LADEN
‘Kimseye güvenme, dostuna bile!’ Babamın sürekli bu sözü hatırlatmasının bir sebebi olduğunu biliyordum.
Aslında dostuna değil kalbine ve aklına güvenme demesi gerekiyormuş. Bilememiştim.
Konağın avlusunda Kemal beni öfke ve kızgınlık içinde, bedenimi boş bir çuval gibi sarsarken, babamın aklıma gelmesi, yutkunmama ve gözlerimin dolmasına neden oldu.
“Ne oldu? Sustun kaldın!” diye bağırdı Kemal, sesi avlunun duvarlarında yankılanarak. Parmakları bileğimdeki deriye işliyordu, canım yanıyordu ama gururum daha çok acıyordu. Beni burada, bu halde görseydi babam ne derdi? Gururumun, böylesine ayaklar altına alınmasına izin verdiğim için yüzüme bile bakmazdı değil mi?
Kadınların şiddet karşısında susmasından ne denli nefret ettiğini iyi biliyordum. ‘Susup çekeceklerine kendilerini öldürsünler daha iyi,’ derdi.
Babam ne anneme, ne de bana hiçbir zaman şiddet uygulamamıştı fakat otoritesini korumak için takındığı o soğuk tavrı da bana bir çeşit şiddet gibi gelirdi.
Hata yaptığınızda susar, o kara gözlerini üzerine diker ve bakışlarıyla döverdi.
Kemal, “cevap ver!” diye bir kez daha bağırdı. Öfkesi taşkın bir nehir gibi önüme yığılıyor, nefes almamı engelliyordu. İçimdeki sessizlik inatçıydı, hiçbir kelime bu sessizliği bozmaya cesaret edemiyordu. Çünkü biliyordum, ne söylesem faydasızdı. Kemal için önemli olanın sadece kendi doğruları olduğunu kısacık zaman diliminde daha iyi anlamıştım.
Yine de ben susmayı pek beceremeyen biriydim.
“Sen,” dedim tükürürcesine. “Sen beni kandırdın ve şimdi bu yalanı kabul etmemi bekliyorsun. Sen hiç vazgeçmeyeceksin, değil mi?” dedim sonunda, sesim çatlamış bir dal gibi ince ve titrekti. Ona baktığımda gözlerindeki o kontrolsüz öfkeyi gördüm.
Kemal bir adım geri çekildi. “Vazgeçmek mi?” dedi, alaycı bir kahkaha atarak. “Ben kazanan olmaya alışkınım, Laden. Vazgeçmek zayıfların işi.”
Sözleri, avlunun kuru soğuk havasında yankılandı. Karşıma çıkmak için yanlış zaman seçmişti. Babam hayatta olduğunda karşıma çıksaydı, hayatımın ne denli farklı olacağını düşünmek yutkunuşlarımın boğazımda birikmesine neden oldu.
Babam beni koruyamayacağı kadar uzak yerlere gitmişti. Kendi başıma hayatta kalmam gerektiğini biliyordum.
“Beni burada tutarak hiçbir şey kazanmayacaksın,” dedim, güçlükle. Sözlerim, göğsümden bir kurşun gibi çıkmıştı.
Kemal başını yana eğdi, gözleri kısıldı. “Göreceğiz,” dedi. Ardından yüzünde beliren o tehditkâr gülümseme, içimde kalan tüm cesareti söküp almak istercesine yakama yapıştı.
“Sen benim karımsın! Bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Senin bile!”
Sözleri avluyu bir mezar sessizliğine gömdü. Rüzgar taş duvarların arasından geçerken yüzüme sertçe çarptı, ama içimde esen fırtına daha şiddetliydi. Kemal’in söyledikleri zihnimde yankılanırken, babamın öğretileri bir kez daha kulaklarımda çınladı. ‘Kimseye güvenme.’ Ama insan, en çok kalbinin ihanetine karşı savunmasızdı.
“Sen bana yalan söyledin. Evli olduğunu sakladın. Ben senin karın değilim. Aramızda resmi hiçbir şey yok. Dini nikahın bozulması için de elimden geleni yapacağım,” dedim, dişlerimi sıkarak. Sözlerim çıplak gerçekler gibi sert ve keskin çıkmıştı. O tehditkar gülümsemesi bir an için dondu. Kemal’in yüzündeki o kibir maskesinin çatladığını gördüğüm an, içimde bastırmaya çalıştığım küçük bir zafer hissi kabardı. Fakat bu zafer uzun sürmedi.
“Allah katında kıyılan nikah geçerlidir,” diyerek yüzüme doğru kükredi. “Bundan kaçış yok. Kaçmaya kalkarsan...” Duraksadı, gözlerindeki soğuk tehdit açıkça okunuyordu. “Sonuçlarına katlanırsın.”
Sonuçlar mı? Ne sonuçları? Kalbimin sıkıştığını hissettim. Babamın beni bu karanlığa karşı uyarmasını, beni koruyacak bir yol göstermesini ne kadar isterdim. Ama o artık yoktu. Onun gücü de, varlığı da geçmişte kalmıştı. Şimdi önümde duran tek gerçek, Kemal ve bu kapana kısılmışlık duygusuydu.
“Seninle mutlu olacağıma inanıyor musun gerçekten?” dedim, cesaretimi toplayarak. Onun bu oyunu kazanmasına izin vermemeliydim. “Zorla sahip olduğun şey seni ne kadar tatmin edebilir? Hiç düşündün mü?” Bana dokunmasına izin vermeyeceğimi anlatmaya çalışıyordum.
Kemal’in yüzü yeniden o öfkeyle gerildi. Bir adım daha yaklaştı, gözleriyle üzerime yüklenen baskıyı hissettim. “Mutlu olup olmaman umurumda değil!” diye bağırdı. “Ben istediğim şeyi alırım, Laden. Ve seni aldım. Bu yeterli.”
Gözlerimi kısıp bir adım geri çekildim. “Öyle mi?” dedim, gözlerimin içine dolan yaşlara rağmen sesimde titremeyen bir meydan okumayla. “O zaman izlemeye devam et. Çünkü senden kurtulmanın bir yolunu bulacağım.”
Kemal bir an için durakladı, gözlerinde beliren o kısa tereddüt, içimdeki umudu bir kıvılcım gibi yeniden ateşledi. Ama sonra bir adım daha attı ve sertçe kolumdan tuttu. “Göreceğiz, Laden,” dedi dişlerini sıkarak. “Göreceğiz.”
Kendisini kazanan ilan ettiği her kelimesinde, benim için sadece bir şey netleşiyordu. Kaçmanın bir yolunu bulacaktım. Hem de ne pahasına olursa olsun.
“Herkes yerini anladığına göre,” diyerek beni kolumdan çekiştire çekiştire yeniden o pis yere soktu.
“Kahvaltını yap,” dedi beni içeriye iterek. Zinciri yeniden bağladı ve sesindeki öfkeden zerre kaybetmeden “Nazenin,” diye bağırdı.
Nazenin telaşlı adımlarla yanımıza girdi. Bu kadar hizmetçinin olduğu yerde ikinci karısına resmen hizmetçi gibi davranıyor hem de kumasına hizmet etmeye zorluyordu.
Onun adına ben utandım.
“Yanında dur, kahvaltısını yapana kadar.”
Bizi başbaşa bırakıp hızlı adımlarla mahzenden çıktı. Benimle başbaşa bırakacak kadar güveniyordu ona. Hizmetçilere bile güvenmezken ona güveniyordu. Onu kendi safıma çekemeyeceğimden emindi. Çekemez miydim acaba? Bunu anlamanın tek bir yolu vardı değil mi?
Bakışlarımı Nazenin'in üzerinde gezdirdim. Çok güzeldi. Güzelliği göz alıcıydı, fakat yüzündeki o yorgun ifade dikkatimi çekti. Elleri kucağında kenetlenmiş, başı hafif eğilmişti. Sanki görünmez olmaya çalışıyordu. Beni rahatsız eden sadece onun burada bulunması değildi, ona yüklenen bu haksız rol, ruhunda açılan yaraları gözler önüne seriyordu.
“Nazenin,” dedim, adını bir nefes kadar hafif telaffuz ederek. Başını yavaşça kaldırdı, gözleri benimkilerle buluştuğunda bir an duraksadı. Gözlerinde çekingen bir ifade vardı, ama aynı zamanda bir tür direnç parıltısı da görüyordum.
“Bana neden senin burada olduğunu anlatır mısın?” diye sordum, sesime mümkün olduğunca yumuşak bir ton ekleyerek. “Yani neden hizmetçilerden biri değil de sen?”
Bir an ne diyeceğini bilemedi, dudağını ısırdı. Ardından fısıldar gibi konuştu. “Kemal Ağa’nın isteği bu. Siz onun karısısınız.”
“Sen neyisin peki? Karısıymış!” diye alayla tekrarladım. “Beni hapsedip diğer karısına hizmet ettiren ağa!”
Sözlerim onun yüzünde bir gölge gibi dolaştı. Utanmış gibiydi ama bu utancın kendi yaptığıyla alakası yoktu. İç çekerek başını eğdi.
“Senin için gerçekten çok üzgünüm. Keşke kurtulman için …”
Sesi giderek zayıfladı. Cümlesini tamamlamadı. Onunla ne kadar ileri gidebileceğimi kestiremediğimden temkinli davrandım. Ama bu konuşma, onun da bir mahkum olduğunu anlamama yetmişti.
“Sen kendine üzül!” dedim sertçe. O boyun eğmiş olabilirdi, ben eğmeyecektim.
Ardından çok sert olduğumu fark edip iç çektim.
“Nazenin,” dedim, dikkatini tamamen bana çekmek için. Yavaşça koltuğun kenarına yaslandım, bakışlarımı ondan ayırmadım. “Burada, onun elinde mahkum olmaktan memnun musun?”
Soruma bir an şaşkınlıkla baktı, sonra gözlerini kaçırdı. Bu hareketi, içimde bir şeyleri kıpırdattı. Ona güvenebilirdim, değil mi? Onun güvenini kazanabilirsem, belki buradan kurtulmam için bir kapı aralayabilirdim.
“Ne düşündüğünü bilmiyorum,” dedi sonunda, sesi zayıf ama kararlıydı. “Ama buradan kurtulmak o kadar kolay değil.”
Gülümsedim, istemsiz bir meydan okuma ifadesi yüzüme yayıldı. “Kolay olmadığını fark ettim,” dedim. “Ama umut etmekten, savaşmaktan vazgeçmemek gerekir değil mi?”
Nazenin'in bakışları donuklaştı, ardından yüzünde bir kararsızlık belirdi. O vazgeçmişti. Vazgeçtiğini görüyordum. Bir an için o güzel ama yorgun yüzünde bir çatışma yaşandığını gördüm.
“Kızımın yedisi çıkınca seni koynuna alacak,” dedi fısıltı gibi bir sesle.
“Kızın mı?” Ne saçmalıyordu. Kız, Gülbeyaz’ın değil miydi? Bu salak yerde yine neler oluyordu?
Nazenin’in fısıltısı havada asılı kaldı. O an ne dediğini tam anlamamış gibiydim, ama yüzündeki acı ve çaresizlikten bir şeylerin doğru olmadığını hissettim.
"Evet," dedi, sesi titredi. "Gülbeyaz’ın değil... Kız benim."
Sanki dünya bir anlığına durmuş gibiydi. Söylediği şeyin ağırlığı, kulaklarımın iç duvarlarına çarparak yankılandı. Ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilemedim. Sadece onu izliyordum. Gözlerinden akan sessiz bir öfke, içinde biriken tüm ağırlıkları açığa vuruyordu.
“Sen ne dediğinin farkında mısın? Bu nasıl mümkün olabilir?” diye sordum, sesim neredeyse bir fısıltıya dönüşmüştü. Dışarıdakilerin bir şeyler duyup müdahale etmesini istemiyordum.
Nazenin başını hafifçe yana eğdi, yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. "Burada hiçbir şey göründüğü gibi değil. Herkesin bir sırrı var, bir maskesi. Kızımın varlığını, onu kaybettikten sonra bile saklamam gerekti. Gülbeyaz, Kemal’in gözdesiydi. Ona daha fazla laf gelmesin diye, kısır olduğu dile düşmesin diye herkese onun olduğunu söylediler."
