Batman v Superman Soundrack-

Gözlerime ışık girerken aynı anda başıma keskin bir ağrı da saplanmıştı. Neler olmuştu öyle? Peşimdeki adamlar neredeydi? Ben neden otel odasındaydım ki? Direk olarak üzerimdekilere baktığımda derin bir nefes aldım. Neden hiçbir şey hatırlamıyordum? Kahretsin. Elim bacağıma gidip çaldığım çipin yerinde olup olmadığına baktım. Kan sızan bacağımdaki zımbalardan iki tanesi düşmeye yeltenmiş olsa da benim aksiyonlu koşuşuma rağmen yerindeydi. Şakaklarımı ovarken üzerimdeki saten örtüyü yere atıp ayağa kalktığım gibi başım döndü.
Neler oluyor bilmiyordum ama pek hayra alamet olduğunu da hissetmiyordum. En son adamlardan kaçıyordum ve birini görüyordum gözleri buz mavisi olduğunu hatırlıyordum ve gerisi yoktu. Hatırla hadi dercesine kafama vurdum. Öfkeden kudururken neler olduğunu bilmemekten ötürü her an çıldırabilirdim. Ben bu odaya nasıl gelmiştim? Komodinin üzerindeki telefonun ahizesini kaldırdığım gibi resepsiyon beni karşıladı. Numarayı tuşlayıp konuşmaya başladığımda İlke'nin huzur dolu sesi beni karşıladı.
"İlke."
"Ahenk. Neredesin? Neler oldu? Neden seninle irtibatımız kesildi iyi misin? Ekip seni bulabilmek için devriyeye çıktı ama sonuç alamadı iyi misin?" diye art arda konuşmaya başladığında derin bir nefes alıp konuşmaya başladım.
"Sakin canım sakin. Nerede olduğumu bilmesem de bir otel odasındayım. Neler oldu kısmına gelirsek hat güvenli değil beni gelin alın ve gelirken mümkünse gündüz gözüne uygun bir şeyler olsun zira bu kıyafetle şehirde dolaşabileceğimden emin değilim." Dediğimde telefon kapandı. Yüzüme kapanan telefona bakıp öfkeyle fırlatırken yatağa oturup beklemeye başladım. Yarım saat boyunca neler olduğunu hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamıyordum. Elim istemsizce enseme gittiğinde dokunduğum yerin ağrıdığını fark ettim. Elim ensemde aynanın karşısına geçip enseme baktığımda kıpkırmızı olduğunu gördüm. Biraz daha hatırlamazsam delirir akıl hastanesine yatırılırdım.
Gözlerimi ovuşturup kendimi yatağa bıraktım.
Kesik kesik hatırladıklarım haricinde başka bir şey yoktu. O adamın silüetini hatırlayamamak ayrı bir acı veriyordu bana. Kimdi o? Bana yardım edip neden buraya getirmişti? Bana iyilik mi yapmıştı yoksa kötülük mü yapmıştı?
Yarım saat sonra kapının çalınması üzerine kapıyı açıp Kurt, Savaş ve Bahadır'ı içeri aldım. "Emin olun ne olduğunu bende bilmiyorum. Görevde aksilik çıktı. Çaldığım çipi bir şekilde adamlar öğrendi ve peşime takıldılar. Issız sokakta koşarken en son bana bir adamın yardım ettiğini hatırlıyorum ondan sonrası yok. Kendimi burada buldum." Diye kısaca özet geçip yatağa oturdum. Savaş elindeki poşeti bana uzattığında minnetle baktım.
"Yaptığın kulaklıklar tırt çıktı canım. Bildireyim bu arada." Diyerek banyoya gidip tulumu çıkarıp giyinmeye başladım. Kahverengi dar paça pantolonu giyip beyaz badiyi üzerime geçirdiğim gibi elimde deri ceketle banyodan çıktım. Diğer elimdeki poşeti-içindeki görev tulumunu- yatağa atıp tepeden bir şekilde bakmaya başladım.

"Bana öyle bakmayın. Gerçekten neler oldu bilmiyorum. Her ne kadar çip güvende olsa da bir şeyler oldu ve ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Olay da bu ki ensemde kızarıklık var. Sanırım adam enseme vurdu." Diyerek saçlarımı çekip onlara gösterdim.
Savaş da "Bu da senin o adamı hatırlamanı en aza indirgiyor. Yanlış mıyım?" diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım.
"Hadi artık birime geçsek diyorum." Dediğimde kahverengi deri ceketi üzerime geçirip düğmeyi ilikledim. Herkes ayaklanırken yan yana efsane dörtlü olarak yürüyorduk. "İşin bir tuhaf kısmı daha var. Kiralanan odanın parası ödenmiş." Diye mırıldandı Bahadır saçlarını karıştırarak. "Kim tarafından ödendiği belli mi?" diye sorup zekasını konuşturmuştu. "Baktım canlar maalesef adamlar Nuh diyor peygamber demiyorlar." Diyerek saçlarını karıştırdı Savaş. "Ben onları konuşturmasını bilirdim ama neyse." Diye saçlarımı savurdum.
"Hay ben böyle işin ama." Diye mırıldanıp yürürken aklıma gelen fikirle durdum. "Kamera kayıtları?" diye sorduğumda Savaş benden hızlı olup her şeyi ayarlamıştı.
"Kontrol ettim adamın başında hırkasının şapkası var yani yüzünü göstermiyor. Bir de resepsiyon kör noktada bu yüzden elimizde sıfır delil var." Diye kamera kayıtlarını da elediğimizde elimizde hiçbir şey kalmıyordu.
"Helal be kız kim tarafından kaçırıldıysan adam çok zekiymiş mübarek." Diye kahkaha atan Savaş'a dik dik bakıp otelden çıktığımda Kurt'un yanındaki yerimi aldım.
**
"Amirim bilmiyorum. Aynen size anlattığım gibi olaylar bir anda gelişti. Gözlerimi açtığımda otel odasındaydım. Eğer bir bilgi çalınmış olsaydı çip hala bacağımda olmazdı." Diyerek bacağımı gösterdim. "Her neyse bu iş sende Ahenk, bu adamı bulup neler olduğunu açıklığa kavuştur." Diyerek çıkan istihbarat birim sorumlusunun arkasından tabiri caizse kudurdum.
"Malzemeleri getirin bacağımdan çipi çıkaracağım." Dediğimde Kurt ayaklanıp kırmızı çantayı getirdi. "Aslında Kızıl o adam çipi yerinden çıkarmış çipi kopyalamış ve ardından yerine geri koymuş olabilir. Olamaz mı?" diye soran İlke'ye Savaş çapkın bakışlar atıp koluna dokundu. "Ben bu kızı çok seviyorum ya baksana zekasına. Of çok seviyorum İlke'm seni ya." Dediğinde İlke gözlerini devirdi.
"Bak gözlerini deviriyor bana. Bana gördünüz mü bana. İşte beni sevdiğinin kanıtı." Diyerek kasıldı. Bacağımdaki zımbaları çıkarırken Kurt anestezi maddesi vermek istese de kısa bir süre o bölgenin uyuşacağını bildiğimden dolayı istemedim. Acı çekerek zımbaları çıkardığımda pensle yarayı açıp içinden çipi çıkardım. Elimdeki çipe zafer kazanmış bir eda ile bakarken İlke bacağımdaki küçük kanamaya tampon yaptı. Çipi klipsli bir pakete koyup Kurt'a verdikten sonra masadan cerrahi zımba makinesini alıp içime iki derin nefes çekip zımbayı bastığımda acıdan dolayı gözlerimden yaşlar döküldü. Hızlı hızlı soluklarım arasında dayanıklı olmam gerektiğini kendime hatırlatarak iki defa daha bacağımı zımbaladım.
Masadan tamponu alıp bacağıma sabitlediğimde herkes pür dikkat beni izliyordu.
"Allah'ım bu nasıl bir kız böyle yarabbim?" diyerek ellerini havaya kaldırdı ve sorarken ben gülümsedim. "Acı insanı güçlendiren tek silahtır Engin." Diyerek malzemeleri topladım. Kurt şimdiden çipi çözmeye başlamıştı. Çipin şifresini kırmak için kafa patlatmaya başlamış olmalıydı ki anahtarlarla haşır neşir olmuştu.
"Kurt sakın o çipi kaybetme zira ben o kadar koşup bacağımda taşıyıp ertesi gün ne olduğunu hatırlamıyorsam hayatın pahasına koru. Onun içinde önemli bir bilgi olduğunu biliyorum." Diyerek birimden topallayarak çıktım.
Birimden çıkıp arabama bindiğimde başımı direksiyona yasladım. Ben o adamı nasıl ve nerede bulacaktım ki? Resmen yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştum. Bende ki de şanstı. Kurtulduğum gibi başka bir aksiyona yelken açıyordum. Hayatım sakin geçmeyecek gibi gözüküyordu. Bile isteye geldiğim bu meslekte gözüm kapalı iş yapıyor olsam da başarılı olma zorunluluğum vardı. Başarılı olmak zorundaydım. Tek bir hatada ölürdüm. Birim beni tanımazdı. Hoş sadece beni değil kaybettiğim bir arkadaşım olursa şayet onları da tanımazdı. Resmen bu ülkeye bağlı değildik. Vardık ama aynı zamanda yoktuk da. Nefes alıyorduk ama nefes aldığımıza dair belirti yoktu. Sanki yaşamıyor gibiydik. Ölü gibiydik. Hatta gibi değil. Devlet bizi ölü saymıştı.

Telefonuma gelen mesaj sesi ile direksiyondan başımı kaldırıp cebimden telefonu aldım. Telefonun ekran kilidini açtığımda artık Bahar'ın da bizimle çalışacağını yazan bir mesaj vardı. Bundan bana neydi ki? Onur sevinmeliydi bu habere. Başımı sallayıp arabayı çalıştırdım.
Ne kadar dolaştım bilmiyordum ama en sonunda Üsküdar sahile gelmiştim. Arabamı park edip karşıya geçtim ve banklardan birine oturdum. Karşımda Kız Kulesi varken gözlerim denize sabitlendi. Neler olduğunu bir an önce hatırlamalı ve o adamı bulmalıydım.
Güneş batarken yanımdan geçen adamın elindeki gazetedeki manşet dikkatimi çekti.
-Duman Holdingin hisselerindeki düşüş tüm piyasaları etkilerken Ares Duman şirket hisselerindeki dalgalanmaların normal olduğunu belirterek her şeyin zamanla düzeleceğini belirtti-
Cebimden telefonumu çıkardığım gibi Duman Holding yazıp Google'dan arattım. Önüme çıkan şeyler şok ediciydi.
Merakıma engel olamayıp Ares Duman'ı arattığımda ise kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Eve gittiğimde ilk işim Ares Duman'ın-bana tanıdık gelen bakışların nedeni bulacak- hayatını gece boyunca ortaya dökecektim. O adamı gazete manşetindeki haberde gördüğümde tuhaf hissetmiştim. O adamda bir şeyler vardı. Hislerim meslek hayatım boyunca beni yanıltmamış her zaman doğru yola götürmüştü. Telefonumu cebime attığım gibi bacak bacak üstüne atıp manzarayı izlemeye başladım. En azından kısa süreliğine de olsa beynim dinlenecekti.
Sahil hattı boyunca yan yana yürüyen siyah pantolonlu ve tişörtlü adam ile kıvırcık saçlı mavi pantolonlu kamuflaj tişörtü giymiş olan kız yanımdaki banka oturmuşlardı.
Başıma ağrılar girerken kollarımı birbirine bağladım. Esen soğuk rüzgar ile saçlarım geriye savrulmuş o adamı bulacağıma dair içimdeki hisler kuvvetlenmişti.
