1.bölüm
Yakıcı gözlerinden ateş püskürüyordu genç adamın. Gözleri kısılmış, öfkeden çenesi seğiriyordu. Sarayın en uzun koridorlarından biriydi burası. Koridorun içerisinde kol gezdiren soğuk rüzgâr genç adamın üzerindeki beyaz gömleğinin dalgalanmasına neden oluyordu. Sadece beyaz gömleği ve siyah pantolonuyla duruyordu gecenin bir yarısı bu soğuk, karanlık koridorda. Kılıcını hiç tereddüt etmeden karşısındaki kadına doğrultmaktaydı o sırada. Gri gözlerinde nefret vardı.
Merhamet, acıma, vicdan - sanki o duyguların varlığından bile haberi yoktu o gözlerin.
Yerde yatan kadın gururla çenesini kaldırdı. Gözlerin de saf öfke ve kin vardı. Lakin gözlerinde katiyen nefret yoktu. Birazdan canını elleriyle alacak olan bu nefret dolu adamdan hiçbir şekilde nefret etmiyordu. Nefret edemiyordu. Kalbine hükmü geçmiyordu. Ancak ona karşı öfke duyuyordu. Bu öfke yanardağın içindeki kızgın laflar kadar sıcak, insanın iliklerine işleyecek kadar soğuktu.
"Neden?" diye sordu titreyen sesiyle.
Adam kavisli kaşlarını çattı cevap olarak.
"Neden ben değil de o?" soğuk zeminde ince beyaz elbiseyle öyle güzeldi ki kadın, ne kızaran gözlerinin altındaki morluk, ne de açlıktan sararıp solan teni onun vahşi güzelliğine zarar verebilmişti. "Neden ekselansları! Bana cevap verin! Cevap vermek zorundasınız! Neden ben değil de o!" diye neredeyse haykırmıştı.
"Sen nefes almaya bile layık değilsin!"
Kadın gülmeye başladı. Kuru bir kahkahaydı bu. Ancak acı doluydu. "Demek ben nefes almaya bile layık değilim," yavaşça mavi gözlerini uzaktan onu izlemekte olan insanlara cevirdi. O sırada bir şövalye gözlerinin kesiştiği o sarı saçlı güzel kadını koruma amacıyla arkasına almıştı. Sanki o kadını gözleriyle lanetleyebilecekmiş gibi davranmıştı kızıl saçlı şövalye. "O mu layık?" diye sordu birden kadın, "O sefil kadın mı sizin aşkınıza layık?"
"Onun adını ağzına alma!"
"Hah! Emretseniz bile o sefil kadının ismini asla telaffuz etmem ekselansları!"
"Sen bir canavarsın!" dedi bu kez siyah saçları dalgalanan heybetli adam, kılıcını daha da yaklaştırarak devam etti konuşmaya. "Sen idama mahkûmsun! Senin sefil canını çok daha önceden almalıydım!"
Genç kadın gözlerini yavaşça kapattı. Dudaklarının kenarı usulca yukarıya doğru kıvrıldığında bu güne kadar yaşadıklarını düşündü. Kederli bir gülümsemeye yer edinmişti dudaklarında. Hayır, suçlu olan o kadın değildi. O kadının bu olan bitenlerde bir suçu yoktu aslında. O kadın olmasa başka bir kadını severdi karşısındaki adam. O ya da bir başkası. Ne fark ederdi ki? Sonuç her zaman aynıydı. O her zaman sevilmeyen kadın olacaktı. Bu hikayedeki kötü kadın olacaktı. Ona biçilmiş olan bu kaderden kaçışı yoktu.
Peki tüm bu başına gelenler kimin hatasıydı? Kim suçluydu? Hayır... Kesinlikle kendisini suçlamayacaktı. Her insan yaptıklarının bedelini öder, neyi ekersen onu biçersin terimine uymayacaktı. Bu yalanlara kanmayacak, kendisini daha berbat hissetmesine izin vermeyecekti. Dünya ona sırtını çevirmişti. Herkes ona sırtını çevirmişti. Oysa sadece "Ne?" diye kalabilmişti. Ne "bana ne" diyebilmişti ne de "sana ne".
Kesinlikle kendisini suçlamayacaktı. Bu hikaye de en çok acı çeken insan o iken niye daha fazla acı çekmek zorundaydı. Birinin acımasına muhtaç değildi. Birilerinin ona yardım etmesinide istemiyordu. Madem hikayenin başından beri kötüydü o halükarda sonuna kadar bu oyuna devam edecekti. Onu suçlayacaktı, kendisini değil.
Suçlu olan sadece bu adamdı. Karşısında ona kılıcını dayamış ve birazdan canını alacak olan bu adamdı gerçek suçlu.
Ona çocukluğundan beri âşıktı.
Biliyordu. Ve bunu bilmesine rağmen yıllarca onu görmezden gelmişti. Nişanlı olmalarına rağmen başka bir kadının kollarına gitmişti.
Oysa onu ne kadar da çok seviyordu.
Çabalamamıştı bile. Onu tanımaya çalışsaydı belki severdi. En azından belki ona bir şans verebilirdi. Ama hayır... Onunla bir kere bile doğru dürüst konuşmamıştı. Yüzüne dâhi bakmamıştı. Başka kadınlar onun için daha ilgi çekiciydi.
Neden?
Neden bu kadar acımasızdı.
Oysa o güzeldi. Hem de çok güzeldi. Zengindi. Saygıdeğer bir aileden geliyordu. Statüsü yüksekti. Kültürlüydü, iyi bir eğitim almıştı. Soylu bir ailenin kanını taşıyor ve aristokratların diğer bütün özelliklerini bulunduruyordu. Toplumun ondan beklediği her şeyi üstlenmiş ve her şeyi yapmıştı. Daha fazla ne yapabilirdi?
Neden ona bunu yapmıştı? Neden onun ilgisine layık olamamıştı? Bunlara layık değildi o.
O bundan daha iyilerine layıktı!
Yumruklarını sıktı. Yaşananları düşündükçe kini kalbinin en derinlerine kök salıyor bedenindeki son kandamlasına kadar onu zehirliyordu. İntikam almak istiyordu. Tüm benliğiyle adelet istiyordu. Bir zamanlar delicesine sevmiş olduğu adamdan şimdi sadece intikam almak istiyordu.
"Pişman olacaksınız ekselansları," diye yavaşça fısıldadı.
Genç adamın gür saçları koridordaki büyük pencerelerden içeriye sızan cereyandan ötürü dalgalanıyordu. "Pişman mı olacağım?" diye bir kaşını küstahça havaya kaldırarak alayla konuştu. "Benim tek pişmanlığım seni vaktin de öldürmemiş olmam!"
Kadının ilk defa gözleri acıyla dolmuştu. Mavi gözlerinde beliren inci taneleri usulca yanaklarından aşağıya doğru süzüldü. Adamın acımasızca savurduğu sözler bir bıçak misali kalbine saplanmış onu sessizliğe boğarak öldürüyordu. İlk defa içi kan ağlıyordu. Ani bir kararla kılıcı iki eliyle sertçe tuttu. Daha genç adam ne olduğunu anlayamadan kılıcı göğsüne sapladı. Genç kadının avuç içleri dâhil göğsünden usulca kan akmaya başlamıştı.
"Sizi lanetliyorum ekselansları!" dedi acıyla gülümserken, ağlıyordu, acı çekiyordu ama yine de inatla gülümsüyordu. "Sizden ne kadar nefret etmek istesem de bunu hiçbir zaman yapamadığım için kendimi de lanetliyorum!"
Adam kılıcını kendine doğru çekmek istedi ancak iki eliyle sımsıkı tutmakta olan kadın ısrarla bırakmıyordu. Tam tersine kılıcı daha da derine saplamaya devam ediyor, yaradan daha fazla kan akmasına neden oluyordu.
"Bırak! Sana bırak dedim!"
"Duydunuz mu beni! Sizi lanetliyorum! Beni seveceksiniz! Bana âşık olacaksınız! Tüm kalbinizle! Tüm benliğinizle! Sizi bana âşık olmakla lanetliyorum! Beni öyle bir güçle sevmek zorunda kalacaksınız ki... Bunu fark etmeyeceksiniz bile!"
"Sen aklını yitirmişsin..." Adam tiksintiyle ona bakmıştı.
