ZEKİ MÜREN

712 Words
ŞUBAT 1958 Balıkesir Balıkesir'de, bahçe içinde müstakil bir evin salonunda, yanan soba çıtırtısına 27 yaşındaki gencecik bir ses sanatçısı olan Zeki Müren'in radyodan çıkan sesi karışıyordu. Henüz 3 yaşındaki Harun, tenekeden yapılmış tek oyuncağı olan oyuncak kamyonuyla oynarken, annesi de onun tarladan yeni gelmiş babasının ayaklarını yıkıyordu. Her akşam, tarladan gelen kocasının ayaklarını yıkar, sonrasında da sofrayı kurardı. Yemek yedikleri sırada, odada hâlâ Zeki Müren'in sesi yankılanıyordu. "Bu çocuk hemşehrimiz sayılır Fatma. Bursa'lıymış diye duydum." "Maşallah, çok güzel okuyor. Baksana, Harun da uyuyakaldı. Radyoda ne zaman bu adam çıksa, uyuyor." "Karnı tok muydu bari?" "Sen gelmeden yedirdim ben. Birazdan yatağını sererim." "Bizim yatağımızı da ser. Bugün çok yoruldum." "Olur, sererim. Yarın işin var mı?" "Mahsüle alıcı gelecekti, bir ara ona bakmaya tarlaya giderim. Ne oldu?" "Oğlanın ayakkabısı küçük gelmeye başladı. Benim de tarağım kırıldı. Bizi çarşıya götürür müsün diyecektim..." "Ha... Olur. Benim işim sabahtan. Siz öğlene doğru hazırlanın. Hallederiz. Sümerbank'a da uğrayalım. Birkaç top kumaş alalım. İki aya yaz gelecek. İkişer kat yazlık esvaplarımızı diktiririz." "Allah razı olsun." "Bak gözleri ne güzel de parladı esvap lafını duyunca. Yatağı sonra ser. Yemekten sonra karşılıklı birer kahve içelim." "Sen nasıl dersen..." İZMİR "Hey Allah'ım! Cüneyt! Melike! Buraya gelin! Kime diyorum çocuğum?" "Anne pisiii..." "Evet yavrum, pisi." Fatma ve Hikmet Gürsoy çifti, Balıkesir'de sakin bir akşam geçirirken, ikizleri Melike ve Cüneyt'in peşinde koşmaktan helak olan Nevin ve Mahmut çifti de çocuklarıyla nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlardı. İkizler, Şubat ayında, akşam ayazında, mutfağın bahçeye bakan penceresinden, bahçede gördükleri kedinin peşinde yalnayak koşmaya başladılar. Onlar kediye doğru koşunca, zavallı hayvan da korkup kaçmaya başladı. Bitirim ikili ikizlerin, minicik ayakları çamura bata çıka kedinin peşinden koşmaya devam ediyorlardı. Nevin ayaklarına ayakkabı giyene kadar, ikizleri çoktan yolu yarılamıştı. Çocuklarını yakalamak konusunda ustalaşmıştı artık. Bir eliyle birini, diğeriyle öbürünü kavrayıp, iki çocuğunu da koltuğunun altına aldığı sırada eşi Mahmut Bey içeri girmişti. Çocuklar, hâlâ kendilerini annelerinin kollarından öne doğru atarak "Anne pisiii." diyorlardı. "Hayırdır inşallah? Ne işiniz var burada?" diyen Mahmut Bey, kızını da kucağına aldı. "Baba pisiii..." dedi Melike bu sefer de... Nazını babasına çok güzel geçiriyordu. "Hoşgeldin Mahmut. Kedi görünce bahçeye fırladılar valla ben de şaştım ne yapacağımı. Hayvancağız da korktu, bahçede oradan oraya kaçtı." "Gel hadi, içeri geçelim. Bu yağmurda daha fazla ıslanmayalım." dedi ama içeri geçerken söylenmeyi de eksik etmedi. "Akşama kadar çalışyorum, eve gelince bir tas sıcak çorba içmenin hayalini kuruyorum, karşılaştığın manzaraya bak. İşin yoksa Nevin Hanım'ın çocukları kurutmasını bekle önce. Daha Nevin Hanım çocukları kurutacak da, soğuyan yemekleri ısıtıcak da, sofra kuracak... Bize de bir tas çorba düşecek. Her akşam aynı terane!" "Sofra hazır sayılır, hemen yemeğini koyarım. Sonra da çocuklarla ilgilenirim." "Dili de pabuç gibi..." derken içeri girmişlerdi. "Ben tek başına yemek yiyeceksem, sen ne diye varsın? Hiç sevmem tek başına sofraya oturmayı, biliyorsun." "Ay! Vallahi şimdi yangın var diye bağıracağım Mahmut! Bu kadar konuşan erkek mi olur canım? Ne dırdırcı çıktın başıma romatizması azmış haminne gibi? Sen ne zaman banyo yapmadan sofraya oturdun? Suyunu kaynattım, git banyonu yap ve sofraya gel. O zamana kadar sofra da hazır olur." "Kocana karşı mı geliyorsun sen?" Nevin ve Mahmut'un gerginliği çocukları tedirgin etmişti ve ağlamaya başladılar. "Gördün mü bak, çocukları da huzursuz ettin." "Ben mi huzursuz ettim Nevin? Senin yüzünden ağlıyorlar." Çocukların ikisi birden kollarını annelerine uzatıp "Anneee!!!" diye ağlamaya başladılar. "Yok annem. Biz şaka yaptık. Değil mi babası?" "Aman be! Vallahi bir akşam da huzur olsun şu evde." Mahmut Bey banyosunu yaptıktan sonra sofraya oturmuş ve karnını doyurduktan sonra bütün huysuzluğu gitmişti. Yemekten sonra radyo dinleyerek çay içerlerken, Nevin pirinçten taş ayıklıyordu. "Nevin..." diye seslendi Mahmut. Nevin bu ses tonunu iyi biliyordu. Hiç cevap vermedi ve Mahmut'u yok sayarak pirincini ayıklamaya devam etti. "Kusura bakma, çok yorgundum." Nevin hiç cevap vermeden kucağındaki pirinçle kalktı. "Pirinci ıslamaya mutfağa gidiyorum. Çayının dibini iç de, gitmişken tazeleyeyim." Bu tavır, Nevin'in özrünü kabul etmediğini ve kendisini hizmetçi gibi gören kocasına hizmetçisiymiş gibi davranarak burnunu sürteceğinin habercisiydi. "Bu Pazar çarşıya çıkalım mı? Hem çocuklara bir şeyler alırız hem de biraz gezmiş oluruz." "Pirinçle beraber nohut da ıslatıyorum. Ne tatlı yapayım?" "Nevin, beni işitiyor musun?" "İşitiyorum tabii. Çayın yanına başka bir şey mi istiyorsun? Tamam, bir bardak da su getiririm." diyerek ayağa kalkıp Mahmut'un önündeki bardağı almaya kalktığı sırada, Mahmut ondan önce davranıp elindeki pirinçleri aldı ve önündeki sehpaya koydu. Sonra da eşini omzuna atıp yatak odasına doğru yol aldı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD