2.Bölüm-Tur Bitişi✓

5000 Words
Francesco Andrea ile bakışıp bana döndü. -"Alakası yok mia cara. Biz ilk orayı gezmek istediğimiz için söyledik." Derin bir nefes alıp tekrar susmayı tercih ettim gün içinde bir çok kez yaptığım gibi. Sorgumalama Defne. Sorgulama. Araba hızla Beyazıt semtine geldiğinde hemen hızlıca arabadan indik. İtalyanların gözleri gördükleri manzara ile şaşkınca kocaman olurken ben sırıttım. -"Hadi bakalım turumuz başlasın." Siz misiniz bana sormadan kendi kafanıza göre gelmek isteyen. Şaşkın bakışlar altında onları da peşime takarak Kapalıçarşı'nın kapısının önündeki kalabalığa doğru sürükledim onları. Giriş kapısındaki polis kontrolünden geçmeye yaklaşmıştık ki Andrea beni kolumdan tutup kenara çekti. -"Şimdilik burayı gezmeyi erteleyelim başka yerlere gidelim." Diyerek kolumdan tutup beni oradan uzaklaştırdı. Tepkisini garipsesem de istedikleri bu olduğu için birşey demedim. Ne de olsa onlar müşteri ben çalışandım. Her ne kadar onlar böyle görmese de. Beyazıttan yürüyerek Ayasofya camisinin önüne geldiğimizde de onları camiye götürdüm. İçeri girerken benim başımı kapatmam onları bir an şaşkınlığa uğratsa da zamanla alışmışlardı. Camiyi inceledikten sonra onları Yerebatan sarnıcına götürdüm. Burada çekilen birkaç yabancı filmi hatırladılar. Heyecanla burada şöyle oldu şurada böyle oldu diye filmin içindeki sahneleri anımsatırlarken onlara aslında sahnelerin burada değil yapay bir platformda çekildiğini söylediğimde yüzlerinin aldığı ifade o kadar çok tatlı ve sevimli geldi ki bir an kendimi onlara gülerken buldum. -"Afedersiniz. Tepkiniz o kadar komikti ki dayanamadım." Francesco diğerlerine çevirdiğinde Matteo elini saçıma atıp hafifçe karıştırıp İtalyanca konuşunca Francesco'ya döndüm beklentiyle. -"Sorun değil sen hep gül minik kız." Elini çekip benden uzaklaştı ve sarnıçın çıkış kapısına doğru yöneldiler. Hep beraber dışarı çıktığımızda oradan yürüyerek Gülhane parkına yol aldık. İçeriden girdiğimizde onlara Topkapı Sarayını göstermeyi çok istediğim için hemen oraya yönlendirdim. Tarih kokan her bir taşında toprağında yaşanmışlık olan bu sarayın girişine geldiğimizde okuduğum kitaplardan araştırdığım bilgileri onlara tek tek anlattım. Sarayın odalarını inceledikten sonra hayranlıkları daha da arttı. Hatta bir ara Andrea'nın Francesco 'ya 'İtalya'da bizde böyle mi yaptırsak mı abi' dediğini duyunca kıkırdamaktan kendimi alıkoyamadım. Bugün bilmem kaçıncı kez gülüyordum. Aslına bakarsak hepsi tatlı, sohbetleri güzel insanlardı. Tek sorun diğer iki kardeşin Türkçe bilmediği için anlamamaları ve bazen emrivaki olmalarıydı. Bu da onların kusuruydu. Beraber oradan çıktıktan sonra gezmek istedikleri yerlere beraber gittik. Akşamın karanlığı çöküp saat 10'u gösterirken artık gitmem gerektiğinin farkına vardım. -"Bugünlük bu kadar yeterli. Yarın kaldığımız yerden devam edebiliriz gezmek istediğiniz yerlere gideriz sizin için de uygunsa." Andrea başını sallayarak onayladı beni. -"Tabi. Geç oldu zaten. Seni evine bırakalım." Gözlerim anında büyüdü. -"Yok yok gerek yok. Ben giderim." Francesco yine sert bakışlarını üzerime dikti. -"Bırakıyoruz." Tek bir bakışıyla insanların içine korku salan bir yapısı vardı onun. Bazen o gözleri şefkatle bakıp kendine hayran bırakırken bazense korkunç derecede ürperti veriyordu vücudunun her bir zerresine. İtiraz etmek gibi birşey yapmadım. Çünkü ne kadar itiraz edersem edeyim onların dediklerini yapacak güçleri vardı. -"Peki." Bu biraz da işime gelmişti açıkçası. Bu saatte otobüsle minibüsle uğraşmak oldukça sıkıntıydı. Eve gitmem de kimbilir kaçı bulacaktı. Araç mahalleye girince beni kafenin önünde bırakmalarını istedim. Sokağa bu arabayla girip dört adamla bir araba içinden indiğimi görse annemin yüreğine iner, mürvet teyzenin de diline düşerdim ki bunu hiç istemem. -"Bıraktığınız için teşekkür ederim." -"Rica ederiz canım." Yine andrea, yine kibarlığı. O sırada Matteo ve Sergio beni şaşırtacak cümleyi aynı anda söylediler. -"İyi geceler." Matteo'nun elinde telefon muhtemelen italyancadan çeviri yaparak bana bir jest yapmak istemişlerdi. Bu jeste karşılık bende anında telefonu çıkarıp çeviriden baktım ve onlara dönüp gülümsedim. -"Buona notte Matteo, Buona notte Sergio." Gözlerindeki o parlamanın sebebinin söylediğim italyanca kelimeler olmasını bilmek kendimi daha iyi hissetmeme sebep oldu. Francesco ve Andrea'ya geri döndüm. -"Size de iyi geceler." Francesco gözlerinde beklentiyle bana baktı. -"Bize de İtalyanca demek yok mu?" Gülümsedim. Resmen diğerlerini kıskandı. -"Buona notte Francesco." Andrea'ya döndüm. -"Buona notte Andrea." -"İyi geceler mia bella." -"Teşekkürler. Yarın aynı saatte kafenin önünde buluşuruz." İtalyanlar başlarını sallayıp beni onayladıklarında refleksle her arkadaşımla vedalaşırken yaptığım gibi el sallayarak yanlarından ayrıldım. Tabi arkamı döndüğüm anda yaptığım şeyden utanarak yüzüm buruştu. -"Arkadaşların mı vedalaşıyorsun aptal Defne." Kendi kendime söylenerek oradan uzaklaştım. Eve gelmem çok da kısa sürmedi ama annemin defalarca beni araması eve girdiğimde bana güzel bir fırça atacağının habercisi gibiydi. Nitekim öyle de oldu. Kapıya gelip ayakkabılarımı çıkarırken kapıyı açıp çatık kaşları ve söylenmeleri ile beni resmen darma duman etti. İçeri girdiğimde bile arkamdan söylenmeye devam etti. -"Kızım saat kaç oldu haberin var mı senin?" Özür dileyen gözlerle ona bakıp tekrar yalan söyledim. Bunun için vicdanım sızım sızım sızlasa da mecburdum. -"Anne özür dilerim trafik vardı ne yapayım." Koltuğa kendimi babamın yanına bıraktığımda anında kolunu omzuma sarıp beni omzuna yatırdı. -"Erken çık izin iste." Dediğinde aslında o da söylediğinin saçma olduğunun bilincindeydi fakat üstün çıkmak için bu fikri veriyordu. -"Anne... Sence bu dediğin mantıklı mı bir düşün. Kim saati dolmadan çalışanını erkenden çıkarır?" Annemden cevap gelmedi fakat fırça atmaya devam etti. -"Niye telefonlarıma cevap vermiyorsun o zaman kızım. Meraktan öldük." -"Duymadım." Yalan 3. Özür dilerim anne... -"Sessizde bırakırsan tabi duymazsın. Bir daha o telefona bakacaksın. Ben gece gece bir de senin başına bir şey geldi mi işten çıktı mı diye telaş yapamam. O telefon ben arayınca açılacak." Başımı hızlıca aşağı yukarı salladım arabanın camlarına yapıştırılan oyuncak köpekler gibi. -"Tamam anne." Olay kapandıktan sonra annem yine çayı getirmiş balkonda içerken ablam yine yoktu. -"Ablam yine yok mu?." -"Bugün mesaiye kalmış işler yoğun diye. Gelince yemeğini yiyip duşunu aldı yatağa kendini zor attı yavrum." Arada böyle yoğun zamanları oluyordu buna alışıktık ama iki gündür görmeyince özlemiştim onu. Çayı içip odalarımıza çekilirken önce ablamın odasına uğradım. Gözleri kapalı saçları karmakarışık olmuş yüzünü kapatmış bir halde uyuyordu. Yüzünü görmek için yavaşça saçlarını yüzünden çektim. Yanaklarından öpüp odadan çıkarken son kez dönüp baktım ona. Çok kavga ederdik zamanında. Çok kızgınlıkla birbirimize ağzımıza geleni söylemiştik ama yine gün sonunda birbirimizden özür diler koyun koyuna yatardık. Kavga ederken canımı acıtmak için saçımı çekerdi ama dışarıda birisi aynısını yapsa delirir onun saçlarını tutar resmen koparırdı. -"Seni çok seviyorum cadoloz." Odadan çıkıp banyoda dişlerimi fırçayıp saçımı taradım. Sonrada odama geçip yatağa girdim hemencecik. Vücudum o kadar ağlıyordu ki yorgunluktan bir ağrı kesici içip hemen uykuya dalıverdim. Sabah yine alarmla uyandım. Önce lavaboda tuvalet ihtiyacını giderdim. Ardından dolaptan sarı bir tom ve jerry figürlü tişört altına beyaz bilek boy bir pantolon giydim. Sarı beyaz converslerim ile tamamlanan kombine bir de sarı bir sırt çantası takınca hazırdım. Saçlarımı iki yandan örgü yaptım. Sarı papatyalı bandajımı takınca çok oyalanmadan mutfakta yine ekmek arası yapıp yedim ve evden çıktım. Kafenin önüne gelmiştim ki köşeden dönen siyah minibüsü görünce sevinmeden edemedim. Beklemeyi de bekletmeyi de seven bir insan olmadığım için bu durumlar beni biraz sinirlendiriyordu. Neyse ki bugün öyle bir gün değildi. İtalyanlar yine dün ki gibi spor giyinmişlerdi. Arabanın kapısı açıldığında içeri adım atmamla soğuk havayla buluştum. Klimanın verdiği o soğukluk arabayı öyle soğutmuştu ki adeta buzdolabına giriyormuş hissiyatı veriyordu. Açıkçası bundan oldukça memnundum. Haziran ayının yakıcı sıcağı İstanbul'da o kadar etkiliydi ki sanki ortalık kavruluyordu. -"Günaydın mia bella. Vaov resmen sarı papatya olmuşsun bugün ." Andrea'nın tespiti ile Francesco başını sallayıp onaylarken bir yandan da Sergio ve Matteo'ya çeviri yapıyordu. -"Teşekkür ederim sizde çok şık görünüyorsunuz." Hepsi teşekkürlerini iletirken şoför çoktan arabayı sürmeye başladı. Dünkü gibi yine sohbet ederken bir restoranın önüne geldik. Pahalı olduğu bir bakışta anlaşılan restorana girdiklerinde kahvaltı için geldiğimizi anlamak hiç de zor olmadı. Yine dün gibi hazır bir masa ve etrafımızda pervane olan garsonlar hatta müdür kuşkularımı arttırıyordu gün be gün. Öğrenciler ve geldikleri mekanlar oldukça lükstü. Gerçi bana o kadar para verip böyle lüks içinde gezmelerinden anlamalıydım aslında zengin olduklarını. Fakat niye benim gibi basit kafede çalışan bir kızdan bunu istemişlerdi. İstanbul'da bir sürü tur şirketleri vardı. Üstelik onlara daha çok rehberlik edecek, gezdirecek bir sürü çalışan. İçimdeki kuşkuyu bir köşeye bırakmama sebep olan Francesco'nun ağzına kadar doldurduğu tabağı önüme bırakmasıydı. Bu adamın benim kahvaltımla derdi neydi Allah aşkına. -"Yine bitecek o tabak." Annem bile bu kadar baskılamazken elin adamın böyle yapması oldukça tuhaftı. Zaten günlerdir yaşadığım ne normaldi ki bu normal olsun. -"Bakın bu bana çok gerçekten." Francesco gözlerini kıstı. -"Dün nasıl yedin?" Yakalanmanın verdiği o refleksle zoraki bir yutkunma yaşadım. Gözlerim hafiften büyürken yanımda oturan Andrea'ya baktım. Ama o gülerek izliyordu beni. -"Şey ben dün yani bende anlamadım gitti işte ama bugün bitiremem." Francesco'nun dudakları düşünürcesine büzüldü. -"Bugün de nasıl olduğunu anlamadan biter." Kahvaltı başladığında Francesco ara ara telefonla konuşmaya gidince tabaktakileri dikkat çekmeden diğerlerine paylaştırdım. Kuşkulu gözlerle baksa da birşey demedi. Sonunda kahvaltı faslını bitirdik ve İstanbul turuna başladık. Kasırlardan, başlayıp diğerlere saraylara ve daha nice yerlere geçtik. Taksim İstiklal caddesindeki kiliseyi gördüklerinde girmek istediklerini söyleyince onlara eşlik ettim. Hava kararmış içeride ayin saati olduğu için gezmeye kapanmıştı. Dua etmek isteyenler içeri girerken İtalyanlar giderken Andrea'ya seslendim. -"Andrea." Ona seslendiğimde dördü de bana döndü. -"Si mia bella." -"Siz içeri geçin duanızı edin ben burada bekliyorum sizi." -"Sen neden gelmiyorsun?" -"Ayin saati çünkü. Orası sizin kutsal eviniz. Benim burada beklemem daha uygun olur. Ben sizi bekliyorum. Hatta sıkılırsam geçer bir kafeye oturur, beklerim sizi." -"Okey mia piccola." İtalyanlar hızlıca içeri girerken beklemekten sıkılacağımı bildiğim için İstiklal 'de yürüdüm. Kitapçılara girdim. Kendime tarihi bir kitap aldım. Ardından bir kafeye girdim. İçerisi oldukça ferahtı. Kendime sıcak bir çay sipariş ettim. Yanına magnolia... Aldığım kitabı incelemeye başladım. Tarihe adını altın harflerle yazan, zaferden zafere koşan bir komutanın hayatını anlatan kitap ciddi anlamda kapağı ve arka yüzündeki yazısı ile merak uyandırdı içimde. Tam ilk sayfasını açmış bir kaç satırı okumuştum ki merdivenlerden çıkan gürültülü ayak sesleri dikkatimi çekti. Başımı kaldırıp baktığımda üzerindeki mavi gömlek ve mavi kot pantolon ile aslında normal bir hali vardı. Ama o saçlarının her hareket ettiğinde dalgalanışı ayrı bir hava katıyordu. Gözlerimi ondan çekip kitabıma odaklanmaya çalışırken havalının arkasından gelen spor kıyafetli ama koruma olduğu belli olan adamları gördüm. Benim bulunduğum ikinci katın her bir köşesine dağıldılar. Havalı cam kenarının en dibine geçmiş dört masa ileride tam karşımda oturuyordu. Kendimi huzursuz bir ortam içerisine girmiş gibi hissederken hemen merdivenlerden aceleyle çıkan garson içimdeki sıkıntıyı biraz olsun dağıttı. O masaya yönelip sipariş alırken bende çayımı dikleyip bir yudumda içmiş, yarısına kadar geldiğim tatlıya acıyan gözlerle bakarak sandalyemden kalktım. Kitabımı masadan alıp çantama koyarken sanki izleniyor gibi hissedince başımı kaldırıp etrafa bakınca bir çift yeşil göz ile karşı karşıya geldim. Kısık gözlerle bana bakarken tüylerimin diken diken olduğunu hissetttim. Ama yine de gözlerimi çekmedim. Biriyle göz göze gelince dik dik bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Ta ki karşımdaki gözlerini benden çekene kadar. Şuanda da bu durum yaşanıyordu. O yeşil gözler beni yakmak ister gibi bana bakarken inadım galip geldi bende bir süre baktım. Geçen saniyeler bana dakika gibi gelirken sonunda kısık gözlerle çantamı sırtıma takıp ona bakarak merdivenlere yöneldim. Merdivenlerden hızlıca inip kasada borcumu öderken telefonum çaldı. Arayan:Andrea. -"Efendim Andrea." -"Mia bella biz çıktık kiliseden. Neredesin?" -"Hemen ilerideki kafede. Ben kapıya çıkıyorum sizde soldan devam edin beni göreceksiniz." -"Okey." Telefonu kapatıp beklerken çok geçmeden geldiler. Hep beraber yürümeye devam ettiğimiz sırada dayanamayıp arkamı döndüm. Gözlerim kafenin ikinci katındaki penceresini bulduğunda o yeşil gözlerin bakışları yine azrail gibi sırtımdaydı. Yutkunarak önüme döndüm. İlk defa korkuyu iliklerime kadar hissettim. İtalyanlarla İstanbul turumuzun ikinci gününde yine onların istekleri üzerine plan yaparak istedikleri yerlere gidip günü bitirdik. Akşam yine eve bıraktılar. Yine çay faslı yapıp yorgunluk atarken ablamın da aramıza katılması ile keyifliydi geçti. En azından bu akşam yüzünü görebilmiştim. İlerleyen zamanlarda bunu ne kadar çok özleyeceğimi bilmeden... Cuma sabahı olduğunda bu defa dizlerimde kırmızı papatya desenli elbise ve düz bir beyaz tişört ile kombin yaptım. Saçlarım toplu, hafif makyaj ve spor ayakkabım ile hazırlanıp evden yine ekmek arası yiyip çıktım. Kafenin önüne beni almaya geldiklerinden yine içeriye atladığım gibi soğuk hava beni karşıladı. Ve tabi güleryüzlü İtalyanlar... Francesco uzanıp yanağımdan makas aldı. -"Günaydın mia bambina." Ve ardından diğer üçlü tekrarladı. Gülümseyerek reverans yaptım. -"Günaydın beyler." Ve yine araç ben nereye gideceğimizi söylemeden turistik yerlere sürdü. Sanki daha öncesinden talimat alıp da ona göre gidiyordu şoför. Sorgulama fırsatım da olmuyordu maalesef. Sanki bu konu hakkında soru sormak italyanlara yasaktı. Ben yurtdışından gezmeye gelmiş yabancı kuzenleriydim onlarda beni gezintiye çıkarmış İstanbul yerlileri. Önce yine her zamanki gibi kahvaltı ardından gezi başlayacaktı. Bu defa hızlıca oturup kahvaltılarını yaptılar ve geziyi başlattılar. Üsküdar-Kanlıca taraflarına geçtik, köprünün orada fotoğraflarını çektim. Ardından Kadıköy'e geçtik. Meşhur boğanın yanında çektim. Meşhur çikolatacıya götürdüm. Çok beğendiklerini söyleyerek götürmek üzerine yanlarına da aldılar. Moda sahilde gezdik. Sanki tur rehberi değil de arkadaşlarla sahilde takılıyor gibi bir havamız vardı. Hatta bir ara çekirdek paketi alıp onları sahilde banka oturtup çekirdek çıtlattım. Andrea ve Sergio bayılırken Francesco ve Matteo için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Yüzleri asık bir sağa bir sola baka baka çekirdek çitlediler. Birer bardak da ellerine kola tutuşturduğumda tam semt çocuğu olmuş gibilerdi. Bu hallerine gülerek fotoğraflarını ansızın çekip Andrea'ya yolladım. Sonra geziye kaldığımız yerden devam ettik. Akşama kadar bir o yana bir bu yana gitmekten babaannemin tabiriyle bacaklarıma karar sular indi. Park edilen arabayı gördüğümde neredeyse sevinçten ağlayacaktım. Adım atmaya dermanım bile yoktu. Biner binmez yanıma Matteo ve Sergio oturdu. Ortalarında yolculuk yaparken karşımda oturan Andrea gülümseyerek bana baktı. -"Yoruldun mu mia Bella." -"Biraz." Dedim utana sıkıla. Rehber hiç yorulup da belli eder miydi canım? -"Biraz uyu istersen ben kafenin önüne gelince uyandırırım." Katiyen olmaz. Dört erkeğin olduğu arabada kesinlikle uyuyamazdım. Bu güvenden değil de rahatsız hissetmemle alakalıydı. -"Gerek yok iyiyim böyle." Diyerek kibarca reddetmem karşısında üstelemedi ama ben maalesef ki kendime verdiğim sözü tutamayıp uykuya yenik düştüm. Gözlerim camdan dışarıyı izlerken sanki bir ninni gibi gelen araba sesleri ile yavaş yavaş kapandı ve başım sağ tarafımda oturan Matteo'nun omzuna doğru yavaşça düştü. Matteo'nun heyecanlı çıkan sesi konuşmasına yansırken diğerleri de o heyecanla gülüşerek konuştular. Ama ne dediklerini anlamadım. Kendi dillerinde konuşmuşlardı. Zaten Türkçe de konuşsalar pek anlayacak durumda değildim. Zihnim beynimi çoktan terk etmişti. Birinin beni kollarımdan sarsması ile gözlerim yavaşça aralandı. Kolumu tutan kişiye kaydı önce bakışlarım. Ardından tam karşımdakine. Andrea yine her zamanki sevimliliği ile karşımda duruyordu. -"Uyan cara. Geldik." Başımı kaldırdığım omuza bir an baktığımda Matteo ben başımı kaldırır kaldırmaz derin ve sesli bir nefes verdiğini duydum. Ben omzuna başımı koydum diye nefesini tutmuş olamazdı değil mi? Kendimi toparladım. -"Uyuya mı kaldım ben. Çok özür dilerim." Francesco'nun bakışı bir an sertleşti. -"Hayır ne özürü. Çok yoruldun sende haklısın. Biz çok yorduk asıl." -"İşim bu." Gülümsemeye çalışarak yanımda duran çantamı elime alıp arabadan indim. Sıcak hava yüzüme anında çarparken arabaya tekrar binmemek için kendimi zor tuttum. O kadar serindi ki bıraksalar sabaha kadar uyurdum. -"Turumuz bitti." Francesco ve Andrea üzgünce bana bakarken Andrea değerlerine de çeviri yapınca onlarında surat ifadesi değişti. -"Maalesef." Ve bir sessizlik sardı sokağı. Ne onlar konuşuyordu ne de ben. Bakışlarındaki o manayı çözememiştim henüz. Farklı bakıyorlardı. Yollarımız burada ayrılıyor diye üzgün gibilerdi. Üç günde abi kardeş gibi olmamızı varsayarak aslında benim de içim bir yandan buruktu. Alışmıştım en başta. Bu insanoğlunun en kötü huylarından biriydi. Bazılarının ki iyiye çeker bazılarının ki kötüye. Bir kumara da alışkanlık kapabilirdin, bir kitaba da. Ben onlara üç günde alışarak kendim için kötü bir huy edinmiştim. Çünkü onlar olmayan arkadaşlarım, abilerim olmuşlardı. Onlar benim klavyemdeki favori emojilerimdi. Mesela Andrea. Espirileri, bakışları, gözlerindeki o çapkın bakışları ile kesinlikle dil çıkarıp tek göz kırpan emoji olurdu. Francesco ise olsa olsa havalı, gözlük takarak gülümseyen emoji olurdu. ? Üç gündür her gördüğümde gözlerinde gözlük ile karşılıyordu beni. Ve kabul etmeliyim ki o gür siyah saçları ve üzerine oturan pantolon ve tişört ile kızların bir bakıp dönüp bir daha bakacağı cinsten bir adamdı. Matteo ve Sergio ise aynı emoji olurdu. Başında tacı olan gülümseyen emoji.? Karşılaştığımız andan beri sürekli bana gülümseyerek bakan ve aynı dili konuşamasak da aynı hisleri paylaştığımızı gösteren çok güzel kalpli adamlardı. -"Yarın hesabına ücreti aktaracağım. Seninle çalışmak oldukça keyifliydi mia bella." Francesco'nun her zamanki gamzeli gülüşü dikkatimi dağıttı bir an. -"Teşekkürler." -"Yine geldiğimizde seninle gezmeyi çok isteriz." Andrea'nın istekle bakan gözlerini görünce güldüm. -"Tabi ki. Benim için çok keyifliydi." -"Bizim içinde öyle. Yarın akşam İtalya'ya dönüyoruz. İznin olursa eğer son kez vedalaşmak isteriz." Onların son isteklerini kırmadım. -"Tabi olur." Başta Francesco olmak üzere sırayla Andrea, Sergio ve Matteo'ya sarıldım. Andrea biraz daha sıkı sarılınca bir an kemiklerim acısa da anlamış olacak ki beni yavaşca bıraktı. Onlardan bir iki adım uzaklaştım. -"Kendinize iyi bakın. Tekrar görüşmek üzere. İyi yolculuklar." -"Teşekkürler." İki Türkçe cevapla beraber, -"Thank you." İki de ingilizce cevap aynı anda geldi. Onlara el sallayarak arkamı döndüm ve eve doğru yürümeye başladım. İçimde bir sıkıntı baş gösteriyordu ama sebebini bilemiyordum. İçimden bir ses onları yine göreceğimi söylerken son kez arkama döndüm ve onlara baktım. Elleri ceplerinde dördü de de bana bakıyordu. El salladım. Anında el salladılar. Ve ardından arkamı dönüp onlardan uzaklaştım. Sokağa girdiğimde bizim evin ışıklarının yandığını gördüm. Annem yine çayı demlemiş beni bekliyordu kesin. Hızlıca binaya girerken sokaktan geçen siyah araba hızla adeta jet gibi uçarak yanımdan geçince saçlarım havalanıp geri döküldü omuzlarıma. Kaldırımda olmama rağmen o kadar yakından geçti ki tüylerim o sıcak havada diken diken oldu. Koşarak binaya girip evin ziline bastığımda annem açtı kapıyı. -"Hoşgeldin yavrum." -"Hoşbuldum annem." Ona sarılıp içeri geçerken mutfağa doğru yürüdü. -"Aç mısın yavrum." -"Ne pişirdin?" -"Mısır çorbası, mısır ekmeği." -"O zaman yerim." Mısır çorbası dedim mi orada duracaksın. Evde mısır çorbası yapılınca herkes karnı tok olsa bile bir kase içerdi. Tıpkı benim şimdi yapacağım gibi. Çocukluktan kalan bir aşk gibiydi ablamla bendeki bu mısır çorbası aşkı. Çocukluğumuzda her yaz köye gidişimizde babaannem mutlaka bize yapar yedirirdi. Yaz günleri onu içmek, damağımdan geçerken serin serin içimi ferahlatması o kadar hoşuma giderdi ki... -"Sen üstünü başını değiştir ben hazırlıyorum masaya yemeği kızım." -"Tamam anneciğim." Odama geçip kıyafetlerimi çıkardım ve dolaptan sarı pijama takımımı giyip saçlarımı gelişigüzel topuz yapıp odamdam çıktım. Balkona giderken ablam banyodan çıkmış bana göz kırparak odasına giriyordu. -"Gelmiyor musun?" -"Saçlarımı kurutup geliyorum siz geçin başlayın." Balkona geçtiğimde annem çayları doldurmuş, babamsa köşeli koltuğa oturmuş telefonuyla uğraşıyordu. Evdeki en sevdiğim köşe bu balkondu. Orta büyüklükte bir balkondu ve babam buraya paletten bir köşeli koltuk yaparak bizim için güzel bir alan oluşturmuştu. Genelde akşamları bizimkilerin olmadığı saatlerde bacaklarımı uzatıp internette takılmak en büyük hobimdi. Gerçi bu ara yoğunluktan pek fırsat bulamasam da yarın öğlen işe gideceğim için bu akşam yapabilirdim. Çay faslına başlayıp sohbet ederken ablam da aramıza katılmış gününün nasıl geçtiğini anlatarak benim arada kaynamama sebep olmuştu. Aileme yine bu konuda yalan söylemeyi istemediğim için canıma minnetti açıkçası. Çaydan sonra babam ve annem odalarına çekilirken ablamda yorgun olduğunu söylemiş ve kendini hızla odasına atmıştı. Tek kalmanın sevinciyle köşeli koltuğa uzanıp elime telefonu aldım. İnternet hesabımda gezinirken bir anda gelen arkadaşlık isteği ile kaşlarım çatıldı bir anda. Sahte random bir hesap bana istek atmıştı. Anında sildim. Tam ana sayfaya tekrar girmiştim ki telefonum çalmaya başladı. Arayan:Andrea; -"Efendim Andrea." Yine o cıvıl cıvıl ses tonu doldurdu kullağımı. -"Buona notte cara." Önceki geceden alışkın olduğum italyanca cümlesini yabancılamadım ve bende aynı cevabı verdim. -"Buona notte Andrea." -"Nasılsın görüşmeyeli." Kolumdaki saatime bakıp onbir buçuk olduğunu görünce güldüm. Ayrılmalarının üstünden 2 saat bile geçmemişti oysaki. -"İyiyim sen nasılsın?" -"İyiyim demeyi çok isterdim ama değilim." Bir anda yattığım yerden doğruldum. -"Ne oldu? İyi misin?" Aklıma binbir türlü şey