karakolda ki sessizlik

505 Words
Sabahın ilk ışıkları, dağların yamacından süzülürken Derya gri paltosunun yakasını kaldırdı, saçlarını atkısının içine sıkıştırdı. Kalbinde tarif edemediği bir gerilim vardı. Bir yandan geceden kalan Rauf’un sözleri kulaklarında çınlıyordu, diğer yandan bu gelişin yalnızca "güvenlik" bahanesi olmadığını kendi de çok iyi biliyordu. Karakol binası her zamanki gibi sade ve disiplinliydi. Askerler eğitimdeydi, nöbet kulübesinde bir jandarma sessizce çevreyi izliyordu. Derya içeri girdiğinde kimse onu durdurmadı. Sanki gelişinden herkesin haberi vardı. Rauf’un odasına yöneldi. Kapı açıktı. İçerideydi. Masasına eğilmiş bir şeyler yazıyordu. Onu ilk kez üniformasız görüyordu. Siyah boğazlı kazak, göğsüne oturmuştu; kolları sıvanmış, bilek damarları belirgindi. Sessizce bekledi. Rauf başını kaldırmadı ama varlığını hissetmişti. Belli ki bilerek bekletiyordu. Sonunda başını kaldırdı. Göz göze geldiler. Derya konuştu ilk. “Geldim. Söz verdiğim gibi.” Rauf bir süre baktı. Ardından kalemini bıraktı ve ayağa kalktı. “Benim sözlerimi ciddiye alman hoşuma gitti.” Derya hafifçe gülümsedi. “Kimin sözü olduğunu anladığında insan hafife alamıyor.” Odadaki hava birden ağırlaştı. Her şeyin alt metni vardı artık. Her bakış, her cümle bir adım daha yaklaştırıyordu onları. Rauf, masanın yanından yürüyüp ona yaklaştı. Fazla yaklaşmadı, ama Derya’nın bedeninde bir şeyler kıpırdadı. “Gece seni korkuttu mu?” diye sordu. Derya başını hafifçe salladı. “Korku değildi hissettiğim. Tanımadığım bir tehditti… Ama daha çok kendime kızdım. İlk kez kontrolü kaybettim sanırım.” Rauf’un yüzüne gölge gibi bir tebessüm oturdu. “Kontrol bazen en tehlikeli yalandır. Bir şey seni gerçekten etkiliyorsa, zaten kontrolün sende değildir.” “Peki ya siz?” dedi Derya, kaşlarını hafifçe kaldırarak. “Siz hiç kontrolünüzü kaybettiniz mi Komutan?” Rauf bir adım daha attı. Aralarındaki mesafe artık yalnızca nefes kadar. Gözlerini onunkilere kilitledi. “Sadece bir kez,” dedi. “Dün gece.” Derya'nın boğazı düğümlendi. Rauf’un sesi o kadar derindi ki, kelimeler bedeninin içine sızıyordu. O an, gözlerini indirseydi her şey bitecekti. Ama bakışlarını kaçırmadı. Rauf fısıldar gibi ekledi: “Seni kapıda öyle görünce... her şey içimde karıştı. Korumak mıydı, sahiplenmek mi? Bilmiyorum. Ama ellerimi çekemedim, gözümü alamadım.” Derya bir adım geri atacak gibi oldu, ama yapmadı. Sadece yutkundu. “Bu doğru değil,” dedi. Ama sesi öyle inceydi ki, Rauf bunun bir red değil, korkudan kaçan bir iç ses olduğunu anladı. İçeri bir jandarma tıklatıp girdi. “Komutanım, köyün doğusundan bir araç ihbarı geldi. Yabancı plakalı. Yaklaştıkça takipteyiz.” Rauf başını çevirdi. “İzlemeye devam edin. Raporu bana anlık geçin.” Asker çıkınca yeniden Derya’ya döndü. “Bu köy kolay bir yer değil. Herkesin niyeti temiz değil. Ama senin burada kalmaya niyetin varsa…” Durdu. “...ben de senin yanında olmaya niyetliyim.” Derya gözlerini kaçırdı bu kez. O kelimelerin yakıcılığı, göğsüne oturdu. “Kendimi savunabilirim, Rauf.” “Savunmana gerek kalmayacak,” dedi. Sert ama kararlı. “Çünkü ben seni kimseye savundurmam.” İçeride bir süre sessizlik oldu. Ne el değdi, ne dudaklar buluştu. Ama aralarındaki şey… o sessizlikte yankılandı. Çünkü bazı insanlar birbirine dokunmadan da teni yakabilirdi. Ve Derya o gün şunu anladı: Rauf’un koruması, duvar gibi değildi yalnızca. O koruma, aynı zamanda… zincirdi. Ve o zincir, acıttığı kadar da güven veriyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD