Miran, vurduğu canlının bir hayvan olduğunu düşünüyordu ancak kaderin kendisi için hazırladığı bu yanılgı başka şeylere gebeydi...
"Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyar mı sizin? Ormanda bir adam vurduk da ne demekdir? Aklımla alay mı edersiniz siz benim!"
Ferman Ağa yani babam öfkesinden çılgına dönmüş gibiydi ancak içinde farklı bir his daha vardı; korku... Evlendirmesine rağmen hâlâ bir çocuk verememiş oğlunun ormanda hayvan diye düşünüp yaşlı bir adamı vurdukları öğrenirse ahali hali nice olurdu?
"İsteyerek yapmadık ya amca! Hem o karanlıktan adamın orada, ormanda olacağını ne bilelim biz!"
Civan'ın savunmasına babam daha çok öfkelendim ve ona doğru yürüdü. Sinirden çenesi titriyordu:
"Ulan bir de yaptıkları savunmaya bak! Adamın orada olduğunu nereden bileceklermiş! Hava kışa geliyor, yakındaki köydekiler fukaraları odun topluyor her kışa girilecek zamanda! Bir de avcıymış gibi kollarına takmışlar tüfekleri gitmişler ormana! Cesetler döndüler konağa!"
"Etmeyesin Ferman, çocuklar nereden bilsinler orada bir adam olduğunu. Bilseler yaparlar mı hiç?"
Annem, gözünde yaşla beni babama karşı korumaya çalışıyordu ancak babamın ikna olmayacağını ve sakinleşmeyeceğini biliyorduk. Annemin yaptığı bir şansını denemekten öteye gidemezdi. Babam, vicdanlı bir adamdı, itibarın önem veren bir adamdı ve bu önem verdiği iki şeyin aynı anda zedelenmesi onu tamamen çığırdan çıkartmıştı.
"Çocuk değiller artık Zehra! Evvellinde gençler kanları kaynıyor dedim her şeylerine göz yumdum, toylar cahiller dedim sustum! Adam vurmak ve adamı da orada bırakmak neyin nesi şimdi? Duyulmaz mı sanırsınız? Tüfeğinizden çıkan kurşun bilinmez mi sanırsınız? Ava giderken ikinizi de cümle alem görmüştür Allah bilir, bir de kovalaklık edip ava gittiğinizi de böbürlenerek söylemişsinizdir! Şimdi adamın öldüğünü işiten kapıya dayanır!"
"Ne belli bizim yaptığımız? Ormanda başkaları da avlanmak için bulunuyor olamaz mıydı? Böyle belli edersen zaten tepemize çullanırlar."
Savunmamı yapmaya, bu işten sıyrılmaya çalışıyordum ama babam daha da öfkelenmişti. Ellerini arkasından bağladıktan sonra çok bilmiş bir bakışını alaycı tavrıyla birleştirerek bana tepeden bakmaya başladı:
"Öyle mi Miran? Bu benim aklıma nasıl gelmedi öyle değil mi? Çok iyi bir fikir oğlum! Aptal mısın ulan sen? İki gerizekalı kuzen bir araya gelip adam akıllı bir fikir bile yürütemiyorsunuz! Hadi herkesi kandırdık diyelim, hadi hepsi de inanır gibi yaptılar diyelim. Allah korkunuz yok mu sizin? Ardında bir ailesi var mıydı diye hiç düşünmez misiniz? Bu kadar mı taş kesildi kalbiniz!"
Babam öfkesini arttırarak bize gönderirken konağın kapısı açıldı ve içeriye amcam girdi. Civan'a ve ardından bana baktı ama konuştuğu ilk kişi babam oldu:
"Abi, hayırdır? Sesin sokağın başından duyulur. Bu kadar bağıracak ne vardır akşam akşam?"
"Ne vardır öyle mi? Ulan varya! Ya biz yetiştiremedik bunları ya da mafyaları bozuk doğdular! Bizim bu yarım akıllı oğlanlar av gittiler bugün haberin vardır değil mi Süleyman?"
"Vardır abi, Civan benim tüfeğimle gitti kendi tüfeği tutukluk ediyor diye."
"Yapar tabi! Elbette yapar! Ne tüfek temizlemeyi beceriler ne de bir sorumluluk almayı bilirler! Anca gez dolaş ye iç avlan!"
"Abi gözünü seveyim ne olduğunu bir söyle, bu çocuklar neden böyle dört yaşındaki çocuk gibi azarlanırlar şu an ben hiçbir şey anlamamışım."
Babam amcama döndü ve derin bir nefes alarak söyledi:
"Bu iki yarım akıllı yanlış şeyi avlamışlar ormanda! Yaşlı, odun toplayan bir adamı avlamışlar! Onu da oradan bırakıp hop buraya gelmişler!"
Amcamın yüzündeki şaşkınlık ifadesi daha da belirginleşirken ben, babamın delici bakışlarından kaçınmaya çalışıyordum. Ferman Ağa bir adım daha atsa yediğim azar yetmezmiş gibi elimdeki tek nefesi de tüketebilirdi. Ama bu işin içinden sıyrılmak zorundaydım. Ne pahasına olursa olsun.
“Amca, vallahi yemin ederim isteyerek olmadı. Hava kararmıştı, elimdeki tüfekle hedefe odaklanmıştım. Ne olduğunu bile anlayamadan ateş ettim. Bir baktık… Adam... Ne yapacağımızı şaşırdık, panikle oradan ayrıldık,” dedim, sesim titreyerek.
Amcam önce babama, sonra bana döndü. “Bir dakika, Miran. Adam yaşıyor muydu? Yoksa…” diye sordu, cümlenin sonunu getiremedi.
O an bir yumru oturdu boğazıma. Gözlerimi yere dikerek cevap verdim. “Nefes almıyordu amca…”
Sessizlik odaya çökmüştü. Babam araya girdi. “Bu konakta böyle bir rezalet yaşanacak ve ben sükûnetle oturacağım öyle mi? Hayır!"
Amcam'ın bakışları bir nebze durgunlaştı, sakin görünüyordu ama bir panik içinde olduğu her halinden belliydi. Üstelik bu panik bir adamı vurmamı ve öldürmemizle ilgili değildi. Amcam başka bir şeyi fark etmişti. Civan ile birbirimize baktık. İkimiz de birimizden birinin amcamın halinden bir sebep çıkaracağını ummuştuk ama ikimizde de herhangi bir sebep yoktu.
Babam, amcamın bu halının nedenini kendi de fark etti ve onun donukluğuna anlam veremedi. Kaşlarını daha da çatarak amcama baktı:
"Bir şey desene Süleyman, dilini mi yuttun?"
Amcam, babama döndü:
"Buraya gelirken bir şeyler duyduydum. Pek de kulak asmadan geçip gittim konuşanların yanından. Ama eğer duyduğum kadarı bile doğruysa... Bu işi halletmek sana düşüyor abi!"
Annem bir anlığına sinirlendi ve aralarına atıldı:
"Ne diye Ferman'a kalıyor bu iş? Civan da ormandaydı! Ne belli Miran'ı onun cesaretlendirmediği?"
"Durasın bir Zehra!"
Babam, amcamı kolundan tuttu ve kenara çekti. Bir şeylerin farklı bir seyirde ilerlediğini o an anlamıştım. Karıma baktım, susmuş şekilde bana bakıyordu. Aramızda bir aşk yoktu evlendiğimizde ama birbirimize alışmıştık... Sorun Şilan'da mıydı yoksa bende miydi kimse bilmiyordu ama kadın olduğu için kısır olma damgasını Şilan'a yapıştırılması herkesin kolayına gelen bir durumdu. Babamın zaten yüz karasıyken bir de bu olay beni onun gözünde daha da düşürmüştü. Ne yapacağımı bilmiyordum. Babam ve amcam kendi aralarında konuşurken onları büyük bir merakla izlemeye başladım.
"Sence ne konuşuyorlar? Çözüm mü arıyorlar dersin?" diye sordu Civan. Omuz sıktım ve ona yorgun bir bakışla döndüm:
"Adamı hayata döndüremiyorlarsa eğer buldukları çözüm pek de çözüm sayılmaz."
"Kan parası verirler belki ailesine. Bir şekilde halledilir, Ferman Amca seni hapislerde çürütmez. Belki bir ailesi bile yoktur! Çok yaşlı ve tek kalan bir adama benziyordu üstü başı."
"Sadece yoksuldu. Bir ailesi olmasa, bakması gereken biri olmasa neden odun toplama telaşına girmişsin ki o saatte?"
İkimizde susup babam ve amcama doğru bakmaya koyulduk. Dudaklarını okumaya çalışıyordum ama babamın önce şaşıran ardından da kaşlarını çatarak bana bakan öfkeli yüzü başımı eğmeye itti beni.
Süleyman, abisi Ferman'a beklemediği bir kader oyununun ilk haberini verdi. Mehmet'in oğlu ve gelinini kazara öldürdüren Ferman yıllar önce kan parası vererek bu suçtan kurtulmuştu. Yaşlı Mehmet Dede'ye 'ben bu işin içinden sıyrılırım elbet, gel kan parasında anlaşalım da şu gariban kızın bir geleceği olsun.' demiş ve işin içinden sıyrılmıştı. Geçmişte bulaştığı günaha bu sefer kendi oğlu paçasını kaptırmıştı.
"Abi! Eğer Mehmet Dede'yi vurdularsa şayet kızı öylece ortada kalır. Bilirsin ki anası ve babası da... Söylemeye dilim varmaz ama sen bilirsin neler olduğunu..."
"Duyduklarına emin misin peki?"
"Eminim, kızcağızın tek başına kaldığını söylediler. Birini bulup vermek gerek dediler. Ağalar bugün gece değilse yarın cenazeden sonra toplanır bir hâl çaresine bakarlar. Nasıl öldüğünü bilen var mıdır bilmem ama geçmişteki olayı bilenler üzerine gelecektir."
"Kendime karı olarak alacak halim yok ya Süleyman!"
"Sana değil abi... Miran'a. Sevmesi de mühim değil, kızcağızın bir evi olur Miran'ın da bir çocuğu..."
Kader, Berçem gözyaşlarını dökerken ve başına örülen kara yazmayı çekiştirirken ağlarını örüyordu. Berçem ve Miran, nasıl olması gerektiğini ve nasıl yaşanması gerektiğini bilmedikleri bir hayatın içinde bulacaklardı kendilerini. Peki ama sonra ne olacaktı?