Yerimden kalkarken Üsküdar'ın sessizliği-akşam vakti olduğundan ötürü- bana iyi gelmiş başımın içindeki sesler kısa süreliğine durmuş İstanbul trafiğini kısa bir süre de olsa çekilebilir bir hale getirmişti.
Eve geldiğim gibi merdivenleri usulca çıkıp cebimden anahtarı çıkarıp kapıyı açıp eve girdim. Evdeki tıkırtılar dikkatimi çekmiş hemen belimdeki silahı kavradığım gibi nişan almıştım. Kaşlarım çatılı ses çıkarmadan adım atarken sesin geldiği odaya usulca yaklaştım. Karşıma çıkan Hafize abla ile o görmeden silahı belime yerleştirdim.
"Hafize abla bu saate kadar neden kaldın?" diyerek derin bir nefes aldığımda gülümsedi ve başındaki yazmasını çözüp düzgünce bağladı. "Ahengim kızım işlerim vardı bende geç geldim işler de geç bitti haliyle." Dediğinde kendimi koltuğa attım.
"Ablam bu saate kadar niye kalıyorsun ki daha sonra da halledersin temizliği ev kaçmıyor ya." Dediğimde elindeki sarı bezi kaloriferin üzerine serdi. Temizliğe gelen Hafize ablam yüreğime indirmişti kısaca. Korkmaktan kastım evdeki bilgilerin çalınmasından dolayıydı. Yoksa karşıma ne çıktıysa halletmeyi bilirdim.
"Kızım ben çıkıyorum. Tezgahın üzerine bıraktığım tencerede sarma var. Isıttım yersin bir güzel. Dolapta fasulye de var yersen. Hadi kızım ben çıkıyorum artık hayırlı akşamlar sana" diyerek evden çıktığında üzerimdeki deri ceketi çıkarıp koltuğa bıraktım. Belimdeki silahı ve şarjörleri masaya koyduğum gibi odamdan şortumu ve tişörtümü giyerek bilgisayarımı alıp koltuğa kuruldum. Hafize abla benim istihbara biriminde çalıştığımı bilmiyordu bilse tepkisi ne olurdu Allah bilir.
Kimseye mesleğini söyleyemiyor olmak zor bir durumdu. Sana mesleğin sorulduğunda sessiz kalmak kötüydü ama çevremizdeki koruma amacıyla ben şu mesleği yapıyorum ben bu mesleği yapıyorum demek zorundaydık. Ben ise mimardım.
Önüme gelen saçlarımı bileğimdeki tokayla toplarken bilgisayarın açılmasını fırsat bilerek mutfağa gittim. Bir tabak alıp sarmalardan koydum yanına da yoğurt koyup içeriye geçtim. Koltuğa oturup bacaklarımı sehpaya uzatırken bir yandan da tabağımdakileri yiyordum.
Bilgisayarı kucağıma alıp istihbarat biriminin programına girip Ares Duman'ı arattığımda şok ile ekrana bakakaldım.
Her türlü belaya bulaşan adamın holdingin hisselerini gördüm. Ares Duman'ın şirket yönetimine akrabası da yardım ediyordu.
Kaşlarım çatılırken bu adamda bir şeyler olduğunu anlamıştım. İlk işim yarın bu adamla alakalı bir şey olduğunu ekibe kanıtlayıp o buz mavilerinde bir şeyler olduğunu ortaya dökmekti. Başımın ağrısı tekrar nüksederken tabağımdakileri tamamen bitirip bulaşık makinesine yerleştirdim. Bilgisayarı kapatıp kendimi yatağa bıraktığım gibi havada gözlerim kapandı. Yatağa düşmeden bilincimi yitirirken o adamda bir şeyler vardı. Ve ben Ahenk Göktürk isem bu adamın her şeyini ortaya dökecek kim olduğunu bulacaktım.
Kızıl Fırtına esip gürleyecek o adamı bulacaktı.
Göktürk sözü.
•