KARANLIKLAR VE GÖLGELERİ
Karanlığın gölgesi olmaz.
Ben karanlıkla gölgesini arayan bir kız değildim, mükemmel bir hayatı olan ve beyaz atlı prensinin ona gelmesini bekleyen prenseslerden hiç değildim. Prenses olamayacak kadar çirkin, masallarda yaşayamayacak kadar da kötüydüm.
Kötülük yapan insanlar masum olabilir miydi?
Yaptığım tüm kötülükler bir amaç içinse eğer, masum sayılır mıydım?
Koca bir bilinmezlikti bu sorular benim için.
Bir cevap versem kendimi avutmuş olurdum, masumsun sen dedi iç sesim, bilemezdin diye ekledi hemen yüreğimin derinlerinden işittiğim bir söz.
O söze asla kulak asmamalıydım. İnanırsam başaramazdım, başarısızlık şimdi benim için çok uzak bir yerdeydi. Ben uzaklarda yakınsız kalan birisiydim.
Yakınlar bana hep uzakken elimi uzatsam da değemeyeceğim o mutluluğa uzandım, ayaklarım kayıp yere düştüğümde kanlar içinde kalan bedenimden de belliydi o mutluluğa asla ama asla ulaşamayacağım.
Karanlıkta botlarımın dibinden kurtulan çamurları ardımda bıraka bıraka yürüyordum. Elimi karnıma sarıp daha hızlı koşmaya başladım.
Vücudumun her noktası özenle sızım sızım sızlıyordu. Koşmaktan ve o karanlığa girmekten başka çarem yoktu. Ben çaresizliğimin içinde bulduğum o tek çareye sarılmak zorundaydım. Ben bir amaç uğuruna kendimi yok etmek zorundaydım. Ben bir amaç uğuruna kendimden geçmek zorundaydım.
Siyah saçlarım asice savrulurken adımlarımı asla durdurmuyordum, koşmaktan ve durmamaktan başka bir şansım yoktu. Karnımdaki taze bıçak yarasının acısı hissettiğim en keskin acıydı şimdi. Dayanabileceğimi ve bununla başa çıkabileceğimi biliyordum.
Çok güçlü olduğumdan değil, zorunda olduğum içindi bu kendimden emin halim.
Ne demişti Akça, ''Canın acıyacak, çok acıyacak hem de. Ayakta kal!''
Bu sözleri kendime bir dayanak kılarak daha da hızlı koşmaya başladım.
Dakikalar sonra nihayet zaferime kavuşmuştum. Dağların arasına kurulan eğlenceden çıkagelen sesler kulaklarımda uğulduyordu.
Kumar, fuhuş, uyuşturucu...Ne arasanız vardı burada yüksek ihtimal. En pis, en leş ortamlara alışıktım sorun etme lüksüne de sahip değildim. Ben bunların içinde büyümüştüm ve burun kıvırabileceğim türden şeyler değillerdi.
Hayatım bunlardan ibaretti.
Ve de karanlıktan.
Birkaç adamı fark ettiğimde hızla ağaçların arasına saklandım, hayır şu an fark edilmek sonumu getirirdi. Kalın gövdeli bir ağacın arkasında gizlenirken adamlar da sağa sola rastgele bakıp geçip gitmişti. Ayağımın altındaki kurumuş yapraklar botlarım yüzünden çok ses çıkartıyordu. Eğilip hızla botlarımı ayağımdan çıkardım. Ayaklarımın altı kana bulanacak olsa da bunu önemsemedim.
Çünkü canımdan daha önemli bir amaca hizmet ediyordum. Bu amacın sonunda kavuşacağım şey pahası biçilemez bir şeydi benim için.
Botlarımı elime aldım, çoraplarımla yürürken daha az ses çıkıyordu. Ağaçları aşıp ormanı geride bıraktığımda hızla botlarımı giydim tabanlarımdaki sızı ise umurumda bile değildi.
