Ben kimim?
Kimim ben? Daha önce sordunuz mu bu soruyu kendinize? Ben güçsüz müyüm? Yoksa fazla kırılgan mı? Okyanusun dibinde ki küçük balıklar mı? Ya da gökyüzünü süsleyen bulutlar mıyım ben? Deniz miyim? Kuş muyum? Herkesin dilek dilediği kuyruklu yıldız mıyım? Aşk mıyım? Sevgi miyim? Acı mıyım? Korkak mıyım? Kırmızı mıyım mesela? Yada mavi miyim? Turuncu muyum? Yeşil miyim? Yoksa gökkuşağı mıyım?
Ben kimim?
Ölen annesinin hala yasını tutan küçük çocuk muyum? Yoksa babası tarafından yaralanan genç kız mıyım?
Hergün ağlayan güçsüz kız mıyım? Yada her şeye rağmen dimdik ayakta duran mıyım?
Ben her şeyim. Okyanusum, denizim, balığım, kırmızıyım, yeşilim... Ben sadece kuş değilim.
Yada herkesin dilek dilediği yıldız değilim. Gökyüzü de değilim. Çünkü özgür değilim.
Ne kadar zamandır buradaydım, benim bile haberin yoktu. Sadece çok kötü bir gün geçirmiştim ve beni rahatlatacak tek şeyi yapmak için uçurumun dibine gelmiştim.
Elimde ki resim defterine bakıp gülümsedim ve yavaşça araladım. Bu elimde tuttuğum defter, benim hayatımın diğer parçasıydı. Bu defterde dilediğimce özgür olabiliyordum. Mesela kalemimi istediğim gibi hareket ettirebiliyordum.
Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslatarak, rüzgardan uçuşan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Kucağımdaki defteri sımsıkı tutarak temiz bir sayfa açtım.
Aslında belirli bir planım olmazdı. Çizmek isterdim, çizerdim. Elim hangi boyayı isterse, resimimi ona boyardım. Istersem dağları mavi, gökyüzünü pembe yapardım. Çünkü burası benim dünyam. Çünkü burası benim evrenim.
Uzun süredir uçak modunda olan telefonumu elime alarak açtım. 2 cevapsız çağrıyı görerek rehbere girdim.
1Babam
1Şebnem
Babamı boş vererek Şebnem'i geri aradım. "Elis şükür açtın ya! Ne yapıyorsun?"
Alaz'ın aramızda olup bitenden haberdar ettiğini düşünmüyordum. Gerçi aramızda bir şey olmamıştı, sadece ben yaslanacak omuz aramıştım. Ve bunu Alaz sağlamıştı.
Yani öyle olmalıydı.
"Hiiiç öyle" dedim ayaklarımı sallarken. "Bugün sahneye çıkıyoruz. Gelmek ister misin?" Diye sorunca burukça gülümsedim.
Babam izin vermezdi bile.
"Başka bir zaman olsun, olur mu? Önemli işlerim var." Dedim kırılmamasını umarak.
"Olur... Bir problem yok değil mi?" Diye sorduğunda, "Hayır." Dedim.
"Tamam o zaman, görüşürüz."
"Görüşürüz."
Telefonu kapattığı anda, direkt ayağa kalkarak eşyalarımı toplamaya başladım. Resim defterimi, çantama düzgünce koyduktan sonra boynuma astım ve telefonumdan şarkı açarak, kulaklığı taktım.
"Kendimi buldum yoğun yerlerin denizinde. Bulanık yüzlerin dünyasında."
Babamın dedikleri hala kulaklarımda çınlarken yutkundum. Ben kötü birisi değildim, annem beni seviyordu değil mi?
Ben belki de, annemin sevdiği çocuktum?
Derin bir nefes aldım ve başımı gökyüzüne çevirdim. Belki de Alaz'ın dediği doğruydu.
