Bölüm 1: Dönüş ve Beklenmedik Geliş
Ege'nin koynunda, adını bilenlerin sadece fısıltıyla andığı, rüzgarın iyot kokusunu zeytin ağaçlarının yeşiline karıştığı, küçük bir sahil kasabası... Burası, zamanın yavaş aktığı, komşuluğun sıcak bir tebessümle yaşandığı, deniz kenarında sıralanmış bembeyaz evleriyle ressam tuvalinden fırlamış gibiydi. İşte tam da bu kasabaya, baharın son demlerinde, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, kasabanın unutulmuş oğullarından biri, kısa bir süreliğine de olsa, soluklanmaya geri dönüyordu.
Mert. 24 yaşındaydı ve mesleği askerlikti. Üzerinde sivil kıyafetler olsa da, duruşundaki keskinlik, omuzlarındaki görünmez apoletlerin ağırlığı ve bakışlarındaki kararlılık, onun sadece "askerliğini yapmış" biri olmadığını, aksine bu mesleğin içinde yoğrulmuş, fazlasıyla başarılı ve rütbeli bir subay olduğunu ele veriyordu.
Esmer teni, güneşte daha da belirginleşen siyah, kısa dalgalı saçları ve o yemyeşil gözleri vardı. Sol kaşının hemen üzerindeki küçük ben, ona çocuksu bir masumiyet katıyordu, oysa gözlerinde artık rütbesinin getirdiği sorumluluğun ve yaşadıklarının derin izleri okunuyordu.
Kasabaya girerken, ciğerlerine çektiği tanıdık iyot kokusuyla birlikte, bir an geçmişe savrulduğunu hissetti. Lise yıllarına, o kasabanın dar sokaklarında koşuşturduğu, hayaller kurduğu, ve... Aslı'yı ilk gördüğü anlara. Yarım kalmış bir hikayenin başkahramanlarıydılar ikisi de, henüz bilmeseler de.
Motorsikletinden indiğinde, annesi ve babası kollarını açmış bekliyordu onu. Sımsıkı sarılmalar, özlem dolu sözler... Evin bahçesindeki nar ağacının altında, çocukluğundan kalan anıları solukladı. Her şey aynıydı sanki, ama Mert'in içinde bir şeyler değişmişti.
Askerlik ona disiplini, sabrı ve hayatın kırılganlığını öğretmişti. Daha da önemlisi, genç yaşına rağmen elde ettiği bu başarı ve rütbe, onu sorumluluk sahibi, ketum ve gerektiğinde taviz vermeyen bir adam yapmıştı.Şimdi buradaydı; kısa bir izin miydi bu, yoksa zihninde çözmesi gereken daha büyük bir denklem mi vardı? Zihni, cevapsız sorularla doluydu. Omuzlarındaki görünmez yük, kasabanın sakinliğiyle tezat oluşturuyordu.
Annesinin "Zayıflamışsın oğlum," cümlesindeki endişe, babasının gururlu ama sorgulayan bakışları... Sanki her hücreleri, "Ne oldu orada, ne yaşandı?" diye soruyordu. Ama Mert, askeri bir sır gibi sakladığı iç dünyasını kimseye açmayı düşünmüyordu. Kasaba, onun için sadece bir nefes alma noktasıydı; ardında bıraktığı fırtınalı denizin kıyısında kısa bir limandı.
---
Aynı günün öğleden sonrası, kasabanın sakin kafelerinden birinde, elinde laptopuyla genç bir kadın oturuyordu. Aslı. 24 yaşında, yazılımcıydı. Büyük şehrin gürültüsünden, koşturmacasından bunalıp, uzaktan çalışabileceği bir proje bulmuş ve bu küçük sahil kasabasına kapağı atmıştı.
Ela gözleri, açık kahverengi saçları arasında güneşten açılmış sarı tutamlarla ışıldıyordu. Sade ve düzenli bir hayatı vardı. Duygularını genellikle içine atan, yüzeyde sakin ama iç dünyasında fırtınalar kopan bir karakterdi. Kasabanın huzuru ona iyi gelmişti, en azından şimdilik. Burası, duygusal karmaşasını bir kenara bırakıp işine odaklanması için mükemmel bir sığınaktı.
"Kafa dinlemek için harika bir yer," diye mırıldandı Aslı, kahvesinden bir yudum alırken. Ekrandaki kodlara bakarken, ara sıra pencereden dışarı, masmavi denize takılıyordu gözleri. Lise yıllarından beri ilk kez bu kadar huzurlu hissettiğini düşündü. Oysa bu huzur, çok geçmeden tanıdık bir siluetle bozulacaktı.
Aslı, şehirde edindiği yalnızlık alışkanlığını burada da sürdürüyordu. İşinden arta kalan zamanlarda uzun sahil yürüyüşleri yapıyor, eski kitapçıları keşfediyor, kasabanın yaşlılarıyla sohbet ediyordu. İnsanlara çok yaklaşmıyor, kendi kurduğu o hassas dengeyi bozmak istemiyordu. Kalbinde gizli bir yerde sakladığı, adı konulmamış bir özlem vardı. O özlemin kime ait olduğunu kendine bile itiraf edemiyordu. Tek bildiği, yıllar önce kasabadan ayrılırken geride bıraktığı o yarım kalmışlık hissiydi.
Mert, çocukluk arkadaşı Can ile sahilde yürüyüş yaparken, Aslı'nın oturduğu kafenin önünden geçti. Can, kasabada emlak işleriyle uğraşan, neşeli ve biraz da geveze bir gençti. "Burası da yeni favorim oldu Mert," diye gevezelik ediyordu Can. "Özellikle o kahveleri... Bir de yeni bir müşteri geldi sanırım, sürekli bilgisayarıyla uğraşıyor. Şehirden kaçmış belli." Can'ın sözleri Mert'in pek umurunda değildi.
Gözleri, açık pencereden içeri süzülürken, tanıdık bir yüze takıldı. İlk başta algılayamadı. Yüzüne vuran güneşin açısı, saçlarındaki sarı ışıltılar... Sonra, ela gözleriyle karşılaştı. Bir anlığına dünya durdu. O gözler... Yılların üzerinden geçmiş olsa da, lise koridorlarından, gizli bakışmalardan, yaz ödevleri için buluştukları kütüphaneden zihnine kazınmıştı. Aslı.
Mert'in adımları istemsizce yavaşladı. Kalbinin ritmi değişti, nefesi kesildi. Yıllarca görmediği, aklının en derin köşesine sakladığı o yüz, şimdi karşısındaydı. Gözlerinde ne bir düşmanlık ne de bir yabancılık vardı, sadece saf bir şaşkınlık ve binlerce soru.
Lise aşkının, platonik sevdasının yüzü, tam karşısındaydı. Oysa o kadar değişmişti ki. Daha olgun, daha dingin... Ama o ela gözler, aynı bildiği gibiydi; içlerinde hem bir hüzün hem de pırıl pırıl bir zeka parıltısı.
Aslı da başını kaldırmış, pencereden dışarı bakıyordu. Gözleri, kendisini izleyen yeşil gözlerle buluştu. Kalbi bir an durdu, sonra deli gibi atmaya başladı. Kahvesi elinden kayıp düşmek üzereydi. Esmer teni, dalgalı siyah saçları... Yıllar, yüzündeki çocuksu ifadeyi almış, yerine daha sert, daha olgun bir duruş getirmişti.
Ancak Mert'in o kendine has bakışları hiç değişmemişti. Yanılmıyordu. Mert. Yıllar sonra, Ege'nin bu küçük kasabasında, kader onları yeniden karşı karşıya getirmişti. İkisi de şaşkındı, ikisi de ne diyeceğini bilemiyordu. Kafenin içindeki loş ışıkta, zaman adeta donmuştu.
Aslı'nın zihninde, lise yıllarının tozlu raflarından anılar birbiri ardına düşmeye başladı. Mert'in okul koridorunda top sürmesi, bahçede arkadaşlarıyla gülüşmeleri, edebiyat dersinde okuduğu bir şiirin mısraları...
Hep uzaktan izlediği, asla cesaret edip konuşamadığı genç adamdı o. Aralarında, o lise yıllarından kalma, bir türlü açılmayan duygular, yarım kalan cümleler, sessiz bir bekleyiş vardı.
İkisi de, gençliklerinin masumiyetini geride bırakmış, hayatın sert rüzgarlarında savrulmuştu. Ama o platonik aşkın tohumları, kalplerinin en derininde hala filizlenmeye hazırdı.
Ve şimdi, bu sessizlik, kasabanın sıcak esintisiyle yeniden canlanmaya başlamıştı. Bir yandan tanıdık bir sıcaklık, diğer yandan bilinmez bir tedirginlik sardı içlerini. Bu karşılaşma, kasabanın dinginliğini bozacak bir fırtınanın ilk işareti miydi?