Onun da bana olan şaşkın bakışlarından beni burada gördüğünün şaşkınlığını yaşadığını anlamıştım.
Üstünde ki jilet gibi oturmuş takım elbisesi onu olduğundan daha yakışıklı ve olgun göstermişti. Ceyhun gazetecilere bir bakış atıp, kimsenin ona bakmadığını anladığında göz kırptı.
Bende kaşlarımı çatarak ona baktıktan sonra babama ayak uydurup yürümeye başladım.
Bahçenin önüne gelince, büyük bir masaya yöneldik. Bizim geldiğimizi görenler bakıp fısıldaşmaya başlayınca zorlukla gülümsedim.
Masaya oturup karşımda ki Melek'in ailesine gülümseyerek, kendisine de olabildiğince alay dolu bakışlarımı yolladım.
O da bana sırıttı.
Bu sırıtışın altında bir şey olduğu apaçık belliydi ancak, bunu düşünüp anı mahvetmek yerine, gülümsedim.
Babam, tanımadığım bir adamla el sıkıştı, ve "Oğlun nerede?" Diye sordu.
Saçları aklakmış adam, gayrihtiyarı bir gülümseme ile karşısına baktı. "Oğlum da geliyor"
Ben kafamı çevirmek üzereydim ki, yanımda duran sandalye çekildi ve iri bir cüsse oturdu.
"Geldim bile." Diyerek babam ile el sıkışan Ceyhun'a anlamsızca baktım. "Babam benden bahsetmiş olmalı, ben Ceyhun. Sizde Hakan bey olmalısınız. Tanıştığımıza memnun oldum"
Efendiliğine ve mütevaziliğine oldukça şaşırmıştım. Yani Ceyhun gibi birisinden beklenilmeyecek bir davranıştı. Tabii şaşırmamın yanı sıra ortağın oğlunun Ceyhun olduğunu öğrenmemdi sanırım.
Babamlar kendi hallerinde konuşmaya daldıklarında, Ceyhun gülümseyerek "Görüşmeyeli nasılsın güzellik?" Diye sordu.
Gözlerimi devirerek arkama yaslandım. "Seni görmeden önce gayet iyiydim" dediğimde kalbini gösterek yüzünü buruşturdu. "Ah kalbim bu kadar hasarı kaldıramayacak"
İstemeden de olsa bu haline güldüm. Benim güldüğümü görünce ilk olarak şaşırsa da belli etmemeye çalışmıştı.
"Ben Melek." Diyerek ortaya balıklama atlayan Melek'e bakakaldım. Otuz iki diş sırıtmış, Ceyhun'a elini uzatmıştı.
"Ceyhun."
Elini uzatmadan demesi, ve Melek'in bozulan suratı beni ister istemez güldürdü. Gülmemi engellemek için alt dudağımı ısırıp başka taraflara baktım.
"Hm. Nerede okuyorsun Ceyhun?"
"Okumuyorum, çalışıyorum"
"Vay... Çok genç görünüyorsun."
Bu yürümek değil. Bu yürüyenlere hakaret! Bu resmen koşmak, koşmak değil uçmak!
Ceyhun, Melek'e cevap vermek yerine bana döndü. "Burada olacağını tahmin etmemiştim."
Melek kendisine cevap verilmemesinden oldukça bozulmuş görünüyordu.
"Siz nereden tanışıyorsunuz?" Diyerek soru yöneltti babam.
"Elis ile bir mo--" cümlenin devamını demesine izin vermeden ben atladım ortaya.
"Ceyhun ile kafede tanışmıştık" dedim hızlı hızlı. Babam ilk kaşlarını çatarak bana baksada uzatmamaya karar vererek önüne döndü.
Benim masa üzerinde dolaşan bakışlarım gözlerinde sinsilik parıltısı gördüğüm Melek ile duraksadım. Ben daha ne olduğunu anlayamazken ses tonuna aşık olduğum, sesinin bana huzur veren melodisini duyduğum, uzun zamandır aşina olduğum ses ile donakaldım.
Yemin ederim size dondum. Onu en son ne zaman görmüştüm, ne zaman sesini duymuştum hatırlamıyordum bile. Zaten şu an onu düşünecek halim de yoktu. Zira karşımda birbirine sarılmış ikiliyi izliyorum sessizce. Dolan gözlerimi kimsenin anlamasına izin vermeden kırpıştırdım ve her zaman ki tebessüm maskemi takındım.
Salonu hafifçe naif bir keman sesi doldurduğunda, Melek bana daha çok nispet yaparmış gibi Murat'a sarıldığında masanın altında ki yumruklarımı sıktım.
Bu kız bir gün benim elimde fena kalacaktı.
"Benimle dans eder misiniz Melek'im"
"Tabii ki"
Masada yayılan kıkırtılarla ayağa kalktılar ve diğer dans edenlerin yanına geçtiler.
"Az sonra alnının ortasına 'dikkat patlayabilir' yazısı asacağım Elis Saygın" diyen alaylı ses ile Ceyhun'a döndüm.
"Ne alaka?"
Aniden ellerimde buz gibi bir el hissedince ne yapacağımı bilememiş halde kaldım. Ceyhun bunu tahmin ediyormuş gibi daha da sırıtıp "Ellerin diyorum" dedi ve devam etti. "Çok sıkmışsın, biraz gevşe ve akışına bırak"
"Sağol ya" diyerek gözlerimi devirdim. "Senin tavsiyelerine çok ihtiyacım vardı"
"Biliyorum güzellik" fütursuzca konuşmasına artık takılamıyordum bile. Sanki alışmış gibiydim, onun bu kaba hallerine...
"Arsız" diye homurdandım fısıltıyla ve küçük bir çocuk gibi yanaklarımı şişirerek etrafa bakmaya başladım.
"Kız çocuğu..."
Evet evet. Yine o alaylı ses. Yine o yüzünde kocaman bir sırıtış.
Çak suratına ya! Şöyle en okkalısından!
"Tamam tamam bakma öyle"
"Nasıl bakıyorum ki?"
"Sanki beni yunruklamak istiyor gibi?"
Sırıttım. "Doğru tahmin ediyorsun o zaman"
İlk önce afallasada annesinden gelen soru ile bakışlarını ona yöneltti.
"Kızı dansa kaldırsana domuz herif!"
Onlar duymadığımı sansa bile duymuştum! Ve dedikleri normal bir şey olmuş olsa bile beni utandırmıştı. Tabii aynı zamanda Ceyhun gibi soğuk nevalenin annesinin bu şekilde güler yüzlü olması beni şaşırtmıştı.
"Anne entel entel şeyler. Ne gerek var?" Dedikleri biraz olsun rahatlamamı ve sandalyeye daha fazla yayılmamı sağladı.
Ancak bu rahatlık uzun sürmemiş kolumdan, nezaketten oldukça uzak bir şekilde kaldırılmıştım. Daha ne olduğunu anlayamamışlığın verdiği azizliğe uğrayarak Ceyhun'un ayağına bastığımda ilk önce yüzü kızardı ve kasıldı.
"S*kseydin daha az acırdı"
Kızgınlıkla bakıp "Edepli konuş az" diye mırıldandım.
"He he"
Ellerini belime yerleştirip beni biraz kendine çekince, bende ona uyarak ellerimi omzuna attım.
"Annemin gönlü için kaldırdım. İki dans edip otururuz"
Ondan herhangi bir şey beklemiyordum ancak biraz daha kibar olabilirdi.
"Annen melek gibi kadın. Senin aksine... " diye homurdandım. "Hiç benzemiyorsunuz"
Belimde olan ellerinin biran kasıldığını hissettim. Ama bu his direkt geçmişti. Ya benim hayal silsilemin bir görüntüsüydü, yada gerçekten yaşanmıştı.
O cevap vermezken biz hafif hafif sallanmaya devam ettik. Birazcık utangaçlığın verdiği his ile ona bakamıyordum, sanki onun yarasını deşmiş gibiydim ve bu beni üzmüştü.
"Sen bu p*zevenke mi aşıksın?"
Gözüm Melek ile dans eden Murat'a takıldı ve başım hafifçe sallandı.
"Hah!" Diye homurtusunu işittim. "Bu yaşlanınca evde kedi besleyen teyzelere döner! Şu surata bak"
Ceyhun'un git gide garipseyen davranışlarına hayretler içerisindeydim! Sanki geçen gün beni kafede tehdit eden o değilmiş gibi davranıyordu, ve bu kafamı oldukça karıştırıyordu.
"Sussana sen!" Dedim kızgınlıkla.
"Aman aman... Laf da söyletmezmiş"
"Ceyhun!"
"Tamam" dedi ve pes eder şekilde omuz silkti. Omuz silktiği sırada boynu biraz açığa çıkan Ceyhun'un tam sağ alt köşesinde ki morluğa baktım.
"Oraya ne oldu?"
"Nereye ne oldu?" Diye sordu merakla. "Boynuna" dediğimde ilk anlamasa da gülmeye başladı.
"Ne oldu ya?"
"Hiiiç" dedi 'i' harfini uzatarak. "Dün biraz fazla yoruldum da"
Hala anlamazken Ceyhun'un dediği son şey ile başımı aşağı indirdim. Emindim ki baştan aşağı kızarmıştım.
Niye ağzımı tutmuyorsam!
Bana ne boynunda ki morluktan yani!
Eeee meraktan bu da geldi başına. Rezilsin.
Şuracıkta yere yatıp çılgınlar gibi bağırasım geliyordu ama sakin bir keman eşliğinde dans ediyordum.
Ne güzeldi değil mi?
"Dün boks maçım vardı. Ondan kalmış olmalı."
Duyduğum sözler ile başımı kaldırdım. Yine o gülüşü ile bana bakıyordu.
"Sen... sen... sen varya! Sen en adi pisliksin"
"Evet evet herkes öyle der"
Sinirle güldüm ve onu bırakarak masaya oturdum.
Babam beni görünce ayağa kalktı. "Bizim artık gitmemiz gerekli Adnan bey. Yine görüşmek dileği ile"
"Iyi günler Hakan bey ve küçük hanım"
Herkese selam vererek çıkışa yürümeye başladık.
Eve gidip duş alarak hemen uyumam gerekiyordu. Tabii Ceyhun'un deliklerinden sonra uyuyabileceğimden emin değildim.
"Boks maçıma beklerim" diye kulağıma fısıldamıştı. "Domates surat"