Mirza Güneş’i bulamamanın çaresizliğiyle delirmek üzereydi. Karısı bir çukura gömülmüş kurtarılmayı beklerken onun elinden hiçbir şey gelmemesi canını acıtıyordu. Üzerine oturduğu toprağı avuçlayarak gözyaşı dökerken birden irkildi. “Vakit daralıyor” dedi. “Onu bulmalıyım. Bulmak zorundayım” Gözlerini silip paltosunun iç cebinden telefonunu çıkarttı. Hattın açık olması umuduyla Zelal’i aradığında çalan melodiyi duydu. Şaşırdı. Çünkü ses yakınlardan bir yerden geliyordu. Üstü başı toz toprak içinde ayağa kalkıp telefonun zil sesine kulak verdi. Çalmaya devam eden telefonun melodisi onu yanmış bağ evinin içine çağırıyordu. Elini korkuyla çarpan kalbinin üzerine koydu. Ağır adımlarla gittikçe yükselen sesi takip ederek eve doğru yürüdü. Bir yandan da etrafına bakınıyordu. Temkinli olmalıydı.