"Sizin yüzünüzden..." tekrar acıyla gülümsediğinde kan kusmuştu güzel kadın. Avuç içleri kanıyla boyanmıştı. Ellerini gevşetti. Arkaya doğru yavaşça düşmeye başladığında hâlâ sessizce gülmeye devam ediyordu. Soğuk zeminle sırtı buluştuğunda acı dolu bir inleme koptu dudaklarından. Buğulu gözlerini kapatmadan önce son sözlerini güçlükle fısıldıyordu.
"Tanrılar şahidim olsun sizi lanetliyorum ekselansları... Siz de aynı acıyı yaşayacaksınız... Benim gibi kan ağlayacaksınız... Sadece... Sadece beni seveceksiniz..."
***
Birden gözlerini açtı genç kadın. Ter içindeydi. Yine aynı rüyayı gördüğüne inanamıyordu. Artık bu gerçekten de can sıkıcı olmaya başlamıştı.
Uyuşmuş bedeniyle yatağından kalktı. Kenardaki sehpanın üzerindeki sürahiden bir bardak su alarak içtiğinde birazda olsun ferahlayabilmişti. Aynı rüyayı, daha doğrusu aynı kâbusu bir haftadır tekrar tekrar görüyordu. Artık gerçekten de korkmaya başlamıştı. Tanrı aşkına her defasında güzeller güzeli bir kızın aynı herif yüzünden göğsüne kılıç saplanarak öldürüldüğünü görüyordu! Olacak iş miydi bu! Hangi cani adam öyle güzel bir kadını öldürebilirdi ki!
Rüyanın en üzücü yanıysa o kadının gözlerindeki acıydı. Sanki hiçbir zaman sevgi görmemiş küçük bir kız çocuğunun gözleri gibi bakıyordular. Öyle bir keder, öyle bir kasvet vardı ki o bakışlarda o kıza sarılıp onu teselli etmek istiyordu. Ah neyse! Şimdi bunu düşünemezdi. Başını iki yana salladı. Saçma sapan ve aynı zamanda ürkücü olan rüyasını, aslında kâbusunu demeliydi, düşünme zamanı değildi. Bu gün özel bir gündü. Bu gün nişanlısıyla tanıştıklarına tam iki sene olmuştu! Kim bilir ona ne sürpriz hazırlamıştı?! İçinde tatlı bir heyecan vardı. Yatağından hızla kalkarak hemen hazırlanmaya koyuldu.
Dilara Can yirmi beş yaşında bir kütüphane de çalışan, on beş yaşında anne babasını bir trafik kazasında kaybeden, bu yüzden amcasının elinde büyüyen, normal bir hayatı olan normal bir kadındı.
Kendi işini bulduktan sonra ayrı eve çıkmış, iki sene önce de hayatının aşkı olan adam ile tanışmış ve dört ay önce de nişanlanmıştı. Şimdiki tek isteği evlenip mutlu mesut yaşamaktı.
O her zaman yanında onu koruyup kollayacak, ona destek olacak bir adam istemişti.
Dilara öyle dillere destan güzelliğe sahip olan bir kadın değildi. Aslında biraz kısa boylu, kısacık kızıl saçları olan fazla açık tenli, çilleri olan kahverengi gözlü bir kadındı. Ama bu onu yıldırmamış, bir gün beyaz atlı prensin onu bulacağına inanmıştı. Kitaplarla büyüyen her kızın hayaliydi bu. Doğru adamı bulmak ve onunla delicesine bir aşk yaşamak! Sadece hayali bile onu çok mutlu ederdi. Zaten bu yüzden meslek olarak kütüphaneciliği seçmişti. O aşk dolu satırlarla büyümek onun aşka olan inancını daha da alevlendirmişti. Peri masalı gibi güzel bir aşk yaşamak... düşüncesi bile inanılmazdı!
Biraz fazla hayalperestti belki bunu kabul ediyordu ama ne değiştirebilirdi ki, O öyle birisiydi. Böyle birisi olmasına neden olan insanlar da o müthiş kitapları ele alan o inanılmaz yazarlardı. Böylelikle onlar sayesinde aşka körü körüne inanmıştı Dilara. Bir gün gerçek aşkın onu bulacağına, onu "o" olduğu için delicesine seven birinin dünyanın bir yerin de yaşadığına inanmıştı. Evet kabul ediyordu, fazlasıyla romantikti.
