2.Bölüm "İhanetin Yükü"

1516 Words
2.Bölüm “İhanetin Yükü” 4 Yıl Sonra… Buse Seçkin… Taş kaldırımların soğukluğu ayak tabanlarıma kadar geliyor. Her adımda bir yankı çıkıyor, sanki sokaklar benim yalnızlığımı fısıldıyor. Anne… Baba… Neden yoksunuz ki? Bu sessizlik, bu boşluk… İçim sızlıyor. Bir köşeden hafif çikolata kokusu geldi, hemen aklıma çocukluk anılarım düştü. Annemle birlikte çikolata seçtiğimiz günler… Gülüşleri, sessiz sohbetlerimiz… Babamın bana bakışı, o güven veren gülümsemesi… Her şey hem çok uzak hem de içimde hâlâ canlı. Dükkan vitrinine yansıyan kendi siluetimi izliyorum. Gözlerimde yaş, yüzümde dalgın bir ifade… “Onlar olsaydı her şey farklı olurdu,” diye fısıldıyorum kendime. Ama kimse yok. Sadece Cenevre’nin dar sokakları, hafif sis ve gölden gelen serin rüzgar var. Bir banka oturdum. Ellerim cebimde, başımı hafifçe öne eğiyorum. İçimdeki boşluk, dalgaların göle çarpması gibi sürekli tekrar ediyor. Hafif bir rüzgar saçlarımı dağıtırken, bir an için annemin sesini duyuyormuş gibi oluyorum: # Güçlü ol, Buse… Her şeye rağmen devam et. # Derin bir nefes alıyorum. Gözyaşlarımı silerken fark ediyorum ki acım hâlâ taze, ama artık ilk yıllarda ki gibi değilim. Daha fazla dayanacak gücüm var. Belki de kayıplarla baş etmek, aslında onları hatırlamak ve yoluna devam etmek demekti. Kalktım, sokak lambalarının sarı ışığında adımlarımı dikkatlice atıyorum. Her adım, hem geçmişe bir selam hem de geleceğe küçük bir umut gibi. Sessizlik içinde yürürken bir yandan da kendi içimde sessiz bir hesaplaşma devam ediyor; tamam büyük bir acım var ama varlığım da güçlü. Çünkü alacağım intikamlar var… Öncesinde benim için büyük bir kutlama… Bu kutlamaya uygun hazırlandım. Her anlamda… Evet ben daha 20 yaşında ailesini kaybedip, sancılı bir hastane süreci geçiren Buse Seçkin. Ailemi kaybedene kadar tek derdim derslerim ve okulumdu. Ama bir kaza ve verdiğim kayıplarla acıların en büyüğü ile yüzleştim. Ailesiz kalınca insan olgunlaşırmış, birdenbire büyürmüş. Ben de öyle oldum. Sonra ne mi oldu? O kazanın üzerinden iki yıl geçtikten sonra, çocukluk aşkımın ve en yakın arkadaşım Sofia'nın ihanetiyle yüzleştim. Yaşadığım bu acının üzerine bir de İhanetin Yükü bindi. Ailemin kaybından sonra iki yıl boyunca evde, anne ve babamın hayaletleriyle kendi kendime mücadele ettim. Bazen sabaha karşı gözlerimi açtığımda, yatağın ucunda annemin öylece dikilip beni seyrettiğini görüyordum. Korkudan ve acıdan çıldırmak üzereydim. Bu durumu kimseye anlatmadım, herhangi bir psikolojik destek de almadım. Çünkü akrabalarım bunu duyunca başıma üşüşüp, “Akli dengesi yerinde değildir, yasal vasî olmak için devreye giriyoruz.” deyip her türlü kanunu zorlayacaklardı. O yüzden Arin ve Sofia dışında kimseyle paylaşmadım bu sıkıntımı. Bana yoldaş olurlar diye düşündüm. Ancak yanlış düşünmüşüm. Okuldan çok yorgun çıktığım bir gün, kendimi zorla eve attım ve öylece uyuyakalmışım. Çünkü bir taraftan okuyup bir taraftan şirketide yönetmeye çalışıyorum. Çok tecrübesizdim. Arin'in annesi Elin Teyze çok yardımcı sağ olsun. Saat kaçta eve girdim, uyandığımda saat kaçtı, hiç bilmiyordum. Babama layık ve onun hayallerindeki gibi bir avukat olabilmek için gecemi gündüzüme katıp ders çalışıyordum. Uyandığımda acıktığımı hissettim. Mutfağa iki adım atmamla babamı gördüm. Kollarını önüne bağlamış, öylece bana bakıyordu. Ağlamaya başladım ve; "Lütfen yeter! Kabul ediyorum, hatalıyım. Sizin katiliniz benim, lütfen artık karşıma çıkmayın. Korkuyorum, yoruldum. Beni affedin. En uzun ne kadar yas tutulursa, arkanızdan o kadar yas tuttum ve tutacağım, söz veriyorum. Yeter ki artık beni rahat bırakın. Lütfen…,lütfen…, lütfen…” dedim. Sesim yalvarır gibi çıktı. Gibisi fazla, yalvarıyorum artık. Babam cevap vermedi; öyle sabit durdu. "Çok yoruldum. Ne zaman uykudan uyansam, sen ya da annemin hayaletini görüyorum. Korkudan da öte artık… çok yoruldum." deyip geri döndüm mutfak kapısından. Öylece evden çıktım. Arabama binip Sofia’ya gitmeyi tercih ettim. Arin’e gitsem, Elin teyze ve Uğur Amca bir dünya soru soracaklardı. Sofia en azından durumumu biliyor, çok soru sormaz. Bir şeyler atıştırır, kendime gelince yeniden eve dönerim diye düşündüm. Ne pahasına olursa olsun aile evimden vazgeçmeyeceğim. Akrabalarıma fırsat vermeyeceğim… Kararlıyım… Sofia'nın evi de bize yakın, tek başına yaşıyor. Ailesi Zürih’te, Sofia ise işinden dolayı Cenevre’de; Arin'in babasının yöneticilik yaptığı şirkette, muhasebe departmanında çalışıyor. Arabayı park edip Sofia'nın evine doğru adımladım. Sofia, benim için sadece yakın bir arkadaş değil; ayrı anne babadan bir kız kardeş gibiydi. Gerçi son zamanlarda biraz tuhaflaştı ama olsun. Benim evimin anahtarı Sofia’da var, Sofia’nın anahtarı da bende. Birbirimizden habersiz gidip geldiğimiz çok olurdu. Bazen sırf vakit geçsin diye, okuldan çıktığımda kendi evime değil de Sofia’ya geçer, yemek yaparım. Geldiğinde beni görünce çok mutlu olurdu; tabii hazır yemek de işin içine girince bu mutluluk iki katına çıkardı. Türk yemeklerine bayılıyor. Bu bahane ile bende eve geç gidiyorum. Hayalet görmüyorum. İki adım daha atıp bahçe kapısını açtım. Sofia’nın evine baktım. Üst katın ışığı yanıyor. Demek ki evde diye düşünüp anahtarı aldım ve kapıyı açıp içeri girdim. Tam, Sofia, ben geldim diye sesleneceğim sırada bir kahkaha sesi duydum. Bu duyduğum kahkaha sesi çok tanıdıktı. Sofia’ya ait değil ama… çok tanıdık. Aklımda binbir düşünceyle yavaş yavaş merdivenleri çıkıp üst kattaki yatak odasına doğru yaklaştım. Önce konuşma sesleri geldi. "Bebeğim, bugün Buse delisiyle görüştün mü hiç? Herhangi bir planı var mıymış?" diye sordu Arin. Lanet olsun… Evet, bu Arin’in sesiydi. “Bebeğim” dediği umarım Sofia değildir diye içimden öylesine geçirmiştim ki… Arin'in sorusuna gelen cevap tokat gibi yüzüme çarpmıştı; "Görüştük tatlım. Hayalet mayalet… saçmalıyor bir şeyler. Anlayacağın yine depresif hallerde. Boşver, biz keyfimize bakalım." dedi. Bu keyfe nasıl bakılıyormuş diye iki adım daha atıp, hafif aralık duran yatak odasının kapısından içeriye baktım. İkisi de çıplaktı. Yatağın içinde ot sarıp içiyorlardı. Bir şişe şarap açılmıştı; komodinin üzerinde kadehler ve o şarap şişesi öylece duruyordu. Kafalar bir milyon ikisinin de. Ben acıdan kıvranırken… okul bir taraftan, babamın bana bıraktığı şirket bir taraftan… toparlayıp idare etmeye çalışırken… İşin en acısı, anne ve babamın hayaletleriyle mücadele ettiğimi sadece bu ikisine anlatıp, dizlerinde hıçkıra hıçkıra ağlarken; onlar aslında hep benimle böyle dalga geçmişler. Benim olmadığım ortamlarda böyle keyif yapmışlar… Hiçbir şey demeden arkamı dönüp öylece çıktım. Kendimi önce evden, sonra o evin bahçesinden dışarı attım. Hızlıca gelen arabanın üzerine doğru koştum. Resmen araba bana değil, ben arabaya çarptım. Bitsin istiyorum… Çektiğim tüm acılar bitsin. Ölürsem ailemle yüzleşeceğim. Bana kızıyorlarsa da belki, “İşte sen de trafik kazasıyla can verdin, bedelini ödedin.” deyip artık kızmayacaklardı. O trafik kazası, hayatımın bir dönüm noktası oldu. Cesur Karaca, Nam'ı Diğer Kara Ağa ile tanıştım. Ağa, töre, berdel olaylarına tepki diye dünyaya gelmiş bir canlı. Zamanla tanıdıkça anladım bu durumu. En yakın arkadaşım, dostum, abim oldu. Cesur’la tanıştıktan sonra benimle ilgilenmesi, hatta sırf benim için Arin’i bir güzel dövmesi… derken nasıl oldu bilmiyorum ama annem ve babamın hayaletleri artık karşıma çıkmadı. Canım erkek kankam, canım abim Cesur… Her iyi ve kötü günümde daima benimle oldu. Her başarımı birlikte kutladık. Sınavdan düşük not aldıysam kulağımı çekti. Evet resmen kulağımı çekti bu nasıl not diye… İsviçre’ye mimarlık okumaya gelmiş. İyi ki de İsviçre’yi seçmiş; yoksa onun gibi mükemmel bir insanla tanışmayacaktım. Okulu bitince ülkesine döndü. Çok ısrar etti benim de Türkiye’ye dönmem için ama kabul etmedim. Tatillerde belki gelirim dedim. Kabul etmediğimi görünce artık o da ısrar etmedi. Son iki yıl her günümüz birlikte geçmişti. Cesur Ağam, okulu bitirmeye çalışırken bir taraftan da beni toparladı. Hiçbir tatilde onun memleketi Şırnak'a gitmedim. Asla bana ve yaşam tarzıma uygun değil. Ağalık, töre ya da Doğu Kültürü bilmem ne… Tatil için bile olsa, asla asla gitmeyeceğim topraklar… En büyük konuşma neyse onu yapıyorum. İsviçre… Medeniyetin beşiği… Burayı bırakıpta Doğu illerine gitmem. Kankalık, arkadaşlık, abilik de bir yere kadar. Cesur'la her gün telefonlaşıyoruz. İki yılda bana çok iyiliği dokundu. Benim için canını ver dese veririm; çünkü ona canımı borçluyum. Ama İsviçre'de veririm canımı. Şırnak'ta değil. O trafik kazasından sonra iki defa daha intihara teşebbüs ettim. Nasıl içine doğdu bilmiyorum ama telefonlarına cevap vermediğim için şüphelenip soluğu benim yanımda almış. Hastanede midemi yıkattı. Bir diğer intihar edeceğim gün ise köprüden atlamayı planlıyordum. Gün içinde telefonla konuşmuştum Cesur’la. O konuşmamdan şüphelenmiş. "Bana hem teşekkür ettin hem de veda eder gibi konuştun. Bu çatlak yine intihar edecek diye tahmin etmem zor olmadı.” demiş ve Bilişim Teknolojileri Uzmanı bir arkadaşından destek alarak telefon sinyalime ulaşmış. Nerede olduğumu, konumumu bulunca soluğu yanımda aldı. Köprüden atlamama izin vermedi. O psikolog oldu, ben hasta… Ben konuştum, o dinledi; çözüm bulmaya çalıştı, buldu da. Hiçbir maddi çıkar olmadan, öylece benimle kurduğu saf dostluk çok iyi geldi ve artık ben annemin babamın hayaletini görmemeye başladım. Görmeyince, yaşadığımız evde ailemle geçirdiğim güzel günler ve anılar daha fazla aklıma gelmeye başladı. O güzellikler aklıma gelince toparladım. Bir taraftan da okuluma asıldım. Artık Cesur'un da dört gözle beklediği o zafere ulaştım. Okulu birincilikle bitirdim. Ben Buse Seçkin… 24 yaşına bastım. Okuldan mezun oldum, babamın hukuk bürosunun başına geçmek için eğitim anlamında tam da olması gerektiği gibi donanımlı bir avukatım. Tecrübe zamanla olacak. Bu gece bunu kutlayacağız Cesur’la. Türkiye'den İsviçre'ye geldi… Sırf benim için… "Seni Cenevre’nin en şık restoranında ağırlayacağım Avukat Hanım. Türkiye’den gelen başka arkadaşlarım da var ama öncelik senin. Bu geceyi sana ayırıyorum. Sonradan bulduğum kız kardeşim, en yakın kankam artık öğrencilikten çıktı ve iş kadını oluyor. Sonuna kadar kutlayacağız." dedi. Ah Cesur… Cesur’um… İyi ki beni öylece yüzüstü bırakıp gitmedin o kazadan sonra. Acıma ortak oldun, bana destek oldun. Sana ne kadar teşekkür etsem az… Cesur’la buluşurken normalde hiç panik yapmam, heyecanlanmam ama sanki bugün içim içime sığmıyor gibi. Neden böyleyim anlamadım. Şu kutlamayı yapınca belki de içimdeki bu heyecan geçer diye düşündüm. Bilemezdim… Aslında adım adım hayatımın dönüm noktasına doğru ilerlediğimi… _______ 💌💌💌💌
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD