Hızlı adımlarla otobüs durağına doğru ilerlerken az önce olanları düşünmemekte sorun görmedi. Düşünürse daha büyük sorundu. Kimin nesi kimin fesi olduğunu bilmediği; ama bilse de kendisinin bir şeyi olamayacağını çok iyi bildiği birisiydi işte. Velev ki, erkek arkadaşı olsun.
Otobüsün bir an önce gelmesini dilerken hava yavaştan kararmaya başlamıştı. Amcasının tutumunu bildiğinden eve mümkün olan en geç saatte de gitse yine de erken gitmek zorunda kalıyordu. Dersi zaten dört gibi bittiğinden sadece iki saat konu tekrarı yapabilmişti. Onun da on beş dakikasını boşa geçirmişti.
Boşa geçirmişti, çünkü olmadık, boş hayallere kapılmak yerine daha gerçekçi olanlar için çaba harcamalıydı. Bir erkek arkadaş, kastı asla deminki gibi olmayan bir erkek arkadaş üstelik, yirmi bir yaşında, üniversiteyi kazandığı bölümde hangi şartlarda okuduğunu bilen Neslihan için şu an beyninde yer kaplamasına ihtiyacı olmayan tek şeydi belki de.
Otobüs on dakika içinde gelince bindi. Sanki o kişi peşinden gelip mahallede onu rezil edecekmiş gibi hissetmekten kendini alıkoyamadı. Nefret etti kendisinden. Bir zamanlar o kadar da ezik değildi.
Tıka basa dolu otobüste oturacak yer bulmayı ummamıştı bile arkalara doğru sürüklenirken. Kalabalık onu müsait bir yerde konumlandırırdı nasılsa. Akşam altıyı geçen saatte önemli olan bir şekilde bu otobüsün çalışan aksamlarının yolculuk eden parçası olabilmekti. Tutacağı tutmasa da düşmezdi galiba ani frenlerle.
Ayakta, sol kolu tutunduğu yerde, sağ kolu yandan ona sahip çıkmak için çantasının sapındaydı. Daha şimdiden tonlarca ağırlığa ulaşmış gibiydi içindeki tıbbi biyoloji kitabı. Sınava hazırdı Neslihan'a kalırsa. Tam burslu girdiği bölümde hem bursunu kaybetmemek hem de okulu vaktinde bitirebilmek için her sınavda başarılı olmak zorundaydı.
Üçüncü kez çekirge bile sıçrardı; ama o kesinlikle bu şansı bir daha bulamazdı. Şimdi belki de üçüncü sınıfta olması gerekirken geçen yılın İngilizce hazırlık yılı olması sebebiyle bu yıl birinci sınıf olmuştu. Liseyi bitirdiği sene kazanamadığında bir sonraki yıl daha azimle hazırlanıp girebileceğini düşünse de işler onun istediği gibi gitmemişti.
Babasının kalp krizi sebebiyle ani ölümünden sonra annesi kendinden ve çocuklarından vazgeçmiş halde sadece nefes alan, görüntüde var olan, ruhu boşalmış bir kadın haline gelince onunla ilgilenmek Neslihan'a düşmüştü.
Bu hayatta, babası sağken birbirine aşık olmanın iki insan için, evdeki ölü toprağı serpilmiş iki yaşlıya rağmen, ne kadar eşssiz olduğunu düşünüp, babası öldükten sonra belki de bu kadar büyük bir aşkın bünyelere zarar olduğu kanısına varmıştı.
Babasını toğrağın altı kabul ederken toprağın üstüne de annelerini vakit geçmeden gömmüşlerdi. Hal böyle olunca Neslihan, yemekten temizliğe, ütüden annesinin ihtiyaçlarına kadar sorumluluk içine batmıştı. Fiziksel işlerin yoğunluğu bir yana, evde iki geri kafalı insanla uğraşmak bu işler için gerekli enerjiyi vakum gibi çekip alıyordu ondan.