Tek düşündüğüm şey Akça'ydı, onun için bu çirkin yola çıkmıştım. Bu uğurda başıma gelecek hiçbir şey umurumda değildi. En fazla ölürdüm değil mi? Evet ölürdüm. Zaten bu karanlık hikâyede ben hiç var olmamıştım. Var olmayan birisi de ölmezdi öyle değil mi? Hayır hayır ölmezdi.
Bu günlerde en korkmadığım şey ölümdü, ölüme yakınken o iğrenç boş vermişlik hissi kaplamıştı tüm bedenimi.
Camların üzerinde yürür gibi hareket ediyordum. Ağaçlar zayıf bedenimi gizlese de dikkatliydim. Uçuruma benzeyen ağaçlık alandan inerken aklımdan da bir sonraki adımım geçiyordu. Aldığım her kararda bir sonraki adımımı da hesap etmezsem eğer hayatta kalamazdım, ve bir şeyleri hesap etmek benim işimdi.
Etrafı tarayıp bana uzak gözlerden sıyrılarak görkemli binaya giriş yaptım.
Birazdan burayı polis basacaktı, tetikçiliğini yaptığım mafya babası gizliliğinden emin olduğu bu yapıyı aralarında geçen bir anlaşmazlık sonrası polise ihbar etmekten kaçınmamıştı, kendisi de baskın saatlerinde yüksek ihtimal Cevat'ın depolarına baskın verecekti.
Buna izin veremezdim, benim yürüdüğüm yolda Cevat'la rastlaşmam lazımdı. Hemen girdim içeriye. Cevat beyin içeride olduğunu düşündüğüm odanın kapısında iki tana adam bekliyordu. İçeriye girmek için hamle yaptığımda bileğime bir el sarıldı. Kel bir adamdı karşımdaki. Baştan aşağıya süzdü beni küçümseyici bakışlarla.
''Nereye?'' diye sordu bileğimi daha sıkı kavrarken, ''Kimsin sen?''
''Cevat Hisarlı'yla görüşmem lâzım.''
''Cevat bey bakmaz sana, karı var yanında siktir git.''
''Lan konu o değil, bırak gireyim!''
''Sen nasıl girdin içeri, üstün başın leş gibi?''
Çamura batmış siyah eski botlarım, defalarca yıkandığı için rengi solmuş pantolonum, yırtıp pırtık kazağım ve leş gibi kokan eskimiş ceketimde gözündeki izlenimim bir evsizden başka bir şey değildi yüksek ihtimal.
''Bırak beni bak çok önemli!''
Biz bu kel herifle tartışmaya devam ederken bir ses duydum.
''Ne oluyor lan burada?''
Başımı çevirdiğimde esmer bir adamla karşılaştım. Parmaklarının arasında bir sigara duruyordu. Siyah saçlarının birkaç tutamı alnına yayılmıştı. Giydiği siyah gömleğin üst düğmeleri açıktı, gözleri öfkeyle bakıyordu bana. Ona dair aklıma kazıdığım bir başka şeyde sol bileğindeki dövmeydi.
''Karı içeri girmeye çalışıyor Gölge.''
Demek Gölge sensin...Seninle çok işimiz var Gölge, seni de ezber etmek zorundayım. Seni de senden iyi bilmek zorundayım.
Gölge bana bakarak göz kırptı hesap sorar şekilde, ''Hayırdır?''
''Vakit kaybediyoruz Cevat beyle görüşmem lâzım.''
Alayla güldü, ''Siktir edin bunu evden, gözüm görmesin.''
''Tamam Gölge.''
Adam beni resmen dışarıya sürüklerken kolundan sıyrılıp Cevat beyin odasına koştum. O sırada kolum Gölge tarafından yakalanmıştı. Onu aşmam kolay olmamıştı işte.
''Ne oluyor Gölge?'' Evet bu ses Cevat'a aitti.
''İçeriye girmeye çalışırken yakaladık, silahı da varmış.''
Birçok büyükbaş gördüm karşımda. Bunlardan en büyüğü şüphesiz ki Cevat'tı. Gölge beni dışarıya çıkaracakken göğsünden itip bağırdım.
''Siktir git lan! Behçet polise haber verdi saniyeler sonra burayı polis basacak! Şimdi senin depodaki mallara çökmek için haber bekliyordur! Şimdi buradan çıkmazsanız enseleneceksiniz!''
Film kopmuştu işte. Kurşun sesi duyduğumda hemen Cevat'ın üzerine kapanmıştım. Onun binadan çıkmasına yardım ederken polisle çatışmaya devam ettiler. Gölge de yanımızdaydı, direksiyona geçip gaza bastığımda Gölge de silahıyla hâlâ ardımızda kalan polislere ateş ediyordu.
''Hızlı sür! Sakın bir hata yapma mahvederim seni!''
Dudaklarımdaki gülümseme çok şey ifade ediyordu. Bunu herkes zamanla anlayacaktı.
Direksiyonda gaza yüklendikçe yükleniyordum, Akça ayda bir mutlaka kendini ralli pistine atardı, adrenalin akan kan damarlarını hobi olarak ralli pilotluğu yaparak dindirirdi anca. Ha dinler miydi o da bilmezdi bunun cevabını.
''Ulan Behçet seni orospu çocuğu seni!''
''Depoları hallediyorum.''
''Hızlı ol Gölge, eve de haber ver Işıl orada. Kızıma tek bir zarar gelirse bu camiayı yok ederim.''
Cevat dediğini yapacak kudrette bir adamdı.
Gölge küfürler ederek telefonda konuşurken ben de bana verilen adrese sürüyordum.
''83 numara hemen kontrol altına alın, hemen. Mallara bir şey olursa kafanıza sıkın.''
Gölge aradığı tüm kişilerle şifreli konuşuyordu, adres bilgileri ya da isim vermeden kendi aralarında geliştirdikleri kodları kullanıyordu. Onlar için arabadaki bir yabancıydım çünkü. Çok yakın zamanda içlerinde tanıdık yabancı olacaktım.
Başımı çevirip yanımda oturan Gölgeye baktığımda işimin sandığımdan daha da zor olacağını anlamıştım. Kararan gözleri ve bakışlarındaki o mana da yıldıramayacaktı beni ve ben dönmeyecektim bu yoldan.
En sonunda öleceğimi bilsem bile.
Kömür kokusu ciğerlerimi yaksa da bunu belli etmedim. Başımı çevirip bulunduğum yeri incelemeye başladım. Eksi 2. kattaydık, küflü pencereden içeriye sızan cılız aydınlık buradaki tozları çok net gösteriyordu.
Ayağımdaki eskimiş botların ucuyla önümdeki küçük su birikintisine bastım. Etrafa saçılan su damlalarını aydınlığın izin verdiği kadarıyla izledim.
Ayakta kalmaktan sıkıldığımda sırtımı arkamdaki duvara yasladım. Duvar da pisti ama ceketimin de ondan aşağı kalır yanı olmaması içimi rahatlatmıştı. Kaç gündür duş almadığımı bile bilmiyordum. Doğrusu umurumda değildi.
Kirli, olmak saçlarımın yağlı olması, tırnaklarımın arasındaki topraklara koca bir siktir çektim. Sen normal bir insan değilsin, ruhum bu kadar pisken temiz olsam neye yarardı? Duş aldığımda da kurtulamayacağım izlere mahkumdum ben. Duş almak da istemeyecek kadar bu kiri sevmiştim.
Saç diplerimdeki o ince sızıyla başa çıkmaya çalışırken ağzımdaki naneli sakızı sağa sola çevirerek ezip duruyordum. Aromasını kaybetmişti çoktan yere tükürülmek için bekliyordu.
Ortamdaki tek ses nefes alışveriş seslerimizdi, ve de dudaklarımdan dökülen küçük sesler. Sakız denen meret çok da sessiz çiğnenmiyordu ki.
Sigara yakmak için elimi cebime attım, sigara paketimde son bir dal kalmıştı. Onu içmeye kıyamadığım için yanımdaki adama döndüm. Orta boylu hafif kilolu bir adamdı, sol kolunda amatörce yapılmış birkaç dövme vardı. Gül resmedilmişti bir tarafına, hemen yanında ise ismini bilmediğim bir başka çiçek daha vardı. Dövmelerine içimden koca bir küfür ettim.
Orta ve işaret parmağımı dudaklarıma değdirip ondan sigara istedim. Başını hafifçe sallayıp cebinden bir paket sigara çıkardı.
''Uzun yok mu?''
''Yok.''
Diğer yanımda duran adama döndüm, bu uzun boylu ve yapılıydı. Giydiği gömleğin üst düğmeleri açıktı, içine giydiği beyaz atlet görünüyordu. Parmağında ise birkaç yüzük vardı.
''Sigara var mı?''
''Müptezel misin kızım? Verileni iç sesini çıkarma.''
Suratına sert bir yumruk atmak istesem de elimi yumruk yapıp sakinleşmeyi diledim.
''Lan sakin ol, bir şey demedik.''
Mecburen kısa sigara içecektim, bunda da hiç keyif almıyordum yoklukta gider diyerek uzattığı kısa sigarayı parmaklarımın arkasına aldığım. O sırada içeriye parlak bir aydınlık vurdu. Saatlerdir tozlu ve koyu gri bir ortamda kaldığım için gözlerim bu karanlığa alışmıştı. Şimdi yaşadığım bu ani geçiş küfür ettirdi bana. İrislerim acıyla sızlıyordu. Birkaç kez kırpıştırdım gözlerimi. Deminki aksi adam sigarayı elimden aldı hemen, kolumdan tutup beni kendine çekti kulağıma doğru fısıldadı.
''Patron geliyor doğru dur!''
İkisi de oturdukları yerden kalkıp asker gibi as duruşa geçtiğinde ağzımdaki sakızı yere tükürdüm ve duruşumu dikleştirdim. Gel bakalım adam gibi tanışalım seninle.
Patron dedikleri adam yani Cevat arkasında sayabildiğim kadarıyla 5 kişiyle bize doğru gelirken gözlerindeki siyah çerçeveli gözlükleri burnunun ucuna indirmiş ve ters bakışlarla beni süzülüyordu.
O gece korkudan tir tir titrerken de böyle heybetli miydin acaba büyük bey?
Üzerinde uzun kahverengi bir palto vardı, sol elinde 3 parmağı yoktu. 50'lerinin sonunda olsa da yaşından genç gösteriyordu. Seyrelmiş saçlarının üzerinde zorla duran şapka ne zaman düşecek diye beklerken gelip tam karşımda durdu.
Bir adım gerisinde ise has adamı Gölge duruyordu.
Yanımdaki adamlar el pençe divan olurken ben de arkamdaki duvardan farksız bir biçimde Patrona, yani Cevat Hisarlı'ya bakıyordum. Baştan aşağıya beni süzüp en son gözlerimde durdu.
''Adın ne?''
Tc kimlik numarama kadar öğrendiğini biliyordum ama yine de söyledim ismimi.
''Nasılsın?''
''Berbat.''
''İyi iyi, aferin o gün iyi iş çıkardın.''
Başımı salladım sadece, yanımdaki adam koluma vurduğunda uyarıyı almıştım, ''Sağ olun.''
''Korkuyor musun?'' diye sordu gözlüklerini çıkartarak.
''Kaybedecek bir şeyim yok.''
''Hayatta kaybedecek şeyleri olanlar korkar derler, canın da mı umurunda değil?''
''Canım umurumda olsa Behçet'in beni öldüreceğini bile bile size ajanlık yapmazdım.''
''Niye yaptın?''
''Alınacak bir intikamım var bu intikamı en güçlünün yanında yer alarak alabilirim ancak, bu camianın en güçlüsü sizdiniz. Size gelen yolda Behçet'i harcamak zor olmadı benim için.''
''Kimden intikam almak istiyorsun?''
''Necdet, sizin en büyük düşmanınız.''
''Necdet ne yaptı sana, neyin intikamı bu?''
''Buraların pisliğine çekmemek için çırpındığım birini çaldı benden.''
''Öldürdü mü?''
''Küllerini savurdu yüzüme, ben en sevdiğim insanın külüne sarıldım. O külden doğan intikamımı ancak sizinle harlayabilirim.''
''Bana ajanlık yapmanı senden istemedim. Tüm mallarımı, adamlarımı en önemlisi de özgürlüğümü bana bıraktın diye seni koruyacağımı mı düşünüyorsun?''
''Canınızı kurtardım ben sizin, öylesine babamın hayrına da yapmadım bunu. Benim tanıdığım Cevat Hisarlı onun malını, adamlarını, en önemlisi de canını kurtaran kişiye sırt çevirmez.''
''Çevirirse ne olur?''
''Sırtında bıçak izine rastlat bir gün, el uzatmayana ihanet kolay olur.''
''O ihaneti bana bu kız yapar mı bir gün Gölge, ha ne dersin?''
Gölge gözlerini benden çekmeden konuştu, ''Behçet'e gözünü kırpmadan ihanet eden size de eder.''
Başımı salladım, ''Doğru söylüyor.''
Gür bir kahkaha attı Cevat, ''Gerçekçisin en azından sevdim seni.''
''Ben bana sahip çıkana ihanet etmem Cevat bey, öleceğimi bilsem de yapmam bunu. Behçet'i sattım umurumda bile değil ona ettiğim ihanet. Piçin tekiydi. Bu camiada en büyükle çalışmazsanız ezerler sizi yıllarca ezilmiş birisi olarak artık ezmek istiyorum.''
Cesaretim ve gözü karalığımı damgalamak ister bir ifade takındım yüzüme. Cümlelerimde tek bir harf bile titremezken kendimden emin duruşumdan asla ve asla taviz vermiyordum. Birazdan dudaklarımdan firar edecek bu cümleler bana yeni hayatımın da habercisi olacaktı, pes edip gidemezdim bu aklımdan geçse de yapamazdım. Bir amacım vardı benim uğuruna ölmeyi armağan saydığım bir amacım. Ve bu amaç için aralarım dudaklarımı.
''Sizinle çalışmak istiyorum.''
Hepsi bana bakarken daha emin konuşmaya devam ettim.
''Ben ölümü yaşadım, en sevdiğim insanın soğuk külleriyle yandığımda ölümün en kıyısını yaşadım. Şu an nefes alıyorsam sadece o intikam için. Ben o adamı yakacağım, ya sizle ya sizsiz.''
Cevat, ardındaki adamına baktı, ''Sen ne düşünüyorsun Gölge?''
''Bu kızın güvenilmez biri olduğunu düşünüyorum, ayağımıza bağ olacaktır.''
''Gölge haklı bende kendime güvenemiyorum bazen.''
''Sen bu halinle Behçet'in yanında nasıl çalıştın?''
Bu halimle derken üstümü işaret etmişti, pek sağlıklı görünmüyordum. Haklıydı. Eli silah tutan birine ise hiç benzemiyordum.
''Hayırdır beni beğenmedin mi?''
Ağzından olumsuz bir ses çıkardı, ''Beğenmedim.''
Cevat bir bana bir Gölgeye bakarak söze girdi.
''Necdet'i öldürmek mi istiyorsun?''
''Can çekişe çekişe öldürmek istiyorum, cayır cayır yakmak. Küllerini ezmek...''
''Öfke güzeldir insanı diri tutar, intikam hırsına sahipsen çok sabırlı olacaksın. Bugün dediğin şey yarın olmaz. Bekleyeceksin o an gelene kadar sadece sabırla bekleyeceksin.''
''Yıllarca bekliyorum sonunda intikamımı alacaksam yıllarca beklemeye de hazırım.''
''Necdet'i öldürmek için bana bile ihanet eder misin?''
Bu soru çok kritikti, Cevat'a dair yaptığım tüm gözlemler sonucunda bu cevabımla beni yanına ya alır ya da kafama sıkardı. Akça'nın sözlerini hatırlattım kendime, onun sözlerinin bu yolda bana kılavuz olmasına müsaade ettim.
''Kendime bile ihanet ederim.''
''Yarın sabah karşımda ol.''
O sırada Akça'nın sözleri çalındı kulağıma.
''Karanlığa hoş geldin Efnan Aksoy!''