Tam okulumu bitirdim bundan sonra hayatımı hayal ettiğim gibi yaşayacağım diye düşünürken bu olay yaşanmış, kader yolumu belli ki farklı çizmişti.
Mustafa'nın hakkından gelir miydim bilmiyorum ama ailem iyi olsa yeterdi.
.......................
(Ertesi gün)
..........................
Kahvenin taşan köpüklerine baktığımda kulağım hâlâ salondaydı. Babam tüm kibarlığı ve dostane tavrıyla Hüseyin Amca'nın gönlünü kazanmaya çalışıyordu. Yıllardır burada dedelerimizden beri bir yaşadığımızı ve bize kan gütmenin hiç yakışmayacağından bahsediyordu.
"Ne diyen Salim? E zaten biz de çekip silahı senin oğlunu vuricek değiliz. Bizim zaten ciğerimiz yaniyi sen bizi buraya ne dimeye çağriyin?" diyen Hüseyin Amcaydı.
Annem lafa atladı;
"Seni biliriz Hüseyin, sana değildir bizim lafumuz. Mustafa da Bülent de toyudurlar. Sen bilmiyen sanki bizim ne didiğimizi?"
Reyhan Teyze duruşunu dikleştirirken;
"Vurmaz benim oğlum kimseyi!" dedi anneme cevaben.
Annem sinir ve alayla kafasını salladı ve gülümseyerek;
"Aha şimdi öğrendiyse elunde silahınan gelmiyise ben de Perihan diğilem!" dedi konuşmasının sonunda elini kavuşturur gibi şaplatarak.
Hüseyin amca, eşiyle annemin bozuşmasını istememiş olacak ki tekrar lafı aldı.
"Sen ne diyen Salim şimdi? De oğluna da bizi vurmasın mı diyen?"
"Evet Hüseyin, oğluna de aklını başına devşirsin. Zaten ırgatlar bile bizi bırakıp getmiş. Bizim husumetimiz devam ederise ne ediciğiz biz?"
"Yahu ne husumeti?! Bezim cenazemiz varudu, sizinilen husumet etmeye halumuz mu var bizim?!"
Kahveleri usul usul dağıtırken bir yandan da hepsini yan gözle kolaçan ediyordum.
"Köylü öyle demez ama Hüseyin Ağabey! Hepsi katil belledi bizi!" Annem fazlasıyla sinirliydi.
"E biz mi sizi katil bellettik?! Bunu mu diyen?!" Reyhan teyze de annemle bir sinirlenmişti.
Hüseyin amca da sinirle bağırdı;
"Biz size düşmanlık etsek ha buraya çağırınca gelir miyik heç?!"
"Biz Mustafa'dan korkuyak Hüseyin. Hem sizi de bize tavırlı görünce ahali bize de cephe aliyler!"
"Mustafa dinler mi heç birinin lafını?!" diyen Hüseyin amca ellerini iki yana açmış ben karışmam havasındaydı.
İstese dinletirdi.
Bense babasının oğluna laf dinletmesini ister hale getirecektim.
"Aslında..." dedim hepsinden daha hafif bir tonda.
"Biz olası bir husumetin doğmasını istemiyoruz. Gösterdiğiniz anlayış ve dostane tavır için size gerçekten müteşekkiriz. Gerçekten çok büyüklük ettiniz... Lakin sizin de istemediğiniz kötü şeylerin olmasından biz çok korkuyoruz. Nitekim bu her iki tarafı da üzer. Kimse evladının kanı dökülsün istemeyeceği gibi kimse evladının hapse girmesini de istemez değil mi.?" Dedim en son lafımla Reyhan Teyze'ye imayla bakarak.
Reyhan Teyze yeleğinin yakalarını toparlarken yerinde huzursuzca kıpraştı.
Ardından Hüseyin Amca'ya tekrar bakarak devam ettim.
"Aslında ben Ziraat'i babamın tarlalarıyla ilgilenmek, bire on katmak için okudum. Ama bu başımıza gelenle herkesin yuvası yerle yeksan oldu. Ben geri kalan hayatımda yüz otuz dönüm bu tarlaları tek başıma yöneteceğimi ve geliştiriceğimi düşünmüştüm..."
Yüz otuz dönümü vurgulaya vurgulaya demiştim.
"Ama bir husumet maalesef sizi de bizi de çok yıpratır. Kazandırmaz. Kaybettirir. Demem o ki..." dedim ellerimi birleştirirken.
"Eğer siz de uygun görürseniz bu husumeti hiç başlamadan evlilikle bitirelim."
Babamın duyduğuyla kaşları çatılmış, afallamış gözlerle anneme bakıyordu. Hüseyin amca ne dediğimi anlamaya çalışırken ben zaten daha açık ve net devamını getirdim.
"Ben sizin oğlunuzla evlenirim. Eğer siz de uygun görürseniz... Ben Mustafa'yla evlenmeye razıyım."
Hüseyin amca şok geçiriyordu, çünkü köy yerinde bir kızın, oğlanın babasına bunu demesi, uzayda tarla parselleyip domates ektik hatta Marslıları da başına ırgat diye koyduk demek gibi bir şeydi.
Annem benden sonra vakit kaybetmeden hemen sözü devraldı çünkü Hüseyin Amca da babam da küçük dillerini yutmuşlardı.
"Kızımız çok değerlidir Hüseyin Ağabey... Biz onu üzerine bütün topraklarımızı verecik kadar çok seviyez... Ama anlayın biz hiç husumet istemiyez, lafla da olsa sözle de olsa husumet yerine akraba olulam diyek biz..."
Annem yumurta dahi alamadığımızdan, hiçbir konuşanımızın olmadığından hiç bahsetmemişti.
Bahsetmezdi de...
Eğer onlar kendilerine muhtaç olduğumuzu anlarlarsa hepten kıymete bindirirlerdi kendilerini.
Özellikle oturmamış ayakta ve üstten bakarak konuşmuştum. Evliliğimi çok kıymetli bir hediye gibi sunmuştum.
Hüseyin Amca toprakla parlayan gözlerinden zaten bunu kabul edeceğini dünden belli etmişti. Reyhan Teyze'nin çıtı çıkmasa da onu da ikna etmek kolaydı.
Ama asıl ikna etmesi zor olan dışarıdaydı. Mustafa'nın öfkesi en çok korktuğumuzdu.
İti an çomağı hazırla misali, onun da çok geçmeden dışarıdan gürlemesi duyuldu.
Tüm ahaliyi evimizin önüne toplayacak olan "CİHANGİİİR!!!" diye kükremesiyle hepimiz cama döndük.
Reyhan Teyze korkuyla yerinden koşup, "Mustafaaa!" diye çığlık atarken annem fırlayarak merdivenlerdeki Cihangir'e koştu.