3. BÖLÜM

2904 Words
Eve girmesinin ardından akşam yemeği için hazırlıklara başladıktan yarım saat sonra büyük kardeşi Nevzat geldi. Doğruca ablasının yanına mutfağa geçti. O da okul çıkışı okulun öğretmenleri tarafından daha uygun ücretle açtıkları etüd derslerine katılıyordu. Bu yıl bu evden birisi daha üniversiteye gidebilirdi. Üç kardeşin dileği bu yöndeydi. Neslihan, salata için malzemeleri yıkarken Nevzat da tabakları çıkarıyordu ona yardım etmek için. Yengesi gündüzden yemekleri yapmış oluyordu. Bu evde kardeşlerinden sonra onlara en yakın kişi oydu. Şimdi üçüncü bebeğine hamileydi. İki ayı kalmıştı. İlk iki kızdan sonra oğlan için amcası bakabileceği kadar değil de yapabileceği kadar çocuk fikrinde olduğundan karısının itirazlarını dinlememişti. Dün gibi aklında olan tartışma yengesi bel ağrısıyla odalarında uzanırken aklına geldi yine gereksizce. "Oğlan olmadan olmaz oğlum. Bak abin gitti; ama soyumuzun devamı burada. Tek Neslihan'la kalsa olur muydu hiç?" Babaannesi, sanki amcasının iki kızının ya da kendilerinin büyüme ve gelişmelerine katkıda bulunmuş gibi oğlunu daha fazla çocuk yapmaya teşvik ediyordu. "Anne ne erkeği? İki çocuğun masrafı yeterince fazla. Daha kendi evimize de çıkamadık hala." İtiraz yengesindedi. Sağ yanağında patlayan acının anestesi etkisinden midir nedir, geçici olduğuna inandığı, anı kurtarmak için ettiği teklifi, daha o anda bertaraf eden amcası, ayrı eve aslında hiç çıkılmayacağının sinyalini vermiş olsa da, bir gün sonra yanına gelen yengesi içlerine buz gibi soğuk su serpmişti. El kızı diye tabir edilen tek kişiden gelmişti anlayış ve destek. "Neslihan merak etme. Ben Ahmet'i ikna etmeye çalışırım. Kaç kişi aynı evde bize de size de zor olur. Annem babam da sırayla kalır iki evde." Bu durum hiç gerçekleşmedi iki buçuk yıl geri gelmemecesine akıp geçmesine rağmen. Amcasına kaynak işi veren babasının ortağı, onu Ali'nin yerine koymak istese de, Ahmet onun yerine geçebilecek kalifiyede olamadı. Neslihan olmayı bile denemediğinden emindi. Sabri usta sabırla iş öğrenmesini beklerken amcası o işin kendisine göre olmadığını anlayıvermişti iki haftada. Gelip geçici olanlar dışında dikiş tutturabildiği bir işi, gündelik yevmiyelerden başka gelen sabit bir geliri olmadı bu yüzden. Neyse ki, geçim sıkıntısı çekecek kadar zor durumda değillerdi. "Yenge beni yanlış anlamanı asla istemem. Başımızın üstünde yeriniz var. Ben sadece okumak istiyorum. Anne babamın da benden inanarak beklediği gibi. Bunu asla almasınlar benden yeter." "Sen merak etme. Benim de iki kızım var Neslihan, sen okumazsan onlar hiç okuyamazlar." Yengesini bu yüzden bile çok seviyordu. Babasının zaten kendi yaşadıkları yerde durumları iyiydi. Aylık olarak harçlığını gönderiyordu kızına. Yılmaz ailesinin fertleri gibi oğullarını el üstünde tutup varını yoğunu onlara yatırmıyordu Zekai Zileli. Sadece bir defa, Neslihan orta okul son sınıftayken istemeye gitmişlerdi yengesini hep beraber Tokat'a. Orada tanışmışlardı Ayfer'in ailesiyle. Çocuk aklıyla bile çiftçi dedikleri, pek çok kişinin belki de küçümsedikleri insanların ne kadar yüce gönüllü, ileri görüşlü olduğunu da orada keşfetmişti o. Ön yargılarının yıkıldığı, babaanne ve dedesinin lafını dinlemekten vazgeçip Neslihan'ın okumak istediği yere kadar okumasına karar verdiğine de o an şahit olmuştu babasının. Adam konuşurken babası başını önüne eğmiş resmen takkesini önüne almış da aldığı kararları sorgulayan adama dönüşüvermişti. "Erkekler okumalı diyoruz ya her zaman. Erkeklerin okuduğu yerde kızlar iki kere okumalı. Ayfer iki yıllık okul bitirdi. Zaten İstanbul'da da sizin oğlanla tanışmış. Sevmiş. Bana kalırsa daha okusun. Kendi bilecekleri iş artık. Ben önünü kesmem. Boğazımdan keserim eğitimden kesmem. Kadınlar öğrendiğini de öğretir. Toplumun cehaleti kadınlar okursa azalır." demişti. Kendi dedesine başını aniden kaldırıp baktığında onun kendi içinde çelişkide olduğunu net bir şekilde görmüştü gözlerinde. Adama itiraz da edemiyordu kendi cahil fikirlerini beyan edeceğinden. Neslihan'a göre ise, asıl sebep geldikleri bu uzak yolculuğun boşa gitmesi ve adamın onların en küçük oğluna kızını vermekten vazgeçmesiydi. Dedesi nereden bilecekti ki; Ayfer'in babası Zekai Zileli için kızının isteği diğer her şeyden önemliydi. Aynı adamın ve karısının çocuk sevgisine de şahit olmuştu orada. Kendi dedelerinin onlara bir iğne alıp vermeden geçirdikleri yıllardan sonra Neslihan ve kardeşleri için özellikle hazırlık yapmışlardı. Üçüne de yaşlarına uygun kitaplar almışlardı. Para bile vermişlerdi. Yengesinin okuduğu bölümün çocuk gelişimi olması hediye seçiminde rol oynasa da; Neslihan eğer okumasaydı bile bu aileyle zaten gelişmiş olabilecek bir kadın olduğunu düşünmüştü yengesinin.  Torunları olsa kim bilir ne kadar severlerdi. Sevdiler de. Yanlarından bile ayırmadılar. Amcası son çalıştığı işten de ayrılınca ilk çocukları daha doğmadan orada kendi tarlalarının sorumluluğunu verdi oğullarından ayırmadan. Teklif ayyuka çıktığında dedesi karşı çıkmıştı. "Karının ailesinin yanında ezilirsin. İç güveysi ol diye mi aldık bu kızı. İzin vermiyorum. Gidemezsin." En büyük destek babasından gelmişti. Burada avare dolaşacağı yerde orada işi gücü, sıcak aşı olurdu. İşten ayrıldığında kardeşine kendi işinde çalışmasını da teklif etmişti. Hatta öğrenirse üçüncü ortak bile olabilirdi. Daha o zamanlar sıcak bakmamıştı kaynak yapmaya. Şimdi bakması saçma olurdu zaten. "Ayy, Uyumuşum Neslihan, belim ağrıyor biraz. Hoş geldin. Nevzat sen geç ben hallederim." "Hoş buldum yenge. Sen dinlen lütfen. Biz hallederiz. Zaten kaç çeşit yemek yapmışsın. Yorma kendini." "O en kolayı da işte bebek zorluyor. Erken mi doğacak nedir?" "Naz yapıyor bence Nazan hanım. Erken falan gelmez. Yerinde mutlu, huzurludur." Annesini çok severdi yengesi. Gerçi o herkesi severdi. Üçüncünün de kız olacağını öğrendiğinde başka isim düşünmedi. Neslihan için bambaşka bir duyguydu bu. Annesine bebek gibi bakmıştı aylarca. Şimdi gerçek bir bebekle adı yaşayacaktı. Bir yandan salatayı hazırlarken bir yandan da aklından kütüphanede çalıştıklarını geçiriyordu geçmiş anılar da zihnini aşmış seller gibi akarken. Hazırdı ya. Sınavı çok iyi