"Sevdiklerin gökyüzünde ise, sevebilirsin matruşka..."
Ofladım. Ne yapacağımı, babama nasıl davranacağımı hiç bilmiyordum. Keşke zamanı geri sarabilseydik.
Ev görüş açıma girince, gözlerimi kapattım ve "her şey güzel olacak..." diye mırıldandım.
Korumaları geride bırakıp, anahatarımla kapıyı açtım. Içeri girer girmez üstümde ki montu bir kenara bıraktım ve ayakkabılarımı çıkardım.
"Elis?" Babamın sesini duyduğumda, sesimin titrememesini umarak "Efendim?" Diye seslendim.
"Seninle konuşmam gereken şeyler var" diyerek kapı pervazına yaslanan babamla başımı olumsuz anlamında salladım.
"Üzgünüm, ama benim yok." Babamın daha ne diyeceğine aldırmadan merdivenleri koşarcasına çıkmaya başladım. "Elis! Özür dilerim" Dedi yumuşak bur sesle.
Dişlerimi kırarcasına sıktım. Arkamı dönerek, "Beni kırıp kırıp sona özür dileyerek gülümsememi bekleyemezsin Hakan Saygın! Benden bu kadar, artık pes ediyorum" dedim gözlerim dolu dolu. "Sen benim babamsın ya! Babam. Ben senin öz kızınım. Yeter, artık bana inan. Her gözyaşımın sebebi sen olma artık, kalbimi kaç bin parçaya ayırıp, sonra özür dileme. Çünkü burası varya" dedim kalbimi gösterirken, "Artık acımayacak kadar çok kırıldı."
Önüme dönerek odama girdim. Hızla yatağımın üstüne atladım, ve tavanımda ki pencereden 'nefret ettiğim' gökyüzünü izlemeye başladım.
Babamı çok seviyorum, ondan defalarca nefret etmeye çalışsam da, kalbim her zaman başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü o benim her şeyim, insan her şeyinden nasıl nefret edebilirdi ki? O beni sevmese de, sadece annemin emanetiyim diye böyle davransa da, onu cok seviyordum.
Hıçkırdım. Neye ağladığımı bile bilmiyordum ki. Sadece fazla dolmuştum, babama ilk kez bu sözcükleri sarf etmiştim. Bu 15 yıllık hayatımda ilkti, ama son olacağını zannetmiyordum.
Telefonum çaldığında yataktan doğrulup elime aldım. Bilinmeyen bir numaranın araması ile kaşlarım merakla havalandı.
"Alo?" Dedim. Ama karşıdan nefes sesi dışında hiç bir şey yoktu. "Alo?" Diye tekrar etmeme rağmen hala cevap alamayınca "Yanlış numara galiba." Diye düşünerek telefonu kapatacakken, kalın, hırıltılı bir erkek sesi duydum. "Dur." Diye mırıldandı ve bu kaç öksürük sesi de eklendi. "Alo? Beyfendi kimsiniz?"
"Kimse."
"Anlamadım?"
"Senin için kimseyim, şimdilik."
Ve telefon kapandı. Titreyen ellerimle numarayı tekrar aramaya çalışsam dahi numara çalmıyordu.
Bu kimdi?
Ellerimin titrememesi için yumruk yapıp derin nefes aldım. "Sakin olmalıyım." Diye kendimi avutarak yatak başlığına yaslandım.
"Bir grup ergenin telefon şakasıdır"
Telefon tekrar çalmaya başlayınca yine bilinmeyen bir numara olduğunu görerek, açıp kulağıma dayadım. "Kim sen be?!" Diye aniden cırladım. "Bana bak, beni bir daha arama, seni duvara çivi niyetine asarım sapık!" Diyerek kapattım.
Simdi ben böyle atar yaptım diye, bu benim adresimi bulup öldürmesin!
Yah! Ne öldürmesi canım, kaçıncı yüz yılda yaşıyoruz?
2 yeni mesajınız var.
#0534 *** ****
| Bir sapık olmadığımız kalmıştı onu da olduk anasını satayım
| Ceyhun ben, bay atarlı Saygın
Gözlerimi kocaman açıp utançla inledim. Bir de rezil olmadığım kalmıştı. Dudağımın kenarını ısırarak geri aradım.
Telefon ucundan alay dolu "Merhaba." Diyen sesle gözlerimi devirdim. "Neden aramıştın?" Dedim direkt olaya girerek.
"Kalbim kırılıyor ama?" Dedi muzip bir sesle. "Senin kalbin mi vardı ya?" Derken yatağa uzandım.
"Var tabii."
"Hıhı" diye başımı salladım görmeyeceğini bile bile.
"Hazırlan, seni almaya geliyorum." Dediğinde ışık hızıyla yataktan doğruldum. "Ne-ne alması? Hem sen benim telefon numaramı nereden biliyorsun? Evimi nereden biliyorsun? Bana sordun mu gelip gelmeyeceğimi?" Dedim tek solukta.
"Geleceğini biliyorum." Derken sesi rahattı. "Gelmiyorum, gelmiyorum işte!" Diye mızmızlandım.
Tamam, şu anda çocuk gibi davranıyordum. Kabul.
Ama beni tanıması, ve geleceğimi bilmesi çok sinirimi bozmuştu.
"Alo? Alo? Ah! Allah'ın işine bak sen? Ses gelmiyor... " dedikten sonra kapanan telefon ile bakıştım.
Telefon kabım ne kadar güzeldi.
Üstümü giyinmek için dolabıma giderek, kapağını açtım.
Siyah yüksek bel pantolonumu alarak, üstüme de şarap kırmızısı bir kazak aldım.
Üstümü giyindikten sonra, saçlarıma at kuyruğu yaptım. Kirpiklerime rimel sürüp, dudaklarıma da pembe parlatıcımı sürdüm.
'Allah'tan gelmek istemiyordun' diyen içimde ki sesle bir süre durdum.
Fazla mı abartı olmuştu?
Aynadan üstümde ki kıyafetlere göz atıp, abartmadığım kanaatine vararak yatağın üstüne oturdum.
Acaba babam şu an ne yapıyordu?
Ona görünmeden mi çıkmalıydım yoksa izin alarak mı?
Ben düşünceler içindeyken telefonum çaldı.
'Ceyhun' arıyor...
"Geldim." Dedikten sonra aniden kapatmasıyla bir süre duvarla bakıştık.
"Sabır sabır sabır. Sen sabır ver." Aşağıya inip ceketimi giydikten sonra, botlarımı ayağıma geçirerek evden çıktım.
Arabasını görmem ile sürücü koltuğunun yanında ki koltuğa kuruldum.
"Hoş geldin."
Bakışlarımı ona çevirdim. Sanki... Sanki farklı bakıyordu.
Bu bakışın bir anlamı olmalıydı en azından.
"Hoş bulduk. Beni nereye götürüyorsun?" Diye sorarken emniyet kemerimi bağlıyordum.
"Götürmüyorum güzelim, kaçırıyorum." Diyerek gaza basmasıyla gözlerim hayvan gibi irileşti.
"Ne? Ne yapıyorsun?" Dediğimde rahatça omuz silkerek "Kaçırıyorum." Dedi.
Her gün insan kaçıran adam rahatlığı vardı üzerinde. Sanki günlük olarak adam kaçırıyor gibiydi.
"Beni kaçırırken, benden izin aldın mı?" Diye cırladım ve kapıyı açmaya çalıştım, ancak Ceyhun yapacağımı hissetmiş gibi kapıları kilitledi.
"Kaçırırken izin almak mı?" Diye alay ederken dudağının sol tarafı hafifçe kalktı.
Tamam, saçmalamıştım.
"Nereye gidiyoruz ya?!" Dedim sinirle. Bana bakıp işaret parmağını iki kaşımın ortasına getirdi. Ben be yaptığını anlamak için parmaklarına bakarken gözlerimin şaşı gibi olduğunu tahmin etmek zor değildi. Çatılan kaşlarımı düzelterek çekilirken burnuma yavaşça vurup yola döndü.
Bu da neydi şimdi?
"Seni boks maçıma götüreceğimi söylemiştim." Dediğinde cama yaslı başımı heyecanla ona çevirdim. "Ciddi misin?" Dedim sevinçle.
Güldü. "Evet."
Heyecan içinde yerimde kıpırdanıp başımı yeniden cama yasladım. Bir zaman sonra kafam sürekli cama çarpınca, Ceyhun'a çaktırmamaya çalışarak geri çekildim. Onun gülüşünü duyduğumda somurtarak koltuğa iyice yaslandım.
'Allah'tan fark etmemişti'
"Gülmesene." Dedim.
"Tamam." Dedi. "Gülmüyorum." Derken hala sırıtıyordu.
"Hala gülüyorsun ya!" Deyip omzuna vurduğum sırada, elimi tutup vurmamı engelledi. "Vahşi. Değiştiğini düşünmüştüm." Dediğinde ona döndüm.
"Değişmek mi?"
"Hıhı. Ikinci karşılaşmamızda hayalarıma tekme attığını düşünürsek... Bence büyük gelişme var." Deyince gözlerimi kaçırdım.
Şebnem'e onlara gidemeyeceğimi söylemiştim. Ama şu an Ceyhun ile birlikteydim.
Kanıma sızan endişe tohumları ile derin bir nefes aldım. Ceyhun söylemedikçe kimden öğrenecekti ki?
"Geldik. İn arabadan."
Sağ ol ya. Sen demesen ben içeride kalmayı düşünüyordum.
Arabadan çıktığım an Ceyhun yanıma gelip kolundan tutarak beni götürmeye başladı.
Küçük bir depoya geldiğimiz an telaşla etrafıma bakındım. "Ne işimiz var burada?" Derken tek kelime etmeden bir tuğlanın önünde durdu.
Bina o kadar yıkık döküktü ki, bir inşaata başlanıp devam edilmediği belliydi. Etraf inşaat malzemeleri ile doluydu. Ben daha etrafıma bakılırken Ceyhun tuğlayı kaldırdığı an düşmeye başladık.
Ben korkuyla çığlık atacağım an, kocaman eller ağzımı tutarak susturdu.
Gözlerimi sımsıkı kapatıp ölmeyi bekledim.
Kesinlikle Ceyhun buraya, hayalarına tekme atmamın bedelini ödetmek için getirmişti. Ve şu an beni öldürecekti!
Yumuşak bir şeye değdiğimiz an gözlerimi yavaşça araladım. Ceyhun'u başımda dikilirken görürken, "Tövbe." Diyerek ayağa kalktım.
"Ne oluyor lan?"
Evet. Şu an benden beklenmeyecek laflar duyuyorsunuz. Farkındayım.
Omuz silkip yeniden kolumu tuttu. "Bir şey olduğu yok. Seni boks maçıma götürüyorum işte." Dediğinde ondan kolumu kurtarıp kendim yürümeye başladım.
"Yer altında?"
"Evet."
"Bari söyleseydin. Ödüm koptu hödük!"
Güldü. "Işin eğlenceli kısmı o zaten." Deyince sinirle ayağımı yere vurdum. "İnşAllah kim ile kavga edersen ağzını yüzünü yamultur." Diye homurdanınca sesi sertleşmiş bir biçimde "Göreceğiz." Dedi.
İlerledikçe yükselen insan sesleriyle Ceyhun'a yanaştım. Göz ucuyla bana bakıp, kolunu omzuma attı ve sağdan saparak bir odaya girdik.
"Ben hazırlanıyorum." Deyip tişörtünü çıkartmasıyla öksürüp başka şeylere bakmaya başladım.
"Senin için yer ayarladım." Dedi. "Sakın başka yerlere ayrılma." Diye uyarmayı da ihmal etmedi.
"Tamam." Dedim ve karşısına geçtim. "Bu şey... " derken gözlerimi ellerime indirdim. "Çok mu tehlikeli?"
Başını yana yatırıp boyuma yetişmek için eğildi. "Korktun mu? Az önce dayak yemem için dua ediyordun oysa?" Diyerek gülümsediğinde omzuna vurdum. "Banane be! Geber." Diye homurdanıp küçük kanepeye oturdum.
"Hadi gidelim."
Ceyhun ile beraber odadan çıkarak, ışıkların geldiği kata ilerlemeye başladık. Kıvrımlı merdivenlerden indik.
Ceyhun, beni belimden tutup ilerletmeye başladı. Geçtiğimiz heryer de insanların vahşi bakışları altında ezilirken, kalbim hiç olmadığı kadar atmaya başladı.
Şu an korkuyor muydum yoksa endişeleniyor muydum emin değilim.
İnsanların gözlerinde gördüğüm saf nefret, kaygı, korku, hiç anlayamadığım sinsilik bakışları altında kafesin yakınına geldik. Ceyhun beni oturtup, "Sakın! Bir yere ayrılmak yok. Anladın mı?"
Cevap vermeden etrafa bakınırken cümlesini tekrarladı. "Anladın mı dedim."
Oflayarak başımı sallayınca, hızla yürüyerek uzaklaşmaya başladı.
Stres altında çevreme bakarken, Şebnem ile göz göze geldik.
Ona bakmayı kestigim anda beynimde şimşekler çakmaya başladı.
Şebnem?
Gözlerim ağır ağır aynı yere dönerken, Şebnem'in donuk bakışlarında durdu.
Yanında ki Aktan ve Toprak'a bir şeyler dedikten sonra bana yürümeye başladılar.
Yavaşça yutkunup gelişlerini izledim. Şebnem bana bakmadan yanımda ki sandalyeye oturdu ve bacak bacak üstüne attı. Kollarını göğsünde kavuştururken, "Önemli işin buydu demek." Dedi kinayeli sesle.
"Şeb---"
"Hayır ben anlamıyorum. Kızım sen kırılmaya ayarlanmış robot gibisin heee" dedi ve saçlarını arkaya atıp devam etti. "O Ceyhun iti ile ne işin var bilmiyorum, ki hesap sormak da bana düşmez. Ama bence, bak 'bence' onu duvara çivi niyetine çakmalı, hatta onu baltalamalısın. Onu varya, onun o ağzını dikmelisin, piç." Diyerek arkasına yaslanınca şaşkınca ona baktım.
Toprak gülüp, Şebnem'in saçını karıştırdı. "Sakin ol şampiyon."
"Ne oluyor ya? Ceyhun ne yaptı sana?" Dediğimde yeniden hatırlamış olduğundan topuklu botlarını yere vurdu.
"Bebeğimi öldürdü!" Dediğinde gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.
Bebek?
Öldürmek?
"N-ne bebeği?" Dedim şaşkınca.
Aktan bana gülerek bakıp yanağımı sıktı ve "Şebnem'in 3 yıldır çalışıp aldığı motoru parçaladı." Deyince ohladım.
En azından düşündüğüm bir şey olmamıştı.
"İnşAllah Alaz onu parça parça, lime lime eder!" Dediğinde şaşkınca "Alaz mı?" Diye sordum.
Aktan, "Evet yakışıklı Alaz kankim, onu öldürecek."
Yavaşça yutkundum.
Sanırım, bu gece kanlı bitecekti.
Ya kanlı bitecekti, ya da kanlı. Ortası yok.