AYIN ALTINDA HER ŞEY GÜZELDİ

1606 Words
Eve gelişimizin ardından direkt banyayo girmiş, rahatlatıcı bir duş almıştım. Günün ilk ışıkları ile uyandığımda, akşamın vermiş olduğu mayışıklık ve yorgunluk vardı üstümde. Uzunca bir süre yatağımda yatarak, tavanımdan gökyüzüne ulaşan camdan bulutları izledim. Nedense Ceyhun'un dediği şey zihnimde yankılanırmışcasına dönüyordu. "Boks maçıma beklerim" "Domates surat" Son dediği şey beynimde dönerken yanaklarımda tatlı bir kızarıklık hissettim. Bir anda gülümsediğimi hissettiğimde, aniden kendime gelerek kaşlarımı çattım ve yatakta doğruldum. Neden gülümsediğimi anlayamamıştım ama bu durum hoşuma gitmişti. Lavaboda elimi yüzümü yıkadıktan sonra dolabımın başına geçtim. Siyah yarım kollu bir bluz, altıma da yüksel bel kot eteğimi çıkarttım. Üstümü giyindikten sonra makyaj masamın önüne gelerek, toz pembesi, kadifemsi oturağa oturdum. İlk önce saçlarımı açarak düzleştirdim. Parmak uçlarım yavaş yavaş saç uçlarımda geziniyordu, bu koltuğa oturduğum an annem geliyordu aklıma. Saçlarımı tarayışı, okşaması... O kadar özlemiştim ki, sanki şu an başımın üstünde bir el vadı ve saçlarımı okşuyordu. Kulağıma sevgi sözcükleri sıralıyor, beni hiç bir zaman bırakmayacağını söylüyordu. Annem çok iyi bir yalancıydı. Yüreğime prangalar vurmam gerekiyordu belki de. Duygularımı en derinlerime zincirlemek, onları bir daha gün yüzüne çıkarmamak. Ama olmuyordu. Prangalar annemi özlememi engellerdi, annemi unutmamı sağlardı. Ancak ben bunu istemiyordum, ben sadece duygularımı daha az hissetmek, acıyı daha az yaşamak istiyordum. Ruhum yorgundu. Daha ne kadar yara alırdı orasını bilemezdim, ancak bu savaştan galip çıkmak için elimden geleni yapacaktım. Odanın kapısı açılmasıyla derin düşüncelerimden sıyrıldım ve gelene baktım. Babam bana kaşlarını çatarak baktı ve "Neden kahvaltıya inmedin?" diye sordu. Elimde ki tarağı masamın üstüne bıraktıktan sonra ayağa kalktım. "Uyuyakalmışım, inecektim" "Gerek yok." Sert ses tonu her hücrelerime ilmek ilmek işlendi, ağzımı açacaktım ancak babamın elinde ki küçük bavul bütün diyeceklerimi yutmama yetti. "Nereye gidiyorsun?" İlgiyle babama yaklaşıp tam önünde durdum. Babam da tebessüm ederek elini yanağıma koydu. "Ankara'ya. Dün acil bir işim çıktı, yarın sabah burada olmuş olurum" "Dikkat et baba..." diye mırıldandım ve gövdesine sarıldım. "Seni seviyorum" Babama sarılmayı özlemiş olmak kalbimi ağrıtıyordu. Normal baba-kızlar sürekli sarılmaz mıydı? Babam yanımdaydı, ama onu özlüyordum. Canımı en çok yakan buydu ya? Yanımdayken kokusuna hasret kalmak çok zordu. "Sınavlarında başarılar" Daha fazla bir şey demeden arkasını döndü. Derin bir nefes aldığını, dikleşen omuzlarından hissetmiştim. "Ceyhun meselesini eve gelince konuşacağız!" dedi sert sesiyle. Gözlerimin yaşardığını ve boğazımda bir yumru oluştuğunu hissettim. Ben onu sevdiğimi söylerken, onun sert çıkışları içime kapanmamı sağlıyordu. Boğazımı temizleyerek "Tamam" diye mırıldandım ve daha fazla canımı yakmasına müsaade vermeden kapıyı kapattım. * Üniversiteye gelir gelmez, ilk önce kafeteryaya inerek sıcak çikolata aldım ve boş bir masaya geçtim. Üniversitenin içi sıcak olsa da, kansızlık nedeniyle çok üşümüştüm. Üstüme, evden çıkmadan giydiğim toz pembe yünlü bir hırka vardı. Ona iyice sarılıp dumanı tüten sıcak çikolatadan bir yudum aldım. "Selam!" Önümde ki sandalyenin çekilmesiyle gelene baktım. Burcu'yu görmemle gülümsedim. "Selam" "Ne yapıyorsun?" elinde duran plastik bardakta ki çayı masaya bıraktı. "Gördüğün gibi. Dün çektiğimiz fotoğrafları çıkarttım. Şimdi hocaya götüreceğim. Tekrardan teşekkür ederim!" Omuz silkip, elini önemli değil manasında salladı. "O değilde, ben en çok Melek'in yüzünü merak ediyorum. Acaba çektiğin fotoğrafları görünce ne yapacak? Yılan..." Kısıkca kahkaha attım. "Herhalde onlara da şop der" dedim alaya. O da gülüp başıyla sağ tarafı işaret etti. "Koluna yeni oyuncağını takmış geliyor" O tarafa baktığımda, kolunda ki Murat ile göz göze geldik. Dişlerimi sıkarak önüme döndüm. Sakin olmalıydım...Sakin. "Gidelim mi?" dedim daha fazla dayanamayacağımı anlayarak. "Gidelim." Merdivenleri çıkarken, Burcu elinde ki bardağı çöp kutusuna atıp konuşmaya başladı. "Çok zor değil mi?" dedi ve derin nefes aldı. "En güzel hayalini, başkasının yaşıyor olduğunu görmek?" Beklemediğim soru karşısında afalladım. Sonra, "Zor" dedim. "Hayalin çok yakınında ama kavuşamıyorsun. Önünde engeller var, engelleri aşamayacak kadar güçsüzsün." Ayaktasın. Ama ruhun çökmüş. Ne bir adım ileri gidebiliyorsun, ne de bir adım geri. İnsanlar bunu görmüyor, çünkü bedenin ayakta ve çevrene gülümsüyorsun. Ama kimsenin aklına ruhun gelmiyor. Durumum böyleydi. Hayalim özgürce resim çizebilmekti. Önümde ki koskocaman engel, elimi ayağımı birbirine dolayan babam vardı. Babam sanki ruhumu kilitleyip, anahtarı bir tarafa fırlatmıştı. Ona hayır diyemiyordum, onun mahkumu gibiydim. "Öyle. Elini uzatsan tutacaksın, ama uzattığın eli kırıyorlar Elis" dedi. Gözleri yaşarmıştı ama buna rağmen hala tebessüm ediyordu. "Umudumuzu kırıyorlar. Ve sen sadece izliyorsun." Yüzünü buruşturup "Çok acımasızca" diye homurdandı. Aysun hocayı görmemle "Gitmeliyim" dedim. Yürümeye başladığımda aklıma gelen şeyle duraksayarak, arkamı döndüm. Burcu'ya gülümseyerek, "Unutma. Kırılan çiçekler hala yaşar." Ardından yürümeye başladım. , Yüzümüzde ki her tebessümün, kafamızda ki hisleri temsil etmediğini bilmeli insanlar. "Hocam" dedim ve elimdeki dosyayı uzattım. Aysun hocanın kaşları şaşkınlıkla havalandı ancak tebessüm ederek bana baktı. "Yapacağına inanmıştım. Beni şaşırtmıyorsun Elis Saygın" bende gülümsemesine karşılık vererek "Şaşırtmadığıma sevindim." dedim. Elini omzuma koyup hafifçe sıvazladı. "Sorunlarının olduğunu görebiliyorum. Eğer konuşmak itersen, ben buradayım" Başımı onaylarcasına salladım. Aysun hocada anlayışla bana bakıp, ilerlemeye başladı. Boğazımda ki koca yumru ile tuvalete yürümeye başladım. Hafta da iki saat gördüğüm ders hocam bile halimden anlıyorsa, babam beni nasıl görmezden gelebiliyordu? Gerçekten onun için fazlalıktan başka bir şey değildim ki. Tuvalete gelir gelmez lavabolara yönelip, elimi yüzümü yıkadım. Kendime gelmem gerekiyordu. Yüzüme üçüncü kez su çarparken, tuvaletin kilitlendiğini duydum. Hızla başımı kaldırdığım zaman Melek ile yüz yüze geldik. Bakımlı olduğu belli olan altın sarısı saçlarını arkasına savurup, bana kibirli bir bakış attı. Sıkıntıyla nefes alıp verdim. "Ne istiyorsun yine?" deyince "Daha yeni başlamıştık. Yoksa beni istemiyor musun?" dedi abartı bir şaşkınlıkla ve arkasındaki duvara yaslandı. Gözlerimi devirerek, "İstememek değilde, tiksinmek diyelim biz ona. Yüzünü her gördüğümde midem bulanıyor, demiş miydim?" dedim, ardından afallamasını büyük bir keyifle izledim. Ancak boğazını temizledikten sonra, "Doktora git tatlım" dediğinde, irice bir adım atarak tam önünde durdum. Boyu benden tahminen 5,6 santim uzundu, fakat zekamız baş ölçülemezdi. "Aslında sen hayatımızdan çıksan sorun falan kalmayacak" Dudakları düz bir çizgi aldı. Artık onunda sinirleri bozulmaya başlamıştı. Güzel. "O masum görüntünün altında sinsilik yattığını biliyordum. Ceyhun'u nasıl elde ettin bir fikrim yok ancak, eminim ya--" Cümlenin devamının nereye gittiğinin tahmin etmek zor değildi. Ani bir manevra ile, ellerim boğazına sarıldı ve onu duvara ittim. Boğazını sıktığımdan mıdır bilmem, tıslarcasına bir ses çıkardı ve saç diplerimde yakıcı bir acı hissettim. "Sakın o cümlenin devamını getirme! Fena olur" boğazını bıraktığım an öksürmeye başladı. Elimi uzatıp sertçe "Anahtarı ver!" dedim. Hala öksürürken ellerinin cebine gittiğini gördüm. Hızlıca cebinden anahtarı alırken alayla güldüm. "Murat bu dediklerini duysa ne olur diye hiç düşündün mü?" Hızlıca başını kaldırıp telaş barındıran gözlerle bana baktı. "Yapamazsın." Gülerek dışarı çıktım ve kapıyı kapatarak kilitledim. Kapıya inen yumrukları ve adımı seslenişlerini yok sayarak koridora ilerlemeye başladım. Yüzümde zaferden oluşan gülümseme ile emin adımlarla ilerlerken, telefonumdan ses kaydını kapatarak "O kadar emin olma" diye mırıldandım. * Umut, bir hız treni gibiydi. İnşa edilmesi oldukça yavaş ancak yıkılması bir o kadar hızlı. Kumsalda uzanıp güneşin batışını seyrediyordum. Kulağımda kulaklık, kulaklarımı dolduran hoş, naif bir müzik de bana eşlik ediyordu. Müzik bi anda durunca kaşlarımı çattım, ancak telefonun ekranında beliren 'babam' yazısıyla derin bir nefes alarak kulağıma götürdüm. "Alo?" "Elis! Sana inanamıyorum!" Kalbimde tarifi olmayan bir telaşla "Ne oldu?" diye sordum. Soluklarım düzensizleşmiş, duymaktan korkutuğum kelimelerin, ağzından çıkmaması için dua ediyordum. "Bunu da mı yapacaktın?! Bu kadar işin gücün arasında bir telefon geliyor. Bil bakalım kim arıyor? Dur sen cevap verme! Melek'in babası Ali bey. Bana ne dedi biliyor musun?" Sustu ve cevap vermemi bekledi. "Ne dedi?" dedim kısıkca. "Melek'in boynunda bir morluk olduğunu ve bunu senin yaptığını! Artık seni tanıyamıyorum...Benim kızım ne ara kötü birine dönüştü?" "Baba bak sandığın gibi de--" konuşmama müsaade etmeden, can yakan sözlerine devam etti. "Annen görse senden utanırdı!" Ve bitirici vuruş... Telefonun kapandığına dair sesler, ardından benim ağlayarak yere oturuşum saniyeler içerisinde gerçekleşti. Omuzlarım sarsılırken içim dışıma çıkacak kadar ağlıyordum. Ben bu sözleri hak edecek ne yapmıştım? Gökyüzünün kızıllıklarına baktım, burnumu çekerken "Anne..." diye mırıldandım ve gözlerimi kapattım. Yağmur, benim göz yaşlarım ile yarışır bir biçimde yağmaya başlamıştı. "Sen beni biliyorsun değil mi? Benim seni utandıracak bir şey yapmadığımı, yapmayacağımı biliyorsun...Utandın mı benden?" Son sözlerimi kısıkça söylemiştim, sanki annem bana utandığını yüzüme haykırmış, ve benim sesim içime kaçmıştı. "Utandıysan özür dilerim. Ben kötü biri değilim ki" dedim çocuk gibi omuzlarımı silkerek. "Kötü biri miyim?" "Benim kızım ne ara kötü birine dönüştü?" "Annen görse, senden utanırdı!" Babamın sesleri beynimde yankı yaparken ellerimi kulaklarıma bastırdım. "Kötü birisi değilim ben!" diyerek avazım çıktığı kadar bağırdım ve yumruğumu kuma geçirdim. "Değilim" Bir yumruk daha. Kendimden geçmiş gibiydim. En kötüsü de beni bu hale getiren kişi babamdı. Babam. "Hey hey hey sakin ol" telaşlı bir ses duysam da bakma gereksinimi duymadım. Son kez hıçkırarak kollarımı kendime sardım ve bacaklarımı kendime çekerek başımı dizlerime gömdüm. "Elis? İyi misin?" Evet iyiyim aptal. O yüzden ağlıyorum. Kimse ağlamamı duysun, buna şahit olsun istemiyordum. Dudaklarımı birbirine bastırırken zorlukla yutkundum. "İyiyim. Git başımdan" "Bana bak." "Git diyorum sana. Anlamıyor musun?" "Gidemem" "Neden?" diye mırıldandım ve hırkamın koluyla yüzümü sildim. "Bir kadın ağlarken gidilmez çünkü" dediğinde alayla "Çok incesin" dedim. "Biliyorum" İstemeden de olsa tebessüm ettim. "Ağlarken sana çirkin olduğunu söyleyen oldu mu?" Aklıma Burcu gelirken "Evet" dedim. Sonra aniden bedenimi Alaz'a çevirdim. "Sence ben kötü biri miyim?" Alaz'ın kaşları şaşkınıkla havalandı ve düşünür gibi yapıp dudaklarını araladı. "İki kere g*tümüzü kurtardığına göre...ımm hayır" Gülerek omzuna vurdum. "Doğru söyle" diye mızmızlandım. Gözlerini devirdi ve kollarını açarak bana baktı. "Gel şuraya matruşka" Bana neden matruşka dediğini bilmesem de, sarılmaya ihtiyacım olduğu için birazcık yana kayarak kafamı omzuma yasladım. "Böyle iyi..." "Sen nereden çıktın?" "Gökyüzü yağan yağmurun, ağlayan bir kız yüzünden olduğunu söyledi. Bende o kız ağlamasın, güneş açsın diye geldim" Sonra sustuk. Ve ayın altında, kumsalda uzandık. Bir süre sadece sustuk. Bazen bana dönen sorgu dolu bakışlarını hissediyordum. Ancak yaramı deşmek istemediğinden, -daha doğrusu ağlamamı- bir şey demedi. "Gökyüzünü sevmiyorum" diye mırıldandım, ancak onun duyup duymadığından emin bile değildim. "Neden?" diye sordu tuhaf bir sesle. Büyük ihtimale birisinin, masmavi gökyüzünü sevmiyor oluşu ona garip gelmişti. "Elimden sevdiklerimi alan bir şeyi nasıl sevebilirim ki?" dediğimde sustu ve iç çekerek kafasını gökyüzüne çevirdi. "Sevdiklerin gökyüzünde ise sevebilirsin matruşka..." Ayın altında her şey güzeldi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD