-"Hadi ama hemen yüzünü asma. Sende geleceksin ya bayramda." Ablam teselli edecek cümleleri kurarken ben teselli olmuyordum. Karşısında beş yaşında bir çocuk yoktu sonuçta.
-"Tamam gidin." İşte bu teslimiyet tam bir yenilgi kokuyordu. Ailesine değil de babaannesine yenilmişti. Bazı şeyler sen ne kadar istemesen de, itiraz da etsen gerçekleşmek zorundaydı. Sen ne kadar çabalarsan çabala sadece biraz geciktirebilirdin. Bende şimdi o anlardan birindeydim. Sadece geciktirmeyi seçmedim hepsi bu.
-"Aferin benim güzel kızıma." Babamın sevgiyle saçlarımı okşaması yüzümde asılı kalan somurtmayı bir anda çekip aldı.
-"Ne zaman peki?"
-"Yarın sabaha doğru çıkarız yola. Akşama da bir sıkıntı olmazsa Trabzon'a varmış oluruz." Başımı olumlu anlamda salladım.
-"Peki öyleyse." Canım sıkkın bir halde masadan kalkıp hazırlanmaya başladım. Bugün anlaşılan benim için pek de mutlu geçmeyecekti.
Hazırlanıp işe gittiğimde Sena servis yapıyor Rahmi amca da kasada duruyordu. Tuğba ile ben bu akşam kapanıştaydık. Rahmi amcadan kasayı Tuğba alırken bende bugün serviste olacaktım. Bayadır serviste değildim. İtalyanların geldiği gün hariç. Sena ben geldiğimde yemek molasına çıkmış Rahmi amca da ceketini alarak kafeden çıkış yapmıştı. Kafe bugün oldukça yoğundu. Pazar günkü yoğunluğa gözlerim ve vücudum alışmıştı artık. Geneli öğrenci olan masaların aksine cam kenarında olan genç yaşlarda üzerinde krem keten pantolon beyaz tişört ayağında polonun beyaz ayakkabısı vardı. Kolundaki saat ben buradayım diye bağırıyordu adeta. Aslında sadece kolundaki saat de değil adamın yaydığı aura da yok sayılamayacak kadar fazlaydı. Sena olsaydı eminim gözleri yine hayranlıkla parlar bu masaya gelmek için neler neler yapardı. Masaya yaklaştım sessizce. Uzaktan baktığımda ne kadar çekici görünse de masaya yakaladığım an içime yerleşen ürperti ayaklarımı geri geri götürüyordu sanki.
-"Buyrun." Gözlüklerini indirdiğinde karşılaştığım gözlerle yutkunmak zorunda kaldım. Zira bu güneşli, tenimi çayır çayır yakan havaya rağmen adamın gözlerindeki o griler sanki kara bulutların oturduğu, yağmurun yağacağını müjdeliyor gibiydi. Benim mavi gözlerimle onun gri gözleri çarpışınca tüylerim diken diken oldu. Neydi bu?
-"Cappicino please." Aldığım cevapla güzel aksanından anladığım kadarıyla ingilizdi. Bu zamana kadar ingilizce kurslarına gitmenin faydasını şimdi görecektim. Genelde kafemizin müşteri portföyü türkler ve öğrenciler ağırlıklıydı. Arada gelen yabancı müşteriler oluyordu ve bu sürede ben ilgileniyordum. Sevinçle cevap verip başka isteği olup olmadığını soracaktım ki o dumanlı griler beni olduğum yere çiviledi. Kaşları çatık bana bakarken sadece başımı sallayıp yanından uzaklaştım. Kasaya geldiğimde Tuğba'ya siparişleri söyledim. O kahveyi hazırlarken diğer masaların siparişlerini alarak tekrar yanına geldim.
-"Cappicino hazır Defne." Tepsiyi alıp suratsız yabancıya giderken gözlerini direk bana dikerek bakması oldukça rahatsız etti beni. Kendimi dikenli teller üzerinde yürüyor gibi hissetmem oldukça tuhaftı. Yanına vardığımda bile her bir hareketimi izleyip aklına kazıyordu sanki.
-"Here's your coffea." (Buyrun kahveniz.) Kahveyi bırakıp bir adım geriye çekilirken onun cevabını duydum.
-"Thank you." Kaba bir teşekkür ile bakışları tezattı. Dili sanki nazik olmaya çabalar gibi ama gözleri ateşin en harlısıydı.
-"You are welcome." Tepsimi alıp kasaya yönelirken Sena gelmiş ve benim gibi servis için kasanın ön taraflarındaydı. Tahmin ettiğim gibi suratsız yabancıyı gördü ve iç çekerek onunla ilgilenmek için neredeyse benim ayaklarıma kapanacaktı.
-"Tamam sen ilgilen ben diğer masalara bakarım." Aslında bu işime de geldi. Her an yüzü ciddi, soğuk duran insanlardan haz etmezdim. Her ana ayak uydurabilecek, kafa dengi, güleryüzlü olmalıydı arkadaş dediğin.
Sena suratsız yabancının siparişlerini alırken ben halimden oldukça memnundum. Ta ki Sena ile konuşurken onun benimle göz göze gelmesine kadar. Birşeyler konuşuyorlardı ama beni radarından çıkarmıyordu. Arkamı döndüm ve Tuğbaya siparişlerimi söylerken Sena'nın bana seslenmesi ile tekrar onlara döndüm.
-"Defne."
-"Efendim."
-"Beyefendi yabancı dediklerini anlayamıyorum. Sen ilgilenir misin?" Hayırrr. Ama neden? İçimden şansıma söverken yüzüme ılık gülümsememi takınıp yanlarına yürüdüm.
-"Defne ben ilgilenmeyi çok istedim sana da ayıp oldu kusura bakma ama ben bu yakışıklı ile anlaşamıyorum. Ne o beni anlıyor ne de ben onu?" Suratsız yabancıya döndüm.
-"May I help you?" Adamın sorduğum soru ile çatık kaşları jöle gibi yumuşadı anında.
-"I asked the lady to bring me tiramisu and coffee with milk." (Hanımefendiden tiramisu ve sütlü kahve getirmesini rica etmiştim.)
