3. Bölüm “Elif’im Dünya Güzelim”
Karan
Ruhan, beni görev sırasında tanıştığım hemşire Maria’nın evine götürdü. Onunla ilk karşılaştığımızda henüz stajyerdi. Kurşun sıyırması yüzünden basit bir yaralanmayla gitmiştim, ama işini özenle yapan biriydi. Konuşmalarında sert, duruşunda dikti. Takıntılı eski sevgilisinden kurtardığım için bana daima minnettar kalmıştı.
Sarışındı; mavi gözleri insanın üstüne üstüne gelir gibi bakardı. Kendince güzeldi, ama onu Elif’imle kıyaslayamazdım. Elif bir başkaydı… Dünya güzeli diye boşuna demiyordum.
Kapıyı açtığında başını yana eğip kaşlarını kaldırdı.
“Yine mi yaralandın?” dedi, hafif bir tebessümle.
“Ruhan, hastaneye götürelim, dedim. Kabul etmedi. İlk senin elin değecek miş yarasına.”
Maria iç çekip kapıyı biraz daha açtı.
“Geçin hadi. Bana olan borç listen epey kabardı, Karan,” diye gülümsedi.
Ben de gülerek cevap verdim:
“İstediğin bir kafede kahve ısmarlarım. Kırk yıl borçlanırsın yine bana.”
Kanepesine yüzüstü uzandım. Elim hâlâ yaranın üzerindeydi. Maria dikkatle baktı.
“Dikiş gerekli,” dedi kaşlarını çatarak. “Fena benzetmişler. Film çekilmesi gerekir, sert darbe almışsın. Doktor görse daha iyi olur aslında.”
Ruhan, duvara yaslanıp kollarını göğsünde birleştirdi.
“Sen temiz bir dikiş at,” dedi. “Arkadaşın kafası kalın, kolay kolay bir şey olmaz. En fazla incinmiştir.”
Maria gözlerini devirdi, ben ise acıya rağmen gülümsedim. Ruhan’ın dalgacı tavrı her zamanki gibiydi.
Maria’nın bir oğlu vardı; Thomas. Doğumuna bizzat şahit olmuştum. Neredeyse ellerime doğmuştu desem yeriydi. O an için ona “Karan” adını koymasını önerdim; İngilizlerin alışık olmadığı, ama kulağa güçlü gelen bir isimdi. “Havası olur, okulda farklı durur,” diye ısrar etmiş olmama rağmen benim adımı koymamıştı. Babasının ismi ağır basmıştı.
“Thomas nerede?” diye sordum, kanepeden doğrulmaya çalışırken.
“Babasıyla birlikte,” dedi Maria. “Bu hafta benim nöbetlerim yoğun olduğu için onunla kalacak. Kamp yapacaklarmış.”
Akla ilk gelen güvenlik meselesi oldu.
“Dediğim uygulamayı yükledin değil mi telefonuna, Maria?” diye sordum.
Elini beline koyup başını salladı.
“Evet evet, istediğim zaman takip edebiliyorum. Çok teşekkür ederim.”
“Rica ederim, ne demek.”
Bu sırada dikişi tamamlama işi bitmişti. Maria yaranın etrafını temizledi, sonra da bana temiz bir kıyafet uzattı. Kanlı gömleğime tiksinerek baktım.
“Kirlileri yıkama, boşver. Çöpe at, uğraşma,” dedim.
Maria kaşlarını kaldırdı.
“Zaten öyle yapacağım. Bir de yıkayıp geri mi verecektim sana? Çıkmaz o kan lekesi.”
İster istemez tebessüm ettim. Bana bir ağrı kesici ve antibiyotik uzattı.
“Uyuma,” dedi ciddi bir ses tonuyla. “En az on iki saat uykusuz kalmanda fayda var.”
“Tamam,” dedim başımı sallayarak. “Uyumayacaksam ben de gider Elif’le uğraşırım. Hem uykum gelmez hem de vakit geçmiş olur.”
Maria, benim sözlerimi fırsat bilip gözlerini kısarak sordu:
“Hâlâ açılmadın mı Elif’e?”
Ruhan kahkaha attı, araya girdi.
“Cesur beyimiz konu görev olunca aslan kesilir. Ama konu hislere gelince… nedense çok içine kapanık oluyor.”
Ona yan bakışı atıp gülümsedim.
“Sanki senin benden kalır yanın var, Ruhan. Ceylan’a ne zaman açılmayı planlıyorsun?”
Ruhan iki elini teslim olmuş gibi havaya kaldırdı.
“Asla! Hiç öyle bir niyetim yok. O açılacak bana. İlk itiraf ondan gelecek.”
Başımı sallayıp güldüm.
“Sen daha çok beklersin. Ceylan’ın gözü yükseklerde, ben sana diyeyim.”
Araca bindiğimizde kapıyı Ruhan kapattı. Motoru çalıştırırken yüzünde o kendine has, sinsice gülüşü vardı.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu.
“Tabii ki Elif’e,” dedim.
“Konum, gönder gelsin o zaman.”
Elif’in telefonuna da aynı izleme uygulamasını yükletmiştim. Nerede olduğunu bilmem gerekiyordu. Ablası Mizgin ve ablam Seyran gerçekten de dahi kızlardı; ikisi bir olup bir yazılım şirketi kurmuş, insanlığa yeni teknolojik çözümler üretir hâle gelmişlerdi. Elif’in telefonuna istediğim uygulamaları hep onlar indirirdi. Başta biraz nazlansalar da sonunda ikna olurlardı.
Tabii bunun bir karşılığı vardı… Kirli işlerini bana yaptırıyorlardı. Yine de Elif’in güvenliği için gerekliydi bunlar. Neden onu koruduğumu tam bilmesem de içimde bir yer bunu zorunlu kılıyordu.
Mizgin, Ceylan’ın telefonuna da aynı programı yüklemişti.
“Gözün ikisinin de üzerinde olsun,” demişti.
Bu görevi sır gibi saklıyor dı, neden kimden koruduğunu bilsem işim daha kolay olacaktı aslında. Ama yinede inanılmaz bir hevesle yerine getiriyordum bu görevimi.
Uygulamadaki konumu aracın GPS’ine gönderdim. Ekranda kırmızı bir nokta belirdi.
“Dur bakalım,” dedim kemerimi takarken. “Bugün Elif Hanım’ı nasıl sinir edecektik?”
Elif, her zamanki gittiği kafede görünüyordu. Bakalım yanında hangi gereksiz vardı bu kez… Başım zonkluyordu; gözlerim kapanmak istiyor ama uyumamam gerektiğini biliyordum. Oysa şöyle mis gibi bir duş ve derin bir uyku… Cennetten bir parça gibi gelirdi.
Ruhan arabayı park ederken camdan dışarı baktım.
“Ruhan,” dedim, kapıyı açarken. “Raporu sen babama iletirsin. Şu an kafam onu taşıyacak halde değil.”
“Tamam patron,” dedi gülerek ve aracı hızlıca uzaklaştırdı.
Ben de kafeye doğru yürüdüm. Londra’nın kasvetli havası üzerime çökerken aklım bambaşka yerlere gidiyordu. İstanbul’da, Boğaz’a nazır bir lokantada Elif’le akşam yemeği… Belki bir vapur turu… Galata’da sahil boyunca yürüyüş… Ah, mis gibi.
Bu düşlerle kafeye adım attığımda gördüğüm manzara keyfimi bozdu. Elif’in yanında yakışıklı, sinir bozucu bir tip oturuyordu. Yine okuldan biriyle gelmişti belli ki. Ceylan ortalarda yoktu. Bu lavuk… Neden Elif’le aynı masadaydı?
Elbette gidip adama kafa atamazdım. Önce etrafa baktım; “dişime göre” bir seçenek aradım. Şanslıyım her zaman olduğu gibi, bir aday hazırdı. Kızla göz göze geldik; sonra yanına gidip kahve ısmarlayayım bileceğimi söyledim. Gülerek atladı. Yabancılara bedava demen yeterliydi, gerisi önemli değildi.
Elinden tutup Elif’in görebileceği bir masaya doğru ilerledim. Sanki çok keyif alıyormuşum gibi kızla sohbet etmeye başladım. Kahveleri söyledik. Konuşurken Elif’in bakışlarını üzerimde hissettim. O kadar emindim ki…
Elif’i kıskandırmak için yanıma aldığım kızla konuşurken aslında söylediklerinin hiçbirini ciddiye almıyordum. Ses tonum sakindi, yüzümde hafif bir gülümseme… Oysa tüm dikkatim karşı masadaydı. Elif’in gözleri bize kaydığında bakışları bariz biçimde sertleşiyordu. Önce dudaklarını birbirine bastırdı, sonra yanındaki adama o lüzumsuz yakışıklı tipe zoraki bir tebessüm gösterdi. Sahne o kadar tanıdık ki içimden güldüm.
Bu kıskandırma oyunuydu; her zaman işe yarardı.
Kız konuşurken başımı biraz yana eğip onu dinliyormuş gibi yaptım. Parmaklarımı kahve fincanının çevresinde gezdiriyor, omuzlarımı arkaya atarak rahat bir pozisyonda oturuyordum. Elif’in bakışları her defasında masamdaki en ufak hareketime takılıyordu. Beni süzüyordu; göz bebekleri daralıyor, sonra hızla toparlanıp kendine hâkim olmaya çalışıyordu.
Ben ise sanki hiçbir şey umurumda değilmiş gibi davrandım. Yüreğimdeki yerini bir bilsen Elif’im. Ama duruşumdan taviz vermiyor, her hareketimi onun dikkatini çekmesi için yapıyordum. Omurgam dimdik, bakışlarım sakindi. Yüzümdeki ifadede, “Beni merak etmen normal,” diyen bir rahatlık vardı.
Daha bu düşüncenin tadını çıkarıyordum ki Elif, kelimenin tam anlamıyla tepemde dikildi. Nefes alışındaki küçük bir dalgalanma bile kıskançlığının dışa vurumuydu.
“Merhaba, Karan,” dedi. Ses tonu soğuk görünmeye çalışsada yanaklarındaki pembeleşme onu ele veriyordu.
Ben başımı ağır ağır kaldırdım, gözlerinin içine baktım.
“Merhaba, güzelim. Sen de mi buradaydın?”
Cümleyi kurarken dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Elif, aramızdaki o görünmez oyunun başladığını anlamıştı. Yüzündeki gerginlik tek kelimeye bile ihtiyaç bırakmıyordu; kızgın değildi belki, ama sahiplenici… ve bu da benim tam istediğim şeydi.
Elif’i kıskandırmak istediğim zaman, tek yapmam gereken yanımda başka bir kızla görünmekti. Yoksa bana asla pas vermiyordu. Ne zaman yanımda güzel bir kız belirse, Elif bir anda ortaya çıkıyor, adımlarını hızlandırıp yanıma kadar geliyordu. Kıza yaptığı yorumlar, eleştiriler… Gerçekten bu konuda kitap yazabilirdi. Benim asla fark etmediğim ayrıntıları bile gözüme sokardı.
Daha masaya oturduğumuz an, Elif’in bakışları kıza saplandı.
“Adın ne?” diye sordu.
Kız göz kırpıştırarak, hafif çekingen bir sesle,
“Eleni,” dedi.
İyi oldu öğrenmem. İsmini sormak aklıma bile gelmemişti.
Elif hiç zaman kaybetmeden saldırıya geçti:
“Nerede tanıştınız? Nasıl tanıştınız?”
Eleni şaşkındı. Soruların ani gelişine alışamamıştı. Bir cevap vermeden önce bana baktı; anlaşılmaya muhtaç bir bakışla.
Omuz silktim.
“Rahat ol,” dedim kıza. “Arkadaşım biraz… rahatsız ve dengesizdir.”
Elif’in beni süzen bakışları anında sertleşti.
“Sensiz, rahatsız ve dengesiz,” diye tekrarladı. “Tam tanımın bu.”
Sonra garsona el kaldırdı.
“Bir kahve,” dedi, “sinirlerimiz yumuşasın.”
Normalde bu noktada küsüp kalkıp gitmesi gerekirdi. Demek ki bu kızdan etkilenmişti… ya da kesinlikle çok güzel bulmuştu. Baş başa bırakmak niyetinde olmadığı kesindi.
Eleni, yeni tanıştığımızı anlattı. Kahve teklifine karşı koyamamış.
“Çok yakışıklı,” dedi sonra, başını bana çevirerek. “Arkadaşın mı?”
Tam cevap verecekken Elif’in eli omzuma geldi.
“Arkadaşım değil,” dedi, yüzünde buz gibi bir tebessümle. “Sevgilim olur.”
İçtiğim kahve boğazıma takıldı. Bakışımı Elif’e çevirdim.
“Bir dakika… arkadaşız,” dedim. “Ne ara sevgili olduk?”
Eleni ise gözlerini büyütmüş, şaşkınlıktan nefes bile alamıyordu. Elif ondan hiç gözünü ayırmadan konuştu:
“Evet, tabii ki sevgiliyiz. Hadi güzelim, şu masadan nazik ve kibarca uzaklaşır mısın? Yoksa saçını başını yolacağım.”
Kız, Elif’in yüzündeki o sakin ama tehditkâr ifadeyi görünce sandalyesinden fırladı. Bir dakika önceki cesareti tamamen yok olmuştu. Adım sesleri hızla uzaklaştı.
Ben hemen Elif’in elini tuttum.
“Biz ne ara sevgili olduk?”
Elif, elini çekip soğukkanlı bir tonda cevap verdi:
“Sevgili falan değiliz. Bu kız okulda bir arkadaşımın sevgilisi. Arkadaşımı korumak için senden uzaklaştırdım onu. Ona da bunları söylemeyeceğim; çocuk seviyor kızı. Yoksa seninle hayatta sevgili olmam ben.”
Kahkaha attım; hem yüksek hem de meydan okuyan bir kahkahaydı.
“Demek sadece arkadaşını korumak için,” dedim. “O arkadaşına benden selam söyle. Bu kızı hemen terk etsin. Tanımadığı birinin kahve teklifine anında atlayan biri… çoktan boynuzu yemiş demektir.”
Elif bir anlık şaşkınlıkla donakaldı. Gözlerinde o bildiğim alev vardı: Hem öfke hem kıskançlık hem de inkâr.
Ben ona doğru iyice döndüm, dirseğimi masaya yaslayıp bakışlarımı göz bebeklerine kilitledim.
“Senin yanındaki lavuk kim peki? Babanı aramamı gerektiriyor mu bu durum?”
Elif’in yüzü anında ciddileşti. Kaşları çatıldı, çenesini kilitledi.
Elif tavrını koyduğunda hep böyle olurdu: önce tepki, sonra savunma.
“Sakın!” dedi keskin bir sesle. “Asla! Öyle bir şey değil. Proje ortağım. Okuldan öğretmen eşleştirdi bizi. Mecbur yani. Ödev yapıyorduk.”
Kaşımı kaldırdım, dudaklarımda küçümseyici bir gülümseme.
“Kafede mi ödev yapıyorsunuz? Bu ödevler kütüphanede, sessiz ortamlarda olmuyor mu?”
“Oluyor ama…” Burnunu kırıştırdı, adeta kendi zekâsını savunuyordu. “Kalabalık ortamlarda benim zekâm daha iyi işliyor.”
Başımı iki yana salladım.
“Belli belli.”
İşte o an içimdeki ses konuşmaya başladı. Onu susarak dinledim; gözlerim Elif’in saçlarının kıvrımlarında takılı kaldı, nefesinin ritmini izledim. Bir adım daha yaklaşsam, masadaki tüm dengeler değişecekti.
Ah Elif’im…
İtiraf etsen de işim kolaylaşsa.
Babanla hiç uğraştırmasan beni de sen uğraşsan babanın öfke nöbetleri ile.
Bana deli gibi âşık olsan… sen benim peşimde koşsan…
Ne vardı sanki?
Ertuğrul Amca’ya verdiğim söz olmasa…
Seni şu kafede, o oğlanla baş başa bırakır mıydım? Neyse o günlerde gelir elbet.
Cümle zihnimde yarım kaldı.
İmkânsızdı.
Bunun olamayacağını ikimiz de biliyorduk.
Ama bilmek, aramızdaki ateşi söndürmüyordu sadece daha kontrolsüz yakıyordu.
Elif’in dudakları bir an gerildi, gözleri huzursuzca kaçamak bakışlarla etrafı tarıyordu. Onu izlerken hayranlık bakışlarımı gizliyemiyordum.
Elif’in bakışları bir anda dondu. Şaşkınlığı yüzüne çarpmıştı; Ona doğru biraz daha eğildim, gözlerimin içine bakmak zorunda bıraktım.
Elif gözlerini kısıp masaya yaslandı. Bir meydan okuma… tam da ondan beklenecek bir tavırdı.
“Bu arada,” dedi, sanki aklına yeni gelmiş gibi. “Önceki arkadaşımı babama ispiyonladığın için sana ceza kestim haberin olsun. Bu cezayı nerede, nasıl uygularım bilemem… ama en kısa zamanda hakkını eline vereceğim.”
Gözlerimi kırpıp ona güldüm.
“Uygula bakalım. Senden gelene razıyız. Ee ne yapalım? Nerede yemek yiyelim? Ben açım. Evinizde yemek var mı?”
“Evimizde yemek falan yok. Alışveriş yapmadık.” Omuzlarını kaldırdı, sesi sanki dünyadaki bütün problemler onun başına yıkılmış gibiydi. “Bu hafta henüz babam para göndermemiş. Annemden istedim ama ‘Siz ne yapıyorsunuz bu kadar parayı? Biraz idareli kullanın. Günü gelmeden yatırmam parayı.’ dedi.”
Başını yana eğip hafifçe homurdandı.
“Sanki gece hayatımız var da… Burası çok pahalı dememe rağmen annem haftalığımı zam yapmıyor.
Ben ukala bir tavırla ;
“Ceylan’dan istesene. Onun bonus babası zengin.”
“O da artık istemeye utanıyor. Hesaba ne yatarsa onu değerlendiriyor. Ama…” Gözleri parladı. “Benim yeni bir çıkış planım var. Tutarsa yarın akşam ziyafet olabilir.”
Kaşımı kaldırdım. “Neymiş planın?”
“Bir iş var. Onu yaparsam elime yüklü para geçecek.”
“Ne kadar yüklü?”
“Beş yüz dolar kadar.”
“Elif…” Sesim bir anda ciddileşti. “Ne işiy miş bu?”
“Sana ne?”
“Sana ne değil. Bilmem lazım.” Avuçlarımı masaya koyup ona doğru eğildim. “Ne iş yapacaksın kızım, elin memleketinde? Başını belaya sokma, benim de başımı belaya sokma.”
Elif dudaklarını büzüp arkasına yaslandı.
“Yok öyle belalık bir iş değil. Temizlik işi.”
“Kimin evini temizleyeceksin?”
Sözlerim havada asılı kaldı. O ise alayla gülerek gözlerini kıstı. Ben sanki param yokmuş gibi davrandım.
“Bekle, maaşım yatınca ben gönderirim sana.”
Elif
“Yok. Senin paranı istemem. Sonra haram zıkkım edersin.”
“İşine gelirse sen bilirsin. Ayrıca Saçmalama Elif. Bende olmasa borç vermez misin?”
“Saçmalamıyorum.”
Sessizlik birkaç saniye aramızda kaldı. Sonra bilekliğine bakıp saatini kontrol etti.
“Neyse… Benim okula gitmem lazım. Ders saatim geldi.”
“Kalk hadi,” dedim. “Akıllı akıllı derslerini çalış.”
Kapıya yönelirken arkasından seslendim:
“Akşama size gelirim.”
“Evde bir şey yok dedim ya. Sabah herşeyi silip süpürmüşsün.”
Omzunun üzerinden bakıp muzipçe gülümsedi.
“Hiçte bile. Akşama sizdeyim. Belki Ruhan’ı da getirebilirim.”
“Misafir kabul etmiyoruz arkadaşım. Bekâr kadınların evinde işiniz ne?”
Bir an durdum. Gözlerim de parlayan bir kıvılcım belirdi.
“Bekâr genç kız gitmiş bakıyorunda, yerine kadın kelimesi gelmiş. Büyüdün bakıyorum da.”
Tabii ki büyüyecekti. Ama o bunu söylerken gözleri hâlâ o çocukça hırsla parıldıyordu. Aşık olduğum Tebessümünü de alıp…
“Hadi görüşürüz Karan.” dedi.
Ve gitti.
Kapının kapanışı bile kibriyle yankılandı.
Bu kız beni sinir etmenin yolunu her zaman buluyor… Halbuki bugün ben onu sinir edecektim.