Anlattıkları beynimde yankılanıyor, her cümlesi derimi bir bıçak gibi kesiyordu sanki. Kemal’in bu denli çirkin oyunlar oynayabileceğini bilmiyordum. Bu bambaşka bir şeydi.
“Peki,” dedim, gözlerimi ona dikerek. “Sen neden buradasın? Neden bu oyunu sürdürüyor, kendine bu işkenceyi yapıyorsun? Sen de, benim gibi bekar mı sanıyordun?”
Gözlerini kaçırdı, derin bir nefes aldı. “Biliyordum,” dedi gözleri dolarak. “Beni tehdit etti. Sonra kaçırdı. Ben isteyerek gelmedim bu konağa!” Bağırmak istiyor ama sesinin duyulmasından korkuyordu. Anlamıştım.
“Şimdi neden kaçmıyorsun o zaman? Hala mı tehdit ediyor? Nazenin,” dedim ellerine sarılarak. “Lütfen konuş benimle! Gidip o dışarıdaki şerefsizlere bir şey söyleyecek değilim.”
“Çünkü başka çarem yok,” dedi. “Kızım için dayanıyordum ve onu kaybettim. Yasını bile tutmama izin vermiyorlar. Eğer buradan gitmeye çalışırsam, bana ne yapacağını tahmin bile edemezsin.”
Onun çaresizliğini görmek içimde bir şeyleri kırıp geçti. Ama aynı zamanda bu oyunun kurallarını değiştirebileceğimi düşündüm. Belki onunla birlikte…
Neler çekmişti, neler yaşamıştı. Güzelliğine, gençliğine rağmen nasıl çökmüştü.
“Eğer buradan kurtulursam,” dedim, kararlı bir şekilde. “Sana yardım edebilirim. Belki... İkimiz birden kurtulabiliriz.”
Gözleri büyüdü, bakışlarında bir umut ışığı belirdi ama hemen ardından söndü. Başını sağa sola hızlıca salladı. “Bunu denemek bile bir ölüm fermanı imzalamak demek,” dedi.
Ben o ışığı görmüştüm. Ve bunun peşini bırakmaya hiç niyetim yoktu.
“Laden,” dedi yumuşak bir sesle. “Altı gün var. Altı gün sonra seni zorla da olsa koynuna alacak. Bundan önce nasıl kurtulabilirsin ki? Seni de solduracak,” derken gözleri yine doldu. “Bu halin bana konağa ilk geldiğim zamanı hatırlatıyor.”
“Kurtulmam lazım,” dedim. “Fakat nasıl yakalanmadan şehir dışına çıkabilirim bilmiyorum. Peşime düşecek şehirden çıkışları tutacaktır ve ben hiçbir yeri bilmiyorum. Önce bunun için bir plan yapmam lazım.”
“Bu konaktan çıkabilirsen, sana saklanabileceğin bir yer bulabilirim,” derken sesi düşünceliydi. “En azından senden umudunu kesene kadar bir süre saklanırsan, sonra şehirden çıkacak zamanı bulabilirsin.”
“Neresi?” dedim heyecanımı saklamaya çalışmadan. “Eğer kurtulursam ve saklanacak yer bulursam, seni de kurtarmadan şehirden gitmem.”
“Benim kurtulma şansım yok Laden. Benim bu konaktan çıkmam demek, çok kan dökülmesi demek. Bunu aileme yapamam.”
Kaşlarımı çattım. Bununla ne demek istiyordu. Aslında o da buralıydı değil mi?
“Anlamıyorum Laden. Ben Antalya'dan geldim farkında mısın? Turistlerin içinden. Kan niye dökülsün durduk yere?”
Yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Ardından hatırladıkları iç çekmesine sebebiyet verdi.
“Ben Nazenin Kozanoğlu. Kozanoğlu aşiretindenim. Ragıp Kozanoğlu’nun tek kızı, Ömer Kozanoğlu'nun kardeşiyim.”
Ne anlatıyordu bu Allah aşkına! Tamam sülalesi sağlammış anladım.
“Ben buradan çıkarsam Kemal nikahlı karım evden kaçtı diye ailemin kapısına gidip kan döker. Abim zaten Kemal'in nefesini almak için tetikte bekliyor. Eğer bu olursa yalnızca onların kanı dökülmez. İki aşiret birbirine girer.”
“Anladım sanırım. Yine de seni Kemal'den kurtaracak bir şey düşünebiliriz,” dedim. “Yani bir yolu olmalı. Sen aşiret işlerini biliyorsun. Kemal ne yaparsa ailenin seni buradan alma hakkı doğar. Ne bileyim Nazenin. Bir yolu olmalı. Devleti geçtim, Allah katında bile boşanma hakkı var. İnsanların koyduğu kurallara uymayı reddediyorum.”
Ellerimi sıkarak ciddi bir yüz ifadesiyle gözlerimin içine baktı.
“Sen önce kendini düşün. Buradan kurtulursan Kozanoğlu konağına git, iş iste. Gerekirse peşinde birileri olduğunu söyle ve kendini konaktan içeriye at. Ne söylersen söyle ama sakın Kemal Bozıkan’ın karısı olduğunu söyleme. Yoksa hayatta içeri giremezsin. Eğer girersen Kemal asla orada aramaz seni. Ortalık durulunca da şehirden gidersin.”
Nefesim kesildi. Beni Kemal'i düşmanı belleyen adamın kucağına mı atıyordu?
"Sen ciddi misin?" dedim, sesimde hem şaşkınlık hem de tedirginlik vardı.
O ise başını hafifçe eğdi, dudaklarının kenarında acı dolu bir tebessüm belirdi. "Kemal'in dokunamayacağı tek yer orası," dedi. "Kozanoğlu konağı onun kırmızı çizgisidir. Oraya giremez!”
Gözlerimi kıstım, söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Kemal gibi bir adamın gerçekten sınırları var mıydı? "Ya oraya girmezsem?" dedim, sesim titremişti.
"Başka bir plan bul," dedi omuz silkerek. "Ama Kozanoğlu konağı senin için en güvenli yer olur kaçma durumunda. Benim için değil ama senin için güvenilir olur Laden.”
Bir süre sessizlik oldu. İçimde bir savaş başlamıştı. Nazenin'in söyledikleri mantıklı gibiydi ama bir yandan da kendimi bilerek ateşe atmak gibi hissettiriyordu. Kozanoğlu ailesi kimdi? Ne tür insanlardı? Ve en önemlisi, bana yardım ederler miydi? Nazenin'in ipiyle bir kuyuya inebilir miydim?
"Ya beni içeri almazlarsa?" dedim. "Ya Kemal'le bir bağlantım olduğunu anlarlarsa?"
"Onları ikna etmen gerekecek," dedi Nazenin. "Aşiret meselelerini bilmezsin ama bir kadın olarak sığınma talebinde bulunursan, seni içeri almak zorundalar. Sığınma talebini hafife alma. Sadece peşinde tehlikeli adamlar olduğunu söyle, Kemal'den bahsetme. Seni korumak için ellerinden geleni yaparlar."
Yutkundum. Bu plan kulağa mantıklı gelse de riskliydi. Ama başka bir çarem yoktu. Kemal'den kurtulmam gerekiyordu ve buradan çıkmanın başka bir yolu görünmüyordu.
"Tamam," dedim sonunda, derin bir nefes alarak. "Eğer başka çarem kalmazsa, dediğin gibi yaparım. Ama sana söz veriyorum, buradan kurtulduğumda seni de yalnız bırakmayacağım. Bir yolunu bulup seni de çıkaracağım."
Nazenin, gözlerinde beliren hüzünle başını iki yana salladı. "Beni düşünme, Laden," dedi. "Kendi hayatını kurtar. Ben bu hayata alıştım."
Söylediklerine inanmak istemedim ama o an için daha fazla tartışamayacak kadar yorgundum. Artık bir planım vardı ve bu planı uygulamak için her şeyi göze alacaktım.