İki saat sonra nişanlısının dairesine gelmişti. Üzerinde pudra rengi açık pembe bir elbise, altına da beyaz bir topuklu ayakkabı giymişti. Topuklu ayakkabılardan ölümüne nefret ediyordu. Bu lanet şeyleri icat eden sersemin bazen yedi ceddine küfür ettiği bile olmuştu. Maalesef boyu fazla kısa olduğu için bu illete mecburen katlanıyordu. Kadın olmak 21.yüzyılda daha da zordu sanki! Birde en sevdiği gül kokulu parfümünü sıkmıştı. Hırçın saçlarını her zamanki gibi özgür bırakmış, dudaklarına da dudak parlatıcısını sürmüştü.
Genç bir kadından daha çok liseli bir öğrenciye benzediğini biliyordu Dilara. Göğüsleri fazla küçüktü. Beden hatları da öyle dolgun sayılmazdı. Daha çok ergenlere benziyordu. Bu yüzden hep sinir olmuştu bedenine. Yirmi beş yaşında değil de on yedi yaşındaymış gibi görünüyordu. Ama nişanlısı onu bu haliyle seviyordu. Onu olduğu gibi kabul eden en mükemmel adamdı o.
Bir elinde pasta kutusunu tutarken diğer eliyle anahtarları anahtar deliğine sokmaya çalışıyordu Dilara. Nişanlısının dairesinin bir yedek anahtarı da onda duruyordu. Bu sayede onun için güzel bir sürpriz yapabilirdi.
Birkaç denemenin ardından anahtar deliğini bulabilen genç kadın içeriye girer girmez hemen elindeki pasta kutusuyla mutfağa gitti. İçerisinden üzeri çileklerle süslenmiş olan pastayı çıkararak masaya bıraktı. Hemen çantasındaki şarabı da çıkardı. Gerçi gün daha içmek için biraz erkendi ama yine de görsel efekt için masada olmasını istedi. Birde küçük hediye kutusunu çıkardı. Geçen hafta nişanlısıyla mağazalarda dolaşırken onun bu kal saatine baktığını fark etmişti. Ne kadar beğendiğini gözlerindeki ışıltıdan anlamıştı. Bu yüzden doğum günü hediyesi olarak bu saati almıştı. Tabi yanında bonus olarak birkaç öpücükte verebilirdi. Bunu düşününce bile yanakları kızaran genç kadın kendi yanaklarını avuçlayarak çocuk gibi gülümsüyordu.
"Kendine gel kızım! İyice şapşal aşığa döndüm!"Heyecanla üstüne bakındı. Saçlarını kulaklarının arkasına atarak usulca nişanlısının odasına yöneldi. İçi kıpır kıpırtı. Bakalım onu görünce ne yapacaktı. Muhtemelen hâlâ horul horul uyuyordu tembel teneke. Hep uyuşuk olmuştu zaten. "Günaydın uykucu aşkı..m..." diye kapıyı açmasıyla beraber karşılaştığı manzarayla duralaması bir olmuştu Dilara'nın. Son kelime de sesi neredeyse fısıltıyla çıkmıştı. Sanki zaman durmuştu. Kıpırdayamıyordu. Gördüğü manzara karşısında ne diyeceğini bilemiyor, bütün kelimeler boğazında kalıyor, yaşadığı duygu silsilesinde boğuluyordu. Adeta nutku tutulmuştu.
"F... Ferit..."
"Kahretsin!" Yataktan hızla çıkan çıplak adam üzerine bir şeyler geçirmeye çalışıyordu. Sabahın köründe böyle basılmayı tabii ki de tahmin edemezdi. "Bak... göründüğü gibi değil..!"
"Sen... Siz... Ferit sen nasıl...? Nasıl..." Dilara hâlâ ne diyeceğini bilemiyordu "Bunu nasıl yaparsın? Bana bunu nasıl yaparsın..." Nişanlısı olan adam onu aldatıyordu! Ve kiminle? En yakın arkadaşıyla aldatıyordu! Onunla beraberken basmıştı! "Bana bunu nasıl yaparsınız? Hiç mi utanmanız yok?"
Adam üzerine bir şeyler geçirdikten sonra hemen Dilara'nın kolundan yakalamıştı. O an Dilara öfkeyle kolunu çekti. Artık onun tenine dokunması sadece midesinin bulanmasına neden olurdu o kadar.
"Sakın bana dokunma pislik!" diye bağırdı tiksintiyle. Yatakta hâlâ pişkin pişkin sırıtmakta olan diğer kadına bakarak tekrar bağırdı. "Bunu bana nasıl yapabildin! Sen arkadaşımdın be! Hiç mi utanman yok! Bu kadar mı kişiliksizsin? Arkadaşım dediğin bir insanın nişanlıysa yatarak ne elde ettin? Yüzsüzlükte madalya kazanmışsındır umarım!" Arsız kadın cevap bile vermemişti. Tepki olarak sadece alayla dudaklarının kenarı kıvrılmıştı. Bu Dilara'yı daha da deli etmişti. Onun bu pişkin hali öfkesini iki katına çıkarıyordu.
"İkinizden de nefret ediyorum! İğrençsiniz! Bir de ben insanım diye toplum içinde geziyorsunuz! Siz sadece insan görünümündeki iğrenç yaratıklarınız o kadar! Hava ve göz kirliliğinden başka bir şeye yaramazsınız bile!" Genç kadının gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Elinde değildi. Muhtemelen şu an dıştan çok âciz görünüyordu ancak duyularını bastıramıyordu. Yaşadığı bu hayalkırıklığı bu ihanet gerçekten tarif edilmesi çok zor bir durumdu. Nasıl böyle bir şey yapabilmiştiler? Onlara bu kadar güvenirken, güveninin karşılığı bu manzaramıydı? Birbirlerini yalayarak öpüşürlerken onları basmak mı? Hem de bir zamanlar Ferit ile beraber oldukları o aynı yatakta. Bir insan nasıl bu kadar midesiz olabilirdi? Bir insan bu bu kadar karaktersiz olabilirdi?
Öfkeyle parmağındaki yüzüğü çıkartarak eski nişanlısının yüzüne savurdu Dilara. "Sen de yeni sevgilin de yerin dibine batsın! İkinizden de nefret ediyorum pislikler! Bir daha sakın karşıma çıkma Ferit! Anladın mı beni orospu çocuğu! Bir daha sakın gözüme görünme yoksa seni kendi ellerimle öldürürüm şerefsiz!!"
"Yeter be! Bitti mi söyleyeceklerin!"
Dilara'nın nefesi kesilmişti. Karşısındaki bu adam hiçte pişman değildi... Sergilediği bu iğrenç tavır tam aksini söylüyordu. Kesinlikle pişman değildi! Hatta yakalandığından neredeyse memnundu.
"Sanki ben de sana bayılıyordum!" diye homurdandı. "Zaten ben de uzun zamandır senle nasıl ayrılacağımı düşünüyordum. Böyle bilmeni istemezdim elbette... iyi bir ayrılığı hak ediyordun. Kusura bakma. Ama biz Aysun'la.." daha Ferit konuşmasını bitiremeden Dilara adamın yüzüne tokadı basmıştı. Güçlü tokatın sesi odayı sararken Ferit'in başı yana savrulmuştu.
"Birde utanmadan konuşuyor musun iğrenç herif! Sen adam mısın ki konuşuyorsun karşımda orospu çocuğu!"
Ferit öfkeyle Dilara'nın kolundan yakaladığı gibi onu yere doğru savurdu. Genç kadın son anda avuç içlerini yere dayayarak yere kapaklanmaktan kurtulmuştu. "Sen ne yaptığını sanıyorsun aptal! Sen ne cüretle bana tokat atarsın?" diye yüzüne doğru bağırdı. "Seni sevmiyorum anlamıyor musun? Seni hiçbir zaman sevmedim Dilara! Kendine hiç aynada baktın mı? Ha? Sana diyorum! Seni sevebileceğimi nasıl düşünürsün? Bir kendine bak bir bana bak! Yan yana durduğumuzda birbirimize yakışmıyoruz bile!"
Dilara'nın yanaklarından usulca yaşlar akmaya devam ediyordu. Beyaz teninde iz bırakarak firar eden damlalar güzelim elbisesine damlamıştı. Bu pislik için özenle satın olmuş olduğu yeni elbisesi göz yaşlarıyla kirlenmişti. Onu hak etmeyen bir adam için akıttığı gözyaşları nedeniyle kirlenmişti canım elbisesi. Öfkeyle yanaklarını elinin tersiyle sildi. Yavaşça doğrulduğunda yataktaki kadın da beyaz çarşafları üzerine sararak yataktan çıkmıştı. Alaycı gözleri ona bakarken daha da kısılmış, dudaklarının kenarı daha da kıvrılmıştı. "Ferit aşkım bu kadar kaba olmasan. Kızcağız ne hale geldi," diye eğlenerek birde konuşmuştu.
Dilara eskiden en yakın arkadaşı olan kadına bir an için hayretle baktı. Bir insan da hiç mi onur, gurur, haysiyet olmazdı. Erdemsiz insanlar dedikleri bu olsa gerek. Bu konuda Aysun bir başyapıt olabilirdi. Nasıl böyle iğrenç bir şey yaptıktan sonra konuşabiliyor, hâlâ onun yüzüne bakabiliyordu aklı almıyordu.
Kadın bir anda nefretle Dilara'ya bakarak "Bana öyle bakma!" dedi öfkeyle.
"Nasıl bakıyor muşum Aysun?" Dilara alayla sormuştu.
"Sanki beni hiç tanımıyormuş gibi!"
Dilara küçük, kuru bir kahkaha atmıştı. "Şu an seni tanımadığımı çok güzel kanıtladın zaten Aysun. Tebrik ederim. İşin de çok başarılısın."
Aysun iğrenmeyle Dilara'ya bakıyordu. "İşte bu yüzden senden hiçbir zaman hoşlanmadım! İnsanlarda ki kötülüğü görmene rağmen görmezden geldin! Beni bilmene rağmen hep beni görmezden geldin! Yüzüne iyilik maskesi takarak herkesi olduğu gibi kabul ediyorsun ve onlara aklınca yardım etmeye çalışıyorsun!"
"Olduğun kişilik için kendini yargılayacağına benim karakterimi mi sorguluyorsun?"
"Anlamıyorsun! Sen ikiyüzlülüsün Dilara! İnsanların kötülük yapacağını bilmene rağmen onlara iyi davranıyorsun, sonra ihanete uğradığında mağduru oynuyorsun. İhanete uğrayacağını bilmene rağmen bilerek aptalı oynuyorsun, masum rolünü oynayarak insanları manipüle ediyorsun! Bir kurdu evcilleştirdiğinde o kurt kuzuyu avlamayı unutmuyor!"
"Doğanızda kan, şiddet varsa suçlu olan ben oluyorum yani..." Dilara duyduklarına inanamayarak gülmüştü. Nasıl bir düşünce yapısına sahipti bu insanlar.
"Şimdi bile beni anlamıyorsun. Sen bunları bilmene rağmen yine de kurda eline uzatmayı bırakmayan insansın! Sonra canın yandığında kurdu suçluyorsun. Kurt özün de neyse o odur! Ondan uzak durması gereken aslında sensin!" Aysun alayla kahkaha atmıştı. "Komik olan ne biliyor musun Dilara! Çevrendeki hiç kimse bunun farkında değil. Hepsinin gözünü boyamışsın! Herkes sana hayran! Her zaman herkesin en sevdiği kişi sen oldun! Örnek kişilik Dilara! Orta okuldan beri her zaman böyleydi! Bütün arkadaşlarım hep sana hayran oldu! Teyzeler, amcalar... Sokak da ki kedi köpek bile seni seviyor be! Sende herkese gülücük dağıtan neşe dolu iyi kalpli, masum kız rolünü üstlenen usta bir oyuncusun! Senin gibilerden hep nefret etmişimdir! Benden çoğu insan hoşlanmamasına rağmen benimle arkadaşlık ederek bana bir lütufta bulunduğunu sanarak böbürleniyorsun! Sen sadece benim sayemde içindeki saklı kibiri okşuyorsun o kadar! İnsanların seni iyilik meleği olarak görmelerini isteyen ikiyüzlü bencilin tekisin!" Aysun Ferit'e yaklaşarak koluna sarıldı "Ferit'in senin gibi birini sevebileceğini mi düşündün gerçekten? O zeki biri, onu manipüle edemezsin! O senin gerçek yüzünü çoktan gördü! Benim sayemde gözleri açıldı!"
Dilara yaşlarını silmişti. Artık ağlamıyordu. Duyduğu saçmalıklar onu şoktan şoka sokmuş artık ne düşüneceğini bilemez hale getirmişti. İnsanları manipüle etmekle mi suçlanıyordu o şimdi? Aysun'un onun hakkında böyle düşündüğüne inanamıyordu. Bir ömür boyu düşünce aklına asla gelmeyecek şeylerle suçlanmıştı. Aptal Ferit'in artık nasıl kandırıldığını az çok anlamıştı. Aysun onu manipüle etmekle suçluyordu ama tam şu anda aynı tekniği onun karşısında Ferit'e uyguluyordu. Zavallı Ferit ise bunu fark etmeyecek kadar aptaldı. Aklınca Ferit'in zeki olduğunu söyleyerek onun erkek gururunu pohpohluyor ona karşı öfkeyle dolmasını sağlıyordu. Ferit'i bu zamana kadar kullanılmış olduğuna inandırıyordu.
"Zavallılar. İkiniz de koca bir zavallıdan ibaretsiniz o kadar."
"Sözlerine dikkat et Dilara!" Ferit öfkeyle bir adım öne atmıştı.
Dilara tekrar gülerek başını iki yana sallamıştı. "Gerçekleri söylemem ağır mı geldi Ferit?" Hayatının bir döneminde en değerli insanlar olan bu iki insan artık içinde küçük bir duygu kırıntısı bile hak etmeyen boş yaratıklardı. Onlar nefretini bile hak etmiyordu. Nefret - onu hak eden güçlü kişilikteki insanlara layık bir duyguydu. Böyle iğrenç insanlardan en fazla tiksinilirdi o kadar.
Genç kadın kızarmış gözlerini Ferit'e çevirdiğinde genç adam nedense bakışlarını kaçırmıştı. Burnunu çekti. "Ne diyeyim," dedi sonunda yavaşça "Size mutluluklar dilerim. Birbirinize gerçekten çok yakışıyorsunuz!"
Ferit öfkeyle "Doğru!" diye bağırdı. Neden öfkelendiğini o bile anlamıyordu. "Bana sen yakışmıyorsun! İyilik meleğini oynamandan bıktım usandım! Sanki seni hak etmiyormuşum gibi herkesin seni yüceltmesinden boğuldum anlıyor musun boğuldum!"
Dilara arkasına dönmüştü. Yumruklarını sıktı. Onun bu saçmalıklarını umursamaması gerekiyordu ama lanet olsun (!) canı yanıyordu işte! O bunların hiç birini hak etmemişti. Olduğu kişilik için yargılanmayı hak etmiyordu.
Ferit yakışıklı bir adamdı. Uzun boylu, iyi bir fiziği olan, koyu kestane rengi saçlara, yakıcı siyah gözlere sahip olan dikkat çekici bir adamdı. Onun kadınların dikkatini her zaman kolayca çektiğini biliyordu. Bu yüzden ilk başta ondan uzak durmuştu. Yakışıklı genç bir avukat bütün kadınların kalbini hoplatabilirdi. İşte bu yüzden o kendi yerini bilmiş o adamdan hep uzak durmayı seçmişti. Ancak Ferit'in kendisi peşinden koşmuştu. Onun kollarına o zorla atlamamıştı ki? Niye onu sanki tuzağa düşürmüş gibi konuşuyordu?
O hep ilişkileri sağlıklı yürütebilmek adına bir sürü fedakarlıklar yapmıştı. Özel günleri unutmasına söz etmemişti. Onu sıkboğaz etmemişti. Her zaman ilgili olmuş, bir erkeğin yapması gereken çoğu şeyleri o yapmış, bir kadın olarak o sevgilisini şımartmıştı. Sırf futbol maçlarına gitmeyi seviyor diye kaç ay öncesinden biletleri alıyor, bir bok anlamadığı o maçları sırf Ferit mutlu olsun diye izliyor, "Gol!" diye bağırdığında o da aynı tezahürat ile "Gol!" diye bağırıyordu. Daha başka ne yapabilirdi ki? Bütün bunları rol olsun, insanlar onu melek olarak görsün diye değil, bunları yapmaktan mutlu olduğu için yapıyordu. İnsanların ne kadar nankör olabildiklerini bu gün çok acı bir yolla öğrenmişti.
Dilara son kez arkasına döndü, "Seni lanetliyorum," dediğin de Ferit'in gözlerinde tuhaf bir duygu karışımı belirmişti.
"Umarım sende seni sevmeyen birini aynı benim gibi seversin ve benim çektiğim acının aynısını çekersin. Bu da benim sana olan lanetim olsun."