geçecekti, inanıyordu. Evde ders çalışmasına bir şey diyen yoktu. Üç okuma karşıtı Yılmaz, hepsi birden yüksek okul okumanın gereksizliğinden başlayıp zaten kızların okuduklarında bile evlendikten sonra çalışamayacakları için bunun boşa çekilen bir kürek olduğunu belirttiklerinde Neslihan anında vazgeçiyordu çalışmaktan. Canına ot tıkıyorlardı. Kütüphanesi anavatanıydı. Okumayı sevmeyen kişilere özgü söylenen 'okumazsa çalışsın' tabiri maalesef bu evde geçerli değildi. Okusun okumasın bir kadının ekonomiye olan katkısına genetik olarak inanmıyorlardı. Bu tabire inansalar bu kez de, 'bütün gün evde ne yaptın' diyen tayfa türemişti bu cinslerden, çalışmayan kadınlar için. Belki de çalıştırmadıkları kadınlar için söylüyorlardı bu lafları. En çok da İstanbul'u bahane ederek kendi karısının çalışmasına izin vermeyerek Ayfer'i üzdüğünü fark etmiyordu amcası bu sözleriyle. İstanbul aynı memleketti. Değişen, içindeki insanların iyi yönde değil de kötü yönde evrilmeye elverişli hale gelmeleriydi. Neslihan çalışacaktı. Bu bölümü evde her akşam salata yapmak için okumuyordu. İşten gelince yine yapardı salatasını; ama gündüzleri çalışma saatleri olacaktı. Hatta iş hayatının en başında çok mümkün olmasa bile yıllar geçtikçe kendi eczanesini de açacaktı. Tek hedefe şartlandırmıştı kendini. Okulu bitirerek kendi işinde çalışmak. Tıpkı babası gibi. Bunları düşünerek yüzünde buruk tebessümle hazırladı salatayı. Hayali bile güzeldi. Beyaz önlüğüyle kendi dükkanının içinde bekleyecek, gelen herkese güler yüzle hizmet edecekti. İçini çekerek salata tabağını masanın ortasına yerleştirdi. Yengesi de kaselere çorbaları koymuş ev ahalisini yemeğe çağırmıştı. Masaya oturduklarında sessiz biçimde yemek yemeye başladılar. Anne ve babasıyla yerken böyle olmazdı. Özellikle Tokat dönüşü babası her akşam okulla ilgili daha çok soru sormaya başlamıştı hepsine birden. Neslihan'a birkaç soru daha fazla soruyordu. Kızlar okumalıydı. İlgi alanlarını, biyoloji sevdiğini, sağlıkla ilgili bir bölümde okumak istediğini bu konuşmalardan sonra keşfetti. Keşfettikçe de mutlu oldu. Çorbalar bitip Neslihan yemekleri koymaya geçtiğinde babasının mutlu olduğunu düşündü. Neden ölmüştü o zaman? Gözlerinden kopmak isteyen sıvılara engel olmak istercesine sıktı gözlerini. Mutlu insanlar neden kalp krizi geçirirdi ki? Stresli, borçlu, hasta, üzgün olanların geçirmesi daha anlamlı geliyordu şimdi. Denemiştir olmamıştır. Desteği yoktur başaramamıştır. Üstüne gelmişlerdir kaldıramamıştır. Anlaşılır durumlarda ölüm belki de kurtuluştu. Geride bıraktıklarından bağımsız olarak kendisi için bir şey yapmak istemeleri, bazen kendi ölümlerine kendilerinin karar vermelerine bile anlam verebilirdi Neslihan. Her ne kadar intihar eğilimi olanlara Allah'tan şifa dilese de. Çareleri o kadar yoksa demek ki... Anlayabilirdi. Belki de aylar sonra bu ruh halinde olmayacağının bir garantisi mi vardı? Peşin hükümlülük bazen ne kadar iyiyse bazen o kadar kötüydü. Geriye gönderdiği göz yaşlarıyla yemekleri taşımaya başladı. Anneleri kendisini dış dünyaya kapattığında bile üçü aynı masada babalarından kalan soru sorma mirasıyla kendileri hakkında konuşmaya on yedi ay devam etmişlerdi. Kardeşlerinden sakladığı, onların bilmediği hiçbir şeyleri yoktu. Ergenlikleri çeşitli acılarla teğet geçen iki erkek, şimdi ona çok uzak geliyordu. Sanki onlar da kayıp gidiyordu ellerinden. Son zamanlarda buna sıklıkla kafasını yormaya başlamıştı her sessiz yemek yediklerinde. Şimdi bir laf atsa ortaya. Öylesine. Alalade bir konu bile olabilirdi. Havalar mesela. Kesin dedesi yemek yerken konuşanlara musallat olan şeytanlardan bahsederdi. İki lafın belini kıramadan daha, sohbet kendi tanımını boş vererek sohbet olduğundan utanır, başlamadan biterdi. Onları bu sessizliğe mahkum eden din değildi. Mükemmel olan dini kendi çıkarları için metalaştıran fikirsizler güruhuydu. Yoksa neden eşler arası muhabbetin, sevginin çok güzel olduğunu söyleyen bir peybambere sahip olsunlardı ki? Kıyısından kenarından bir türlü yakalayamadan geçen iki buçuk yılın öncesi, uzaktan ona göz kırparak uzaklaşırken mevcut konum ve zaman dilimi içinde sonu belli olan satranç hamleleri gibi ne yaparsa yapsın mat oluyordu. Gereksiz çabalamayı kendine yediremediği için de ağzından tek harf çıkmadan yemek çoktan bitiyordu. Masayı yemek yeme hızlarıyla yarışır şekilde topladılar hemen. Yemekte konuşmamanın en güzel yanı en azından kısa sürmesiydi. Bulaşıklar makineye yerleştiğinde kahve yaptı isteyenlere. Odasına gitse kuzenleri de onunla aynı odada olduğundan sessizliği dinlemek mümkün olmuyordu. Kendine de kahve yaptı bu kez. Sessizlik ona kütüphaneyi, kütüphane de yanına geleni hatırlattı. İşte bundan nefret ediyordu. Ne alakaydı yani elindeki kahveyle kendi evinin salonunda uyuklayan babaannesinin yanında kanepede otururken bu adama transit geçiş yapmak? "Çalışabildin mi abla?" "Çalıştım canım. Hazırım. Senin nasıl gidiyor. Konuşmayı özledim sizinle." "Biz de özledik. İyi benim de. Netlerim yükseliyor." "Çok sevindim. Kopmuyoruz değil mi birbirimizden?" "Bir izletmediniz diziyi, bik bik bik. Gidin kendi odanızda konuşun." Sesi daha da açılan televizyondan dolayı birbirini dip dibe duymak bile zordu. Oğlanların odasına giderek konuşabilirlerdi evet. Geçen yıllarda böyle yaptıkları bir yemek sonrasında kendi hakkında konuşulduğunu ima ederek evi birbirine katan amcası olmasaydı eğer. Yengesi onu durdurmaya çalıştığında o da kocasının hiddetinden nasibini almıştı. Karısına vurmamıştı; ama önünden çekerken sıktığı kollarındaki morluklar iki hafta geçmemişti. Kendisine attığı ilk ve tek tokadı olan o sert vuruştan sonra yüzünün bir tarafı şişen Neslihan o hafta sokağa bile çıkmamıştı ilk defa kendi isteğiyle. Sırf sınıftan, okuldan denk gelen birileri olursa onunla dalga geçmeye meyilli akranlarına malzeme vermemek için. Yengesinin gitmek zorunda olduğu bir okulunun, işinin olmamasına sevinmişti o gürültü patırtının ardından Neslihan. Bu akşam her kelime, her cümle, ona, yaşadığı ve dozu değişerek de olsa yaşamaya devam ettiği saçma sapan olayları hatırlatıyordu. Bir yenisi eklenmişti üstelik bunlara akşam saatlerinde. Neyse ki; gerçek bir soru, durum, aşk, adına her ne diyorlarsa öyle değildi de yarın karşılaşmayacaktı onunla. Kabul etmediğini de öylesine söylemişti zaten. Cevap isteyecek kadar onun peşinden geldiği için. Boş bulunup evet dediği anda başında patlayacak olan konfetileri görür gibi oldu. Evet dediniz ve kaybettiniz. Yüzüne yerleşen tebessümle iyi geceler dileyerek odasına geçmeden kahve fincanlarını da yıkadı. Kızlar uyumuştu çoktan. Ödevlerini kontrol etti. Çalışkan kızlardı. Onlara yardımcı olmayı seviyordu. Kendi pijamalarını giydiğinde dolap kapağının içindeki yarım boy aynaya takıldı gözleri. Uzun zamandan sonra ilk defa yüzüne baktı. Gözlüklerini çıkardığında kendini flu görmesi belki de aynaya bakmaması için işaretti. Yine de gözlerini kısarak bakmak yerine, bu kez çıkardığı gözlüklerini taktı. Öyle baktı. "İlk görüşte aşka inanır mısın?" İnanırdı. Babası annesine öyle aşık olduğunu söylerdi. Kıskanç bakışlar altında bile karısına aşkla bakmaktan çekinmez, yanağına tövbeler, sabırlar eşliğinde öpücükler konduruverirdi. Kendi başına gelmeyecek olması inanmayacağı anlamına gelmezdi. Babası bu evden hepten gidene kadar bu aşka şahit olmuştu. Annesi üç yaş büyüktü babasından. Babaannesi oğluna kart kadın almayı kendine yediremeyip karşı çıksa da en büyük oğlunun, ilk göz ağrısının "Ölürüm, başkasıyla evlenmem, bekar kalırım." demesi üzerine bin bir beğenmez surat takınarak istemeye gitmişti annesini. Evde olmadığı zamanlarda kahkaha atarak anlattırırdı annesine. Onlar varken kahkaha da atılmazdı çünkü. Olur olmadık yerde de atardı Allah korusun, erkekler kötü, yollu kadın derlerdi. Gülen kadına o gözle bakan erkeğin, beynine gitmesi lazım gelen damarların yanlışlıkla çüküne monte edilmiş olduğunu düşünürdü. Aksine kimse ikna edemezdi onu. Kadının her hareketini tecavüz etmeye, zorla ait kılmaya, güzeli çirkin yapmaya çalışan, yetmedi derseniz onları sokak ortasında öldürmeye hak gören erkeklerin babaannesi gibi kadınların doğum yapabilme kabiliyetlerinin getirisi olduğuna şüphesi yoktu. Bu getiri neler neler götürüyordu masum canlardan. Neslihan aynaya yansıyan aksinde, kendisine ilk görüşte aşık olacak, sevgi barındıran gözlerle ona bakacak, bekar kalmayı hatta ölmeyi yeğleyecek bir aşka ölene dek sahip olamayacağını görüyordu. Güzel değildi bugünkü çocuk kadar. Gerçi güzel olması gerekmezdi. Onu, neon ışıklarla yanıp sönen kalbi yerine dış bakım becerilerine rağbet edip sevmelerine ihtiyacı yoktu. Sevilmek isterdi ama. Sevilirse severdi de. Sevmenin kendisi başlı başına organize bir olaydı. Düşünün ki, sizi kalbinizden yakalamış birini garip şekilde, o kimyayla iksir içmiş gibi siz de sevmeye başlayabilirsiniz. Bunun tıpta, tarihte, arkeolojide vb. pek çok bilim dalında açıklaması yoktu. Tek açıklama; katı halde kütle kütle bir aparata konan çikolatanın eriyip şelale misali akmasından geliyordu. Neslihan öyle hissetmek isterdi. Katı bir kalbe sahipti. Yumuşak kalp erkek davetiyesi basardı çünkü. Gelen geçen herkese kilitsiz kapı, ayak yolu yapamazdı kalbini. Öğretilegelen buydu. Kadın kısmı erkek seçmezdi, erkekler tarafından seçilirdi. Galiba durum da, Neslihan harici kadın kısmı için geçerliydi. Yoksa adama gülerlerdi yanlışlıkla birine anlatsa ilk görüşte ona güya aşık olan adamı. Kapattı dolabın kapağını. Bulanık akıl; uykusunu kaçırırsa, sınavında başarılı olamazsa, dersten kalırsa, o ders bursunu etkilerse... Saat on birde yatağına yatıp sabah alarmı altıda çalana dek uykusunda döne döne uyudu. Hızlı bir kahvaltı, okula giden otobüse biniş ve sınava girişi bir buçuk saat sürdü. Kimseyle göz göze gelmese de ona bakan bir çift göz vardı. Okan'ı yine fark etmemişti. Dersin asistanı arkadaşıydı ve onunla sınav yapmak için rica etmişti. En arkaya geçen Neslihan'ın fark edilmemek adına verdiği büyük uğraş güldürdü onu. Özel ilgisi olmasa da kapıdan girdiği andan itibaren başı önünde kızın sorunlu olduğunu düşünecek kadar bile fark ederdi onu. Kağıtları dağıttığında, sesini sınav talimatları için kullandığında onunla ilgilenen gözlerine bakan, Neslihan'ın gözleri olmadı. Ondan başka herkesin gözü üstündeydi. Dikkatini başka türlü çekmeyi denedi. Öndeki kızın adını sordu sessizce. Birebir ilgiye mazhar olan kız kocaman bir gülümsemeyle Fatma dedi. "Neslihan, en öne gelip Fatma'yla yer değiştirir misin?" Adını sormadan bilen, adını ona seslenmek için söyleyen İbrahim Hoca olamazdı. Ses ona ait değildi. "O kimsenin adını öğrenmeye zahmet etmezmiş ki. Bu ne şimdi?" diye mırıldandı kendi kendine. "Bir şey mi dedin Neslihan, yüzüme bak." Başını, sağa sola, sağa sola yerine sıkışmış mantar bir tıpa gibi yavaşça çevirerek kaldıran Neslihan, sesten önce, karşısında beliren, ona dönen meraklı birkaç çift gözle bakıştı bir süre. Fatma denen kız asık suratla başında dikilmeye başlamıştı bile. Çantasını, sırasındaki kalemlerini, adını çoktan yazdığı sınav kağıdını alarak boynunu düzleştirdiğinde yatakta dönmelerinin sebebi kişi karşısındaydı. "Bir şey mi yaptım ben?" "Hayır. En önde oturmanı tercih ediyorum." Ağır ağır ilerlemesi, yerine oturması bitmeyecek gibiydi. Nihayet oturup başını yine önündeki kağıda eğince yere çömeldi. "Selam, nerede kalmıştık?" "Hatırladığım yarım kalan bir şey yok." "Beni yarım bıraktın ya." İbrahim Hoca sınavı başlatıp tüm birinci sınıflara başarılar dilediğinde Neslihan bir süre bakıştı kağıtla. Ne demekti onu yarım bırakmak? Sol elindeki kalem hareket etmiyordu. Gözleri sorulara aşinalık sezse de beyninin içinden bilmesi, ağzının içinden konuşmasıyla aynı etkide olacaktı. Başarısızlık... Bildiğini göstermesi içindi bu sınav. Bir an önce kağıda dökmeliydi dün tüm akşam bilmek için çalıştıklarını. Öğrenmişti de, biliyordu. "İlk boşluk, tRna." Gözlerini yumdu sımsıkı. Beyninde çözünen ve göz kapaklarının ardına üşüşen bilgileri sakinlikle benimsedi, yine gözlerini açtığında kalemini de hareket ettirmeye başladı. Yazdı, doldurdu, çizdi, açıkladı. Tüm soruları zamandan bağımsız olarak, süre sıkıntısı çekmeyeceğinden emin şekilde cevapladı. İlk boşluğu es geçti. Kopyaya ihtiyacı yoktu. Kağıdını sınav bitimine on dakika kala İbrahim Hoca'ya teslim ederek sınıftan çıktı hızlı adımlarla. İbrahim, Okan'ın ilgisini çeken Neslihan'ın neden onun ilgisini çektiğini anlamlandıramadı. Bir süre arkasından bakıldığını bilmeyen Neslihan ise binadan çıkmak üzere koşuyordu adeta. İbo vakit kaybetmeden, daha kapısı kapanmadan, kızın peşinden sınıftan ayrılan Okan'ın arkasından bakakaldı. Okan ve bu kıza anlamsız ilgisine sınav sonrası kafa yorardı. "Neslihan bekler misin?" Beklerdi. Adımları önce yavaşladı, sonra durdu. Kalp atışı da öyle. Ne diye peşinden gelmişti yine? "Benden ne istiyorsunuz?" "Seni tanımak istiyorum. Dün de söyledim." "Dün çıkma teklif ettiniz. Tekliften sonra tanımak istemeniz manidar." "Aşık oldum sana." "Benim neyime aşık oldunuz ki siz?" "Bunu merak ediyorum Neslihan ben de. Sende benim sana böylesine aşık olabileceğim ne var? Bu arada ben Okan Sırakaya." Kıza göre dünden beri ilk kez doğru bir söz çıkmıştı adamın ağzından? Bu ilgiyi neye borçluydu o? Borçlu falan değildi. Ne alakası vardı? Kendisine yapılan zorbalığa izin vermeyecekti. Lise ikide tarih olmuştu o durum. Zorbalık yapılabilirdi, engel olmazdı, duvarlarını geçip onu üzemezdi artık. Uzattığı elini, mümkün olsa pudralı beyaz eldivenle sıkacakmış da; ama yanına almayı unuttuğundan bugün boş geçecekmiş gibi izlemesi Okan için sevimliydi. Sessizliği iyiydi ona kalırsa. Ona cevap vermiyorsa düşünüyor, eğer düşünüyorsa da karar vermeye çalışıyor demekti. Okan eli ileride bekledi durdu. Konuştuğunda karar verdiği şeyden hoşlanmadı. "Adımı nereden biliyorsunuz? Kim ne diye gönderdi sizi?" "Ben siz değilim Neslihan. Önce bu konuda anlaşalım mı? İbrahim'den öğrendim adını. Arkadaşım olur." İbrahim Hoca onun adını biliyorsa eğer, Neslihan şu dakika istifa ederdi öğrencilikten. İbrahim şimdi biliyor olabilirdi, Okan ona öğrettiği için. "Benimle, gerçek fanilerin yaşadığı dünyada, ölümlü insanlar gibi doğru konuşmaya karar verdiğinde, o elini sıkarım belki." Dönüp geldiği hızda ilerlemeye devam etti. O ana kadar açık olan saçlarını montunun şapkasının içine hapsetti. Okan pes eden biri değildi. İddia söz konusu olduğunda can, kan, ter, göz yaşı, tüm birliklerini, tüm bildiklerini seferber eder yine de kazanırdı. Yıllar içinde kaybettiği iddia sayısı sınırlıydı. İlk kez Erkan'la en uzağa tükürme iddiasına tutuşmuştu ve o ilk andan sonra, zamanla aralarına katılan diğerleriyle ritüel haline gelmişti. Önceleri eğlence için olsa da, şimdi artık hem iddia konuları zorlu hem karşılığı fazla hem de hırs yapma dozu sıradışıydı. Peşinden koşup mesafeyi aralamış olan kızın kolunu tuttu. Vazgeçmek yoktu. Doğruları duymaya herkesin hakkı vardı. "Tamam. Dur ve dinle lütfen. Sen kazandın Neslihan. Arkadaşlarımla iddiaya girdim. Seni çıkmaya ikna etmek zorundayım. Bana bir iyilik yapamaz mısın?" Doğruları duymayı Neslihan kendi tercih etmişti. Ona, büyüklerle geçen çocukluğu boyunca, yaşadığı farklı tecrübeler sonucunda, çoğu zaman mantıklı gelmeyen doğrular, şimdi mantık suyuna batırılmış gibi parıl parıl parlayarak mantık kokuyordu. Elbette iddia söz konusuydu. Diğer türlü bu Okan'ın Neslihan'la ne işi olurdu?  Hem de ilk görüşte aşk. Peh!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD