BEKLENMEDİK KİŞİ

1234 Words
Yatağıma uzanmış bir şekilde tavanımda ki camdan gökyüzüne bakıyordum. Gecenin simsiyah karanlığını süsleyen yıldızlara bakarken iç çektim. Bugün ve dün yaşamış olduğum şeyleri şüphesiz unutmayacaktım. Bir daha onları görebilecek olmamdan bile şüpheliydim. Şebnem ile birbirimizin numaralarını alsak da, iletişimimiz kesilmiş gibi hissetmiştim. Umarım, onları bir daha görürüm. Onlar olmak o kadar çok isterdim ki... Sanki gökyüzüne açılan bir camım varmış gibi, camı açtığım an ellerime gökyüzüne dokunacakmışım gibi hissediyordum. Cama değen 'pıt pıt' sesleriyle yağmur yağacağını anlayarak gülümsedim. Yağmur sesi kulağıma ninni gibi geliyordu ve bugün kolayca uyuyacağım kesindi. Gözlerimi gecenin karanlığına yumarken tek isteğim, yıldızların tavanımdan hiç sönmemesiydi. ? Saat 08:00'de dersim olduğu için çok erken kalkmış, dün üşengeçliğim yüzünden yapamadığım banyoyu yapmıştım. Gerekli olan malzemeleri çantama tıkıştırarak günlük bir şeyler giydim. Komodinin üzerinde duran dijital saatimden dersime yarım saat kaldığını görerek aşağıya doğru koşturdum. Mutfağa paldır küldür girince babamın sertçe bakışlarına maruz kaldım. "Çocukça hareketler yapma" diye uyardığında derin bir nefes alıp masaya yavaşça oturdum. "Sana da günaydın baba" "Bugün kaç dersin var?" Diye sorunca gözlerimi devirerek "3" dedim ve kahvaltımı etmeye devam ettim. "İyi. Bu akşam bir davete katılacağız. Soyadımıza yakışır giyin" diyerek masadan kalkınca oflayarak başımı salladım. Bende kahvaltımı yaptıktan sonra, kapıya bırakmış olduğum çantamı sırtıma alarak, kapıdan çıktım. Şoför beni yine okula bıraktı ve gitti. Bende bugün ilk dersliğime gitmek için amfiye yol aldım. Sınıfıma girip önlerden bir yere oturdum ve hocanın gelmesini bekledim. Neredeyse bir saat sonra ders bittiğinde şükür çekerek sınıftan çıkmak üzere hareketlendim, ancak adı Aysun olan ders hocam beni "Elis!" Diye seslenerek durdurdu. "Efendim?" Bana gülümseyerek baktı ve "Ödev teslim tarihin 1 hafta gecikti." Deyince anlamazcasına kaşlarımı çattım. "Ama daha 2 hafta var? Nasıl olur?" Diyerek şaşkınca Aysun hocaya baktım. Kaşlarını çattı ilk önce, ardından sanki bir şeyi hatırlamış gibi havalandı. "Sen hasta olup okula gelemediğinde Melek'e söylemiştim." deyince sinirle soludum. Yine Melek. Yine Melek. "Hayır, söylemedi." Dedim. "Nasıl olur? Yanımdayken telefonla seni aramıştı?" Dediğinde gözlerimi devirdim. Kızın arkamdan çevirdiği dolaplar artıyordu da artıyordu. "Gerçekten söylemedi. Beni bilirsiniz, ödevlerimi hiç geciktirmem" Gülümseyerek kolumu sıvazladı. "Biliyorum ancak, yarına bütün ödev teslimeyetleri son. Yarin getirmezsen düşük olarak gireceğim" diyerek yanımdan geçip gittiğinde gözlerimi kırpıştırdım. Aysun hocanın gidişini izlerken, okulun kolonlarından birine yaslanmış bir şekilde gülümseyerek bana bakan Melek'e baktım. Benim ona baktığımı görünce bütün dişlerini gösterecek şekilde sırıtıp el salladı. Ne kadar sakin olmaya çalışsam dahi, içimde bitmek bilmeyen bir kızgınlık, sinir, gidip ona hesap sormamı istiyordu. Galiba öyle de yapacaktım. Ona doğru hızlı adımlar ile ilerlerken yaslandığı kolondan doğruldu ve benim ona gelmemi izledi. Tam karşı karşıya durduk. "Senin derdin ne?" Diye sorunca omuz silkti. "Bilmem? Benim derdim neymiş?" Beni daha da sinirlendirme çabasına gülerek karşılık verdim. "Benimle bu kadar uğraşman neden? Kendini havalı mı sanıyorsun? Iyi mi hissediyorsun? Dur! Tahmin edeyim, sen ailenden beş kuruş değer görmemiş bir kızsın, ve bu yüzden insanlara saldırıyorsun. Ama ben, buna izin vermeyeceğim" dedim net sesimle. Gülen suratı bozulunca omzuna çarparak çıkışa yürümeye başladım. Bir anda omzumdan çekildim ve Melek ile karşılaştım. "Sen babandan çok mu sevgi görüyorsun? Git Elis, gel Elis, yapma Elis... Onun köpeği gibisin! Sana değer bile vermiyor." Dedi. "Annen desen durumu meçhul... Malûm" dedi gülerek. Gözlerim dolsada kırpıştırarak bunu yok etmeye çalıştım. "Benim annem bana değer verdi Melek. Onunla anılarım, mutluluklarım var. Bunlar senin gibi bir kalpsizin anlayamayacağı şeyler" dedikten sonra yoluma devam etmeye başladım. Okuldan çıkar çıkmaz ilk sokağı döndüğüm itibaren duvara yaslandım ve tuttuğum gözyaşlarını saldım. Anne hasreti... Söyleyebileceğim cümlelere sığamayacak kadar zordu anlatması. Kelime yetmezdi, harfler silikleşirdi. Cümleler anlamını yitirirdi. Anne, küçük yaşta saf aşk demekti benim için, çocukların kahkahalarla güldüğü zamanlardı, hiçbir şeyden bi' haber olan masum bebeklerdi. Kalbim, benim annemdi. Anne hasreti öyle bir şeydi ki, konuşmayan bir bebeğin derdini anlatmak için ağlaması gibiydi. Derdimi hiçbir şekilde anlatamazdım ben, özellikle ağlardım. Çünkü derdimi cümlelerle değil, ağlayarak anlatırdım. Başımı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. "Anne... " diye mırıldandım ilk önce. "Sana ihtiyacım var." Orada kaç dakika ağladım bilmiyorum, ancak sol tarafımdan uzatılan peçeteyle daldığım düşünceler arasından sıyrıldım. "Daha fazla ağlama. Çirkin oluyorsun" başımı kaldırdığımda küt saçlı bir kız görünce kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Elinde ki peçeteyi alarak yarım yamalak teşekkür ettim ve yanaklarımı sildim. Özellikle gözlerim acıyordu, onları yumruk yaptığım ellerimle ovalarken kızın hala burada olduğunu görünce ayağa kalktım. "Sana daha önce sümüklü olunca çirkin olduğun söylenmiş miydi?" Dedi gülerek. Bende istemeden güldüm. "O gıcık kızın sana bir şeyler dediğini duydum, sen o küçük kaltağın dediğini takma, onun gibiler anca konuşur" dediğinde "Onu tanıyor musun?" Diye sordum. Yorulmuş olacak ki yere oturdu, bende onu izleyerek yere oturdum ve onu dinlemeye başladım. "Kendisini çok iyi tanırım. Her neyse, önemli olan bu değil. Seni Aysun hoca ile konuşurken duydum, istersen yardımcı olabilirim?" Gözlerimin ışıkdadığına yemin edebilirim. "Eder misin cidden?" Kararsızca bana baktı. "Yani, fotoğraf çekmek ne kadar zor olabilir ki?" Kıkırdayarak 'sen öyle sen' diye geçirdim içimden. Ayağa kalkarken "Adın ne?" Diye sordum. "Burcu" dedi ve yolu izlemeye başladı. Benim adımı bildiğini düşünüyordum ama yine de bahsetme ihtiyacı duydum. "Elis ben" Dudakları yukarı kıvrıldı. "Biliyorum, ama şu işe başlasak mı?" "Olur" dedim ve sonra yoldan geçen bir taksiyi durdurup içine bindik. Ben amcaya gideceğimiz yolu tarif ettiğimde Burcu bana "Neden orman?" Diye sorduğunda "Çünkü estetik" dedim. Gözlerini devirerek "Yaktın beni..." diye mırıldandı. Taksi durunca parayı ödeyerek arabadan indik. "Kaybolmayız umarım" diye söylendiğini duydum. "Kaybolmayız merak etme. Sık sık gelirim buralara" dediğimde ilgili bur şekilde "Neden?" Diye sordu. "Resim çizmeyi fazla seviyorum, ve bu orman bana fazla ilham veriyor" Hafif hafif esen rüzgar saçımı dağıtırken, göl kenarına gelince çantamdan kameramı çıkarttım. Burcu, "Resim yapmayı seviyorsan neden fotoğrafçılık bölümündesin?" Dediğinde umursamaz görünmeye çalışarak "Öyle gerekti" dedim ve konuyu kapatmak amacıyla kamerayı salladım. Biz neredeyse 5-6 saatimizi burada geçirdik, ve çeşitli fotoğraflar çektik. Hayatımda ilk kez bir günüm bu kadar kötü geçip, sonradan bu kadar güzelleşmişti. "Gidelim haydi" Toparlanarak tepeye çıktık ve ormandan çıktık. "Teşekkür ederim Burcu, bunlar iyi not almama yetmez an paçayı kurtardık en azından" diyerek güldüğümde o da gülerek karşılık verdi. "Saat 8 olmuş. Ne kadar hızlı geçmiş? Neyse görüşürüz" O gidince taksi yoluna devam etti. Bir anda aklıma gelen şeyle 'Kahretsin!' Dedim. Bu akşam davet vardı ve ben unutmuştum! Şimdi bittiğimin resmiydi... Eve gelince babam sinirle bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Beni görünce "Neredesin sen?" Dedi kızgınca ve çamura bulanmış üstümde gözlerini gezdirip yüzünü buruşturdu. "Bu halin ne?" "Ödev için... Üzgünüm" "Ödev olduğu için bir şey demiyorum, gece eve geldiğimizde bunu detaylıca konuşacağız. Şimdi hazırlan" "Tamam" diyerek yukarı koştum. Davet 22:00'da başlayacağı için iki saatim vardı, direkt kendimi banyoya attım ve iyice yıkanıp bornozuma sarılarak dışarı çıktım. Dolabımdan babamın yedek olarak tutturduğu, krem renginde, derin göğüs dekolteli kıyafetimi çıkartıp, nazikçe yatağımın üstüne bıraktım. Makyaj masamın önüne geçerek, açık tonlarda makyajımı hallettiğimde sadece maşa makinem ile saçlarımı hafif dalgalandırdım ve elbisemi üstüme geçirdim. Siyah bantlı topuklu ayakkabılarımı da ayağıma geçirdikten sonra aşağı inmeye başladım. Saat tam 22:00'dı. Babam benim geldiğimi görünce beni süzerek memnun olmuş bur şekilde gülümsedi ve kolunu katladı. Gülümseyerek koluna girdim. Ne olursa olsun, babamın beni sevdiğinin bilimcindeydim ve bu günü daha fazla mahfetmemek için elimden geleni yapacaktım. Şoför bizi davet yerine götürürken gününün nasıl berbat, aynı zamanda nasıl güzel geçtiğini düşünüyordum. Sonunda havuzlu bir villanın önünde duyduğumuzda şoför arabadan inip kapıyı açtı. Ilk önce babam çıktı ve kolunu yeniden kırarak bana uzattı. Gülümseyerek yeniden koluna girdim, ve içeri ilerlemeye başladık. Fotoğraf flaşları yüzümüze patlıyordu. Babam, bir gazetecinin önünde durup, sorulara cevap verirken benim gözlerim ileride takım elbisesiyle kırmızı halıda yürüyen adama takıldı. Tanıyor gibiydim ama çıkaramamıştım. Eğik başı bir anda yukarı kalktı ve o bal gözler, gözlerime takıldı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD