Ekran, Aslı'nın her gün gördüğü o tanıdık Sarnıçköy sahili fotoğrafına döndüğünde, oda bir anlığına sanki vakumlanmış gibi sessizleşti. O siyah komut penceresi, o tehditkar yeşil harfler, hepsi bir hayalet gibi gelip gitmişti ama arkalarında bıraktıkları o buz gibi dokunuş, odanın havasında asılı kalmıştı. Laptopun, artık normale dönen fanının hafif vınlaması ve mutfaktaki buzdolabının belli belirsiz uğultusu dışında ses yoktu. Bir de, ikisinin de kulaklarında çınlayan, kendi kanlarının uğultusu... Aslı, sandalyesinde kaskatı kesilmişti. Parmakları hala klavyenin üzerindeydi, sanki az önce verdiği dijital savaştan sonra tuşlara yapışıp kalmış gibiydi. Bakışları boştu, ekrandaki Sarnıçköy fotoğrafının renklerini değil, az önce gördüğü o siyah boşluğu ve yeşil yazıyı görmeye devam ediyordu.