-"My friend's English is not very good, sorry for not understanding you. I'm bringing your orders right away. (Arkadaşımın ingilizcesi pek iyi değil sizi anlayamamış kusura bakmayın. Ben hemen siparişlerini getiriyorum.) Başını olumlu anlamda sallarken yanından uzaklaşıp kasaya geldim. Tuğbaya siparişleri söylerken Sena geldi.
-"Ne söylemiş?"
-"Senden kahve ve tiramisu istemiş." Bunun için öyle şakır şakır ingiliz konuşmaya gerek yoktu oysaki. Ama Sena ısrarla yabancı gördüğü herkesi direk bana yönlendiriyordu. Anlamak için çaba sarf etmiyordu. Zora gelebilen biri değildi çünkü yapısı kolaya alışmıştı.
-"Öyle mi? Ben götürürüm." Tuğba gözlerini devirerek ona tepsiye verip yanımızda gönderince eğilip bana baktı.
-"Bu kız ne zaman akıllanacak Defne. Baksana müşterilerin dibine dibine giriyor resmen. Rahmi amca görse işten atar."
-"Kendisi bilir Tuğba. Kocaman kız ne diyebiliriz ki. Kimseye akıl verecek halde değilim." Sena benden iki yaş büyüktü ama olgunluk bakımından bakarsak o beş yaşında bir kız çocuğundan farksızdı. Müşterilerle arasına mesafesini ayarlayamayan da bir personeldi. Kalbine şüphesiz kimse birşey diyemezdi pamuk gibi kalbi vardı. İncitmekten çekinir, hayır diyemezdi ama insanoğlunun hepsinde elbette bir kusur vardı. Senadaki kusur da insanlarla mesafesini koruyamamasıydı.
Sena suratsız yabancıya siparişi vermiş bende diğer müşterilerle ilgilendim. Saat ilerlerken Tuğba mola için çıkınca onun yerini ben devraldım. Kasaya geçip müşterilerin ödemelerini alırken suratsız kasaya geldi. Hesabı sorduğunda kartla temassız ödemesini alıp işlemini tamamladım. Kasada beklerken arkamdaki rafları inceledi yeni dünyayı keşfeden bebekler gibi. Bir nevi de bebek sayılırdı. Yüzündeki tertemizlik ve burnuma dolan o erkeksi losyon ile yeni tıraş olduğunun habercisiydi. Teşekkür ederek gözlerime son kez dumanlı grileri bana çevirerek baktı. Gözlerinin içindeki gök gürültüsü bana bunun sağanak yağmur olarak geri döneceğini vaat ediyordu. Ve beni ömrün boyunca yağmur altında sırılsıklam ıslanmaya ant içiyordu sanki. Şimdi değil ama ileride daha iyi anlayacaktım canım acıya acıya.
Sena gittikten sonra kafedeki yoğunluk azalmıştı. Akşama doğru insanlar kapalı bir alanda kalmak yerine sahil kenarlarına gitmeyi tercih ediyorlar aldıkları kahveleri paket yapmamızı istiyorlardı. Bu bizim de işimize geliyordu açıkçası. Sakin geçmesi ve vakit buldukça temizlik yapmak diğer güne avantajlı başlamamızı sağlıyordu. Tuğba ile akşam kafeyi temizleyerek diğer güne hazırladık. Kepengi kapatıp birbirimizle vedalaştıktan sonra evime doğru yürüdüm. Hafta sonu olduğu için insanlar dışarıda yürüyüş yapıyordu. Bazıları dondurma almış soğuk soğuk yiyerek kendilerini ödüllendirirken bazıları da parkta semaverlerini almış çay çekirdek sefası yapıyorlardı. Bazı zamanlar bizde pikniğe gittiğimiz zaman yapardık. Özenerek baktım. Uzun zamandır semaver yakmıyorduk. Benim çalışmam yada babamın işinden dolayı gidemiyorduk. Sokağın başına gelince bakkalın açık olduğunu görünce hemen girip dolaptan soğuk soğuk dört tane cornetto aldım. Onlara küçük bir sürpriz yapsam gitmeden eminim sevinirlerdi. Ücretini ödeyip hızla eve geldim. Annem çay yapmıştı yine. Ablam salonda oturmuş televizyon karşısında keyif çatarken babam balkonda telefonuyla oyalanıyordu. Herkes ayrı işler yaparken gözüme sanki üçü de birbirine küsmüş birbirleriyle muhatap olmaktan kaçınan ergen gibi göründüler. Bu hallerine sesli bir şekilde gülünce hepsinin dikkatini çekti. Annem sordu hemen.
-"Ne oldu kızım niye gülüyorsun öyle?"
-"Hiç." Diye kıvırıp odama kaçtım. Bana sığınak olan mabedime. Ablamın aksine kitap okumayı severdim, sinemaya gitmeyi, yeni müzikler dinlemeyi. Bunları yaparken zamanım genelde burada geçerdi. Kendi zevkime göre döşediğim yer ablama göre genç işi değildi. Ceviz rengi ahşap ve beyaz ile uyumlu mobilyalar ve kitaplık ile oldukça iyi dekore etmiştim bana göre. O ise sanki yeni ergenliğe girmiş genç kızlar gibi pembe renkle donatmıştı odasını. Odadan içeri girdiğinizde sanki pamuk şekerine düşmüş gibi bir havası vardı ve doğruyu söylemek gerekirse beni boğuyordu. Şeker komasına girmiş gibi...
Üzerimi değiştirip salona onların yanına geçtiğimde annem çoktan masaya yemeğimi hazırladı. Hızlıca yemek yiyip çay faslına geçince bu geceki yolcularından bahsetmeye başladılar. Arabaya koyulacaklar, memlekete götürülecek emanetler, babaannemin siparişleri... Memlekete giderken eğer tanıdıklarından veya akrabalarından birisi buna duyarsa 'benim de şu vardı götürür müsün bu vardı götürür müsün?' diye ricada bulunan oldukça fazlaydı. Her defasında babama kızardım niye milletin eşyasını sürekli biz götürüyoruz diye. Ama babam hayır diyemeyen bir adamdı. Kırmamak için elinden geleni yapardı. Ve bunu kullanan insanlar da vardı çevremizde. İnsan hayır diyebilmeliydi bazı şeylere. Bunu yaptığın takdirde bencil de diyebilirlerdi arkasından. Desinler. Bencillik bazı noktalarda o kadar da kötü değildi bana göre. Hayatımızın bazı noktalarda bencil olmak zorundayız. Bu evrede yaşamımıza değer verdiğimizi ve daha mutlu olduğumuzu anlayabiliyoruz, hissedebiliyoruz.
Çaylarımızı bir güzel içip midemize indikten sonra sıra dondurmaya geldi. Dolaptan kaptığım gibi getirdiğim dondurmayı ablam elimden kaptı. Evet kaptı. Bir anda elimden çektiği doldurma yere düşmüştü ama neyseki kapalı olduğu için bir sıkıntı olmadı.
-"Abla kaçmıyor dondurma bu ne acele?"
-"Dondurmaya dayanamadığımı biliyorsun özelikle bademliyse." Bizim sitemlerimize kulağını tıkadı ve dondurmasını afiyetle yemeğe başladı. Herkesin farklı bir hobisi, zevki vardı. Ablamın ise hiç kuşkusuz bademli dondurması... Önüne paket paket bıraksan yiyecek bir potansiyeli vardı. Hatta bir ara dondurmacı bir koca bulup evleneceğini söyler dururdu. Hobi olarak ciddi anlamda yemeyi de seven bir insandı. Bu kadar iştaha, yiyip içmeye rağmen hala zayıf olması akıl alır türden birşey değildi. Midesinde delik vardı sanki de yedikleri boşluğa gidiyordu.
Dondurmalarımızı yedikten sonra annem yol için hazırladığı poğaça ve böreği saklama kaplarına yerleştirdi. O sırada yarın sabah vardiyasına gideceğim için onlara yatmaya gideceğimi ama yola çıkacakları zaman beni uyandırmalarını sıkı sıkıya tembihledim. Sevdiğim insanlarla vedalaşırken arkasından bakmak gibi bir huyum vardı. Sanki bakmasam vicdan azabım ağır basacak bir ömür üstümde yük olarak kalacaktı. Ölümlü dünya bir varız bir yokuz. Bir insanı en son nasıl gördüysen hatırında öyle kalırmış. Belki de bende sevdiklerimi hatırımda öyle gülerken hatırlamak istiyorumdur kim bilir.
Yattığımda hemen uyumuştum yorgunluktan. Ama sonra birinin bana seslenip omzuma dokunması ile irkilerek uyandım. Annem gözlerimin içine bakıyordu sevgiyle.
-"Kuzum biz çıkıyoruz."
-"Saat kaç?"
-"Dört buçuk."
-"Erken değil mi?"
-"Anca kızım." Kalkıp üzerime hırka aldım ve onlarla beraber evden çıktım. Ellerinde sadece kendi çantaları vardı. Anlaşılan akşam hazırlıkları tamamlayıp bagaja yerleştirmişlerdi gece iş olmasın diye. Kapının önüne indiğimde üçü de durup bana baktı. Annem sarıldı önce sanki beni yıllardır görmüyormuş gibi hasretle.
-"Kapıyı bacayı iyi kilitle kızım tamam mı? İşe gidip gelirken dikkat et. Aman ha geç saatlere kadar kalıp beni merakta bırakma." Annemin sırasıyla bir sürü isteğine araba önünde sallanan süs köpekleri gibi başımı salladım. Zira cevap versem de dinleyecek gibi değildi.
-"Tamam anne." Ardından babam sarıldı. O annem gibi tembihler etmedi ama o gözleri bana herşeyi anlatıyordu zaten. Bazen sözlerin anlamı olmaz gözler konuşurdu. Ben babamla arama hiçbir zaman kelimeleri koymadım. Bizim gözlerimiz yüreklerimizden geleni anlatırdı. Sıra ablama geldi. O annem gibi sımsıkı sarılıp saçlarımdan öptü.
-"Beni ara hep. Annemin dediklerini de unutma tamam mı?" Ona da başımı sallayınca şakağımdan öptü beni. Üçü birlikte bana el sallayarak arabaya bindiler ve çok geçmeden sokaktan çıkış yaptılar. Arkalarından bir süre bomboş sokağa baktım. Kalbim acıyordu. Sanki biri avuçlarına alıp sıkıyor nefesimi kesiyordu. Ne oluyor böyle? Issız sokakta bir başıma kaldığımı fark edince üzerimdeki hırkaya sarılarak binaya girdim. Eve girdiğimde arkamdan üç defa kilidi çevirdim ve odama geçtim. Huzursuzdum. Sebebini bilmiyordum ve bu benim sinirlerimi bozuyordu. Odama geçip yatağa girdim ve huzursuz bir uykuya daldım.
Sabah alarmın sesiyle uyanınca hemen kalkıp üzerimi giydim. Saat sekizdi. Annemi aradım hemen. İki çalışta telefon açılıp da onun huzur veren sesini duydum.
-"Efendim yavrum."
-"Anne nasılsınız? Nerelerdesiniz?"
-"Bolu'ya vardık kızım. Şimdi durduk benzin alıp lavaboya gideceğiz." Tam o sırada ablamın sesi duyuldu hattın diğer ucundan.
-"Sensiz o kadar rahat ki. Arka taraf bomboş. yatıp uzanıyorum keyifle." Bana nispet yapması gülmeme neden oldu.
-"Hadi oradan rahatmış. Siz bensiz uzun yolda eğlenceli olabileceğinizi mi sanıyorsunuz. Sen öyle kandır kendini." Ve sonra yüksek sesli bir kahkaha ile ablamın bizden uzaklaşmasını dinledim. Sesi gittikçe boğuklaşıyordu çünkü.
-"Sen ona bakma yavrum. Sende bayramda geleceksin zaten."
-"Yok anne üzülmüyorum iyiyim ben sen canını sıkma." Bir iki teselli edici cümlesinden sonra yine tembihle telefonu kapattı. Her gidişinde sanki evde beş yaşındaki çocuğunu bırakıyormuş gibi davranıyordu. Hala gözünde bebektik ama biraz gerçeğe dönmesi gerekiyordu.
Hazırlanıp evden çıktığımda pastaneden poğaça aldım çayla beraber yiyip kafeye geçtiğimde Tuğba ile kapıda karşılaştık. Selamlaşma faslından kafeyi açıp içerisini düzeltmeye başladık. Hafta başı olduğu için yoğunluk yoktu kafede. Ben masaların tozlarını alırken Tuğba kasa arkasındaki tozları ve camların içindeki yiyecek kırıntılarını temizledi. Öğlene doğru birkaç arkadaş grubu gelmiş sipariş vererek koyu bir sohbete girmişlerdi. Rahmi amca ve Sena geldiğinde önce Tuğba o gelince de ben yemeğe çıktım. Yan taraftaki hamburgerciye girip sipariş verdim. Beklerken bizimkileri aramaya karar verdim. Cebimden binbir güçlükle çıkardığım telefondan en son aramalardaki numaraya dokundum.
Annem aranıyor...
Çalıyor, çalıyor ama açılmıyordu. Sıkıntıyla nefesimi üfledim ve telefonu kapatıp siparişim için numaramı seslenen personelin yanına gidip tepsimi aldım. Karnımı doyurmam şuan için en doğru olan şeydi. Yemeğimi hızlıca yiyip kafeye geri dönmeden önce bir kere daha aradım ama telefonu hala açılmıyordu. İçimi kaplayan sıkıntı bütün vücuduma sarmaşık gibi dolanmıştı. Huzursuzca kafeye girip işe başladım. Çok değil yelkovan ve akrep otuz dakika birbirleriyle yarışmıştı ki servis yaptığım sırada telefonum çalmaya başladı. Cebimden telefonu çıkardığım sırada annem yazısını görünce rahat bir nefes verdim.
-"Alo anne. Neredesiniz ya arıyorum arıyorum açmıyorsunuz hiçbiriniz. Meraktan çatladım." Elimde tepsi kasa önünde Sena'nın bana siparişleri hazırlamasını beklerken annemden cevap bekledim. Fakat bir beş saniye kadar ses gelmeyince şebeke gitti sandım.
-"Anne. Orada mısın duyuyor musun beni?" Ve sonra tanımadığım benim ninni gibi sesi olan annemin yerine kalın bir erkek sesi karşıladı beni.
-"Merhaba hanımefendi ben Merzifon emniyet müdürlüğü biriminden polis memuru Numan Kalpak. Defne Naz Köseoğlu ile mi görüşüyorum."
-"Buyrun benim. Annemin telefonun sizde ne işi var?" Polis memuru bir süre susup derin bir nefes aldı.
-"Deniz Han Köseoğlu, Bayram Köseoğlu ve Nurdan Köseoğlu. Yakınlarınız mı?"
-"Evet. Ablam annem ve babam."
-"Anneniz babanız ve ablanız bir kaza geçirdi hanımefendi." O ses kalbimdeki bir telin çat diye kopmasına neden oldu. Tepsi elimden kayıp gitti.
-"Anlamadım? Ne? Nasıl? Nerede?" Ardı ardına sorularımı sıralarken korku çoktan esir aldı bedenimin her bir zerresini.
-"Ailenizin olduğu araç Merzifon karayolunda bir tırla kazaya karıştı. Aileniz şuan Merzifon Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı." Kaza lafının ardından dinlemedim gerisini. Sanki olduğum yerde taş kesildim. Parmaklarım öyle karıncalanıyor ki telefon elimden kayıp gitti. Transa geçmiş gibiydim. Sena'nın, Rahmi amcanın ve Tuğba'nın bana seslenmelerini boğuk boğuk duyuyordum. Tuğba beni çekip bir sandalyeye oturttuğunda yüzümü yumuşak avuçları arasına aldı.
-"Canım ne oldu?" Dilime sanki kilit vurulmuş gibi konuşamıyordum. Derin derin nefes alıp vermeye başladığım bir an annem diyebildim sadece. Canı yanınca insanın can havliyle anne diye bağırırmış ya sanki o yarana üflese geçecek gibi. Aldığım nefes ciğerime yetmezken elim ayağımdaki güç bir anda boşaldı ve göz kapaklarım yavaş yavaş perdelendi.
Burnuma gelen limon kolonyası ile yüzüm buruştu. Midem bulanıyor, kusmamak için kendimi kasıyordum. Zihnim yavaş yavaş yerine gelirken gözlerim aralandı. Tuğba'nın endişeli bir yüz ifadesi ile ellerini yüzüme hafifçe vurarak beni uyandırmaya çalıştığını anladım. Görüş açım netleştiğinde sadece Tuğba değil Rahmi amca ve yanında genç, gözlüklü bir adamın da başımda olduğunu gördüm.
-"Sakin ol. Aniden hareket etme. " Bana direktifler verirken onun aksine ben onun sözlerini dinlemeyip, yerden kalkıp karşısına dikildim. Gözlerimin içine bakınca tam ağzını açıp bir şey diyecekti ki benim yıkılmışlığımı görmüş olacak ki sustu.
-"Kızım iyi değilsin. Bak bu beyefendi doktor bi baksın." Halsizlikle baktım Rahmi amcaya. Gözlerim doldu aniden.
-"Ailem kaza geçirmiş Rahmi amca. Ben önemli değilim. İyiyim. Onlara bakmam lazım. Yanlarına gitmem lazım." Rahmi amca ve diğerleri detaylı açıklamam ile şoka girerken ben yavaş yavaş kasa arkasına geçtim. Başım hafiften ağrıyordu. Sanırım bayılırken yere sert bir şekilde düşünce başım çarpmış olacak.
-"Tek başına böyle olmaz Defne. Akrabalarına haber verelim. Ailen nerede şuan."
-"Merzifon Devlet Hastanesi'ne kaldırmışlar." Rahmi amcanın gözleri büyüdü.
-"Kızım uzun yol tek başına olmaz."
-"Giderim ben." Tuğba ellerimi tuttu.
-"Bende geleyim istersen. Böyle yalnız olmaz Rahmi amcanın dediği gibi." Israrla beni tek göndermek istemiyorlardı. Sanki oraya gidince bir acı denizi içinde boğulacağımda beni bu yükle tek bırakmak istemiyor gibiydiler. Hayır. Benim ailem yaşıyordu. Birşey olsaydı aradıklarında söylerlerdi.
-"Ben giderim." Rahmi amcaya döndüm. Boynum büküldü annesine yalvaran çocuklar gibi. Sesim pürüzlü ama yalvarıcıydı.
-"Gitmem gerekiyor." Tonton adam anladı halimi. Başını salladı anında.
-"Git kızım. İşi gücü dert etme sen. Ben yönetimle konuşurum." Başımı sallayarak çantamı aldım hemen.
-"Bizi merakta bırakma. Haber ver." Sena'nın isteğine de başımı sallayarak kafeden koşar adımlarla çıktım. Arkama bakmadan koşarak, ciğerim patlarcasına eve kadar koştum. Çantamdan anahtarı çıkarıp eve girince bir an elimde anahtar ile kalakaldım kapı girişinde. Hala kokuları duruyordu. Dün gece pişen poğaça kokusu mutfakta, ablamın bol bol sıktığı parfüm holde, oturma odasında babamın tıraş losyonu. Dün akşam tıraşını olmuş salonda oturup maç özetleri izliyordu. Dün akşam hepsinin hayali gözümün önünde canlandı. Kendimi hayal dünyasından zorlukla çıkarıp odama geçtim. Sırt çantama kendim için birkaç parça kıyafet ve gerekli olabilecek nakit para aldım. Evden çıkarken su vanasını ve elektrik şartelini binadan kapattım. Trabzon merkezde oturan Ramazan amcamı aradım hemen.
-"Efendim Defne." Gözlerim doldu. Ramazan amcam babama en çok benzeyen kardeşiydi. Ses tonları, yüz hatları. Bu ayrıntı bir an içimi yaksa da anında topladım kendimi.
-"Amca babamlar bu sabah yola çıkmıştı ama öğlen Merzifon civarında kaza yapmışlar devlet hastanesine kaldırmışlar. Beni aradılar. Ben yola çıkıyorum sizin de haberiniz olsun diye aradım. Babaanneme diyemedim." Hattın ucundaki iki saniye sessizliğin ardından amcam soğukkanlı bir şekilde karşılık verdi benim aksime.
-"Tamam kızım biz yola çıkıyoruz seninle hastanede buluşuruz." Anlaşıp yola çıktığımızda hemen bir otobüs bulup terminale gittim. En erken kalkacak otobüs bileti aradığımı belirtince gişedeki kız yarım saat sonra kalkacak otobüsten bana orta bölümlerden bir bilet kesti. Otobüs saatini beklerken bekleme alanına geçip beklemeye başladım. İçimden milyon defa dualar ederek bekledim. Aramızda kilometreler vardı. Ne haldeler, sağlıkları nasıl bilemeden burada öylece beklemek canımı yakıyordu. En kötüsü de buydu. Aramızda şehirler, yollar vardı. O yolu aşıp onların iyi olduğunu görene kadar ömrümden ömür gidecekti tıpkı aştığım dağlar, tepeler geçtiğim yollar gibi.
Nihayet otobüsün kalkma saati anons edilince hızlıca yerimden kalkıp otobüse bindim. Bilet numarama bakıp yerime oturunca sırt çantamı ayaklarımın dibine sıkıştırdım. Terminale gidince bir de çanta sırası beklemek istemediğim için. Bilet kontrolü yapıldıktan sonra şoförün gelmesi ile araba hareket etmeye başladı. Ve böylece benim de çıkışını bekleyen mahkum gibi saatlerin üstüne çizik attığım anlar başladı.
MERZİFON TERMİNALİ
Otobüs saatler sonra terminale giriş yaptığında benimde azap dolu saatlerim nihayet son buldu. Çantamı aldığım gibi taksi ararken telefonum çaldı. Arayan amcamdı.
-"Alo amca geldiniz mi?"
-"Biz hastanedeyiz kızım sen neredesin?"
-"Bende şimdi otobüsten indim. Taksi bulup hemen geliyorum. Haber aldın mı bizimkilerden. Nasılmış annem babam ablam?" Ramazan amcamın derin bir nefes çektiğini duydum.
-"İyiler kızım. Ben seni almaya geleyim. Hava karardı. Bulamazsın kaybolursun yollarda."
-"Hayır hayır gerek yok. Geliyorum ben görüşürüz." Telefonu kapattığımda mutluluktan telefonu göğsüme sıkı sıkıya bastırdım. Sonunda onlardan iyi haber alabilmiştim. O heyecanla koşarak boş bir taksi aradım. Bugün şanslı günümdeydim sanırım. Boşta bekleyen bir taksi terminal çıkışında bekliyordu. Koşarak taksiye bindim.
-"Merzifon devlet hastanesi." Karanlığın çöktüğü, bilmediğim bir şehirde iz sürerken az kaldığına dair kendimi ikna ediyordum. Az kaldı. Biraz sonra ailemi görecektim. Annem kim bilir nasıl korkmuştu. Ablam... Annemden de korkmuştur. Küçükken araba çarptığı için her türlü araba kazalarından ödü kopardı. Aylarca kırık bacakla ve kolla dolanmış acıdan bazen bağırarak uyurdu. O sesleri kulağıma dolduğunda aslında çok yanlış bir zamanda zihnimi işgal etti. O hayalden çıkmama neden olan taksici abinin geldiğimizi söyleyen sesiydi. Ne kadar çabuk gelmiştik. Başımı çevirdiğimde gördüğüm kocaman hastane ile çantamdan parayı çıkarıp yol ücretini ödedim. Çantamı alıp bahçeye yürüdüm. Amcamı aradım.
-"Geldim ben amca neredesin?"
-"Acilden gir kızım ben oraya geliyorum." Biraz heyecan birazda onları yaralı halde görecek olmanın korkusu ile adımlarımı hızlandırmaya çalıştım. Yetişkin acilden girip etrafına bakınırken aylardır görmediğim Ramazan amcamın bedenini koridorun en başından gördüm. Hemen tanıdım. Bana doğru yorgun adımlarla geliyordu. O kadar yolu arabasıyla gelmiş dinlenmeye fırsatı olmamıştı belli ki. Yanıma geldiğinde beni kucaklayıp sımsıkı sarıldı.
-"Kızım." Öyle bir hasretle sarıldı ki bana sanki babamla sarılmış gibi hissettim. Çoğu akrabaların aksine benim akrabalarım ile aram iyiydi. Amcalarım, halam benim üzerime düşer çocuklarından ayırmazlardı. Oldukça kalabalık bir aileye sahiptim. Özellikle kuzenlere. Amcama sımsıkı sarılırken koridorun başından amcamın oğlu Doğukan çıktı. Gözlerini bana dikip üzülerek bakıyordu. Kaşlarım çatıldığı sırada amcam beni kendinden ayırdı.
-"Gel kızım seni ailene götüreyim." Elimi tutup beni Doğukan'ın durduğu yere götürdüğünde sanki etimden can kopmuşcasına bir acı hissettim. Elim kalbimin üzerine gittiğinde Doğukanla göz göze geldim. Gözlerini kaçırdı. Koridor sonundaki asansöre bindik.
-"Amca kaçıncı kattalar. Doktor ne dedi? Nasıllar söylesenize." Doğukan ve amcam ağzını dahi açmadılar. -4 yazan tuşa bastıklarında nefes alışverişlerim hızlandı. Bu da ne demekti? Asansör çok sürmeden o kata indiğinde kapılar yavaşça açıldı. Önce bedenimi saran soğukluk ile ürperdim. Kollarımı birbirine doladım. Ardından ağlama seslerini. Yüreğime çöreklenmiş o kötü his morg yazısını görmemle daha da şiddetlendi. Üşüyordum. Amcama döndüğüm sırada onun arkasındaki Recep amcamı yengemleri, halalarımı ve kuzenlerimin hepsini gördüm. Gözleri ağlamaktan kan kırmızısı rengini almıştı.
-"Ama burası morg." Konuşmaktan korkarcasına tek tek titreyerek çıkıyordu kelimeler dilimden. Lakin kimseden yine ses yoktu.
-"Morg burası. Yanlış geldik. Hayır." Çiçek yengem yaklaştı yanıma.
-"Kızım." Bana sarılmaya çalıştı.
-"Hayır yanlış geldik. Onlar... Onlar burada olamaz. Bana iyi demiştiniz." Ramazan amcama beklenti ile bakarken bakışlarını benden kaçırdı. Ben o sırada onların yokluğunu kabullenemezken morgdan çıkan bir görevli hayatımda hiç unutamayacağım o ses tonuyla benim kabullenemediğim gerçeği haykırdı o buz gibi koridorda.
-"Bayram Köseoğlu, Nurdan Köseoğlu ve Deniz Han Köseoğlu yakınları. Cenazelerinizi teslim alabilirsiniz." Gerçek bir tokat gibi yüzüme vurduğu sırada Çiçek yengemin elinden kurtulup morgun kapısına koştum. Ardından diğerlerinin geldiğini adım seslerinden anlamıştım. Görevli adam dolabı açtı. Gözyaşlarım beyaz çarşafa sarılmış ve baş ile ayak kısmının bağlandığı o torbayı görünce akmaya başladı. Beynim hala kabullenemiyordu. Arkamdan biri gelip bana sarıldığında başımı çevirdim. Kuzenim Aylin'di.
-"Gitmişler." Ağlayarak önüme döndüğümde o bana sımsıkı sarıldı. O sırada görevli tekrar konuştu.
-"Meftayı tabuta koymak için birkaç kişi yardım etsin." Erkek kuzenlerim ve amcamlar hemen adamın dolaptan çıkardığı torbaya yardım edip tabuta koydular. Görevli adam sağ olsun son kez bakmamız için baş kısmındaki o ipi çözdü. Kat kat olan beyaz kumaşı kaldırdığı anda annemin o soğuk yüzünü görünce gözlerim kocaman oldu.
-"Anneee." Çığlık atarak anneme koştum. İlk defa değildi bu koşuş ama son olduğu kesindi. Ellerim anında yüzünü buldu. Her zamanki capcanlı sıcacık değildi. Buz tutmuştu. Yüzünde morluklar başlamıştı yer yer.
-"Anne kalk anne." Yanaklarından öpeceğim sırada görevli engel olunca kocaman kolların beni kolları arasına çektiğini duyumsadım. Doğukan'dı.
-"Doğu bırak." Bırakmadı. Annemin yüzü kapatılıp diğer dolaba geçti. İkinci sınavım başladı şimdi de. Adam yine torbayı amcamlarla birlikte tabuta koyduğunda yine yüzünü açtı. Bu defa benim ikinci annem oradaydı. Ablam... Canının yarısı... Doğu bu defa beni bıraktı. Ablamın saçlarına ve yüzüne dokundum. Görevli adam beni her cenazede kötü olduğumu hissetmiş olacak ki ablamla vedamı kısa tuttu. Geri bağlayıp tabuta koydu. Sıra babama gelmişti. Babamda yine o örtü açıldığında babamla da vedamı amcamlar kısa tuttu. Hem kötü olduğum için hemde onlarda kendi kardeşlerini son kez görüp dokunmak için. Recep amcam babamın yüzünü gördüğü anda ağlayarak kendini dışarı attı. Görevli adam herkes gördükten sonra tekrar bağlamaya başladı o ipi. Bağladığı o ipin benim boğazıma geçirilen ve bundan sonra da hep boğazımda sıkılı kalacak bir intihar olduğundan habersiz.
Gözlerimdeki yaşların biri düşmeden diğeri peşi sıra geliyordu. Daha düne kadar çekirdek bir ailem vardı. Ama şimdi kimsem yoktu. Bomboş hissediyordum. Doğu'nun kollarından çıkıp morgun çıkışına yürüdüm. Nefes alamıyordum. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu.
Annem ölmüştü benim....
Babam öldü....
Ablam öldü...
Gerçekler kulağıma ninni gibi fısıldarken gözlerim karardı. Önümü göremiyordum. Bastığım yerler bir kuyu misali beni çekerken parmaklarımdan başlayan hissizlik ile gözlerim kapandı ve bedenimin havalandığını hissettim. Ardından alnımın sol tarafında bir acı ile yüzüm buruştu, gözlerim kapandı.
Bir rüyadaydım sanki. Bomboş bir rüya. Uğultulu gelen sesler, bağırışlar, ağlamalar. Hani narkoz alırsınız da her tarafınız hissizleşir ya tıpkı onun gibi vücudum boş çuval gibiydi. Ruhum paramparça cam kırıkları. Neyi elime alsam kesip daha da yakıyordu canımı. Kolumda hissettiğim keskin bir acıyla zihnim de en karanlıklara gömüldü.
Birkaç Saat Sonra
Gözlerimi aralayarak açtım. Nerede olduğumu anlayamadım ilk. Bembeyaz bir tavan, öten cihaz sesleri... Gerçeğe döndüğümde yattığım yerden kalktım hızla. Annemlere gitmem gerekiyordu. Başım çatlıyor ve dönüyordu adeta. Midem çalkalanıyor içimdekini çıkarmamak için zor tutuyordum kendimi. Kolumdaki sızı hala yerli yerindeydi. Serum iğnesini çıkarıp odanın kapısını açmıştım ki Doğukan ile burun buruna geldim.
-"Nereye?"
-"Annem... Anneme gideceğim." Çıkmak için çabalayan bedenim Doğukan tarafından engelledi.
-"Güzelim yapma."
-"Çekill." Onu göğsünden itip odadan çıkmaya çalışırken bir kaya gibi önüme dikilip engel oldu ve koridordan hemşirelerden yardım istedi. Gelip sakinleştirici yapacaklar diye kaçmak için oldukça çaba sarf etmiştim. Hatta bir ara öfkeyle ellerimi yumruk yapıp kenarda duran cama vurduğumda binbir parçaya bölünerek gürültüyle dağıldı yapboz gibi.
-"Hemşire yardım edin." Doğukan'ın ve benim çıkardığım sesleri duyan sağlık personelleri beni kolumdan tutarak daha demin yattığım yatağa yatırıp kollarıma ve bacaklarıma bastırdılar.
-"Yapma. Hayır. Sakinleştirici yapma lütfen." Ama dinlemediler. Bir hemşirenin seruma enjekte ettiği sıvı ile bir süre ellerimi ve ayaklarımı bırakmadılar.
-"Geçecek güzelim." Doğukan'ın saçlarımla oynayışını ve en son alnımdaki sargı bezine dokunduğunu hayal meyal hatırladım. Geri kalan bomboş bir rüyadan ibaretti.
Uyuyor uyanıyor sonra tekrar uyuyordum. Bir döngü haline gelen bu süreci bu defa devam ettirmedim. Uyandığımda sakindim. Sakinleştiricinin etkisi hala sürüyordu demek. Ağlamak isteyip de ağlayamamak ne kadar acıymış meğer. Yasını bile tutmana izin vermiyorlardı. Yatağın içinde oturmuş boş boş bakarken bileklerim dikkatimi çekti. İki bilegimde sarı bezleri ile sarılmıştı. En son odadan çıkmak için çabalarken camlara vurduğumu hatırladım. Boş boş duvara bakarken odanın kapısı açıldı. Gelenin kim olduğuna bakmadım. Ta ki yatağın sağ tarafına oturana kadar. Doğukan eğilmiş gözlerime bakıyordu.
-"Nasılsın?" Ona çevirdim boş bakışlarımı.
-"Sana beni bırak demiştim. Sakinleştirici yaptırma bırak acımı yaşayayım demiştim."
-"Defne-"
-"Beni annemlere götür." Birkaç saniye göz göze bakıştık. Çaresizce bakıyordu bana görüyordum ama benimde canım yanıyordu. Ailem gitmişti. En çaresiz bendim.
-"Gel gidelim." Kolumdan tutup beni kaldırdı bir bebek gibi. Ardından kolunu belime sarıp bana destek oldu. Odadan çıkıp acilin oraya gittiğimizde bizimkilerin hepsinin orada bekleme alanına oturup sessizce ve ağlayarak beklemelerini izledim. Amcamların yüzündeki acıyı, yengemlerin kız kardeşlerini kaybetmişcesine hüzünlü ifadelerini. Annemi kız kardeşleri gibi görürlerdi. Yanlarına gittiğimde çiçek yengem anından ayağa kalkıp yanıma geldi ve kucakladı sımsıkı. Annem gibi...
-"Güzel kızım benim." Hem ağlıyor hem benim yüzümü avuçlayıp öpüyor kokluyordu. Ramazan amcam geldi yanımıza. Babam gibi sarıldı o da. Bundan sonra her kucaklaşmada onların kokusunu arayacağını hissettim. Ve o an dehşete düştüm. Artık canım yandığında koşabileceğim bir annem yoktu, korktuğumda sığınacak bir baba kucağı yoktu. Kavga etsek de canımı yakmamaya çalışan bir ablam yoktu. Yalnızdım, yapayalnız...
-"Kızım cenazeler yola çıktı Trabzon'a gidiyor. Bizde geç olmadan çıkalım yola." Amcamın açıklaması ile herkes ayaklandı. Çiçek yengem beni Doğukan'ın kollarından alıp kendi girdi koluma. Diğer kolumda da Aylin. Acilden çıkıp otoparka geçtik. Herkes arabalara binerken çiçek yengem beni kendi arabalarına aldı. Arabayı Doğukan kullanırken amcam yanında arkada da ikimiz. Karanlığın çöktüğü ve bana acının en saf halini yaşatan şehirden yavaş yavaş uzaklaşırken başımı cama yasladım. Defalarca geçtiğim bu yolu şimdi ailemi son kez görmek için alıyordum.
Gökyüzünün yavaş yavaş karanlıktan sıyrıldığı vakit gözlerim yavaş yavaş kapandı. Başım çiçek yengemin omzuna düşerken onun yumuşak ellerinin sağ yanağımı okşadığını hissettim.
Öğle güneşi yüzümü cayır cayır yakarken gözlerim yavaşça aralandı. Güneş tepeye çıkmış sıcağıyla herkesi yakmaya yeminli gibiydi. Başımı kaldırdığımda çiçek yengemin uyuduğunu fark ettim. Direksiyonda hala Doğukan vardı. Gözlerim amcama kayınca yengem gibi başını cama yaslayıp uyuduğunu gördüm.
-"Nasılsın güzelim." Doğukan'ın seslenişi ile gözlerim aynaya kaydı. Anında gözlerimiz kesişti. Burukça gülümsedim. Ne diyebilirdim ki? Cayır cayır yanarken içim nasıl iyi olacaktım.
-"Ne kadar kaldı?"
-"Az kaldı köye." Etrafı izlemeye başladım. Yeşilin maviyle buluştuğu noktalardaydık. Köye doğru çıkılan engebeli yollarda yeşilliğin demet demet serpildiği ormanlar huzur verircesine gözlerimin önüne seriliyordu. Ama bu huzur bana bugün haramdı biliyorum. Ben bugün bu toprağa sevdiğim insanları gömecektim. Ruhumla beraber...
Köye geldiğimizde kovboy halinde giriş yaptık evin bahçesine. Bir sürü kalabalık vardı. Komşular, akrabalar... Gelemeyen kuzenlerim, teyzemler, dayımlar... Arabadan indikten sonra Aylin koluma girip beni yönlendirdi. Cenaze bizden önce geldiği için buradakiler karşılayıp, cenaze yıkama yerine götürmüşlerdi. Hızla ben ve yengemler oraya geçtik. Önce annemi aldılar. İki kadın gassal onu yıkamaya başladıklarında artık kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Ben en çok ölü insan görmekten korkardım. Ama artık anlıyordum ki insan en sevdiklerine korkmadan bakabiliyormuş. Son kez bakmak bile büyük bir şükürmüş. Gassal kadın bana baktı.
-"Gel kızım. Dua ederek son kez annenin başına su dök." Nasıl yaklaşacağımı bilemeden dururken çiçek yengem beni iteledi. Kadının elindeki su dolu tası alıp elime tutuşturdu. Ağlaya ağlaya annemin saçlarını okşayarak başını yıkadım.
Yıkama işlemi bitip ablama geçtiklerinde onun yüzündeki o morluklar ve omzundaki bir delik kalbimin sıkışmasına neden oldu. Kaza anında ne olmuştu da böyle olmuştu hayran olduğum o bedeni. Göremediğim belki de daha bir çok yerinde yaraları vardı. Allah'ım ne olur o anda çok acı çekmemiş oldular...
Gassal kadın dualarla yıkayıp yine ablam için başına su dökmeme izin verdiğinde ona dokunmaya korkarcasına yaklaşıp su döktüm başından aşağıya. Yüzünü okşarken canını acıtmaktan korkarcasına dokundum yüzünün her bir zerresine.
Yıkama işlemi bitip kefenleme, ardından tabuta koyup cenaze arabalarına yerleştirdiklerinde bizde arabalara binip takip etmeye başladık. Köye girdiğimizde amcam evin önüne gelip bizi eve bırakmış, canımın içlerini de caminin avlusuna götürmüşlerdi. Neredeyse ölüm gibi geçen 1 saatlik bekleyişin ardından camiye gittik. Köydeki herkes helallik almak için gelmişti. Kalabalığı görünce yüzümde hafif bir gülümseme peyda oldu. Ne çok seveniniz vardı canlarım benim.
Helallik alma, cenazeleri mezarlığa götürme derken her bir adımda içimdeki boşluk kara delik gibi büyüyordu. Son ana kadar içimde bir umut var gibiydi. Anlıyordum aklım bunu idrak ediyordu ama kalbim bir isyan ortasında gibi reddediyordu. Her an kalkıp bunun bir hayal olduğunu söyleyecekler gibi. Fakat annem babam ve ablam için kazılmış kocaman çukurları görünce gözlerimden yaşlar boncuk gibi dökülmeye başladı. Reddedecek bir şey kalmamıştı. Tabuttan çıkarılıp sırayla o çukurlara koyulup tahta ile üzerleri kapatılmaya başlayınca karnıma milyonlarca bıçak saplanıyor sandım. Öyle bir acı çekmeye başladım ki zaman mekan kavramım yerle bir oldu. O son bakışlar kaldı zihnimde. Bana el sallıyorlardı. Öpüp sarıldılar ve öylece sevgiyle bakıp gittiler. Kara delik büyüdü. Yuttu beni içinde. Tahtalar kapatıldıktan sonra kürekleri eline alanlar toprağı üstlerine atmaya başladıklarında ben düştüğüm o çukurda son bir güçle haykırdım. Sesli ağlamaya başlayınca babaannemin de kendini tutamayıp oğlum diye haykırması vücudumda öyle bir ürperme yarattı ki. Ben ailemsiz kalmıştım. O ise canından can verdiği, ellerinde büyütüp sevgiyle baktığı oğlu gitmişti. Ben yetim ve öksüz kalmıştım. Bir ad vermişlerdi bu kimsesizliğime ama onun çaresizliğine bir ad yoktu. Dünya üzerinde evladını kaybeden bir anneye verecek bir isim bulamamışlardı.
-"Gitmeyin." Öyle bir fısıltıydı ki... Aylin ve Aygül kollarımdan sımsıkı tutup benim dizlerim üstüme düşmeme engel oluyorlardı. Öyle bir gücüm çekilmişti ki. Yaptıkları o sakinleştiricinin etkisinin yavaş yavaş geçtiğini hissedebiliyordum. Hissizliğim geçiyordu çünkü acıyı kalbimde hissediyordum artık. Aylin'e döndüm.
-"Gidiyorlar Aylin." Aylin yaşlı gözlerle bana bakıp şakağımdan öptü.
-"Ben hep yanındayım. " Diyebildi sadece. Çünkü yaşadığım acının ne demek olduğunu bilmiyordu. Anne ve babasını kaybetmemişti. Kardeşi diğer kolumdaydı. Bende bilmezdim. Ama artık biliyordum...
Toprak atılmış mezarlar kapatılmıştı. Onlarla beraber benimde içimdeki kocaman kara delik toprakla dolmuştu. Tıka basa... Herkes dağılmış sadece akrabalar kalmıştı. Bir süre onların başında kalıp ağlamama izin verdiler.
Fakat artık geç olmaya başlayınca Doğukan ve Aylin beni kollarımdan tutup yerden kaldırmış ve arabaya götürmüşlerdi zoraki. Başta dirensem de o kadar güçsüzdüm ki Doğukan'ın o gücüne karşı koyamadım. Son bir kez arkama dönüp nemli gözlerle baktım canımın içlerine...
Tekrar kavuşacağız yürek sızılarım...