Evde köle olmayı dert etmeyeceği bütün noktaları bir arada tutmaya odaklandığı sabrı; yaşama isteğiyle birleştirmeye başladılar bu kez. Erkek kısmı yerine kadın kısmı olmaktan en nefret ettiği zamanlar babasının ani ölümünden sonra oldu.
Bakkala ekmek almak için gitmek bile savaş nedeni olurken iki bağnaz yaşlı, onun için bu anın aslında yaşam kaynağı olan oksijeni de ciğerlerine çekmek demek olduğunu bir türlü anlamadılar. Dedesi bunu da aldı elinden. Kadın kısmı günün hangi saati olduğundan bağımsız olarak evde erkek varken sokak kapısının diğrer tarafına çıkamayacağından, Neslihan için günler geceler gerçek anlamını yitirmeye başlamıştı.
Nefes alacak zamanı zor bulurken hatta bulamazken önündeki sınava hazırlanmak imkansız hale gelmişti. Bir önceki yılın bilgileriyle girdiği ikinci yılda da sonuç beklediği gibi kötü gelmiş, istediği bölümün puanı ile kendisininki arasında uçurum farka engel olamamıştı.
Babası sağken birlikte yaşadıkları babaanne ve dedesi zor günlerinde destek olacakları yerde, babasının kırkı çıkar çıkmaz, kendini sorsan bilmez haldeki gelinleri ile Neslihan ve iki kardeşini bir başlarına bırakıp amcasının eşinin memleketleri olan Tokat'taki evlerine gitmişlerdi onlarla beraber. Babasının cenaze işleri için geldiklerinde sadece kırk gün kalıp hep birlikte dönmüşlerdi.
Başlarında büyük olmadan nasıl yaşayacaklarını tecrübe etmemiş olan Neslihan, aslında sırtındaki onca yüke rağmen hayatındaki en güzel on yedi ayı onlarsız geçen zamanda yaşamıştı. Erkek kardeşleri evde olduğunda en yakın arkadaşı Pelin ile zaman zaman sinemaya gitmiş, bazen alış veriş yapmış, çoğu zaman da en sevdiği yerlerden olan kütüphanede kitap okumayı tercih etmişti.
Babasının ölmeden önce çalıştığı kaynak dükkanı kendisine ve bir ortağına aitti ve ortağı, elini eteğini çekmeden normalde babasının kazandığından biraz daha az da olsa her ay düzenli para gönderiyordu onlara. Az yollamasının sebebi babası olmayınca işlerin azalması, önceki kadar iş yapamamalarıydı.
Çalıp çırpan, üçkağıtçı bir adam değildi Sabri amca. Aksine babası onun kadar dürüst birini daha tanımadığını, kendinden fazla ona güvendiğini söylerdi sık sık. Para göndermesinin yanında ara sıra yoklar, eşiyle ya da kızıyla zaman zaman yemek de gönderirdi. Aldığı paradan hiç şikayetçi olmadılar bu yüzden de. Masrafları için yeterli geliyordu. Kendilerine ne kadar gelirse onun da o kadar aldığından emindi.
Kardeşlerinden birisi ortaokul üç diğeri lise ikideydi. Kendilerince başarılı çocuklardı. Ablalarına ellerinden geldiğince yardımcı olsalar da Nihat ve Nevzat erkekti neticede. Masaya bir tabak koymaları, kendi yataklarını toplamaları bile fazla yükü Neslihan'ın üstünden alır gibi oluyordu. Her ne kadar işin büyüğü onda olsa da şikayet etmiyordu.
Ne zamanki, annesi de mutsuz ruh halinden yataklara düştü, yemeden içmeden kesilerek on yedi ay sonra gözlerini tamamen kapadı, Neslihan işte o zaman gerçek hayat mücadelesi ne demek öğrenmiş oldu. Babaanne, dede, amca, yenge ve onların iki tane çocuğu, başlarında ne anne ne baba olan üç çocuğu Tokat'a götürmeye geldiler.
Neslihan için cevap vermek zaman aldı. Onlara soru soran, teklif eden yoktu gerçi. Aldıkları kararı bildirme zahmetinde bulundular sadece.
Üçü de itiraz etti bu duruma. Başa çıkamayacaklarını anladıklarında onlar İstanbul'a taşınmaya karar verdiler. Taşınmaya karar vermeleri ayrı bir keşmekeşti. Neslihan o an bilememişti.
Ev üç kardeşe kalmıştı. Yeterince büyüktü, önceden de babaanne ve dedesiyle yaşamaya alışkındı, yine de on yedi ay gözünde canlanınca hiçbir şeyin eskiden alışageldikleri gibi olmayacağını kavrayacak kadar akli melekeleri yerindeydi onun.
Üniversite sınavına beş ay kalmıştı. Annesine bakarken tüm gününü ayırmadığı dershane için şimdi tam zamanlı vakti olacaktı ve gelip evlerine yerleşecek olan kişilerin buna asla razı gelmeyeceklerinden emindi. Hayatında belki de ilk kez itiraz etti.
"Annem, babam öldükten sonra yok gibiydi, bizimle değildi zaten. Biz kendi başımızın çaresine bakarız."
Dediği buydu sadece. Amcasından yediği tokat annesini defnettikleri günün ertesinde, akşam yemeğinden sonra yüzünde patladı. Neslihan beklemediği tokatla sağdaki duvara savrulurken yanağının felç olduğunu zannetti.
"Abim dövmedi tabii sizi. Ondan bu arsızlık."
"Ablam arsız değil amca. Dediği doğru. Biz iyiyiz bu şekilde."
"Burada bir düzenimiz var. Okula burada gidiyoruz."
Lise son sınıfta okuyan kardeşim amcam kadar uzundu. Küçüğü de onun yanında yer alınca ikisine birden gücünün yetmeyeceğini anlayan amcası sadece tehditkar konuşmakla yetindi. Hakaret mi demeliydi?
"Orospu olduğu zaman bu sözünüzü size hatırlatacağım. Yoksa ne diye kız kısmı yalnız kalmak istesin? Eve siz de yokken rahat rahat oğlan atmak için. Katil olmaktan kurtarıyorum sizi."
"Babam bunu duyuyor olsaydı seni yaşatmazdı amca. Erkek gibi bizim ablamız. Önünden bir adam aykırı geçsin, birisi laf atsın bakalım."
Nevzat'ın sözleri zaten akan göz yaşlarını iyice çoşkun çağlayana döndürürken babasının sözleri kulağında çınladı Neslihan'ın.
'Benim kızım ordunun arasına girse yine de gözüm arkada kalmaz Nazan. Okuyacak. Ne isterse onu olacak, belki eczacı olur ve ben sağ olsam da ölsem de geride her kim kalırsa çocuklarımı okutmaları için vasiyet edeceğim.'
Babası bunları söylerken itiraz edecek gibi görünen babaanne ve dedesi de oradaydı. Gidişattan hiç memnun olmasalar dahi oğullarının kararlı tutumu, koca evin geçimini sağlayan maddi gücü geri planda kalmaları için bir çağrıydı. Ayrıca ikisine, babasından hariç dört tane çocuğun içinden başka bakan olmamasının bunda etkisi büyük olabilirdi.
"Nevzat, aslanım abim varken tamam, hadi yengem varken de eyvallah; ama sizi şimdi ikisi de yaşamazken bir başınıza bırakmak bize yakışmaz."
'Ben istemem asla, yan cebime de bir sorayım.' demenin karşı tarafa teklif ettirilerek, onların istediği buymuş gibi yönlendirilmelerinden başka bir tiyatro dönmedi ortada. Hem yazıp hem oynadı amcası.
"Siz kalın o zaman. Yakınımızda ev tutarsınız göz kulak olmak için."
Nevzat'ın kendince makul olan teklifi onlar için bulunmaz hint kumaşından halliceydi. İki kuzeni anında, oldukları yerde zıplamaya başladılar sevinçten, babalarının kabul etmesi için. Sonuçta Nevzat istemişti. Amcası da onu kıracak değildi.
İstemem kısmı için giriş yaptı.
"İstanbul'da ev kiralarından, geçim sıkıntısından haberin var mı senin? Çiftçiyiz biz. Tarla tokat olmadan elimden ne gelir, ne iş tutarım ben? Sizin gelmeniz daha iyi."
O an çok masum gelen bu sözler Neslihan'ı farklı bir prangayla bağlayacaktı, ön göremediler. Evet, amcası yengesinin memleketinde, babasının tarlaları için başarılı bir çalışan ve ideal bir damattı, ancak iş büyük şehirde yaşamaya gelince meslek sahibi olanlar için bile zor olan şehir, olmayanlar için girdap olabilirdi.
Asalak gibi yaşamayı sorun etmeyenler için elbette...
Sesinin çıkmasına gayret ederek, kendi isteğini de öne çıkararak aynı evde amcası iş bulana kadar birlikte yaşamayı teklif etti Neslihan.
"Siz de bir süre bizimle kalırsınız sen iş bulana kadar. Ben dershanedeyken aklım çocuklarda kalmaz."
"Ne dershanesi bu?"
"Üniversite sınavına beş ay kaldı. Evde hazırlanmak tam anlamıyla mümkün değil, hatta yetersiz. Kalan zamanda sıkı çalışmam lazım."
Kardeşleri haricinde diğerleri birbirlerine bakarken bu kez dedesi konuştu amcasına hitaben.
"Ali'ye dedim; ama inat etti. Liseyi bitirince Neslihan illa ki büyük okulda da okuyacak dedi. Eczacı çıkacakmış."
"Parayla değil mi bu dershaneler? İki emekli maaşıyla, ben daha iş bulmadan nasıl göndereyim seni dershaneye? Hem kazanır mısın kazanmaz mısın? Boşa masraf. Lise bitmiş işte. Otur oturduğun yerde."
"Emekli maaşları anca boğazlara yeter Ahmet'im. Büyük okulun parası da büyük olur."
Babaannesi dedesiyle ikisinin emekli maaşlarından bahsediyordu. Kirada değillerdi. Arabaları da vardı. Her şey üçüne kaldığı için Neslihan'a göre itiraz edemeyecekleri açıktı. Okumak için son kozunu kullandı.
"Sabri amca düzenli ödeme yapıyor dükkandan. Size maddi zorluk olmaz ne dershane ne de kzanadığım okul. Rica ederiz, seni de İşe alır. İşi de öğretir."
Hem iş hem para bir süre sessizliğe mahkum etti Ahmet Yılmaz'ı. Eksik dünya görüşüyle, adaletsiz cinsiyet tanımıyla neyi düşündü o kadar bilinmez sonunda kararını verdi.
Yan cebine danıştı belki de. Hepsi onun açgözlülüğüydü.
"Hep beraber yaşarız. Başka başka yerlerde sizi kontrol etmek zor olur yine. İki ayrı ev iki ayrı masraf. Sen de o kurs mudur nedir ne kadar süreyse o kadar gider, hemen eve gelirsin. Onun dışında kafanı kapıdan çıkarırsan kırmakla kalmam eczacı değil, eczacı çırağı bile olamazsın."
Tehdidin yerine getirileceğinden emin ses tonuna itiraz etmediler. Acilen başını salladı Neslihan. Evde kalmak on yedi ay öncesinde yaşadığı on yedi sene boyunca çok da zor olmamıştı. Zor olmuştu belki; ama imkansız değildi.
Otobüs onun durağına geldiğinde ağır ağır indi iki basamağı. Son üç yüz metresi kalmıştı kelepçelerini takmak için. Evlerinin önüne geldiğinde derin nefes çekti ciğerlerine kasım soğuğu barındıran havadan. Saat yediyi on geçe anahtarıyla kapıyı açarak evine girdi.
Aynı saatlerde Okan bir kilo tatlı alıp Erkan'ın evine doğru sürmeye devam etti arabasını. On beş dakika sonra kapıda zile basıyordu. Nilay kapıyı açınca tatlıyı direk ona uzattı.
"Selam, hoş geldin. Tatlı için çok teşekkürler."
"Önemli değil. Kimler var?"
"Herkes burada. Senin girdiğin bir iddiadan bahsediyorlar, nedir?"
"Anlarsın şimdi. Cemil amcalar da burada mı?"
"Ha, onlar yok. Bizim çocuklar işte."
Anladığını belirten baş işaretiyle içeri giren Okan, salona söylenerek girdi. Erkan, Sezgin, Sezgin'in kız arkadaşı Buket, Osman ve Hande kendilerini salon takımının çeşitli ebattaki kanepe ve koltuklarına gelişigüzel dağıtmışlardı.
"Senin için gelmez dediler Okan, geldi bakın."
"Kim dedi gelmez diye Osman?"
"Erkan dedi. Yüzü yoktur şimdi onun, utancından hafta sonuna kadar evden çıkmaz dedi."
"Erkan siktirsin gitsin, eve kendi kapansın. Daha ilk günümdü. Çok vaktim var."
O sırada Nilay tatlı ve kahveleri oturdukları yerin ortasındaki sehpaya bıraktı. Herkes kendi payına düşeni alınca Nilay sorusunu tekrarladı.
"Erkan bana bile söylemedi. Seni beklediler. Nesine iddiaya girdiniz?"
"Vertu signature touch."
"O şey değil mi? Ultra pahalı telefon markasının modeli?"
Hande sorarken daha inanamıyordu duyduğunun o olduğuna. Fiyatları hakkında az çok bilgisi olduğuna kanaat getirdi Okan.
"Aynen Hande o."
Erkek arkadaşı bacak bacak üstüne atmış sevgilisinin sorusuna cevap verirken bir yandan da şakağına öpücük kondurdu kızın.
"İyi de o kadar pahalı telefonu ne yapacaksın? Elindekinden çok da farklı bir amaç için kullanamazsın bile."
Nilay elinde kahvesi, yer kalmayan kanepede, fedakar ev sahibesi pozlarında kanepenin tepesine tünemişti. Başka kanepede boşluk olmasına rağmen Erkan'dan iki metre ayrı oturamıyordu.
"Satarım. Birine hediye ederim. Çok mühim değil ne yapacağım. Önemli olan iddiayı kazanmak. Ödülünün maddi değeri olmayacak benim için."
"Kazanacağından pek bir emin emin konuşuyor da, bakmayın daha bir arpa boyu yol almış değil. Bir saat önce kız iki mars bir düz yaptı haşmetmeap Okan hazretlerini."
Erkan ağız dolusu kahkahasıyla kızlara açıklama yaparken doğru söylüyor olması kısmen canını sıktı Okan'ın. Bugün daha ilk gündü ve diğer günler de deneyecekti. Ders çalışırken kütüphanede yüzüne bakmayan kız çok geçmeden kız arkadaşı olacaktı. Sonrası çorap söküğü gibi gelirdi.
"Sen kaybedersen ne alacaksın? Anladığım kadarıyla hepsi birleşip sana telefonu anca alırlar."
"Öyle bir şey söz konusu değil. Yine de iddianın genel zorunlu şartları uyarınca ben de hepsine son model, istedikleri telefonu alacağım. Siz de dahil. Fiyatı kafa kafaya geliyor neredeyse."
"Oo, iyiymiş değil mi Hande? Bu aralar yenilemeyi düşünüyordum. Bekleyeyim de iddia sonuçlansın."
"İyi fikir hayatım. Bekle biraz. O parayı başka şekilde değerlendir."
Sezgin Buket'i gazlarken Okan daha fazla ertelemek istemediği sorularına geçti. Bir saat önce gerçekten de dört göz, dişleri telli, kütüphane canavarı bir kadın tarafından hayır denmişti ona.
"Sen onu bunu bırak da Neslihan erkek düşmanı feministlerden falan mı? O yüzden mi onu seçtiniz?"
Kabul etmediğini söylerken ne kadar da net çıkmıştı kelimeler, reddetmenin biraz öncesinde tebessüm eden dudaklarından. O zaman kabul edeceğinden emindi neredeyse. Kendisiyle iki kelime laf edebilmek için bile alt dönemdeki kızlardan erkek arkadaşları olanlar dahil, saçma sapan, abuk subuk yollara başvurmuşlardı. Son sınıfa geldiği halde yemekhanenin yerini soran kızı tek geçerdi eziklikte.
Asistan kızların da aşağı kalır yanı yoktu. Onların kendi alt döneminde oldukları zamanları hatırlıyordu. En azından birkaç tanesi öyleydi. Yeni gördüğü yüzler daha masum ve içten geldi o yüzden bölümü gezdirmek istediklerinde. Diğerlerinin Okan'ı hatırlamaması gibi bir durum konu edilemezdi.
"Erkek düşmanı olup olmadığını bilmiyoruz. Yanında hiçbir erkeğin görülmediğini sağlam kaynaklardan öğrendik sadece. Net. Geçen yıldan beri erkeği bırak doğru dürüst kız arkadaşı bile olmamış. Konuştuk ya oğlum. Tam kalemim dedin."
"Konuştuk evet, öyle dedim evet de, eksik bir şey var gibi. Etkilenme bile olmadı. Lezbiyen falan çıkarsa sıçarım ağzınıza. Bu kadar da imkansız bir şey için iddiaya girmedim sizinle."
"Ne lezbiyeni oğlum? Uçtun iyice. Olsa olsa aseksüel olabilir; ama illa vardır bence içinde. Sen ölüyü bile dirilten yakışıklılığınla onu gayet seksüel yapabilirsin bence. Rahat ol bizim oğlan."
"Ayy, iyice merak ettim. Neslihan da kim?"
"Bu akşam bunun için toplandık aslında." diye başladı Sezgin Buket'e bakarken.
"...size de görev düşüyor. Okan olur da tavlarsa, ki, tavlayacağından gayet emin, Osman'la ikimiz düşük ihtimal versek de."
"Bize ne görevi düşüyor ki?"
Üç kız da konuşmanın nereye gidip nereden döneceği hakkında bir fikir sahibi değildi. Dikkat kesildiler sözü Erkan aldığında.
"Şimdi tatlım, Neslihan nasıl desem, inek tiplerden gibi. Okula sırf okulu bitirmeye gelmiş tam burslu öğrenci. Zorunlu seçmeli dersler dışında takım çalışması gerektiren ya da sosyalleşme içeren hiçbir topluluğa, gruba üye değil geçen yıldan beri."
Erkan anlatırken Okan da kızın sağ elinin gözlüğün üzerinden inmeyişini hatırlıyordu nedensizce. Okan'a inat ederek yaptığı bir şey değildi onu görmezden gelmek. Doğal halinde erkeklere, büyük ihtimalle de gideri diğerlerinden fazla olan erkeklere karşı geliştirdiği bir tutumdu. Belki tutuculuktu.
"Giyim kuşamıyla, duruşuyla kadınlığa dair hiçbir iddiası yok. İddiamız geçen seferkilerden daha zorlu olacak gibi. Ben sıramı güç bela savdım. Sıranın Okan'da olması kendi şansı. Kadın çıktı piyangodan."
Odadaki herkes arkadaşlarının dünya standartlarında dış görünüşe doğuştan getirdiği haklarla sahip olduğunu bilirdi. Burnu yamuk değildi, dişleri nizamiydi, boy bos, endam, akıl en afillisinden fazlasıyla bahsedilmişti ona.
"Merak ettik kızı da iddiadan bize ne?"
"Kızım deli misin? Okan Neslihan'la çıkmaya başlayacak siz de her şey bir oyun değilmiş gibi onu aranıza kabul edeceksiniz."
"Sosyal olmayan kızı kendimizle mi sosyalleştireceğiz? Bu ona iyilik olur."
"Aynen ya. Huyu suyu ne, bize ayak uydurur mu uydurmaz mı? Bu saatten sonra kişisel gelişim mi yapacağız kıza?"
Kişilikleri gelişmemiş insanların en başta düşündükleri şeyler kendileri değil midir daima? Empati yapmayı kimse aklına getiremedi.
"Çakozlamaması için bu şart. Süre dolana kadar sadece."
"Benim içime sinmedi. Dediğinize göre kız bir tuhaf. Yalnız takılan ezik, melankolik bir şey. Okan ne diye ona çıkma teklif etsin ki? Daha düzgün biriyle çıksın."
"Manyak bu ya? O zaman iddia mı olur Buket? İddianın güzelliği zorluğu ve evet demesinin imkansıza yakın olması zaten. Bana bile. Ben devam ediyorum."
"Süre ne kadar peki?"
"Altı ay. Şu an itibariyle yüz yetmiş dokuz gün tabii."
Kalan tam günü belirten Erkan'dı. Can alıcı asıl cümleler ise Nilay'ın kiraz dudaklarından döküldü.
"Çüşş! Okan altı ayda bir kızı, bu kız gulyabani bile olsa, tavlayamayacaksa şimdi gitsin operasyonla kadın olsun zaten. Erkeği bile ayartır gay yapar, baştan kaybetmişsiniz iddiayı. Sipariş edin Vertuyu, amazondan anca gelir."
Erkeklerin hepsi Nilay'a bakıp gür sesleriyle kahkahayı basınca kadın dayanışması da son buldu. Nilay'ın dediklerini baş hareketleriyle tasdik eden kızlar şimdilerde 'neler oluyor' kafasını birbirlerine sallıyorlardı.
"Saf mısın aşkım sen? Tavlamak ne? O kadar basit iddia mı olur yarım sene ve Okan için? Vertu diyoruz yaa."
Kız arkadaşına saf deme gafletinde bulunmak istemese de durum böyle özetlenebilirdi.
"Neyi kaçırdık? Bahsini ettiğiniz iddia bu değil de ne? Kız evet deyince aniden ayrılmayacak mı?"
Buket Sezgin'e çatık kaşlarla bakış atarak sorduğu soruyla Nilay'la aynı saflığı paylaştığını biliyordu ve buna canı sıkılmıştı. Sezgin cevap vermek için bekletmedi saf sevgilisini.
"Altı ay bitmeden onunla birlikte olması da gerek."
On saniye sürdü. Sadece on saniye sonra bu kez kızlardan kahkaha efektleri doldurdu salonu. Kızlar arasında en zeki olduğuna kanaat getirenlerden ilki iddiayı bitirecek cümleyi kurduğundan emindi.
"Saf olan siz erkekler olabilir misiniz acaba? Okan biz Neslihan'la bir güzel yattık dese inanmamak için geçerli sebebiniz ne olacak? Kanlı çarşaf mı gösterecek size?"
"Onu da düşündük tabii; ama hem kızı uyandırmadan altından çekmesi imkansız hem de otelden o çarşafı çıkaramazdı. Hırsızlığa girer yani. Hırsız mı benim kan kardeşim? Bir gece önceden gizli kamera koyacak odaya."
Az önce iyilikten bahseden Hande de dahil hiç kimse 'bu ona acımasızlık' olur diye dile getiremedi. Sadece birbirlerine bakmayı becerebildiler.
Saat bu muhabbetlerle gece yarısına ilerlediğinde yatağına yatan Neslihan, en büyük hırsızlığın hayal çalmak olduğunu düşünüyordu.