ON ALTINCI BÖLÜM

4070 Words
Meleğin ve diğerlerinin o adamların ellerinden kurtuluşunun üzerinden tam üç hafta geçmişti. Melek ve Necla Hanım, bir hafta önce hastaneden taburcu olmuş villaya getirilmişlerdi. Ilgaz, kendi odalarında Meleğin yanında uzanmış saçlarını okşuyordu. Karısı yanındaydı artık. Ilgaz'ın nefes alma sebebi yanındaydı. Eğilip kadınının alnından öptü. "Meleğim benim. Güzel karım. Yüzündeki morlukları gördükçe inan dünyayı yakıp yıkmak istiyorum. Taş üstünde taş kalmasın istiyorum. Seni koruyamadığım için en çokta kendimi cezalandırmak istiyorum. O adamları öldürmeliydim aslında. Sen engel olmasaydın öldürecektim onları. Sana dokunan sana vuran o elleri tek tek kırmak istiyordum." "O zaman böyle el ele göz göze olabilir miydik Ilgaz? Sen şimdi cinayetten hapse girmiş olurdun. Ben senden ayrı nasıl yaşardım?" "O eski evde seni ve ailemi kurtarmak için çabalarken senin bana seslendiğini duydum Meleğim. Boğuk sesini duyunca ne olursa olsun dedim ve her şeyi göze aldım. O saatten sonra polisleri bile dinlemedim kendimi evin kapısında buldum. Kapıyı nasıl açtım içeriye nasıl girdim inan hatırlamıyorum. Öfke gözümü kör etmişti. Seni o halde gördüğümde ise dünya başıma yıkıldı. Delirdim Meleğim delirdim. Adamların üstüne nasıl atladım farkında değilim. Orada ya ben ölecektim ya da onlar. O derece kaybettim kendimi. Ne yaptığımı şuan kendim bile hatırlamıyorum. Polisler adamı elimden zor aldı. Onları da zor durumda bıraktım biliyorum. Yapacağım bir şey yoktu. Sen beni çağırdıktan sonra orada bekleyemezdim. Ayrıca Türk polisinin gücünü bir kez daha gördüm Meleğim. Benim arkamdan hiç beklemeden hepsi eve girdi. Adamlar hiç bir şey yapamadılar. Teslim olmak zorunda kaldılar. Çok şükür polislerin burnu bile kanamadı. Eğer birine bir şey olsaydı kendimi asla affetmezdim." "Neyse Ilgaz, bunları düşünme hayatım. Şu an senin yanındayım ya başka ne isterim?" "Çok şükür Meleğim çok şükür. Çok şükür şu an benim yanımdasın. Bu arada Melek Hanım, sana çok önemli bir uyarım var. Bu konuda da çok ciddiyim kadın. İyi dinle beni. Bir daha böyle şeyler kesinlikle yapmayacaksın Melek. Bir daha hiç kimse için kendini tehlikeye atmayacaksın" "Ebru, hiç kimse değil Ilgaz. O senin kardeşin. Senin kardeşin benimde kardeşim sayılır." "Meleğim, biliyorum bunu. Ebru, benim kardeşim canım. Yine de bunu yapmayacaksın. Sen beni beklemeliydin. Kendini tehlikeye atmamalıydın. Bu olayda en çok zararı sen gördün. Adamlar sana zarar verdiler. O eski eve girip seni o halde görünce çıldırdım. Yüzünün gözünün halini görünce kalbim sıkıştı. Oracıkta acımdan ölecektim. Ben senin saçının telini öpmeye kıyamazken adamlar sana vurmuşlardı. Polis memurunun elindeki silahı nasıl aldım bilmiyorum. Onların hepsini oracıkta öldürecektim. Sen engel olmasaydın inan bana tek tek öldürecektim hepsini." "Bunları düşünme be adam. Yeter artık. Şimdi senin yanındayım. Kollarındayım, yuvamdayım bak. Ben o eski evde öleceğim. Seni bir daha göremeyeceğim diyerek çok korkmuştum. Şimdi buradayım çok şükür. Yaşadıklarımı düşünmek istemiyorum artık. Şuan sadece senin kokunu,senin sıcaklığını hissetmek istiyorum." "Bende Meleğim. Bende güzel karım. Seni kaybedeceğim diye o kadar çok korktum ki. Seni buluncaya kadar kalbim atmayı bıraktı. Yaşamayı bıraktım ben. Nefes alamaz oldum. Seni bu kadar kısa zaman içinde nasıl bu kadar sevdim? Nasıl bu kadar kalbime, ruhuma işledin bilmiyorum. Seni seviyorum Meleğim. Seni o kadar çok seviyorum ki, anlatmaya kelimeler yetmez" Nejla Hanım. O eski evde kurtulmaktan ümidi kesmiş bir halde otururken.Meleğin Ilgaz'a seslendiğini duymuştu.Bakışlarını gelinine çevirdi hemen. Oğlunun kıymetlisi. Evinin neşesi güzel gelini perişan halde yerde yatıyordu. Acıyla gözlerini kapattı kadın. Çok geçmeden eski evin kapısı kırılarak açıldı. İçeri Ilgaz'ın girdiğini gören kadın oğluna doğrultulan silahları görünce oracıkta yığılıp kaldı.Sonra da gözlerini hastanede açtı. Her şey çok tan olup bitmişti. Oğluda kocası da çok iyiydi şükür. Kızı ve gelini de kurtulmuştu. Başka ne istedi kadın? Bütün ailesi sağ salim yanındaydı artık. Kenan Bey, Nacla Hanım'a gözü gibi bakmıştı.Hastanede kaldığı günlerde karısıyla kendi ilgilenmişti sadece. Bütün ihtiyaçlarını kendisi elleriyle görmüştü. Kenan Bey'i mutlu eden olaylardan biride Diyar'ın gelip ondan özür dilemesiydi. Diyar, gerçekleri öğrenmişti babasından. Yıllarca Kenan Bey'den nefret etmesine sebep olduğu için babasına çok kızmıştı. Kenan Bey, Diyar'a babasından nefret etmemesini söylemişti. Babasının gerçeği çok geç öğrendiğini. Söylemesine de kendisinin izin vermediğini söylemişti. Kenan Bey, Diyar'ı kendi çocuğu gibi gördüğünü, hiç bir zaman çocuklarından ayırmadığını söylemişti. Bu sözler Diyar'ı çok sevindirmişti. İçinde umut çiçekleri açtırmıştı. Kenan Bey'in yanından ayrıldıktan sonra gittiği odasında Ebruyu kurtardığı gün tekrar gözünde canlanmıştı. Ebru'nun ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerini görünce delirmişti Diyar. O dakikadan sonra gözü dönmüştü genç adamın. Kutay, denilen serseriyi öldüresiye dövmüştü. Polisler yetişmeseydi şuan katil bile olmuştu. Polisler Kutay'ı götürdükten sonra Diyar, Ebru'ya bir süre bakmıştı. Çünkü Ebru'nun ne tepki vereceğini bilmiyordu. Ebru, bugüne kadar hep kaçmıştı genç adamdan. Bu yüzden gidip sarılamıyordu sevdasına. Kızın gözlerinden akan yaşlar Diyar'ın kalbine akıyordu. Oracıkta donup kalmıştı hareket etmiyordu. Uzanıp sevdiğinin gözyaşlarını bile silemiyordu. O sırada hiç beklemediği bir şey oldu. Ebru, hızla gelip Diyar'ın kollarına attı kendini. Sonra da adama sıkıca sarıldı. Diyar, böyle bir şey beklemediği için önce afalladı. Kolları aşağıya sarkmış halde kalakaldı. Hayatının en güzel dakikasını yaşadığını bir süre sonra anladı. Daha fazla beklemeden oda sarıldı sevdasına. Saçlarını kokladı öptü defalarca. Burnunu kızın boynuna sokup güzel kokusunu içine çekti. Diyar, şuan rüyadaydı sanki. Gördüğü en güzel rüyalardan birinin içinde gibiydi. Ta çocuk yaşlarda âşık olmuştu Ebru'ya. Ta çocuk yaşlarda düşmüştü aşk ateşi kalbine. Ebru, kalbine öyle bir girmişti ki. Başka hiç kimseyi almamıştı oraya. Ebru onu istemese bile, o hep Ebru'nun aşkıyla yanmıştı. "Ebrum" dedi içinde büyüttüğü hasretle. "Kalbimin sahibi kır çiçeğim. İyisin değil mi? Sana bir şey yapmadılar değil mi?" dedi kızın her yerini kontrol ederek. Ebru, Diyar'ın yüzünü ellerinin arasına alarak, "İyiyim Diyar. İyiyim. Artık iyiyim sakin ol lütfen. Şimdi sen varsın yanımda. Artık ben çok daha iyiyim." "İyi ol Ebrum. Lütfen sen hep iyi ol. Senin gözünden akan her damlaya ölürüm ben." "Böyle söyleme lütfen. Biz ölmeyelim Diyar. Ölmeyelim be adam. Beraber yaşayalım. Beraber yaşlanalım. Ben sana hasretim yıllardır. Yanımdayken bile hasrettim. Senden hep kaçtım. Uzak durmaya çalıştım. Ama olmuyor Diyar. Artık sensiz yapamıyorum. Eğer sende hala beni seviyorsan..." "Ölüyorum be Ebrum. Sevmek yetersiz bir sözcük. Ben senin aşkından ölüyorum. Seni istememek mümkün mü? Sensiz yaşamak mümkün mü güzelim? Ben sensiz zaten yaşamıyordum ki. Sen artık tamamen benimsin. Kalbimin tek sahibisin. Seni seviyorum birtanem. Seni çok seviyorum." Saruhan, Derman la çıktığı yolda ne yapacağını bilemez bir şekilde ilerliyordu. Bir insanı öldürmek zannettiği kadar kolay değildi. Her şeyden önce Saruhan, bir katil değildi. Gözünü bile kırpmadan adam vuran bir adamın oğlu olsa da. Saruhan, asla bir katil olamazdı. Yolda son hızla ilerlerken birden arabayı durdurdu. "İn arabadan" dedi Derman'a. Derman, Saruhan'ın birden böyle bir karar vermesine şaşırsa da bir şey söylemeden hemen arabadan indi. Saruhan, arabayı çalıştırmadan önce Derman'a tekrar baktı. "Ben katil değilim. Bir katilin oğlu olsam da. Ben katil değilim" dedi ve gaza basarak oradan uzaklaştı. Bir süre sonra Cüneyt, arkasından da polisler geldi Derman'ın yanına. Derman, Cüneyt'in arabasına binerek polis karakoluna gitti. Cüneyt, Ilgaz'ın ve polislerin amcasını ve yengesini kurtardığını öğrenmişti. Bu yüzden doğruca polis merkezine doğru yola çıktılar. Karakolda ifadesini veren Derman, ifadesinde Saruhan'ın adını söylememişti. Onun babası yüzünden yaşadıklarının yeterli olduğunu düşünüyordu adam. Saruhan'ın birde hapislere düşmesini istemedi. İfadesini verdikten sonra Diyar'la da hiçte kolay olmayan bir konuşma yapmıştı. O konuşmadan sonra Diyar, babasına çok kızmış ve öfkeyle yanından ayrılmıştı. O günden sonra da Diyar, babasıyla konuşmamıştı. Ta ki Kenan Bey'le yaptığı konuşmaya kadar. Bu arada da Meleğin başına gelenleri duyan babası çıldırmıştı. Babası zaten ta başından karşıydı bu evliliğe. Ama Ilgaz'ın iyi niyeti kızına olan düşkünlüğü adamı ikna etmişti. Böyle bir şey olacağı adamın aklından bile geçmemişti. Kızını hastanede perişan halde görünce aklı başından gitmişti. Ilgaz'la evlenmesine izin vererek hatamı yapmıştı yine? Meleğinin yüzü neden bir türlü gülmüyordu? Ilgaz ve ailesinin öyle adamlarla ne işi olabilirdi? Nasıl bir aileye vermişti kızını? Ünal Bey, kızının başına gelenler yüzünden Ilgaz'a çok kızmıştı. Hastaneden çıktıktan sonra kızını kendi evlerine götürmek istemişti. Meleğin Ilgaz'a çok kızan babasına söyledikleri adamı bir nebze olsun sakinleştirmişti. Kerem, Perçem'in evine geldiğinden bu tarafa kızı aklından çıkaramıyordu. Babası İstanbul'a gittiği halde Kerem, henüz Adana'dan ayrılmamıştı. Genç adam ilk defa kin nefret, intikam duygusundan başka bir şeyler hissetmeye başlamıştı. Hayatında ilk defa kalbine başka bir duygu girmeye başlamıştı. Kızın konuşmaları Kerem'e kafa tutması ona bağırması bile etkilemişti adamı. O simsiyah saçlarını savurması bile hala gözünün önündeydi. Kerem, o günden sonra yaşadığı hayatı sorgulamaya başlamıştı. Babasıyla beraber o güne kadar tek bir amaçları vardı. Ilgaz ve amcasından kurtulmak. Aile şirketlerini kendileri yönetmek istiyorlardı hep. Kerem'e Ilgaz'ın hiç bir zararı olmamıştı oysa ki. Amcası da kendi çocuklarıyla bir tutmuştu onları. En iyi okullarda okumaları için elinden geleni yapmıştı oysa ki. Düşündükçe yaptıkları hataların daha çok farkına varıyordu. İşin aslı dedesi bütün servetin yönetimini amcasına bırakmakla çok iyi yapmıştı. Çünkü Kerem'in babasında büyük bir serveti yönetecek kapasite yoktu. Bu yüzden Kazım Bey, hep bir yenilmişlik duygusu yaşıyordu. Bu yüzden çocuklarını da bu nefreti aşılıyordu. Cüneyt, asla babasını dinlememişti. Hep amcası ve Ilgaz'ın yanında olmuştu. Kerem, Cüneyt'e bu yüzden çok kızmıştı zamanında. Günlerdir düşüncelerin içinde kaybolan genç adam. Artık amcası ve Ilgaz'dan nefret ettiğinden de emin değildi. İnanmadığı dalga geçtiği duygular onu esir almaya başlamıştı. Perçem i gördükten sonra başka bir hayat hayal etmeye başlamıştı. Perçem, o gün Kerem'i gördükten sonra babasının yanına gelmiş ona da ağzına geleni saydırmıştı. Kızının haberi olmadan onu Kerem'e vermiş ve yine onun haberi olmadan nişanı bozmuştu babası. Perçem, Kerem'in kendisi hakkında söylediklerini babasının çalışanlarından duymuştu. Çalışanlar kendi aralarında Perçem i konuşup dalga geçiyorlardı. Kerem'in, "Senin kızın üstüme bir yüktü" sözü Perçem'e çok koymuştu. Perçem'in bu nişandan haberi bile yoktu oysaki. Perçem, kimseye yük olacak bir kız değildi. Onun peşinde koşan adamların sayısını kendi bile bilmiyordu. Kerem, denilen adam kim oluyordu da kıza böyle bir yakıştırma yapıyordu? Perçem, bu yüzden gitmişti Kerem'den hesap sormaya. Gitmişti gitmesine. Hesabıda sormuştu ama gel görki o gün bu gündür Kerem'i aklından çıkaramıyordu. Gece gündüz aklında yalnızca Kerem Güçlüoğlu vardı. Şimdiye kadar hiç bir erkeği ne aklına nede kalbine sokmayan kız. Kerem'i gördüğünden beri bambaşka biri olmuştu. Perçem, Kerem'i göreli iki hafta olmasına rağmen, bir dakika bile aklından çıkmaması üzerine bir karar verdi. Bu kararını da babasına söylemek için hemen şirketin yolunu tuttu. Kendi kullandığı arabasıyla son hız geldiği şirkette doğruca babasının odasına yöneldi. Tam babasının odasının kapısına gelmişti ki odanın kapısı sert bir şekilde açıldı. Kapı açılır açılmazda kızın karşısına Kerem, çıktı. Kerem'in kucağına düşmekten son anda kurtulan Perçem, öfkeyle baktı genç adama. Kerem'de karşısında Perçem i görünce ne yapacağını bilemedi. Perçem'in kokusu doldu bir anda burnuna. Ateş gibi bakan buğulu gözleri adamın ta kalbine işledi. Kız şuan o kadar yakındı ki Perçem. Elini uzatsa tutuverecekti. Birden kızın o gün söyledikleri geldi aklına. Küçük cadı o gün Kerem'e çok laflar saydırmıştı. Kerem, kıza öfkeyle bakarak, "Yine mi sen" dedi. Perçem, Kerem'in ona öfkeli bakan gözlerine aldırmadan. "Çekil önümden Kerem" dedi. "Vay Kerem ha? Kız küçük cadı. Hangi ara sen bana adımla hitap eder oldun?" Perçem, Kerem'den biraz uzaklaşarak, "Adın Kerem değil mi? Yoksa öküz dememi mi istersin?" "Kızım var ya seni." "Evet beni. Hadi söylesene korkak herif. Ne yaparmışsın, söyle de öğrenelim" Kerem, kıza yaklaşarak," Görürsün yakında" dedi ve oradan uzaklaştı. Perçem de Kerem'in ardından bakarak, "Görüşeceğiz Kerem efendi. Yakında görüşeceğiz" dedi. Kerem, gittikten sonra hemen babasının yanına girdi. Babası az önce Kerem'le yaşadığı tartışmadan sonra birde kızını görünce iyice sinirlendi. "Senin ne işin var burada?" dedi Perçem'e bakarak. "Ne o Osman Ağa, kızını gördüğüne sevinmedin mi?" dedi Perçem koltuğa oturup. "Ne istiyorsan çabuk söyle. Zaten canım burnumda. Kerem, denilen zibidi bütün sinirimi alt üst etti" "Ne söyledi de bu kadar sinirlendin anlamadım." "Senin le tekrar nişanlanmak istiyormuş Kerem Efendi. Hem babasıyla beraber her şeyi batırdı. Hem benden kızımı tekrar istiyor." "Sen ne söyledin baba?" "Ne söyleyeceğim? Tabi ki olmaz dedim. Hatta onu buradan kovdum." "Ben kabul ediyorum baba. Kerem'e söyle onunla nişanlanmayı kabul ediyorum" "Sen çıldırdın mı Perçem? Sana o kadar laf söyledi. Benim işimi batırdı. Ben öyle bir adama kız vermem." "Beni daha önce ona vermiştin baba. Bana fikrimi bile sormamıştın. Şimdi de ben sana söylüyorum. Kerem Güçlüoğlu'na söyle. Onunla nişanlanmayı kabul ediyorum. Yalnız tek bir şartım var. Onu ben söyleyeceğim kendisine. Eğer cesareti varsa çıksın karşıma.İki ay önce yaşanan kötü olayların üstüne bir sünger çekilmişti artık. Her şey yoluna girmeye başlamıştı. Ilgaz, Şirkette işine devam ediyordu. Babası Ilgaz'a daha çok yetki vermişti. Ayrıca Cüneyt'in de şirkette yetkileri artmıştı. İkisi de yönetici pozisyonundaydı artık. Kenan Bey, ikisine de çok güveniyordu. Ilgaz ve Cüneyt, tecrübe kazandıktan sonra işleri tamamen onlara bırakmayı düşünüyordu. Melek, ise villada gün boyu oturmaktan canı sıkıldığı için bir şeyler yapmak istiyordu. Okulu bırakıp babasına destek olmak için çalışmaya başlamadan önce tek bir hayali vardı. O hayalini gerçekleştirmeyi çok istiyordu. Hayatında yapmak istediği tek işi yapmak, hayalini gerçekleştirmek istiyordu. Melek, ta çocuk yaşlardan beri kıyafet tasarlamayı çok seviyordu. Çocukken bulduğu her kâğıt parçasına değişik kıyafetler çizer, çizdiklerini köşe bucak saklardı. Bir gün gerçekten bir modacı olmayı düşlüyordu. Kendi tasarladığı kıyafetleri hazırlamak içinde bir atölye açmak istiyordu. Bu isteğini  Ilgaz'a söylemeye çekiniyordu. Ilgaz'ın vereceği tepkiden korkuyordu. Melek, bu hayalini gerçekleştirmek için hiç fırsat bulamamıştı. Hayatı ailesini geçindirmek için mücadeleyle geçmişti hep. Babasının tek başına ailenin yükünü taşımasına izin vermemişti. Melek, kıyafet tasarlamayı çok istiyordu ama Ilgaz'ın ne tepki vereceğini bilmediği için ona nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Günler su gibi akıp giderken Ilgaz'ın mutluluğuna diyecek yoktu. Genç adam her günün akşamını iple çekiyordu. Karısına kavuşacağı saatlerin çabuk gelmesini istiyordu. Akşam saatleri gelinceye kadar defalarca Meleği arıyor sesini duyuyordu. Onu o kadar çok seviyordu ki bazen sevgisini büyüklüğünden kendi bile korkuyordu. Güzel karısını kaybedeceği korkusu sarıyordu içini. O zaman ta kemiklerine kadar ulaşan bir acı sarıyordu adamı. Melek, onun için vazgeçilmez bir rüyaydı. Hayatına giren en güzel hediye, kabul olmuş en büyük duaydı. Bu yüzden bazen mutluluğundan sevgisinden korkuyordu. Diyar, her fırsatta Ebru'yu görmek için fırsat kolluyordu. Görüştüklerini Kenan Bey'in öğrenip onları ayıracağından da çok korkuyordu. Yıllarca Kenan Bey'e düşmanlık besledikten sonra kızınızı seviyorum. Onunla evlenmek istiyorum demeye cesaret edemiyordu. Ebru, ise Diyar'ın  cesaretinin geleceği ve babasıyla konuşacağı günü bekliyordu. Artık ne olursa olsun Diyar’dan ayrılmayı düşünmüyordu. Ebru, Diyar, bugün istesin onunla bugün evlenmeye hazırdı. Diyar, Ebru'yla evlenmeyi deli gibi istiyordu tabi ki. Tek hayali  Ebru'yla bir hayat kurmaktı zaten. Ebru'yu da alarak Adana'ya dönmeyi çok istiyordu. İstanbul, Diyar'a göre bir yer değildi. Bunu Ebru ya da söylemişti. Ebru'da sevmemişti İstanbul'u. İstanbul, kıza hep kötü şeyler hatırlatıyordu. Abisinin hastalığını. Diyar'ın onu bırakmasını. Kutay'ın onu ve ailesini kaçırmasını. Bu yüzden Diyar'ın yanında olması şartıyla Adana'da yaşamak istiyordu. Derman, ise Kenan Bey'den Ebru'yu çok tan istemişti zaten. Bundan ne Ebru'nun ne de Diyar'ın haberi yoktu. Kenan Bey, "Diyar’dan daha iyi damat mı bulacağım Derman. Tabi ki evlenmelerine izin vereceğim. Yalnız bunu Diyar'ın da ağzından duymak istiyorum. Kızımı ne kadar seviyor. Ne kadar değer veriyor görmek istiyorum. Eğer gelip benimle konuşursa istediğiniz zaman gelip kızımı isteyebilirsiniz" demişti. Derman, bunu oğluna söylememişti. Oğlu kendi gidip söylemeliydi Kenan Bey'e. Babasına ihtiyaç duymadan kendi yapmalıydı bunu. Kenan Bey'in Diyar'a ne kadar düşkün olduğunu anlamıştı Derman. Zaten kendi çocuklarından da hiç ayırmamıştı. Diyar'ın bütün eğitimini Kenan Bey, üstlenmişti. Diyar'ın bugünlere gelmesinde Kenan Bey'in katkısı çok olmuştu. Diyar, asi bir çocuk olmuştu hep. Çocukluğundan bu tarafa hep öfkeli bir genç olmuştu. Birçok kötü olaylardan babası ve Kenan Bey, sayesinde kurtulmuştu. Diyar, Ebru'ya âşık olduğunu fark ettikten sonra Kenan Bey'e öfkesi daha da katlanmıştı. O zamanlar hem kendine hem Kenan Bey'e daha çok düşman olmuştu. Annesinin ölümüne neden olan adamın kızına âşık olduğu için kendini çok suçlamıştı. O günler aklına gelince çok utanıyordu genç adam. Kenan Bey'e öfkesi yüzünden Ebru’dan uzak durmaya çalışmıştı hep. Sonra daha fazla dayanamamıştı kızın  aşkına. Ona sevdiğini söylediği zaman da Ebru, onu istememişti. Ona tepeden bakmış küçümsemişti. Aslında Diyar'a öyle hissettirmeye çalışmıştı sadece. Diyar'da biliyordu Ebru'nun aşkını. Kızı hep kendisine bakarken yakalardı. Diyar, ona baktığı zaman ise hemen başını çevirir, genç adamı görmezden gelirdi. Şimdi geldikleri duruma bakınca şükrediyordu genç adam. Artık çekinmeden Ebru'yu görebiliyordu. Ona sevdiğini söyleyebiliyordu. Ona sarılıp kokusunu içine çekebiliyordu. Diyar’a bunlar yetmiyordu tabi. Artık sevdiği kız hep yanında olsun. Diyar'ın yâri Diyar'ın kadını olsun istiyordu. Bunun yolunun da Kenan Bey'le konuşmaktan grçtiğini biliyordu. Bu konuşmayı kısa zamanda mutlaka yapacaktı. Ebru'nun karısı olması için ne gerekirse yapacaktı. Melek, akşam saatleri yaklaşırken hemen odasına gitti. Ilgaz'ın ona yeni aldığı bordo elbiseyi giydi. Saçını düzleştirip makyajını yaptı. Ilgaz'a çok güzel görünmek istiyordu. Kocası onu daha çok beğensin istiyordu. Bu yüzden dakikalarca aynanın karşısında hazırlandı. Bugün yemeği de odalarında yemek istiyordu. Villada bu gece kimseler yoktu. Bu yüzden yemek masasını kendi odalarına hazırladı. Bu gece kocasıyla baş başa yemek istiyordu. Bütün hazırlıkları bitirdiği sırada Ilgaz, arabasının sesini duydu. Hemen odasından çıkıp merdivenlere koştu. Ilgaz, kapının ziline basmadan yetişip kapıyı açtı. Sonra da adamın kollarına attı kendini. Ilgaz, aniden gelen bu sarılmayla neredeyse yere düşecekti. "Meleğim benim. Çok mu özledin kocanı" dedi kendini düşmemek için zorlayarak. "Çok özledim tabiki. Sen beni özlemedin galiba" dedi sitem eden ses tonuyla. "Seni özlememek mümkün mü kadın. Eve döneceğim saatleri iple çekiyorum. Senin kokun burnumda tütüyor. Ölüyorum kadınım. Senin aşkından ölüyorum." Melek, Ilgaz'dan ayrıldıktan sonra koluna girerek içeri girdiler. Evde kimsenin olmadığını gören Ilgaz. Meleğin onu yönlendirmesiyle merdivenlere yürüdü. Melek, kocasının kolunu bırakmadan odalarına geldiler. Ilgaz, Meleğin üzerindeki kıyafeti yaptığı makyajı fark etmişti ama odalarına gelinceye kadar hiç bir şey söylememişti. Odaya girince hemen karısını tutup kapıya yasladı. "Sen benim için mi süslendin sultanım" dedi Meleğin boynundan öperek. "Ya kimin için olacak Ilgaz Ağa? Tabi ki senin için. Beğendi mi? Güzel olmuş muyum?" "Muhteşem olmuşsun güzel karım. O kadar güzel olmuşsun ki gözlerim kamaştı. Senin güzelliğin aklımı başımdan alıyor inan. Hayatımda gördüğüm en güzel kadınsın." "Ben de fark etmediğini düşünmüştüm" "Seni nasıl fark etmem Meleğim? Aklımda kalbimde senden başka kimse yok ki. Aldığım nefesim bile senin. Seni seviyorum kadınım. Seni çok seviyorum." diyerek kızın dudaklarına yapıştı. Meleğinin dudaklarında nefeslendi dakikalarca. Öpmeye koklamaya doyamadığı kadınını okşadı elleri. Kalbi Meleğin aşkıyla dolup taştı. Melek, hayatının en güzel armağanıydı. Ilgaz'ın yaşama sebebiydi. Dakikalar sonra Melek, zar zor Ilgaz'ın kollarından çıktı. Kocasının üzerindeki ceketi aldıktan sonra banyoya ellerini yıkamaya gönderdi. Bu arada oda masadaki son eksikleri tamamladı. Ilgaz, gelmeden masadaki mumları yaktı. Ilgaz, geldiğinde ise iki âşık yemeğe oturdu. Ilgaz, karısının güzelliğini izlemekten yemeği düşünemiyordu bile. Meleğin dudaklarının her hareketi adamın kanını kaynatıyor kadını öpmemek için kendini zor tutuyordu. "Meleğim bir daha bu renk ruj sürme sakın. Eğer bir daha sürersen. Senin o dudaklarını var ya" "Ne olmuş Ilgaz ağam? Dudaklarımın güzel olması benim suçum mu?" "Senin suçun Melek Hanım. Senin suçun ve şimdi cezanı çekeceksin" diyerek masadan kalktı. Sonra da Meleği kucağına alarak yatak odasına yöneldi. "Ilgaz, bıraksana beni be adam. Kudurdun mu bir rahat dur. Yemeğini bile yemedin" dedi Ilgaz'ın kucağından kurtulmaya çalışarak. "Aynen Meleğim kudurdum. Beni sen kudurttun. Şimdi kocanı doyuracaksın" diyerek kızın dudaklarına kapandı. Cüneyt, aylar önce Meyra'yı düşünmemeye karar vermişti aslında. Ama hiç bir şey planladığı gibi gitmemişti. Meyra, genç adamın aklından bir türlü çıkmıyordu. Gece gündüz aklında sadece Meyra ve onun güzel gözleri vardı. Ailesi yüzünden ondan uzak durmak istemişti. Babası ve abisinin ona zarar vereceğinden korkuyordu. Meyra'nın üniversiteyi başka bir şehirde okuyacağını düşünerek rahatlamaya çalışmıştı hep. Bu sayede kızı görmeyeceğini ve onu daha çabuk unutacağını düşünüyordu. Ama buda olmamıştı. Meyra, İstanbul'da bir üniversitede okuyacaktı. Cüneyt, bunun kader olduğunu düşünüyordu artık. Meyra'dan uzak durmaya çalışmakta  boşunaydı. Cüneyt, kendisiyle uzun süre mücadele ettikten sonra Meyra'nın okulunu sık sık ziyaret etmeye başlamıştı. Her gün üniversitenin yakınlarına geliyor, kızı uzaktan da olsa  görmeye çalışıyordu. Dünya güzeli bir kızdı Meyra. Su gibi duru tertemizdi. Cüneyt'in aklını başından alacak kadar tehlikeliydi. Cüneyt, kendi duygularından emindi artık ama Meyra'nın kendisini kabul etmeyeceğinden korkuyordu. Başka birine âşık olup Cüneyt in yüzüne bile bakmayacağından korkuyordu. Kızın etrafında  dolanan akbabaları her gördüğünde deli gibi kıskanıyordu. Meyra'yı kaybedeceğini düşünüyor içi içine sığmıyordu. Cüneyt, şimdilik ne yapacağını bilmiyordu. Meyra'ya nasıl yaklaşacağını, aşkını nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. Kıza aylarca hep uzak davranmıştı genç adam. Bazen kızın kalbini kırdığı bile olmuştu. Kendinden uzak tutmak için çok çaba harcamıştı. Şimdi ise onu kaybetme korkusu adamın nefesini kesiyordu. Bugün  yine şirketten erken çıkıp okula gelmişti. Meyra'nın çıkış saatini bekliyordu saatlerdir. Kızı bir kez görüp gidecekti evine. Cüneyt, için artık rutin olmuştu bu durum. Meyra'yı görmediği zaman gözüne uyku girmiyordu bir türlü. Cüneyt, gözü kapıda beklerken bütün güzelliğiyle Meyra, çıktı dışarı. Cüneyt, gözünü bir saniye bile kırpmadan bakıyordu küçük sevgilisine. O sıra da arkasından gelen genç bir adam Meyra'nın omzuna kolunu atarak kızla konuşmaya başladı. Meyra, adamın hareketinden afallamış ondan kurtulmaya çalışıyordu. Adam ise kızın kurtulmaya çalışmasını umursamadan bir şeyler anlatıyor kızı rahatsız ediyordu. Cüneyt, adamın bu davranışı karşısında  çıldırmıştı. Hemen arabadan inerek Meyra'nın yanına doğru hızla yürümeye başladı. Öfkeden gözü dönmüştü genç adamın. Meyra, yanlarına öfkeyle gelen Cüneyt'i son anda görmüştü. Cüneyt, ise son hız gelip Meyra'nın yanındaki adama yumruğu geçirmişti. Adam yumruğun şiddeti ile sert bir şekilde yere düştü. Cüneyt, hiç beklemeden adamın üstüne atladı. Yumrukları art arda sıralarken Meyra, koştu yanına. "Dur artık Cüneyt" diye bağırdı. Cüneyt'in öfkeden öyle gözü dönmüştü ki Meyra'nın söylediklerini duymuyordu bile. Meyra, zorla da olsa hemen Cüneyt'in  kolundan tuttu. "Yeter artık diyorum sana yeter" diye bağırdı. Cüneyt, Meyra'nın bağırmasıyla adama son bir yumruk daha atıp bıraktı. Adamın üstünden kalkarak Meyra'nın eline baktı. Meyra, ise  hala Cüneyt'in kolundan tutuyordu. Cüneyt, yerdeki adamı korumaya çalışan kıza ateş saçan gözlerle baktı. Sonra da hırsla Meyra'nın kolundan tutarak arabasına doğru yürümeye başladı. "Bıraksana beni be" diye bağıran kıza aldırmadan kızı arabaya kadar getirdi. Arabanın ön kapısını açıp kızı içine tıktı. Sonra da şoför koltuğuna geçerek arabayı çalıştırdı. Meyra'nın söylenmesine aldırmadan gaza basarak oradan uzaklaştı. Meyra, Cüneyt'in bu hareketine bir anlam verememişti. Kıza hep uzak davranıp hem de yanına yaklaşan erkeklerle kavga etmesine sinirlenerek. "Ne yapmaya çalışıyorsun sen?" dedi. "Sen kimsin ki benim  arkadaşıma saldırıyorsun? Ben sana böyle bir hak vermedim. Abim misin, kardeşim misin? Sen benim hiçbir şeyim değilsin Cüneyt Güçlüoğlu" "Bana bak Meyra. Beni delirtme sus şimdi? O lavuk kim oluyor da sana dokunuyor ha? Arkadaşmış. Haha, güleyim bari. O adam  düpedüz sana asılıyordu" "Olabilir. Bu seni neden ilgilendiriyor? Belki bende onu beğeniyorumdur" Meyra'nın son sözleri Cüneyt'in iyice çileden çıkmasına neden olmuştu. Öfkeyle frene basarak arabayı durdurdu. Ateş saçan gözlerini Meyra'ya çevirdi. "Bir daha söylesene" dedi. "Neyi bir daha söyleyeceğim be? Ne demek istiyorsun?" "Az önce söylediğin şeyi. O adamı beğendiğini bir daha söylesene" Meyra, Cüneyt'e öfkeyle bakarak. "Belki bende onu beğeniyorum. Nerden biliyorsun?" dedi tekrar. Cüneyt Meyra'nın aynı cümleyi hiç çekinmeden ikinci kez söylemesi üzerine hemen arabadan indi. Meyra'nın olduğu tarafa geçerek kapıyı açtı. Sonra da kızın kolundan tutup arabadan indirdi. Sonra da Meyra'yı orada bırakarak tekrar arabasına bindi. Gaza basıp oradan uzaklaştı. Meyra ise bilmediği bir yolun ortasında kala kalmıştı. Bir süre orada bekledikten sonra yolun kenarına oturdu. Etrafa baktı ama gelen giden yoktu. Şarjı da bitmişti. Ne yapacağını düşünürken hızla gelen bir araba yanında durdu. Başını kaldırıp baktığında Cüneyt in arabasının geri geldiğini gördü. Bir anda sinirleri boşalan kız elleriyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladı. Cüneyt, Meyra'nın ağladığını görünce yaptığına pişman olmuştu. Hemen arabadan inip kızın yanına gitti. "Özür dilerim Meyra. Lütfen ağlama. Böyle olsun istememiştim. Bana söylediklerin gözümü döndürdü. Aklım başımdan gitti." "Neden? Neden ha neden. Neden böyle davranıyorsun?" Cüneyt, kızın yaşlı gözlerine bakarak, "Meyra'm" dedi. "Ağlama olur mu güzelim? Çok özür dilerim. Ne olur affet. Ben. Ben dayanamadım. Başka bir adamı beğendiğini söylemene dayanamadım" Meyra, "Ne hakla?" diye bağırdı tekrar. "Ne hakla söylesene? Sen değil misin benden sürekli kaçan? Sen değil misin bir yakın bir uzak davranan? Bunları yapan sadece sensin. Ne yapacağına karar veremeyen sensin Cüneyt Güçlüoğlu, ben değil." "Üzgünüm Meyra, Üzgünüm. Seni ailemden ve kendimden korumak için uzak durmaya çalıştım. Ailemin seni kabul etmeyeceğini bildiğim için kaçtım. Sana acı çektirmesinler diye kaçtım. Ayrıca senin beni istemeyeceğini beni kabul etmeyeceğini düşündüğümden kaçtım. Ama aklımda kalbimde aylardır hep sen vardın. Kalbimin her zerresi senin aşkınla dolu. Seni çok seviyorum Meyra'm. Seni çok seviyorum. Benim küçük sevgilim" "Sen benden uzak durduğunda kalbim ne kadar kırıldı biliyor musun Cüneyt? Bana bir iyi bir kötü davranışın beni ne kadar yaraladı. Sen benim küçük olduğumu söylüyorsun. Ama inan bana ben ayaklarımın üzerinde durabiliyorum. Bazı şeylerin yaşla alakası yok Cüneyt. Sen bu yaşta sevdiğini bile söylemekten acizsin. Sadece kaybedeceğinden korktuğun için böyle davrandın. Yoksa beni her zaman görebilirdin. Ne zaman istersen konuşabilirdin." "Haklısın Meyra. Ben senin kadar güçlü değilim. Kendi hayatıma bile sahip çıkamıyorum. Herkesin beni yönetmesine izin veriyorum. Ama bundan sonra böyle bir şey olmayacak. Ben kimi istersem onu seveceğim. Hayatıma kimi istersem onu alacağım. Benim istediğim sensin Meyra. Benim bu hayatta tek istediğim sensin. Seni seviyorum. Lütfen beni hayatına kabul et küçüğüm. Seni ne kadar zaman istersen beklerim. Ne olur bana bir umut ver. Beni seveceğini söyle lütfen." "Seni ilk gördüğüm gün kalbime girmeye başladın Cüneyt. Seni ilk gördüğüm gün kalbime başka birinin girmeyeceğini de anladım. Benim kalbim zaten senindi. Bende seni çok seviyorum." Cüneyt, Meyra'nın sözleri üzerine kıza sıkıca sarıldı. Sonra da alnından öptü. "Benim küçük sevgilim" dedi Kalbinin derinliklerinden gelen aşkla. Melek ve Ilgaz, geçirdikleri muhteşem geceden sonra sabahı birbirlerine sarılmış bir şekilde karşılamışlardı. Ilgaz'ın elleri sürekli karısının üzerindeydi. Gece boyunca karısının her zerresine dokunmuş her zerresine bir kez daha âşık olmuştu. Melek, Ilgaz'a hayallerinden de söz etmişti. Ilgaz, Meleğe ne isterse yapabileceğini. Her zaman ona destek olabilmek için yanında olacağını söylemişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD