Acıyı yok etmenin bir yolunu bulmadığınız sürece o acının içine hapsolmanız kaçınılmazdır.
YILDIZ DAĞHAN
Hayat… Hiçbir zaman istediğim gibi gitmemişti… Sadece son 10 yılımı istediğim gibi yaşayabilmek için harcamıştım ve aslında birkaç gün öncesine kadar tam da olmak istediğim yerde olmak istediğim bir hayattaydım…
Derler ya hani siz planlar yaparken hayat gülermiş… Ben hayatımı düzene sokmak için çok uğraşmış, ailemin bana dayattığı zoraki hayatı elinin tersiyle iterken onların tüm maddi imkânlarını da elimin tersiyle itmiştim.
Bizim çevrede büyüyen diğer kızlar gibi sırf sahip olduğum konfordan olmamak için ailesine boyun eğenlerden olmamıştım. Ancak günün sonunda şimdi ihtiyacım olan şey tam olarak buydu. Şimdi o eski hayatıma dönmek ve insanların aile şirketinin başına geçen acemi bir çaylak olduğumu düşünmelerini sağlama zamanıydı.
Bunun çok kolay bir yol olmadığının farkındaydım. Belki gerçek bir bağlantı bulabilmek için uzun süre beklemek zorunda olacaktım ama yine de eğer sonunda başarabilmem için bu gerekiyorsa gerekeni yapmaktan geri kalmayacaktım.
Canı pahasına bu yolda yürümekten çekinmeyen abimi düşününce bunu ona borçluydum. Bu kez kaçmayacak ve ailemin ya da en azından ondan geriye kalanların geleceği için gerekeni yapacaktım.
Bütün geceyi göz altında geçirdikten ve sabah da ihraç belgelerim verildikten sonra önce Kars’a geçtim. Burada havalimanına gelerek uçakla İstanbul’a geçtim.
Eski hayatımdan tamamen koptuğumu gösteren ilk şey bu yolculuk olmuştu sanırım. Önceki gibi askeri havalimanlarını ve helikopterlerini kullanamayacaktım. Sıradan bir Türk vatandaşı gibi yaşayacak ve öyle hareket edecektim.
İstanbul’a ayak bastığımda önce şirkete uğradım. Önceden aradığım için Avukat Rasim Tekin ve abimin bahsettiği asistanı Yiğit geleceğimi biliyordu.
Holdingin önünde taksiden indiğimde şu paspal halimle bile kapıdaki güvenlikler önümde hazır ola geçmişti. Onlara baş selamı verdikten sonra döner kapıdan girdim ve turnikelerin önünde kaldım. Kartım yoktu ki benim. Tam o sırada genç, yeşil gözlü, siyah saçlı, iyi giyimli bir genç adam yanıma geldi.
“Yıldız Hanım… Buyurun lütfen” diyerek elindeki kartı okuttuktan sonra geçmemi sağladı.
“Hoş geldiniz Yıldız Hanım ben Yiğit Çelik… Yavuz Bey’in asistanıydım…” dedikten sonra kısa bir an durdu. “Başınız sağ olsun… Yavuz Bey çok iyi bir insandı…” dediğinde “Sağ ol Yiğit” dedim sadece. Kısa bir sessizlik olunca “yukarı çıkalım mı?” diye sorunca “t-tabi buyurun efendim” dedi.
Birlikte yürürken bir yandan da konuşmaya devam ediyorduk.
“Rasim Bey ile görüştüm yarım saate kadar geleceklermiş. O zamana kadar benden istediğiniz bir şey var mı?
“Evet… Odaya geçelim biraz konuşacağız seninle” dediğimde yüzü düştü.
Asansöre bindiğimizde “bana biraz kendinden bahsetmeni istiyorum” dediğimde “t-tabi Yıldız Hanım… Merak ettiğiniz ne varsa-“ diye heyecanlı heyecanlı konuşmaya başladığında gülümsedim.
“Sadece seni tanımak istiyorum. Abim sana güveniyormuş… O yüzden ben de bu şirkette güvenebileceğim kişiyi tanımak istiyorum sadece” dedim ılımlı bir sesle.
“O zaman kalıyorsunuz” dedi hevesle…
“Evet” dediğimde kaşlarını çattı, kızgınlıkla değil anlamaya çalışarak.
“Ama göreviniz…”
“Artık bir görevim yok” dediğimde anlıyorum der gibi başını öne arkaya salladı.
Yönetim katına gelip beni bir odaya yönlendirdiğinde eskiden babamın sonra da abimin olan odanın önünde durduk. Kapıda yazan “Yavuz Dağhan” yazısını görmemle bir an duraksasam da kapıyı açan Yiğit’le kendimi çabuk toparlayıp içeri girecekken kapının önündeki masada oturup bana selam veren kıza “bize iki Türk kahvesi, benimki sade olsun. Bu arada Rasim Bey geldiğinde onu bekletmeden odaya alın” deyip odaya geçtim.
Yiğit kapıyı arkamızdan kapatınca önce odanın ortasında kalakaldım. En son babam hayattayken gelmiştim bu odaya…
‘Asla evlenmeyeceğim o adamla!’
‘Ben sana ne diyorsam onu yapacaksın!’
‘Beni buna zorlayamazsın! O adamın nasıl bir manyak olduğunu bilmiyormuş gibi beni onunla evlendirmeyi nasıl düşünürsün?’
‘Tunç, ailesinin tek evladı ve her şeyin sahibi olacak günün birinde… Sen de onun yanındaki kadın olacaksın. Abin de bir gün holdingin başına geçtiğinde ülkenin en güçlü isimleri ve hatta dünyanın sayılı güçlü isimleri arasına gireceksiniz. Aptallık edip kurduğum bu geleceği mahvetmene izin vermem!’
‘İstediğini yap! Asla bu evlilik gerçekleşmeyecek!’
‘Seni evlatlıktan reddederim, mirasımdan hiçbir şey alamazsın!’
‘Umurumda değil… Paran da senin olsun servetin de soyadın da!’
Deyip o gün bu odadan çıktıktan sonra hayatımı tamamen değiştirmiştim.
“Yıldız Hanım…” kaşlarını kaldırarak bana bakan Yiğit’e başımı çevirdikten sonra “değişmiş” dedim. Odanın dekorasyonu neredeyse tamamen değişmişti. Sanki abim babamızdan kalan her şeyin izlerini silmeye buradan başlamış gibiydi.
“Abiniz… Yavuz Bey babanızdan sonra odaya geçtiğinde her şeyi değiştirdi. Eğer isterseniz siz de-“ derken onu susturdum.
“Yok, hayır… Böyle kalsın… Buradaymış gibi…” dedim sonlara doğru sesim iyice fısıltı haline gelirken.
Kapı çalınıp kahvelerimiz getirildiğinde abimin sandalyesi yerine köşede bulunan krem renkli deri koltuk takımına yöneldim. Kendim tekli koltuklardan birine otururken Yiğit’e de karşıma oturması için elimle işaret verdim.
Kahveleri bırakıp giden kızın ardından Yiğit’e döndüm.
“Abim sana güveniyormuş. Bana bıraktığı mektupta sadece sana ve Avukat Rasim Bey’e güvenmemi yazmış. Abimin güvenini kazandığına göre gerçekten bunu hak ediyor olmalısın” dedim doğrudan konuya girerek.
“Yavuz Bey… Yavuz Abi’yle üniversitede okurken garsonluk yaptığım sırada tanıştık. Çalıştığım mekanda iş yemeklerini yiyorlardı. Bir gün yine böyle iş yemeğinde ben başka bir masaya servis yapıyordum. Adam kadına şiddet uygularken araya girdim… Meğer adam restoranın VIP müşterilerindenmiş, kadını bırakıp bana şiddet uygulamaya kalktı. Yavuz Abi, adamın elinden zor aldı beni.
Adam bir de üstüne beni polise şikayet etmiş, karıma sarkıntılık yaptı, bana saldırdı diye… Karısı da korkusundan herhalde adamın tarafını tuttu. O gece beni nezarethaneye aldılar. Hafta sonu olduğu için mahkemeye çıkamadım. Bir anam vardı, ona haber ettim merak etmesin diye…
Abiniz restorana gidince beni görememiş, sormuş, söylemişler onlar da. VIP müşteri diye kimse adamın karşısında durmaya da cesaret edip ifade de vermiyor tabi. Abiniz… Bir tek Yavuz Abi durdu arkamda. O gün erkenden karakola gelip ifade verdi. Nasıl ettiyse o adamı da bulup ifadesini geri çektirmiş. Sonra da bana burs verdi okulum bitene kadar. Okul bitince de yanına aldı.
Eğer o gün Yavuz Abi olmasaydı, hapse girmem kaçınılmaz olacaktı. Tabi okul falan da yalan olacaktı. Kim bilir annem üzüntüden ne hale gelirdi. Yani anlayacağınız abiniz, Yavuz Abi benim hayatımı kurtardı. Bu yüzden ne ona ne de ailesine ihanet ederim. Ömrüm ve gücüm yettiğince abinize nasıl hizmet ettiysem size de ederim” diyerek abimle hikayelerini anlattığında içimden klasik Yavuz Dağhan dedim… Mert adam… yani adamdı benim abim.
“Abim sana bu kadar güveniyorsa, onun neden öldürüldüğünü de biliyor olmalısın” dedim sesimi toparlamaya çalışarak.
“Biliyorum… Yıldız Hanım belki haddim değil ama…”
“Söyle lütfen”
“Siz de abinizin peşinden gitmeseniz. Eğer istemiyorsanız şirketi kapatın, satın. Abinizin kurduğu kendi şirketinin başına geçin. O şirket de sizin ve Defne Hanım ve çocukların konforlu bir hayat yaşaması için yeterli olacaktır” dediğinde sadece abimden kalanları koruma iç güdüsüyle konuştuğunu anlamak güç değildi.
“Abim bu uğurda canından oldu ama ben ona bunu yapanlardan hesabını sordum. Hatta bu yüzden askerlik görevime son verildi. İhraç edildim” dediğimde gözleri açıldı.
“Siz…”
“Abimin intikamını aldım” dedim. Yiğit’e güvensem de bu haberin hızla yayılması için bir süre herkese yalan söyleyerek bu haberi yaymalıydım.
“Sizin başınız belada değil, değil mi?”
“Hayır… Endişelenme… Şimdi işimize bakacağız. Abimin ölümünün şirkete olan hasarı ne durumda?” diye sordum konuyu değiştirerek.
“Piyasadaki güvenilirliğimiz zarar gördü ve borsada hisselerimiz düştü. Özellikle, şirketin başına bundan sonra kimin geçeceği bilinmediği için bu durum epey olumsuz etki yarattı. Ama şimdi sizin dönüşünüzü duyurursak düzeleceğine inanıyorum.”
“Yarına bir basın toplantısı hazırlayalım” derken kapı çalındı.
“Gel” diye seslendiğimde kapı açıldı ve sekreter kapıyı açıp “Rasim Bey geldiler” dediğinde hemen içeri almasını söyledim.
“Yıldız Hanım… Kararınızı verdiğinizi düşünüyorum” derken yüzünde bir gülümseme vardı.
Sekretere beklemesini işaret edip “Evet Rasim Bey, artık beraberiz… Yapmam gereken ufak bir iş vardı onu hallettim, artık işe konsantre olabiliriz. Ben de tam yarın basın toplantısı düzenlemekten bahsediyordum Yiğit’e… Bu arada biz kahvemizi içtik, siz ne alırsınız?” diye sordum.
Özellikle sekreterin yanında bazı şeyleri konuşuyordum ki haberler şirket içinde hızlıca yayılsın. Açıkça abimin intikamını aldığımı söylemek yerine bu şekilde konuşmanın gizem de yaratacağını bildiğim için kırıntıları ufak ufak bırakmak iyiydi.
“Bir sade kahve alayım ben de” diyince sekretere gülümseyerek işaret yaptım ve o da çıktı.
“Basın toplantısında sizin bu alanda bir deneyiminiz olmadığından dem vuracaklardır” diyen Yiğit’e gülümsedim.
“Merak etme, tüm işleri sana yıkacak değilim. Ben askerliği meslek edinmeye karar vermeden önce babamız bizi çok önceden yerine geçmek üzere hazırlamaya başlamıştı. Anlayacağın, lisedeyken bile bir şirketin nasıl yönetileceğine dair özel dersler almıştık. Hatta yazları ve sömestrlerde burada çalışıyorduk. Öyle zannedildiği gibi yurt dışı seyahatleri tatiller falan yoktu yani” dedim. Söylediklerimle şaşırsa da omuzlarının düşmesinden rahatladığını anlayabiliyordum.
O zamanlar babama kızsam ve sonrasında beni zorla evlendirmek istemesinden dolayı kızsam da bir şekilde beni de abimi de bu günlere hazırlamıştı.
Bir süre daha konuşup yarınki basın toplantısı hakkında konuştuktan sonra Yiğit’e sabah benimle evde buluşmasını söyleyerek holdingden ayrıldım. Yiğit ayrılmadan önce bana şirket araçlarından bir tane ayarladığı için kapının önünde araç beni bekliyordu.
Şoförün yanında bir de koruma vardı, ancak bugün kendimi biraz deşarj etmem gerekiyordu. Bu yüzden ikisini de tüm itirazlarına rağmen gönderip arabanın anahtarlarını alarak yola koyuldum.
Ne kadar süre araba kullandım, hangi yollardan geçtim bilmesem de sanki iç güdülerim beni otomatik olarak abimle gittiğimiz o mekâna götürdü. Kapısının önünde bir süre durduktan sonra iç çekip araçtan indim.
Mekana girdiğimde henüz yeni yeni insanların geldiğini görüyordum, neredeyse mekan boş sayılırdı. Bar bölümüne geçip kendime bir tabure çektim ve garsondan shot istedim. Bir nevi intikamını alan ve artık dağıtmaya hakkı olan biri gibi kendimi içkiye verecektim. Sadece bu gece… Bu gece biraz rahatlamak için kendime izin verecektim…
Bu içtiğim kaçıncı shottı bilmiyorum. Güya abimin katilini öldürmüş kutlama yapıyordum tek kişilik... Abimle son görüştüğümüz yerde...
İlk birkaç shot sonrası garson bana alık alık bakınca şişeyi istemiştim... Alkol eşiğim yüksek olduğu için hala kafam yerindeydi ve ben biraz olsun rahatlamak sakinleşmek istiyordum...
Alkollü mekanlarda maalesef bu pek mümkün olmuyordu.... Abimle son geldiğimiz yer burası olmasaydı tercih edeceğim yer burası olmazdı ama...
"Kim bu kadar güzel bir kadını bu kadar üzmeyi başaran salak?" diyen sesi duyduğumda içimden 'bir asalak daha' dedim...
"Bas geri" dediğimde sanki bunu duymayı beklemiyormuş gibiydi. Ne yani beni barda her önüne gelenle birlikte olan biri mi zannetmişti? Dışarıdan bakınca öyle mi görünüyordum. Neyse ne... Onun ya da başkasının ne düşündüğü neden umurumda olsundu ki?
Garsona döndüm "Localardan biri boşalınca beni oraya alın!" yanımdaki asalağa bakarak "haşereleri de uzak tutun" dedim. Adam mosmor olmuş bir şekilde gerisin geriye gitmişti.
10-15 dakika sonra loca görevlilerinden biri gelip "locanız hazır hanımefendi" dediğinde şaşırmıştım. Çünkü saat daha erkendi ve bu saatte mekanı bırakıp giden pek olmazdı.
Localar özel müşteriler için olurdu ve diğer müşteriler günler önce rezervasyon yaptırmalıydı. Boşalan olursa umuduyla gelenlere de asla sıra gelmezdi.
Loca görevlisi eliyle bana locaların olduğu tarafı gösterdiğinde çantamı ve şişemi alarak ayağa kalktım. Yüksek topukluların etkisi ile hafif sendelediğimde loca görevlisi destek olmak ister gibi koluma uzandığında çanta tutan elimi havaya kaldırarak onu durdurdum.
"İyiyim"
Aslında iyi değildim ama bu yürümeme engel değildi. Merdivenlerden çıkıp locaların olduğu bölüme geldiğimizde uzun koridorda attığım her adımda daha bir hafta önce bu koridorda abimle yürüyüşümüz gözlerimin önüne geliyordu. Attığımız kahkahalar hala kulağımdaydı...
"Ben tekrar baba oluyorum!!!"
"O da bir şey mi? Ben yine hala oluyorum!!!!"
Gözlerimin içi yaşlarla dolarken abimle oturduğumuz locanın önünde durduk. Şaşırarak görevliye baktığımda "Dağhan ailesinin özel lojmanıdır Yıldız Hanım" demesiyle başımı onaylar şekilde hafifçe öne eğip kaldırdım.
Locadan içeri adım attığım gibi kapıyı arkamdan kapattım. Yürürken dik tutmaya çalıştığım omuzlarımı düşürerek yavaşça koltuğa kendimi bırakıp çantamı ve şişemi de önümdeki masaya bıraktım.
Aşağıda müzik bangır bangır olsa da benim içimde beynimde dönen şarkı abimle arabada bağıra bağıra söylediğimiz Nilüfer şarkısıydı.
Şişeyi başıma diktikten sonra ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp dizlerimi kendime çekerek bacaklarıma sarıldım ve mırıldanmaya başladım.
“Senden sonra kalbimi
Sevgilere kapadım
Ben seninle bir günü
Bin yıl gibi yaşadım
Son arzum nedir diye
Gelip de bana sorsalar
Gözlerime bakıp da
Her şeyi anlasalar”
Bir kolumla bacaklarımı sararken diğer elimde şişemi arada yudumluyordum. Kapım davetsizce açıldığında sinirlendim.
“Size rahatsız edilmek istemediğimi söylemedim mi?”
“Bu kadar asabiyet iyi değildir güzellik” diyen sesi tanımıştım. Her zamanki o yavşak tutumu ve kendini dünyanın sahibi sanan tavrı sesine de yansıyordu.
“Ne işin var burada?”
“Ah, asıl senin ne işin var burada? Senin dağlarına geri dönmen gerekmiyor muydu?”
“Sana ne?”
“Öyle deme şimdi… Bunca yıllık hukukumuz var” deyip çaprazımdaki koltuğa oturdu.
“Bas git, benim canımı sıkma”
“Bir şey duydum ama doğru olduğundan emin değilim. Hazır seni görmüşken sorayım dedim” dediğinde içimden yüzsüzlüğüne bir sıfat bulmaya çalışsam da lügatim o kadar geniş değildi maalesef.
“İhraç yemişsin” dediğinde gözlerimi kısıp ona baktım. Daha bugün olan bir şeyi bu kadar çabuk duymasının imkânı var mıydı?
“Tekrar söylüyorum sana ne?”
“Abinin ölümünden sonra bu senin için daha büyük bir darbe olmuştur eminim.”
“Sürekli aynı şeyi söylemekten sıkıldım ama sana ne Tunç sana ne?”
“Eski nişanlın olarak teselliye ihtiyacın olursa her zaman yanında olacağımı söylemek istedim” dediğinde pis pis sırıtarak söylediği şeyin anlamını bilmeyecek kadar saf değildim.
“Öyle bir ihtiyacı seninle karşılamazdım emin ol” derken küçümseyici bir şekilde burnumu kırıştırıp dudağımı büktüm.
“Hâlâ kendini kaf dağında görüyorsun ama abinden sonra artık arkanda güveneceğin hiç kimse kalmadı. Mesleğin de dahil, her şeyini kaybettin. Seni kim kurtaracak bakalım artık benim elimden? Bu arada, eskiden seninle evlenip senden çocuklar yapmayı düşünüyordum ama artık sadece becerip kenara atacağım bir fahişeden fazlası olamazsın” dediğinde tam ona karşı bir hamle yapıp ağzını burnunu dağıtacaktım ki kapı tekrar açıldı.
Uzun boylu, esmer, şık siyah bir takım elbise içinde beyaz gömlek ve tüm heybetiyle bir adam içeri girdi. Yüzü tanıdık gelse de kim olduğunu çıkaramadım… Camiadan biri falan olabilirdi…
Tunç’un suratında az önceki sırıtışından eser kalmayınca giren kişiden hoşlanmadığını anladım.
“Ateş Mertoğlu” diye fısıldayan Tunç kısa bir yutkunduktan sonra ayağa kalktı.
“Merhaba Ateş” deyip elini uzattığında Ateş bakışlarını bana doğrulttu. Gözleri uzun süre bende kaldıktan sonra Tunç’a döndü, boştaki elini cebine soktuktan sonra garip bir şekilde geldi ve tam dibime oturup diğer elini başımın üzerinden arkaya attı.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken Tunç’un kızarıp bozaran suratından yanıma oturan kişiden haz duymadığını dahası çekindiğini düşünmeye başlamıştım.
“Siz ikiniz…” diye fısıldarken havadaki eli yavaşça indi.
“Yıldız… Nişanlım…” dediğinde içimden ‘ne saçmalıyor bu?’ dedim. Kendi kendine şövalyeliğe soyundu herhalde ama benim şövalyeye ihtiyacım yoktu, hiçbir zaman olmamıştı.
Tam o sırada arkamdaki koltuk başına yasladığı elini omzuma indirip beni göğsüne çekti. Adı gibi yanıyordu adam, yakıyordu da… Kendine gel Yıldız!
“N-ne nişanlısı? N-nasıl?” diyen Tunç’un gözünün seğirmesi çok hoşuma gittiği için sesimi çıkarmadım. Normalde ikisine de siktir çekip giderdim ama yıllardır midemi bulandıran bu adamın böyle titrek titrek konuştuğunu görmek hoşuma gitmişti.
“Evet, neden şaşırdın?” diye sorup Ateş’in oyununa katıldığımda kollarımı göğsümde kavuşturup zafer kazanmış bir simayla tek kaşımı kaldırıp burnumu havaya diktim.
“Yalan… Öyle bir şey olsa duyardım” dediğinde hâlâ beni takip ettiğinden emindim. Önce askerlikten ihraç meselesini bu kadar çabuk duyması, buraya gelmesi ve şimdi de bu söylediği…
“Neden duyasın ki? Üstelik sana neden yalan söyleyeyim ki?” diyen Ateş’in sesi ile Tunç burnundan solumaya başladı.
“Yıldız’ı çocukluğundan beri tanırım. Ailesi ile de hâlâ iş bağlantılarımız var. Nişanlanmış olsa bilirdim” dediğinde Ateş sıkılmış ama sinirli bir tonla konuştu.
“Sana bir şey ispatlamak zorunda olduğumuzu sanmıyorum” dediğimde Ateş yaslandığı yerden doğrulup “illâ da inanmak istiyorsan gözünle gör” dedi ve yüzümü bir anda kendine çevirip ben daha ne olduğunu anlamadan dudaklarıma kapandı.
Önce gözlerim şaşkınlıkla açılırken içkinin de etkisi ile sanırım gözlerimi kapattım. Nefes alabilmek için dudaklarımı hafifçe araladığımda dilini de işin içine katıp öpücüğümüzü derinleştirdiğinde elimi koluna koyarak onu uzaklaştırmak istediğimde omzumda duran elini belime indirerek beni daha da kendine çekip resmen kıskaca aldı.
Kapı sesini duyduğumda Tunç’un gittiğini anlayarak öpücüğünden kurtulmak amacıyla mümkün olduğunca sesimi çıkarmaya çalışarak ağzının içine doğru konuştum. Güçlükle “G-git-ti” dediğimde dudaklarımızı ayırdı ama çok da uzaklaşmadı.
“Duydum” deyip dudaklarıma tekrar yapıştığında hem ne olduğunu anlamıyordum hem de hiç tanımadığım bir adama ilk öpücüğümü verdiğim için şaşkındım. Yine de kısa bir an için bana her şeyi unutturan bu öpücüğünden kopmak için hiçbir şey de yapamıyordum…