Sıcaklık ve Çatlaklar
Derya kapısını açıp içeri girdiğinde, köy sessizliğe gömülmüştü. Evin içi sadeydi; bir masa, iki sandalye, tahta bir yatak… Pencereden içeri sızan rüzgâr, perdeyi hafifçe dalgalandırıyordu.
Montunu çıkarırken aynada kendine baktı. Bugün ilk defa biri gözlerinin içine bu kadar uzun ve keskin bakmıştı. Rauf Demirer… Gözlerindeki o ton hâlâ göz kapaklarının arkasında yanıyordu.
“Gözüm üzerinizde olacak…”
Bu bir tehdit miydi, koruma mı?
Yoksa... erkeksi bir sahiplenme dürtüsünün ilk yansıması mı?
Derya, gülümsemeye çalıştı ama dudakları kıpırdamadı.
Kendine çok kez söz vermişti:
> “Bir daha hiçbir adamın varlığı seni ürkütmeyecek.”
“Kalbini koruyacaksın. Bu kez aklınla yol alacaksın.”
Ama bu dağ köyünde, gözleriyle yakan o adamın karşısında tüm duvarlar çatlamaya başlamıştı.
Yatağa uzandı. Tavanın taşlarına bakarken, geçmişinin gölgeleri geri geldi. Şehirde bıraktığı hayat, kırık dökük bir ilişki, sustukça derinleşen travmalar, bastırdığı korkular… Oysa burada, uzaklarda kendini yeniden kurabileceğini sanmıştı.
Ama bazı adamlar, sadece gözleriyle bile duvarları zorlayabiliyordu.
Rauf Demirer onlardan biriydi.
Ve bu, hem tehlikeli… hem cezbediciydi.
---
Rauf, gece yarısını geçmiş olmasına rağmen çalışma odasındaydı. Dosyalar önünde açık, telsizden ara sıra gelen hışırtılar odada yankılanıyordu. Ama aklı başka yerdeydi.
Derya Korkmaz.
Duruşu, bakışı, karşı koyuşu…
Rauf, kadınlara karşı her zaman temkinli olmuştu. Disiplinli bir asker olarak, zayıflık olarak gördüğü hiçbir duyguyu kendine yaklaştırmamıştı.
Ama bu kadın...
İçindeki yıllardır gömdüğü şeyleri kıpırdatmıştı.
Ona ilk baktığında hissettiği şey arzudan fazlasıydı. Bu, kontrol etme, koruma ve sahip olma dürtüsünün karışımıydı. Ve Rauf, hiçbir şeye yarım sahip olmayı sevmezdi.
Kendine sinirle mırıldandı.
“Dikkatini dağıtma, Demirer. Bu köyde işin başka.”
Ama iç ses susmadı.
“Senin işin, önce o kadını çözmek. Sonra… belki de sahiplenmek.”
Pencereden dışarı baktı. Karşı yamacın evlerinde birkaç ışık sönmemişti. Ama biri dikkatini çekti. Derya’nın kaldığı ev.
Loş ışık, pencerenin perdesine vuruyordu. Bir gölge… Onun silueti.
Rauf’un yumruğu farkında olmadan masaya sıkıldı.
O kadının orada, yalnız olması rahatsız ediciydi. Kimin gelip geçeceği belli olmayan bir coğrafyada, geceyle birlikte sinsice dolaşan tehditlerle dolu bir yerde...
“Onu korumak zorundasın.”
Bu düşünce, emir gibiydi.
Ama Rauf’un korumaları hep sert olurdu. Duvar gibi dururdu. Çünkü kalbine birini alırsa, yıkılırdı. Ve bir komutan, asla yıkılmazdı.
---
Derya, gece uykusunda dönüp dururken rüyasında tanıdık bir görüntü gördü. Uzun bir koridor… sonunda kapkara bir üniforma. Gözleri gri… bakışı sert… ama elini uzatıyordu.
“Gel,” diyordu rüyasındaki adam.
“Ben tehlikeyim. Ama senden tarafım.”
Uyandığında yüreği deli gibi atıyordu. Elini kalbine koydu.
Bu daha başlangıçtı. Ama Derya biliyordu, bazı başlangıçlar... bitişlerden daha çok iz bırakırdı.