gelirken onun böyle gamsızca gülerek konuşması beni oldukça afallattı. -"İyiyim ama." Diyip susunca endişem daha da arttı. -"Andrea konuşsana. Birşey mi oldu?" -"Sen neden benim isteğimi reddediyorsun ikidir." Önce dediğini anlayamadım. Sonra bir anda hesabıma gelen arkadaşlık isteğini hatırlayınca kaşlarımı çattım. Yüzüm buruştu. -"Asdasditalyano mu?" -"Evet." Diye çıkan neşeli sesi ile gülmeden edemedim. -"Gerçekten mi Andrea? Kullanıcı hesabını neden random yapar ki bir insan." Andrea'nın derin bir nefes aldığını duydum. -"Ahh mia bella. İtalyada kızlar peşimden düşmez nereye gitsem anında beni buluyorlar. İnternet hesabımı da kendi adımı kullanarak yapmadım ki beni bulmasınlar. Sonra çok rahatsız ediyorlar." Çok muzdarip olduğu ses tonundan belliydi. Öyle sitemli şekilde anlatıyordu ki bana üzülmeden edemedim. -"Anlıyorum." Diyebildim sadece. -"İsteğimi kabul edersen sevinirim. İtalya'ya gittiğimde seni unutmak istemem. Hatta hiçbirimiz istemeyiz. Tabi eğer senin içinde bir sıkıntı olmazsa." -"Hayır tabi ki olmaz." -"O halde kabul et." -"Tamam ediyorum." -"Tekrar görüşeceğiz bella ragazze." Dediği kendi ana dilindeki cümleyi anlamadım. -"Görüşürüz Andrea." Telefonu kapatığımızda isteği kabul edip sayfasına girdiğimde kendi resimlerini değil İtalya'daki güzel manzara resimlerini görünce anlık bir hayal kırıklığı yaşadım. Fakat kendi ağzıyla demişti sahte olduğunu. Fotoğraf yüklememesi de çok doğaldı. Geçirdiğim üç günü düşünürsek oldukça değişik bir deneyim olmuştu benim için. Daha önce hiç rehberlik yapmamıştım fakat zaten yaptığım da söylenemezdi. Onlar beni gezdirmeye çıkarmış gibi rahatlardı. Bu bazen kafamı çorba gibi karıştırsa da geçirdiğimiz eğlenceli zamanları düşününce aklımdan uçup gidiyordu. Sena dört İtalyanla üç gün tur yaptığımı öğrense kesinlikle benimle küserdi. Ama ben yapmak için mecburdum. Kendi içimde analizler yaparken yine bildirim sesi ile daldım düşüncelerden sıyrıldım. Telefonu elime alınca banka hesabıma gelen havale bildirimi olunca ekranı açıp detaylı baktım. Yabancı bir şirket isminden gelen 1000 Euro para gelmişti. Gözlerim bir an yabancı isim üzerinde dolanırken bu paranın Andrea tarafından gönderildiğini tahmin ederek ona mesaj attım. Bir iki dakika sonra mesaja dönüş yaparak kendisi olduğunu doğrulayınca yüzümdeki gülümseme kocaman büyüdü. Parayı yarın çekip babama getirebilir, kredi borcunun üçte birlik kısmını kapatabilirdi. Sevinç içerisinde tekrar yerime uzandım. Babamın bununla mutlu olacağını düşündükçe içim içime sığmıyordu. Küçüklüğümüzde ablamla ikimizi elinden geldiğince bizim bir dediğimizi iki etmemişti. Arkadaşlarımızda olan ne varsa bizi ondan mahrum etmemek için çok çaba sarf etmişti. Şuan ablamla ikimiz ona yardım etmek için uğraşırken yine bizim çok çalıştığımızı biraz kendimizi düşünmemizi öğütlüyordu bazı akşamlar. Mutlu bir ailem vardı. Bazılarının aksine babam evde anneme de yardım eder, yemek yapardı. Perde takarken boyu yetmezse o çıkar imdadına yetişirdi. Sevgi dolu bir ailede büyümenin kıymetini belki o zamanlar anlamıyordum basit geliyordu bir yemek yapmak belki ama şimdi şuanki olduğum yerden geriye dönüp bakınca bunun aslında ne çok kıymetli bir şey olduğunu anlayabiliyordum. Annem bu sevgiyi babamdan öyle güzel almıştı ki bize de o sevgiyi nakış nakış işlemişti yüreğimize. Telefonda yarım saat daha uğraşıp ardından uyuma kararı aldım. Hava biraz sıcak olduğu için odamdan yastık ve çarşafı alıp balkondaki süngerin üzerine kendime yatak hazırladım. Yaz günlerinde ablamla bazen burayı kapmak için kavga ederdik. Bugün hiç hali yok olacak ki direk yatağına gidip uyudu. İnce pikemi de üzerime alınca sinekliği kapatıp camı açtım. İşte şimdi rahat rahat yatma vakti. Sabah güneşin yakan sıcak bedenimi yakarken yüzümü buruşturarak uyandım. Balkonda yatmanın kötü yanı da buydu. Sabah ve akşamın batan güneşi balkona doluyordu. Hızla kalkıp yatağımı topladım ve odama geçtim. Bugün akşam vardiyasında olduğum için biraz daha uyuyabilirdim. Sonuçta şuan saat hala yedi. Annemin ninni gibi gelen sesiyle olduğum rüyadan bir an irkilerek uyandım. -"Defne. Kalk hadi kızım kahvaltı hazır." Sabahları zor uyanan bir insan değildim. Çalışırken erken kalkmaya alıştığım için bazen bugün ki gibi erken de uyanabiliyordum. Annem özellikle bu huyumu çok sevdiğini her fırsatta dile getirirdi ablamın yanında. O benim aksime uyumayı çok sevip bıraksalar günlerce uyuyabilecek potansiyelde bir insandı zira. -"Geliyorum anne." Yataktan kalkıp lavabodaki ihtiyaçlarımı giderip salona geçtim. Annem hazırlamış masada beni bekliyordu. Babam ve ablam çoktan işe gitmişlerdi. Hemen sandalye çekip oturduğumda annem çaylarımızı koydu ve beraber başladık. Annem bugün komşuların bize geleceğini söyleyip hazırlık yapacağını söylerken benden ne yapmalıyım diye fikir alıyordu. Beraber kahvaltı bitimine kadar neler yapabileceği ile ilgili bir iki hafif salata türlerinden kararlaştırdık. Tatlı da puf pasta yapacağını söyleyince menü tamamlandı. Sofrayı beraber toplayıp bulaşıkları da hallettik ve odama geçip hazırlanmaya başladım. Yaz gününe en iyi gidecek her zamanki gibi beyaz tişörtlerimden biriydi. Çiçek desenleri olan bir tişört kumaş süt kahvesi bir pantolon giydim. Saçlarımı at kuyruğu yaparak hazırlığım tamamlandı. Çantamı alıp ayakkabımı giydim. -"Gelirken bir şey lazım olursa ararsın anne." -"Tamam yavrum. Akşam yine geç mi geleceksin." Önce anlamadım. Sonra üç gündür onlara başka şubede çalıştığım yalanını söylediğim aklıma gelinceye boğazıma öyle bir yumru oturdu ki sanki biri beni boğazlıyordu. Zorlukla yutkundum. -"Yok anne o geçiciydi. Şimdi kendi şubemdeyim. Akşam bir sıkıntı olmazsa yine aynı saatimde gelirim." -"Tamam kuzum." Annemi öpüp evden ayrılırken içimde oluşan bu karmaşıklık sanki beynimi kemiren bir ur gibiydi. Yalan. Bu hayatta alkol uyuşturucu gibi bağımlılık yapan kötü bir alışkanlıktı ve ben o çukura üç gün önce düşmüştüm. İçimde kötü bir his peyda olmuş göğsümün üstünde damlayan bir kanın gittikçe büyümesi gibi an be an büyüyordu. Sıkıntı içerisinde evden çıkıp işe giderken biliyordum Sena'nın da bana nerede olduğumu soracağını. Yine ve yine yalan söylemek zorunda kalacaktım. Kısa bir yürüyüş ardından o şirin, insanın içini ısıtan kafeme gelince yüzümdeki gülümseme büyüdü. Burası benim ikinci evim gibiydi. Liseyi bitirdikten sonra aileme daha fazla sıkıntı olmamak adına girdiğim bu yer o zamanlar benim kurtuluşum olmuştu. Babam okumam için diretmiş hatta Trabzon'da ki babaannem bile arayıp okula gitmem için üstümde baskı kurmaya çalışmışsalar da ben o zamanlar evden dışarı kendimi atıp sıkıntı içerinde gezerken görmüştüm burayı. Camekana yapıştırılmış 'Garson Aranıyor' yazısını görünce içeri sevinçle dalıp işi kapmıştım. İnsanın bazen içi öyle karanlık bir kuyu oluyordu ki... Tabi bir de o feraha erdiği an. Benim kuyumdan çıkma sebebimdi bu kafe. Aile baskısı, komşu baskısı, arkadaşlarım... Bir yerden sonra o kadar boğucu olabiliyordu ki... Geçmiş gözümün önünden bir şerit gibi geçerken geç kaldığımı fark edip hemencecik kafeye doğru yürüdüm. İçeri girdiğimde kafede hafiften bir yoğunluk vardı. Hemen kasa arkasına geçerken Sena gülümseyerek beni karşıladı. -"Hoşgeldin kaçak." Sıcak tavrı karşısından gülümsemeden edemedim. Bu hâli bana Andrea'yı hatırlattı nedensizce. Onun gibi yüzünde hep bir gülümseme vardı. Sanki hayat ona acımasız davranmıyor, mutluluk denizinde kendini rüzgara bırakmış yüzünde hissediyordu o mutluluğu. -"Hoşbuldum. Nasılsın görüşmeyeli." -"İyiyim sen nasılsın? Yokluğumda çok yoğunluk olmadı umarım." -"Hayır olmadı. Hallettik bir şekilde. Sen anlat asıl. Tatilin nasıl geçti. Çarşamba günü bir geldim ki Rahmi amca izne çıktığını söyledi. Hiç söylenmemiştin." Sena merakla benden gelecek cevabı beklerken derin bir nefes çektim içime ve ikinci yalana hazırladım kendimi. -"Kuzenlerim geldi şehir dışından. Onları gezdirdim. İzin al bizimle vakit geçir biraz özledik diyince ben de onları kıramadım." Allah'ım nolursun affet beni. -"Yaaa. İyi yapmışsın." Dedi ve konuyu kapattı. Yakalanmamanın verdiği heyecanla hafiften bir gülümseyip hızla kendimi mutfağa attım. Cupcake desenli önlüğümü üzerime geçirip kasa arkasına yöneldim. Sena masalara sipariş almaya gidince bende bir süre ondan gelecek siparişleri bekledim. O sırada kafeye Tuğba geldi. -"Yaa geç kaldım çok özür dilerim kızlar." -"Sorun değil canım hadi sen geç önlüğünü tak." O da mutfağa giderken Sena bana siparişleri verince çevik hareketlerle bir tepsiye siparişleri hazırladım. Ve diğerini, ardından diğer siparişi.... Akşam saat altıya kadar yoğunlukla geçen kafe Sena'nın gitmesi ile Tuğba ile bana kaldı. Başta iki kişiyle nasıl idare ederiz diye düşünürken aslında hiç de korkacağım bir şey olmadığını fark ettim. Tuğba çalışkan bir kızdı. İşten kaçmaz, ne verilirse yapardı. O yüzden bu akşam sıkışmadan kapanışa kadar idare ettik. Saat onu gösterirken Tuğba ile kafeye kapatmış kepenğin kapanmasını bekliyorduk. -"Aa sana söylemeyi unuttum ben." Kaşlarım çatıldı. -"Neyi?" -"Bana burs çıktı." Gözlerim kocaman oldu sevinçten. -"Ne? Ne zaman? Çok sevindim senin adına." Tuğbaya kucakladığım gibi yanaklarını öptüm sulu sulu. Hayatın acımasızca vurduğu insanlardan biriydi ve tek başına bu dünya yükünü sırtında taşıyordu. En çok o hak ediyordu mutlu olmayı. Yetimhanede büyümüş ayakları üstünde durmaya çalışıyordu. Hem okuyup hemde çalışarak. Gördüğüm, takdir ettiğim en mükemmel insandı Tuğba. -"Sen izne çıktığın ilk gün yetimhanedeki müdürüm aradı. Okulda derslerimin çok iyi olduğunu duymuş ve bana yurtdışından bir şirketin başarılı öğrencilere burs verdiği söyledi. Bana söylemeden benim adıma başvuru yapmış ve bursu kazanmışım." Tuğbayla sevinçten birbirimize sarılırken kaldırımdan geçen bir iki kişinin bize garipçe baktığını görsek de pek umursadığımız söylenemezdi. Tabi ki sevincimizi paylaşacaktık. -"İnan çok sevindim. Umarım daha da başarılı olursun ve hayalini kurduğun o cübbe ile başarılı bir avukat olduğunu görürüz." -"İnşAllah canım benim." Adliyelerde haksızlığa uğramış insanların haklarını savunurken düşündüm bir an onu. Çünkü hep 'ben bu hayatta çok haksızlığa uğradım ama bundan sonra kimsenin hakkını yedirmeyeceğim' derdi. Onunla vedalaşıp eve doğru yürürken yanımdan hızla giden siyah minibüs ile saçlarım öyle bir havalandı ki... Kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Bu arabayı ben görmüştüm geçenlerde. Zihnim ne zaman gördüğünü hatırlamaya çalıştı. Ama olmadı. Unutkanlık yaşıyordum çocuğu zaman. Neyse dercesine başımı sallayıp eve doğru yürürken aklıma parayı çekmek geldi. Ama cadde bugün biraz ıssızdı. Korku evine girmiş gibiydim sanki. Bu halime güldüm. Sürekli geçtiğim yoldu burası. Alışkın olmam gerekirdi. Eve geldiğimde yine çay, yemek faslından sonra banyoya girip bir güzel duş aldım. Saçlarım uzun olduğu için bu sıcak havalarda ensem neredeyse çayır çayır yanıyordu. Banyo o kadar iyi gelmişti ki bana. Bir de üstüne uykum gelince yatağıma girdiğim gibi gözlerim kapandı. Sabah yine annemin sesiyle uyandım. Bugün ablam ve babam evdeydi. Pazardı ve aile kahvaltısı yapma keyfinin tadını çıkaracaktım. Tabi yine ekmek alma meselesi olduğu için direnmeden hazırlanmaya başladım. Ne kadar inat edersem edeyim ablam yine bana büyüğüm ben diye bir ton laf edeceğini bildiğim için. Sanki evin en küçük çocuğu değil bir sarayda uşaktım. Herkes bana birşey diyor benden yapmamı bekliyordu. Kendi kendime yaptığım tespite kafamda on puan verip tekrar gerçeğe döndüm ve hazırlanıp evden çıktım. Üstümde sarı ince eşofman ve alakasız bir şekilde mavi bir tişört vardı. Mahallenin moda ikonu Deniz görse gözleri kan ağlayacak derecede berbat bir kombindi ama zaten bende bunları pek umursayan bir insan olmadığım için omuzlarım silkelendi banane dercesine. İnsan kendine neyi yakıştırırsa onu giyebilirdi bana göre. Hızla evden çıkıp fırına yürüdüm. Sıcak ekmek kokuları sokağın taa başına kadar geliyordu. Derince bir nefes çektim içime. Diyet yaparken ekmeği bıraktığım zamanlarda bu sokak benim düşmanım gibiydi. Ne sokaktan geçiyordum ne de ekmek almaya geliyordum. Eğer gidersem fırından eve gelene kadar ekmeğin ucundan başlayıp yarısına kadar yiyordum ve nasıl yediğimi inanın bende bilmiyordum. Annemle sitem ede ede tartışıp gelmedim. Acaba yine diyete girip ekmek alma olayından kurtulsa mıydım? Bunu acilen düşünmem lazımdı. Ekmeği alıp eve dönerken yine dayanamayıp ucundam yedim. Eve girdiğimde ablam kötü kötü baksa da umursamadım. Hep o mu yiyecekti? Masaya oturup güzel bir pazar kahvaltısı geçirirken annemin ortaya attığı bomba ile neredeyse yediğim lokmalar boğazıma diziliyordu. -"Biz köye gidiyoruz." Ablam sırtıma vururken bana iyilik ettiğini sanırken aslından o vurduğu için daha da çok canım yanıyordu. Onun ellerinden kurtulmayı başarınca önümdeki çaydan bir kaç yudum aldım. Boğazıma takılan şey yavaş yavaş yemek borumdan giderken biraz olsun rahatladı vücudum. -"Anne daha erken değil mi? Bayrama daha var." Annem gözlerini devirerek babama baktı. -"Babaanneniz erken gelip tarla tapan işleri var dedi babanda izin aldı kızım." O sırada ikinci bir bomba düştü benim içime. -"Bende izin aldım. Annemlerle gidiyorum." Ablamın sırıtarak söylediği cümle sanki bir zafer kazanan komutan edasıyla çıkmıştı ağızdan. Köy sevgimi biliyordu. Uzun zamandır da gitmediğimi bildiği için bana nispet yapıyordu kendince. -"Nasıl ya?" Yüzüm anında düştü. Onlar tatil yaparken benim çalışmam hiçte adil değildi bir kere. -"Kızım babaannen çağırdı. Yapamıyor kadın yaşlandı. Mecbur gideceğiz. Hem bayrama şurada ne kaldı ki. Sende gelirsin bayramda sonra beraber döneriz İstanbul'a." Babamın önerisi bir an durup düşünmeme neden olsa da hala moralim bozuktu. Bensiz gideceklerdi ve ben annesini yeni doğan bebekle paylaşmak istemeyen bir çocuk gibi aksiydim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD