bc

Aşkın Nazlı Hali

book_age4+
12
FOLLOW
1K
READ
family
mystery
like
intro-logo
Blurb

Hayatından geçen her bir gün, dolu dolu tabirinin yanındaydı Naz için. Sonu gelmeyen seyahatler, bitmek tükenmek bilmeyen partiler, sıfırlarını dahi saymaya uğraşmadığı bir banka hesabı, anne babası, dedesi ve hatta daha birçok insanın ilgisi… Şimdiyse bunların hepsi yerini mütevazı bir memur hayatına bırakmıştı. Hem de oldukça mütevazı!Artık parasının hesabını kuruşu kuruşuna yapmalı ve hayatını diploması için uğruna yıllarca dirsek çürüttüğü mesleği, öğretmenliği, yaparak kazanmalıydı. Yapabilir miydi peki? Allah biliyor ya herkes onun bu şekilde yaşayamayacağını biliyordu.

Disiplin, azim ve çeviklik… Belki biraz ukalalık, biraz da hazır cevaplık. Hepsini bünyesinde barındıran bu yakışıklı adamın bir yüzbaşı olduğuna inanmak, oldukça zordu. Yeni görev yerine başarıyla adapte olmuşsa da yeni hayatında hesaba katmadığı bir şeyler vardı. Zaten kim bunu hesaba katıyordu ki? O ne mi? Aslında hepimiz biliyoruz. Hatta birçoğunuz şu an iki dudağınız arasında, bu oyunbozan kelimeyi mırıldanıyorsunuz. ‘Aşk’

Pek çok şey bildiğini iddia etse de bu konuda ne bir tecrübeye ne de ön bilgiye sahipti Yağız. Ama azimliydi. Takdir etmek ve hakkını vermek gerekir. Aşkı öğreniyordu. Hem de aşkın ‘Naz’lı hâlini…

chap-preview
Free preview
Bölüm 1 - Kısım 1
Bölüm 1  Aynadaki aksine son kez göz gezdirdi genç kadın. Etrafında yarım tur dönerken, anne ve babasına yaptığı büyük ısrarlar sonrasında, tek başına yapmış olduğu Fransa gezisinde, moda haftasından almış olduğu uçuk pembe elbisesinin etekleri hafifçe havalandı. Elbisenin dar olan göğüs kısmı kıvrımlarını oldukça belirginleştirmiş, kadınsı hatlarını ortaya çıkarmıştı. Aynadaki bakışlarını elbisesinden ayırarak yüzünde odakladı. Koyu kestane saçları, iri dalgalar hâlinde yüzünün iki yanından beline doğru dökülmüşken parmaklarını saçlarının arasından geçirerek dalgalarını hareketlendirdi. Başını hafifçe sağa ve sola çevirerek makyajını değerlendirmeyi ihmal etmedi. Gece makyajıyla belirginleştirdiği hareli yeşilleri sağlıkla ışıldıyordu. Aynadaki görüntüsünden memnun kaldığını belli edercesine dolgun dudakları kıvrılmıştı. Vücudunu yanındaki dadısına doğru çevirdi.  “Sence nasıl görünüyorum, dadı?”                                                Yaşlı kadın, gözlerini genç kadının üzerinde gezdirdi. Eline doğmuş olan bu küçük kadın, gözünde hâlâ büyümese de karşısındaki manzara, yaşlı kadının hislerinin tam tersini haykırıyordu. Yirmi altı yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş, o dünya tatlısı bebek, tam anlamıyla bir genç kadın olmuştu. Hatta öyle bir genç kadındı ki kural tanımazlığı, rahatına düşkünlüğü ile tüm aileye kök söktürüyordu ve kesinlikle bu gece de tam anlamıyla kuralları ihlal ettiği zamanlardan biriydi. Bu düşüncesini de kıza söylemekten çekinmedi.  “Naz, güzel kızım, anne ve baban bu durumdan hiç hoşlanmayacaklar,” diyerek duyduğu rahatsızlığı dile getirse de genç kadının, sözlerine karşılığı ufak bir kahkaha olmuştu.  Naz, dadısının tam önünde durarak onun ne kadar yaşlanmış olsa da hâlâ yumuşacık olan yanaklarını sıktı.  “Sen onları bana bırak, dadıcığım. Bilirsin ki bana dayanamazlar. Babam biraz kızacaktır, sonra annem araya girip onu sakinleştirecektir. Ardından önce anneme ve sonra sana da kızabilir ya da kimseye bir şey demeden söylenecektir; ama atlatır, merak etme.” Yaşlı kadının üzgün ifadesi değişmeyince konuşmasını sürdürdü genç kadın. ”Asma o tatlı yüzünü. Benim yapabileceklerimi bilerek evde bıraktılar. Hem… Canım çok sıkıldı ve evde çok ufak bir parti hatta parti de denemez, ufak bir arkadaş toplantısı düzenliyorum. Kötü bir şey değil ki bu! Tüm suçu ben üstlenirim, merak etme,” diyen genç kadın, dadısının yanaklarından öperek hafifçe ondan uzaklaştı ve kısılan yeşil bakışları yaşlı kadınınkilerle kesişti.  “Şimdi söyle bakalım, nasılım?”  Kendine hâkim olamayarak gülümseyen yaşlı kadın, kıza yaklaşarak elini tuttu. Ah, bu kız yok muydu? Gerçekten de ona dayanmanın imkânı yoktu, değil mi?  “Melekler gibisin, güzel kızım. Madem canın sıkıldı, eğlen bakalım biraz; ama dua edelim de babanlar erkenden çıkıp gelmesinler.”  “İsterlerse gelsinler, nasılsa beni babamın gazabından koruyan annem ve dadım var. Asıl melekler sizlersiniz,” diyerek dadısına göz kırpan genç kadın, ani bir hareketle saçlarını savurarak odasının çıkış kapısına yöneldi.  Kapıyı açmasının ardından tüm gürültüsüyle evi doldurmuş olan müziğin uğultusu geldi önce kulaklarına. Bu müziğe eşlik eden sivri topuklarıyla ikinci katın büyük salona açılan merdivenlerine ulaşarak yavaşça merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Dudaklarındaki mırıltıyla şarkıya eşlik etmeyi ihmal etmiyordu. Merdivenin son basamağından inerek büyük salona ulaştığında, salonun dışarıya açılan kapısından bahçedeki kalabalığın sadece bir kısmını seçebildi. O tarafa doğru yöneldiğinde içeri dolan esinti eteklerini süpürerek havalandırdı. Her bir adımında müzik sesi sanki daha da artıyordu. Bahçeye ulaştığında Kanlıca kıyılarındaki denizin tuzlu havası yüzüne vurmuş bunun etkisiyle daha da keyiflenmişti.  Bakışlarıyla bahçeyi şöyle bir tararken beklediği topluluğun aksine daha büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Anlaşılan o ki davet edilmek kavramı, arkadaş camiası tarafından çok da göz önünde bulundurulan bir durum değildi. Bahçedeki havuzun etrafına koyulan birçok kokteyl masası, ufak topluluklarca çevrelenmişti. Bu kalabalık içerisinde garsonlar servis yapmak için büyük uğraş veriyorlardı.  Güya küçük bir parti düzenlemek ve biraz olsun can sıkıntısını üzerinden atmak niyetindeydi. Ama bu kalabalık can sıkıntısını gidermek bir yerde dursun, babasının bu kalabalığı görmesi durumunda daha fazla canı sıkılabilirdi. Bu düşünceyle bir an için tüyleri diken diken olsa da kalabalık arasında gezinmeye devam eden gözleri aradığını bulduğunda bu düşünceler aklından çoktan uçup gitmiş, hâlinden oldukça memnun, kalabalığın şen kahkahaları içinde kaybolmuştu.  Gözlerinin sabitlendiği masaya ulaşamadan müziğin elverdiği ölçüde duyduğu ıslık sesiyle bir an için durakladı. Topukları üzerinde dönerek, sesin sahibine baktı. Karşısında duran genç adam, yaza uygun olarak giydiği keten pantolon ve gömlekle oldukça spor görünüyordu. Gömleğinin kollarını gelişigüzel dirseklerine kadar kıvırmış ve ellerini ceplerine atmışken, dik duruşuyla gerilen göğsü oldukça atletik görünüyordu. Genç kadın, adamın yüzüne hızla bakış atarken aslında ne kadar yakışıklı olduğunu düşündü. Hafifçe gözlerine dökülen koyu sarı saçlarına ek, ışıldayan mavi gözleriyle aslında… Orkun… Fazla yakışıklıydı. Bakışlarını adamdan ayırıp da etrafını süzdüğünde adamın çevredeki kadınlarca göz hapsinde olduğunu fark etti.  “Oo… Davetime icabet etmişsin. Meşgul olduğunu düşünmüştüm,” dedi Naz, adama çevrilen bakışlara aldırmadan. Orkun’sa adım adım ona yaklaşıyordu.  “Beni davet ettiğin zamanlar ki, bu zamanlar oldukça sınırlı sayıdalar,  ne zaman senin davetini karşılıksız bıraktım ben. Bu arada… Çok güzel görünüyorsun. Su perileri gibi…”diyen Orkun, Naz’ın tam önünde durmuştu.  Naz, bu iltifat karşısında gülmeden edemedi. “Ciddi misin? Hayatında kaç tane su perisi gördün, merak ettim,” diyen Naz, adamın aksi yönünde yürümeye başlamıştı ve onun arkasından geldiğini biliyordu.  Bu adamı üniversiteye başladığı ilk yıllardan beri tanıyordu. Babasının zerre kadar hoşlanmadığı, bitmek tükenmek bilmeyen cemiyet toplantılarından birinde, tanışma imkânları olmuştu. Orkun ona ne kadar yaklaşırsa Naz da bir o kadar kendini geri çekmekten alamıyordu. Aksi gibi zaman zaman adamın ilgisinden hoşlanıyordu. Belki de onun her daim peşinde olduğunu bilmek haz veriyordu kıza. Şu anda bile adamın bakışlarında bariz bir beklenti vardı. Oldukça yakışıklı ve varlıklı bir ailenin oğlu olması, tüm kadınlar için adamı hedef yapmış olmasına rağmen, Naz’a göre adamda kesinlikle bir şeyler eksikti. Belki tavırlarıydı sorun. Belki de baba parasıyla geçiniyor olmasındandı. Tamam, kendisi de baba parasıyla geçiniyordu; ama bu kadar da değildi. Sanırım! Ya da… Öyle miydi?  Bu dehşetengiz düşüncesinden aniden sıyrılarak bir model edasıyla havuzun kenarından yürümeye devam etti. Yürürken etrafına öyle özgüven dolu bir hava yayıyordu ki bu etkiyle birçok baş çevrilip ona dönmüştü. Yanından geçen garsonun tepsisinden bir şampanya kadehi aldı hızını kesmeden. Ulaşmak istediği masaya vardığında yüzündeki çekici tebessümle herkesi selamlarken, en yakın arkadaşı Aslı’ya yöneldi. Arkadaşına sarılırken iki kız birbirlerine içtenlikle gülümsedi. Birbirlerinden ayrılarak masaya döndüklerinde Aslı, bakışlarını genç kadının üzerinde şüpheli bir şekilde gezdirirken gözleri karşılaştı. Aslı’nın bakışlarındaki şüpheyi fark eden Naz, tek kaşını kaldırarak karşılık verdi. Bunun üzerine Aslı’nın aklındakiler sözlere dökülmüştü.  “Her şey çok güzel; ama… Bu partinin sebebi nedir acaba?”  Kimse bilmese de ne kadar kendisine sadece canının sıkkın olduğunu inandırmaya çalışsa da aslında bir sebebi vardı tabii ki. Cevabı aklında yankılanmışken yüzü nasıl bir hâl almışsa, arkadaşı anlamış gibi gözlerini açarak şaşkınlıkla, onun cevap vermesini beklemeden konuşmuştu.  “Naz! Sen işten mi çıktın?!” dedi Aslı ufak bir hayretle.  Aslında bunun hiç kimseye sürpriz olmaması gerekirdi. Çünkü bu durum uzun süre önce rutin bir hâl almaya başlamıştı. Önce ailesinin sözleriyle heveslenerek özel bir okulda öğretmen olarak işe başlıyordu. Bu hevesi geçene kadar çalışıyordu. Sonrasındaysa… İşte olan sonrasında oluyordu! Erkenden uyanmak kesinlikle Naz’a göre değildi. Belli bir saat maruz kaldığı çocuk cıvıltıları, limitini aştıktan sonra işkence hâline geliyordu ve ilk fırsatta, hiç düşünmeden yaptığı şeyse istifa mektubunu yazmaya başlamak oluyordu. Sonra da ufak bir partiyle her zamanki hâline dönüyordu. Hem… Neden çalışmasına gerek vardı ki? Kazandığı para, kredi kartı limitinin onda birinden bile daha azken ve aldığı para dişinin kovuğunu doldurmazken, neden rahatını bozup da öğretmenlik yapması gerekiyordu! Hem de zengin bir ailenin tek kızıyken… Diğer ailelerin çocukları gibi şirketlerinde uygun bir pozisyonda çalışmaya başlayabilir, babası emekliliğini ilan edip de inzivaya çekilmeye karar verdiğinde şirketin başına geçebilirdi. Gerçi bu da hiç eğlenceli değildi. Ayrıca üniversitede öğretmenliği boşuna okumamıştı. Ama şu durumda öyle gibi görünüyordu. Çalışmaya alışmamıştı ki… Çünkü… Şimdiye kadar hiç çalışması gerekmemişti.  Aslı’nın sözlerine, içinde çarpışan düşünceler sonrasında vardığı farkındalığın etkisiyle umursamazca cevap verdi. “Evet çıktım. Şaşırmış gibi yapmana gerek yok; çünkü şaşılacak bir durum değil bu.” Naz bunları söylerken gerçekten çok kayıtsız görünüyordu.  “Dışarıda o kadar insan iş ararken, bırak istifa etmek fikrini, hiçbir koşuldan şikâyet etmezken sen rahatlıkla istifa mektubunu yazdın yani! Vallahi pes. Bu kaç oldu üç mü, dört mü?” Bunları söyleyen Aslı’nın, şaşkınlıkla gözlerinin açılmasına rağmen dudaklarında bu şaşkınlığa zıt bir gülümseme vardı.  “Canım benim, kız çalışmaya alışık değil ki… Hem neden çalışsın? İhtiyacı mı var? Hangi öğretmene, dedesi doğum gününde Porsche marka otomobil hediye alır, Allah aşkına?” diyen sevgilisi Tolga’nın laflarını duyan Aslı, aniden yanındaki adama çevirdi bakışlarını.  “Tabii biz çalışalım. Hanımefendi de iş bırakma eylemi yapar gibi her istifasından sonra parti versin,” derken bakışlarını tekrar Naz’a çevirmişti.  Naz’ın kötü bir şeyleri hatırlamışçasına kaşları çatıldı. “Bu sefer haklı sebeplerim vardı. Çalıştığım ortamı gerçekten de beğenmedim. Erkek meslektaşlarım biraz rahatsızlık vericiydi.”  Bunu duyan Aslı, konunun fazla üzerinde durmayarak konuşmaya devam etti. “Anne babanın haberi var mı peki?”  Anne babasının haberi var mıydı? Elbette yoktu ki babasının uzun soluklu söyleşisi için de henüz cesareti yoktu. Belki de yüzleştikten sonra bir süre babasının gözünden uzak bir yerler için seyahat planı yapabilirdi. Aslında… New York Moda Haftası yakın bir tarihte olmalıydı. Bu fırsatı da böylece değerlendirebilirdi.  “Şu an için haberleri yok; ama nasılsa öğrenecekler. Duyacağım telkin ve öğüt dolu uzun nutuklara henüz hazır değilim. Ne kadar erteleyebilirsem o kadar iyi. Nasılsa seyahatten dönmeye de niyetleri yok. Bunlar daha sonra düşüneceğim şeyler,” dedi içinde bulunduğu durumun verdiği geçici rahatlıkla.  “Seyahat planını da yapmışsındır sen,” diyen Aslı’nın yüzündeki gülümseme genişlemişti. Sohbetin nihayet gerilim kısmı bitmiş, eğlenceli kısmına gelinmişti. Naz, masaya hafifçe eğilerek sır verirmiş gibi konuştu. “Yapmaz olur muyum, şeker? Şu an New York gibi görünüyor. Babamın kızgınlık derecesine göre orada kalacağım süre, moda haftasına kadar uzayabilir. Böylece yeni öğretmenlik dönemim için de biraz alışveriş yapmış olurum...”  Sözünü kesen Tolga “Her öğretmenin yeni dönem için gardırop yenilemeye ihtiyacı olsaydı, eminim ki hükümet ona göre maaş verirdi. Sen şansın varken harcayabildiğin kadar harca, nasılsa cebini düşünmen gerekmiyor. Ama benim devlet memuru öğretmenimin aklına böyle şeyler sokma,” dedi onaylamayan bir bakışla. “Sonra sosyete pazarlarından çıkamıyoruz.”  Bu duruma iki kız da gülmekten alamamışlardı kendilerini. “Ne kadar gülüyor olsam da sevgilim haklı. Anne babadan ekonomik destek görmeyen biz devlet memurları için böyle seyahatler fazla. Yine de… Seninle gelebilmeyi çok isterdim,” dedi Aslı iç geçirerek.  Naz, bu duruma bir an için üzülse de çözümü aslında imkânsız değildi. “Sen gitmek istiyorsan eğer, ben yanımda bir arkadaşa hayır demem. Sen her şeyi bana bırak,” diyerek Aslı’ya göz kırpan Naz, Tolga’nın alaycı bakışlarıyla karşılaştı. Tolga resmen ona bakıp alaycı bir şekilde gülüyordu.  “Seni beş parasız hayal etmeye çalışıyorum da bu konuda başarılı olamadım. Düşünsene, kredi kartların elinden alınmış, şuradaki sarı bebeğine el konmuş – başıyla bahçede park hâlindeki Porsche marka otomobili işaret etmişti – üç kuruş maaşa bel bağlayıp ay sonunu getirmeye çalışıyorsun. Yok yok… Gerçekten düşünemedim. Sen bu cep hesabıyla ertesi güne çıkamazsın.”  Bir an Tolga’nın söyledikleri ile kendisini aynı hayal içerisinde bağdaştırmaya çalışmayı denedi; ama aniden içine dolan panik duygusu ile bundan vazgeçti.  “Neyse ki böyle bir şey düşünmeme gerek yok…” diyerek Aslı’ya dönmüşken istifa ettiği işi, biraz önce kendini içine katmaya çalıştığı ama bir filmdeki ikinci sınıf figürandan farksız olduğu hayali çoktan unutmuş, yapacağı seyahat ve moda hakkında başlayan sohbetin içinde kaybolmuştu.   Parti tüm hızıyla devam ederken kimisi tam anlamıyla içki kadehine sarılmış, kimisi karşısındaki partnerinin ritmine uyum sağlamış dans ediyor, kimisiyse her ikisini birden yapıyordu. Havuz tamamen çevrelenmiş, insan kalabalığı ile doluydu. Naz, kokteyl masasına yaslanmış dans eden bu kalabalığı izliyordu. Elindeki şampanya kadehini dudaklarına götürürken bu ortamdan hoşlanmadığını fark etti ilk kez. Daha önce olsa o kalabalığın arasına karışır hatta o kalabalığın tam odak noktası olurdu. Şimdiyse kendini soyutlamış, sarhoş hâlleriyle kendinden geçmiş insanları izlemekle yetiniyordu. İçinde hiç hoşlanmadığı bir his kümesi vardı ve bu hislerin tam anlamıyla ne olduğu kendisi için muğlaktı. Ama o hislerden biri kesinlikle keyifsizlikti.  Tek başına olduğu masadan ayrılarak kalabalığın tam aksi yönünde, boğaza şahitlik eden bahçenin tırabzanlarına doğru ilerledi. Topuklu ayakkabıları bahçenin çimlerini ezerken, tığ topukları toprağa batıp çıkıyordu. Aniden durup ayakkabılarına baktı ve uzun bir süredir hapsettiği ayaklarını ayakkabılarının hapsinden kurtardı. Ayakkabılarını olduğu yerde bırakarak tırabzanlara doğru ilerledi. Çıplak ayakları soğuk çimenleri ezdikçe içi hafifçe ürperiyor, rahatlıyordu sanki. Bahçenin en ucuna geldiğinde tırabzanların bahçe duvarı olan kısmına yaslandı. Boğazın ışıklarını seyrederken sımsıkı eline yapışan şampanyasından da ufak yudumlar alıyordu. Son zamanlarda hissettiği bu keyifsizliği can sıkıcıydı. Sanki yaptığı hiçbir şeyden zevk alamıyordu. Hâlbuki kendisine yeni bir hobi edinebilir bu da biraz olsun neşelenmesine katkıda bulunabilirdi. Denize sıfır olan eve vuran dalgaların esintisiyle saçları hafifçe uçuştu. Şampanya kadehini dudaklarına götürdüğünde kadehinin boş olduğunu fark etti. Başını eve doğru çevirerek elinde tepsi olan garsona eliyle zarifçe işaret yolladı. Garson hızla yanına geldiğinde boş kadehini tepsinin içine bırakarak dolu kadehe uzanmışken aldığı dolu kadehi tereddütle geri bıraktı ve garsona yaslandığı bahçe duvarını işaret etti.  “Tepsiyi şuraya bırakır mısın?”  Garson önce şaşırsa da ikiletmeden tepsiyi bıraktı ve uzaklaştı. Naz, alkolün etkisiyle kaslarının ısındığını hissederken hafifçe sarhoş olduğunun da farkındaydı; ama bu gece içmek istiyordu. Tepsideki dolu kadehe uzanırken yanında birinin varlığını hissetti; ama kim olduğuna bakmadı.  “Biraz hızlı gitmiyor musun?”  Orkun’un sesine aldırmadan aldığı kadehten büyükçe bir yudum aldı. “Hızlı yaşa genç öl, lafını hiç duymadın mı sen?” dedi alkolün verdiği sersemlikle kıkırdarken.  “Hızlı yaşa tamam; ama kesinlikle genç ölmeni istemem,”derken gülümsemişti Orkun. Genç kadın, aniden başını Orkun’a doğru çevirdi. Ani yaptığı bu hareketle saçları hafifçe savrulmuş ve saç tellerinin çoğu tek omzunda toplanmıştı. Adamın ışıldayan mavi bakışlarını, bahçenin karanlık olan bu köşesinde bile rahatça seçebiliyordu Naz. Bedenini de hafifçe adama doğru çevirdi.  “Seninle vakit geçirmek oldukça eğlenceli, bunu inkâr etmeyeceğim. Böyle yakışıklı bir erkeğin ilgisi, muhakkak ki çoğu kadının hoşuna gider,” diyen Naz’ın dudaklarında çekici bir tebessüm vardı.  “Çoğu kadın değil mevzu. Senin hoşuna gidiyor mu?” dedi Orkun dürüstçe.  Duyduklarıyla Naz’ın yüzü ciddileşti ve tekrar duvara yaslandı. Boğazın değişen renk renk ışıklarını izlerken adama bakmadı. “Senin ve benim, biz olması çok zor.”  “Ama imkânsız değil,” dedi adam inatla. Naz’ın bu sözlerle dudaklarında bir gülümseme oluşmuş, bakışlarını önündeki denize çevirmişken aniden adama baktı.  “Hiç vazgeçmeyeceksin, değil mi?” derken hâlâ çekici gülümsemesi yerli yerindeydi. Sanki vazgeçirmeye çalışan sözlerine inat, adamı o gülümseme daha da çok çekiyordu ve kesinlikle hafif çakır keyif hâliyle bunun farkında değildi.  “Belki bir gün vazgeçerim; ama… O gün bu gün değil,”diyen adam da ona kapılmıştı.  Arkalarındaki kalabalıktan yükselen ani kahkahalar, yüksek müzik sesini bastırıp da Naz’ın kulağına geldiğinde, genç kadın bakışlarını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Kendisi bu kadar keyifsizken nasıl oluyordu da bu insanlar böylesine hayattan zevk alabiliyordu! Biçimli kaşları hoşnutsuzlukla çatılmışken kalabalık kahkaha atmaya devam ediyordu. Sanki Naz’ın ruhsal durumuna inat, tüm kalabalık birleşmiş de alay ediyordu. Hem de bu, genç kadının kendi evinde ve kendi partisinde oluyordu. Eğer bugün eğlenmesi gereken biri varsa bu kişi kesinlikle kendisi olmalıydı. Zaten ruh hâli an itibariyle keyifsizken çabuk sinirlenen karakteri, daha çabuk kendini gösterircesine hoşnutsuzlukla gözleri kısıldı.  Çıplak ayaklarıyla çimenleri ezerek topluluğa doğru ilerlemek için ilk adımını attığında yerinde hafifçe yalpaladı. Kadehte durduğu gibi durmadığı aşikârdı. Dengesini bulduğunda tekrar yürümeye başladı. Orkun da tam yanındaydı. Havuzun yanındaki mermerlerin üzerinde durdu. Başıyla garsonlardan birine işaret ederek müziğin sesinin hafifçe kısılmasını sağladı. Topluluksa bunu fark etmemiş gibi gülüşmelerine devam ediyordu. Elinden birini beline götürerek kalabalığa doğru seslendi.  “Ben bu kadar keyifsizken, sizin, hem de benim partimde bu kadar eğleniyor olmanız… Hiç de hoş değil.”  Topluluktaki insanlar birer birer yüzlerini ona doğru döndüler. Küçük olan bu topluluğun arasından bir ses yükseldi. “Böyle güzel bir parti düzenlemişken, nasıl olur da keyifsiz olabilirsin?”  Naz, konuşanı bulmak için gözleriyle kalabalığı tararken birkaç kişinin aradan çekilmesiyle bir adamla karşılaştı. Hem de hiç hoşlanmadığı bir adamla…  “Belki de sen, burada olduğun için bu kadar keyifsizimdir. Hâlbuki seni davet ettiğimi bile hatırlamıyorum,”derken genç kadın estetik cerrahları bile kıskandıran biçimli burnunu hafifçe havaya kaldırmıştı.  “Hatırlamaman gayet normal; çünkü beni davet etmeyi unutmuşsun güzel kız. Ben senin partini daha da güzelleştirmek için buradayım. Hem… Bak herkes ne kadar da eğleniyor. Sen de bize katılırsan belki keyfin yerine gelir, ne dersin?”  Naz, bu adamdan zerre kadar hoşlanmıyordu. Bu hayatta tamamen fuzuli yer işgal eden insanlar sınıfının en gözde elemanlarından olmalıydı bu adam. Okul döneminde de hiç sevmezdi hâlâ da sevmiyordu. Kendini bu derece çakır keyif hissederken bu adamla hiç uğraşmak istemiyordu aslında; ama herkes bu kadar eğlenirken konu merakını cezbetmişti.  “Neşenizi kıskanmamak elde değil zaten; ama keyfimin yerine gelip gelmemesi sana değil konuya bağlı Cenk,”derken doğrudan adamın yüzüne baktı.  “Bu devasa havuzunuzu senden daha çabuk yüzüp yüzemeyeceğimi tartışıyorduk çocuklarla. Ben de bu havuzu, senden daha hızlı yüzeceğimi iddia ettim. Nedense bu söylediklerim onları çok eğlendirdi. Sanırım… Bana inanmadılar.”  Herkes bu ikiliyi dinlerken, kısa süren bu sessizlikte Naz, yüksek sesle bir kahkaha attı.“İnanmamakta haklılar. Benim küçüklüğüm bu havuzda geçti,”diyen Naz, bilmiş bir tavırla omuzlarından önüne dökülen saçlarını arkaya doğru savurdu.  “Ya sana, bunun aksini iddia etsem? Açıkçası bu kadar kalabalığın bana inanmayıp da gülmelerine çok alındım. Ee hâliyle iddia ettiğim şeyi kanıtlamam lazım,”derken Cenk, gözlerini kısarak Naz’a odaklanmışken dudaklarında sinsi bir gülümseme vardı.  “Naz, ona uyma,”diye mırıldandı Aslı. Naz, Aslı’nın arkasında olduğunu hiç fark etmemişti. Demek ki alkolün sınırını o kadar aşmıştı. “Sarhoşsun Naz,” dedi Orkun usulca. Aynı zamanda koluna dokunarak onu ikna etmeye çalışacakken Naz buna fırsat vermeden kolunu çekti. Sarhoş olabilirdi; ama onlar söylediği için değil! Kendisi gayet de biliyordu şu an sarhoş olduğunu; ama ağır sarhoş da değildi. Orkun, şu dakikadan sonra Naz’ın ne yapacağını gayet iyi biliyordu. Çünkü bu kadını çoğu kişiden iyi tanıyordu. Hayatının belli bir kısmını bıkmadan usanmadan onu izleyerek geçirmişti. Bu kadın tam bir keçi inadına, bir o kadar da yanardöner, çabuk sinirlenen bir yapıya sahipti. Bir de kendisiyle iddialaşılmasından zerre kadar hoşlanmaması da cabasıydı. Bu özelliklere şu an keyifsiz ve sarhoş olması da eklenince çok saçma şeyler yapacağını tahmin ediyordu Orkun. “Diyelim ki, bu iddianda ben haklı çıktım, benim bundan kazancım ne olacak?”diyen Naz’ın cilveli sesiyle düşüncelerinden çıkmıştı Orkun. “Eğer sen haklı çıkarsan…”diye söze başlayan Cenk’in lafı Naz tarafından kesildi. “İstediğim bir şeyi sorgusuz sualsiz yapacaksın.” Cenk, genç kadının düşüncelerini tartarcasına yüz ifadesini inceledi. Kadının yüzündeki çekici gülümsemesine eşlik eden kısılmış yeşil gözlerini beğenmişti. Her zaman olduğu gibi… “Kabul… Ama ben haklı çıkarsam…” “Öyle bir şey olmayacak,”diyen Naz ufak bir kahkaha atarak havuzun derin kısmına kıyı olan mermerlere yönelmişti bile. Cenk de hiç vakit kaybetmeden ıslıklar eşliğinde onun yanına ulaştı. Kadını baştan aşağı süzerken en son gözlerinde durdu. “Üzerindeki bu güzel elbiseye yazık olacak. Oysaki ne kadar da yakışmış sana prenses.” Naz, bakışlarını elbisesine doğru çevirdi. Üzerindeki elbiseyi tamamen unutmuştu! Klorlu suya girdikten sonra bir daha giymesi çok zordu. Ama bu da bir yenisini alması için bahane olurdu. Adamın kendisine yaptığı başkaldırının itinayla bastırılması ve dersinin verilmesi için, bu göz ardı edilebilirdi. İçindeki bu dürtüyü nedense bir türlü bastıramıyordu. Herkesin ona meydan okunmaması gerektiğini biliyor olması gerekirdi. Bu düşünceler sadece saniyenin onda biri kadar geçen sürede kafasından geçmişken parlayan yeşil gözleriyle adama baktı. “Ben fedakâr bir öğretmenim. Sana şimdiye kadar benimle iddiaya girip, baş edemeyeceğini öğretememişsem… Bu benim hatam; ama… Eğer ki sen bunu öğrenememişsen… Bu sana pahalıya patlayacak,”derken genç kadının dudağının bir kenarı, içinde bulunduğu durumdan zevk alırcasına kıvrılmıştı. “Ne demişler; bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp prenses,”diyen adamın da dudaklarında meydan okuyan bir gülümseme vardı. Naz, bakışlarını havuza çevirdi. Birbiri ardına devirdiği kadehlerin kaslarında bıraktığı o sıcacık etki, bu yaz havasında çok katlanılabilir değildi. O yüzden ılık esen meltem eşliğinde serin olduğunu hayal ettiği havuz oldukça cazip görünmüştü. Bakışlarını, merakla onları izlerken kâh kahkaha atan kâh fısıldaşan insan kalabalığına çevirdi. Hepsinin gözlerinde bariz merak ve zevk kıvılcımları oynaşıyordu ki baygın bakışlarda sarhoşluğun izleri de seçiliyordu. “Bu şamata bittikten sonra parti sona ermiştir. Biraz yalnız kalmalıyım ki sevgili Cenk’e ne yapacağımı düşüneyim. Şimdiden hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim.” Topluluk havuzun tam karşısında iken, Naz ve Cenk havuzun diğer tarafındaydı. Naz’ın arkasında Orkun, Aslı ve Tolga da vardı. Üçten geriye saymaya başlayan kalabalığın çığlıkları eşliğinde ikisi de suya daldı. Havuzun derin kısmından daha sığ olan kısmına doğru yüzerken, suyun serinliği mest etmişti genç kadını. Suyun derinlerinde ilerlerken belki de tüm gece boyunca bu boş kalabalık yerine ihtiyacı olan buydu. Kendisine ne olduğunun zerre kadar farkında değildi. Neden son zamanlarda bu kadar keyifsizdi ki ve ilk defa, verdiği bir partide her şey dört dörtlük olmasına rağmen biraz olsun eğlenememişti. Belki de babasına durumunu açıklayamamış olmanın gerginliği vardı üzerinde. Çünkü ne kadar babasının kızgınlığını en sonunda bastırabiliyor dahi olsa, babası oldukça fazla kızıyordu. İçinde bulunduğu ruh hâlini biraz olsun aydınlatabilmiş olmanın verdiği rahatlıkla daha hızlı yüzerken kalabalığın tezahüratları yalan yanlış kulağına geliyordu. Nefesinin tükenmeye başlamasıyla kendini sıkarak bir müddet daha yüzmeye devam etse de alkollü vücudun sersemliği ile su yutmuş ve aniden yüzeye çıkmıştı. Öksürüklerini biraz olsun tutarak arkasına baktığında Cenk’in çok gerilerde su yüzeyinde durduğunu gördü. Kaybetmesine rağmen adamın yüzündeki gülümseme ve tebrik eder gibi yaptığı baş sallama hareketiyle, hararetlenmiş olan kalabalık iyice çığırından çıkmış, alkışlamaya ve ıslık çalmaya başlamışlardı. Bu gürültünün kakafonisinde Naz’ın öksürükleri duyulmuyordu. Birbiri ardına gelen öksürüklerini bastıramazken havuzun sığ kısmında olduğu için şükretti. Öksürükleri devam ederken birden ayakları yerden kesildi. Güçlü bir beden tarafından kaldırıldığını, taşınmasını sağlayan kollardan anlaması uzun sürmedi. Başını kolların sahibinin göğsünden kaldırdığında kızgın bakışlarına rağmen tebessüm eden Orkun’la karşılaştı. Öksürüklerinin arasında “Sen ne yaptığını zannediyorsun?!”diyen Naz, sert bir ses tonuyla sorduğu sorunun aksine adamın kucağında çırpınmadı. “Sana sarhoş olduğunu söylemiştim! Az kalsın sığ suda kendi kendini boğacaktın. Gerçi boğulsaydın sana seve seve suni teneffüs yapmaya gönüllü olabilirdim. Şimdilikse ufak bir teşekkürü hak ettiğimi düşünüyorum. Eğer suni teneffüs istemiyorsan…” Adamın kucağında öksürüğünün ardından kahkaha atan Naz “Henüz o kadar boğulmadım; ama teşekkür ederim,” dedi içtenlikle. “Artık beni indirebil…” “Neler oluyor burada?!!!” ....

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

İNFAZ

read
4.8K
bc

KIZIL ŞEYTAN (BERDEL) TAMAMLANDI

read
14.2K
bc

Sessiz Çığlık

read
10.0K
bc

Askerin Gelincik Çiçeği

read
33.2K
bc

Askerin Yaralı Gelini

read
26.4K
bc

KARŞI KOMŞUM Bİ ROMEO

read
7.3K
bc

YIKIK MESKEN

read
3.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook