6. Bölüm “Sudenaz Kayıp!”
Buse Seçkin… 😎😎😎💫
Türkiye cennet vatan…
Havası, suyu harika. İlk günden çok dinlenmiş bir şekilde uyanıp kendime geldim. Hızlıca duş alıp hazırlandım. Bugün Cesur’la şirkete gideceğim. Aslında buraya sırf Sudenaz için gelmedim, başka bir görevim daha var. Detayları şirkette konuşacağız.
Aşağı avluya indim. Yine o sedirli kısma geçtim; sanki burayı benim için yapmışlar. Çok hoşuma gidiyor bu köşe, adeta tahtıma kuruluyorum, öyle bir rahatlık. Sabah kahvesi içip ayılmaya çalıştım. Sonra korumalardan birine iş atmak için sigara istedim, verdi. Bu yaştan sonra çapkın olayım derken sigara tiryakisi olacağım sanırım. Saçma sapan bir tadı var; insanlar şu elimde tuttuğum beyaz çubuktan ne anlıyor kesinlikle çözemiyorum. Tam üçüncü nefesimi çekerken Cesur ve Sudenaz’ın peş peşe avluda bana doğru koşar adımlarla geldiğini gördüm.
“Siktiiirrr!” deyip sigarayı attım.
Geri geri adımladım ve;
“Ceso, sakin ol şampiyon… Aşk olsun Sudenaz, daha 24 saat bile olmadı.” dedim.
Sudenaz;
“Buse çok özür dilerim.” dedi.
Bu kız gerçekten çok saf. Dünkü plan anında alt üst olmuş, anladığım kadarıyla.
Ne ara yetişti, ne ara saçımdan yakaladı Cesur anlamadım bile. Ben de alttan tekme atmaya başladım Cesur’a…
Cesur kulağıma eğilip;
“Hatunumu oteldeki masaj salonuna ikna edeceksin. Gelecek, soyunacak ve ben de ona masaj yapacağım. Yoksa İsviçre’yi unut; 1 sene boyunca Şırnak’tan çıkmanı engellerim. Daha da kötüsü, veririm seni baban yaşında bir ağaya… Ömür boyu burada kalırsın.” dedi.
“Aslaaa! Saçımı kopar istersen ama o dediğin asla olmaz!” diye cırladım.
Sonuçta bu kadar saçma bir oyun oynamamıza gerek yok Sudenaz’a. Adam gibi çağırsın karısını, masajını yapsın. Ya da odasında soyup masajını yapsın.
Cesur saçlarıma asılıp;
“Ben anlamam Buse’ciğim… Dediğimi yaparım, bilirsin.” deyince omuzlarım düştü.
Evet, iyi bilirim… İnat ederse Sudenaz’la evliliği yoluna girse bile beni Şırnak’tan göndermez.
“Offfff! Acıyorum bu kıza yemin ederim… Nasıl biriyle evli olduğunu bilmiyor.” dedim.
Cesur biraz daha saçımı çekti ve;
“Evet mi, hayır mı?”
“Evet! Allah belanı versin senin, evet!” deyince bıraktı.
Sudenaz hemen yanıma geldi ve;
“Çok özür dilerim. Tek cümlemden anladı. Laf arasında, sen çok zina etmişsin dedim, Cesur direkt Buse dedi.”
“Sağ ol Sudenaz, gerçekten ikinci cümleye gerek kalmamış. Neyse, başa gelen çekilir.”
“Ne gelecek başa? Ne oldu, neyi kabul ettirdi sana?” diye panikle sorular sordu.
“Boş ver sen… Akışına bak olayların sadece.” deyip saçlarımı düzenledim ve kahvaltı için salona doğru çıktım.
Cesur, telefonda bana üstünkörü bahsettiği meseleyi masada ailesine de anlattı. İstanbullu bir firma ile ciddi sorun yaşanıyor. İş tehdit ve şantaj boyutuna çıktı. Cesur ailesine bu meseleyi anlattıysa daha da tehlikeli olmaya başladı demektir. Ortam biraz sakinleşsin diye aklıma ilk geleni söyledim Cesur’a;
“Ceso, biz de İstanbulluları tehdit etsek ya! Empati yapsınlar. Burası bizim çöplüğümüz; önüne gelen her horoz ötemez.” dedim.
Cesur:
“Onlarla aynı seviyeye düşecek kadar alçalmadım. Sen sana dediğimi yap, gerisine karışma.” dedi.
Bana dediğini yapacağım, evet Cesur…
Aklının bir köşesi daima karısında ve evliliğinde. Ne güzel. Kahvaltıdan sonra birlikte şirkete geçtik. Şirketin Hukuk Departmanı ile toplantı yaptık. Büyük bir ihale var otel inşaatı için. Ancak karşı taraftaki İstanbullu firma kesinlikle bu topraklara uygun tarzda insanlar değil. Cesur araştırmış; mafyatik tipler ve o otelin altına kumarhane açıp işletecekler. Ayrıca adamların bir kolu fuhuş çetesine uzanıyor. “Benim topraklarımda böyle kanunsuz insanlara yer yok.” dedi Ceso Aga.
Tehdit edip diğer tüm inşaat firmalarının ihaleden çekilmesini sağlamışlar ancak Cesur pes etmiyor. Sonuna kadar mücadele etmekte kararlı. Haliyle karşı taraf da Cesur’u tehdit edip yıldırmakta kararlı. “Ellerinden geleni ardına koymasınlar.” dedi Cesur. “Ben gerekli tüm tedbirlerimi aldım.” diye açıklama yaptı.
Biz de işin hukuki tarafını araştırıyoruz. İhalede fesat, tehdit ve şantaj olduğuna dair deliller toplayıp şikayetçi olacağız. Çok detaylı ve titiz bir çalışma yaptık Hukuk Departmanı ile; neredeyse gece gündüz toplantı halindeyiz. Alınan tüm kararları tek tek Cesur’a bildiriyorum. Onunla da ayrıca toplantı yapıyoruz.
İyi ki Sudenaz’a gerçeği söylemişim… Yoksa biz burada toplantı yaparken, karşı tarafı bertaraf etmek için harıl harıl çalışırken Sudenaz belki de benim kocasını ayartmaya çalıştığımı düşünecekti. Hayali bile korkunç. Sudenaz gibi bir insana asla böyle bir yamuk yapmam. Evliliği gerçeğe dönüşsün diye arkasından iş çeviriyorum. Aslında onun iyiliği için olmasına rağmen çok huzursuzum. Çünkü gerçekten bu dünya için oldukça saf ve hassas bir kalbe sahip. İşte Cesur’un Sudenaz tutkusunun sebebi de o saf ve hassas kalbi zaten. Beni tehditte eder, bana şantaj da yapar Cesur, Sudenaz Hanımağası için…
Sabah yine toplantıdaydım. Bu sırada telefonuma mesaj geldi. Sudenaz fotoğraf atmış; muazzam bir kahvaltı sofrası. Altına da mesaj yazmış:
Sudenaz (Baytar): Hanımağa olmak ayrıcalıktır!
Ben: Derhal ağa bulup evlenmem lazım. Yok mu bir kan davası falan, karşılığında verin beni. Feda ederim kendimi seve seve… diye cevap verdim.
Buraya geldiğimden beri, töre-berdel olaylarıyla fena halde dalga geçiyorum. Cesur durup durup, “Çok dalga geçiyorsun. Farkında olmadan büyük de konuşuyorsun. Başına dert açacak senin bu ayarsız dilin, haberin olsun.” diye beni uyarıyor. Zerre umrumda değil. Şu işler bitsin, evlilikleri yoluna girsin… Taş çatlasın bir ay sonra ben de İsviçre’ye geçeceğim. 2 hafta diye geldim ancak işler sarpa sarınca süre uzadı. Galiba bir ay daha buralardayım.
O sırada Cesur’un telefonu çaldı. Karşı taraf ne dediyse… Suratı öyle asıldı ki, tek kelime etmese bile o asık suratından hepimiz gerilip korktuk. Telefonu kapattı, iki elini birden masaya vurup:
“Sudenaz’ı kayıp!” dedi.
“Hiihhhh!!!”
Diye içimi çekip ayağa kalktım, hemen Cesur’un yanına adımladım. Telefonundan konağın kameralarını izledi. Sudenaz, konağın arka kısmına yanaşan araca resmen koşa koşa gidip binmek istemiş… Daha sonra arkadan müdahale edip bayıltmışlar. Cesur çıldırdı. Dosyaları, evrakları masanın üzerinden sağa sola fırlattı.
Bana döndü ve;
“Konağa geç. Bizim odamızdan çıkma ve Sudenaz’ı getirmemi bekle.” dedi.
“Tamam. Umarım sağ salim bulursun.” deyip ben konağa geçtim.
İlk defa konağı ve avluyu bu kadar kalabalık görüyorum. Cesur’un ağalık yaptığı Karaca Aşireti olduğu gibi toplanmış. Her kafadan bir ses çıkıyor, Sudenaz hakkında ileri geri konuşuyorlar. Ama ben Cesur’a güveniyorum. Sağ salim bulup gelecek ve bu ileri geri konuşan herkesin ağzının payını verecek.
Ah Sudenaz… Şu kapıdan sağ salim içeri girmen için neler yapmazdım. Keşke benim de elimden bir şey gelse. Beklemekten başka çarem yok.
Akşam oldu, hava karardı ve biraz da serinledi. Bu kız nerede? Cesur neden hâlâ bulamadı diye ben de ilk anlardaki sakinliğimi kaybettim. Adım adım Cesur’un hamlelerinden bilgim var ama neden bu kadar uzadı iş anlamadım.
Bu esnada telefonuma mesaj geldi:
Ceso Aga: Çok şükür sağ salim buldum Sudenaz’ı. Konağa getiriyorum. Lütfen ilgilen. Bir de kuaför göndermek zorundayım; sebebini Sudenaz’ı görünce anlayacaksın. Ben çok öfkeliyim. Kimseyi kırmak istemiyorum. Aşireti sakinleştirince ancak kendime gelirim sanırım.
Diye yazmış.
Ben de cevap verdim:
Ben: Merak etme, Sudenaz bende. Elimden geldiğince ilgileneceğim. Canı sağ olsun, onun dışında başka hiçbir şey önemli değil. Cesur, bir yolunu bul ve sakinleş…
Yazdım ama asla umudum yok. Sudenaz için konuşulanları duydu eminim. O yüzden herkesi kırıp geçirecek Cesur…
Yaklaşık 2 dakika sonra odanın kapısı bir hışımla açıldı. Sudenaz içeri girdi. Üstü başı toz, saçları ise berbat. Anında gözleri doldu ve ağlamaya başladı. Hemen gidip sarıldım ona. Üzerinin kirine asla aldırış etmeden sıkıca sarılıp ben de ağlamaya başladım. Yine de bir nebze de olsa teselli etmeye çalıştım Sudenaz’ı.
Sakince;
“Kurtuldun… Geçti. Bir daha yaşamazsın umarım böyle bir şey… Lütfen ağlama. Hadi gel, seni temizleyelim.” deyip elinden tutup çektim.
Banyo tarafına doğru adımladık. Kapının önüne gelince Sudenaz bana baktı ve:
“Ben hallederim, teşekkürler Buse… Beni normal karşılayan sadece sen oldun.” deyip banyoya girdi.
Ah Cesur… O sinirle umarım şu kızın kalbini bir de sen kırmamışsındır. Zaten yabancısı olduğu bir hayat yaşamaya çalışıyor. Kolaylaştırmak yerine sen iyice zorlaştırıyor musun yoksa diye söylendim…
Banyodan su sesine karışık Sudenaz’ın hıçkıra hıçkıra ağlama sesleri de duyuluyordu. Yeniden kapı çaldı. Baktığımda kuaför olduğunu tahmin ettiğim kadın içeri girdi, onu oturma bölümüne aldım ve;
“Birazdan Sudenaz banyodan çıkar. Lütfen mümkün olduğunca düzgün bir saç kesimi yapın.” dedim.
“Tabii ki elimden gelenin en iyisini yapacağım.” deyip çantasını açtı, malzemelerini çıkardı. Yere büyük bir örtü serdi. O örtünün tam ortasına sandalyeyi koydu. Sehpanın üzerine de tarak, makas, fön makinesi gibi malzemelerini hazır etti.
O esnada Sudenaz banyodan çıkıp giyinmiş bile. Oturma bölümüne, yanımıza geldi. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş, şişmişti. Daha fazla dayanamadım bu hâline;
“Saçların için kuaför getirtti Cesur, hadi gel düzenlesin.” dedim.
Sessizce oturdu, itiraz etmedi. Ben canımın derdindeyim, siz saçımı mı düşünüyorsunuz, demedi. Öylece sandalyeye oturdu. Kuaför önce fön çekti ve saçını dümdüz yaptı. Kim nasıl bir hırsla kestiyse saçını, kuaförün fön çekmesi bile oldukça uğraştırdı. Fön işi bitince, yeniden düzgün bir şekilde kesti. Sudenaz’ın saçlarının uzunluğu beline kadardı; şimdi omuzlarının üzerinde, kulak memesinin birazcık aşağısında kaldı. Eminim saçları kesildiği için çok üzgündür.
Kesim işi bitti, kuaför eşyalarını ve örtüleri toplayıp odadan çıktı. Sudenaz ile göz göze geldik. O beklediğim soruyu sordu;
“Neler oldu Buse? Sen eminim Cesur’un yanındaydın.” dedi.
Gerçeği bilmesinde hiçbir sakınca yok; bu korkuyu dibine kadar Sudenaz yaşadı çünkü. O yüzden neyi görüp neyi duyduysam, hepsini olduğu gibi anlatmaya başladım;
“Konaktan telefon geldi. Gelin ağa yok, hiçbir yerde bulamadık, dediler. Çıldırdı tabii. Telefondan kameraları açıp izledi. Arka taraftaki kamerada önce üç kişi aynı anda üç korumaya arkadan yaklaşıp bayıltıp kenara sürüklüyorlardı. O olaydan üç dakika sonra sen koşarak sokağın aşağısındaki arabaya gidiyorsun. Seni de aynı şekilde bayıltıp arka koltuğa atıyorlar ve götürüyorlar.
İstanbul’lu firmanın sahibi arayıp, ‘İhaleden çekil, ben de karını aldığım gibi tekrar konağın kapısına bıraktırayım.’ dedi. Cesur iyice çıldırdı. Aşiretin eli silah tutan tüm gençlerini topladı. Bir uçak kaldırdı direkt İstanbul’a ve adamın nerede ne kadar oteli deposu varsa baskın yaptırdı. İki saat içinde baskın haberlerini almaya başladı karşı taraf. Toplantı talep ettiler. Cesur kabul etmeyip şart sundu, çekil ihaleden dedi. Direnecekti ancak yangın ve patlama haberleri peş peşe gelince senin yerini söylemek zorunda kaldılar. Toplantıya gerek kalmadan ihaleden de çekildi. Biraz acemi sanırım. Mafyacılık oynayacaktı ama Cesur o oyunu bozdu. Verilen adrese gitti, seninle döndü. Adres doğruymuş demek ki. Olayların bildiğim, gördüğüm yönü bu kadar.” dedim.
Sudenaz'ın omuzları düştü;
“Ne ihaleymiş beee… Asla vazgeçmedi, geri çekilmedi ihaleden. Beni öldürseler de vazgeçmeyecekti belki…” diye mırıldandı.
Çok üzgün, o yüzden doğru düşünemiyor. Anlatmaya devam ettim;
“Sudenaz, sandığın gibi basit bir ihale değil. Adam otel ruhsatıyla orayı açıp işletecek ve en fazla bir yıl sonra hem kumar oynatacak hem de fuhuş yuvası hâline getirecekti. Adamın tüm otelleri aynı durumda. Bunu duyunca bu işe girdi Cesur. Kendi toprağımdaki gençleri yoldan çıkaracak, böyle bir otel burada olmamalı dedi. Beni de aslında bu olayın hukuki boyutu için getirtti.” diye daha da detay verdim.
Sudenaz;
“Kafam allak bullak Buse, neyin ne olduğunu bilmiyorum. Bunlara yardım eden bir kadın vardı. Her kimse, benden nefret eden bir kadın. Sadece gözlerini gördüm. Kendini çarşafla gizlemişti. Yüzünde de peçe vardı.” dedi.
“Cesur onu da bulur, cezasını verir. Sana ağrı kesici vereyim, iç. Hatta hafif bir sakinleştirici de vereyim. Dinlen. Şu kalabalık dağılsın, ortalık durulsun biraz. Eminim, her soruna cevap alırsın Cesur’dan.”
“Bana da kızgın, böyle bir tuzağa düştüm diye. Ne oldu, nasılsın, demeden aşiretin derdine düşmüş…”
“Avlu bildiğin gibi değil. Sultan Hanım ve Ceylan teyze kadınları, Cihan Ağa da erkekleri yatıştırmaya çalışıyordu deminden beri. Cesur gelince sesleri kesildi.”
“Derdi nedir aşiretin?” diye sordu…
Derin bir nefes alıp verdim ve;
“Cesur gençleri toplayıp İstanbul’a yollayınca, olay seninle mi bağlantılı diye şüphelendiler. Sevgilin vardı da İstanbul’da senin peşinden çıkıp buralara mı geldi acaba gibisinden.” dedim.
Şaşırdı Sudenaz ama hemen toparlanıp;
“Didik didik araştırsınlar. Nokta kadar dahlim yok bu olayda, bulamazlar.” dedi.
“Biliyorum Sudenaz, sıkma canını. Cesur açıklama yapar onlara şimdi.”
Yine sessizleşti. Masanın üzerinde duran ağrı kesiciyi alıp içti ve yatağına girip uzandı. Aslında bu, yalnız kalmak istiyorum demenin farklı bir versiyonu. Üzerine gitmek istemiyorum. Elimden geldiğince açıklama yaptım, gerisi Cesur’un bileceği iş. Eminim Sudenaz’ın bir şekilde gönlünü alacaktır. Bu kız bu hâle Cesur’un işleri yüzünden geldi. Ayrıca bahsettiği kadın da yine Cesur’a göz koymuş biridir eminim.
Ben de sessizce odadan çıktım. Koridorda boş bir oda buldum ve odanın balkonuna attım kendimi. Avluda neler oluyor merak ediyorum. Cesur tüm misafirleri kapıdan tek tek uğurluyor. Herkesle tokalaşıyor. Bu demek oluyor ki az önce atıp tutan insanlar ikna olmuş. Cesur’un ya da Sudenaz’ın suçsuz olduğuna kanaat getirmişler. Saçma sapan işler… Yani şu topluluk, Sudenaz suçlu, öldürelim dese belki de gelenek görenek, töre adı altında Sudenaz’ı öldürtecekler. Hepsine zeka testi yapılmalı bu insanların.
# Allah’ım, Cesur arkadaşımın evliliği bir an önce yoluna girsin ve ben de modern Avrupa ülkem İsviçre’ye dönüş yapayım… # Diye dua ettim içimden.
Misafirler dağılınca Cesur başını yukarı kaldırıp gökyüzüne baktı. Tekrar indirirken ona el salladım. “Evet” anlamında o da başını salladı ve içeri doğru adımladı.
Ben de koridora çıktım. Cesur gelince;
“Sudenaz dinleniyor, ilaç aldı. Ağlamaktan gözleri kıpkırmızı oldu. Çok zor ve kötü durumda. Bak Cesur, bu kız bu hâle sizin yüzünüzden geldi, zerre suçu yok. Görüntüleri ben de izledim; korumalar bile fark etmeden bayıltılmış. Sudenaz da tuzak olduğunu anlayana kadar paketlenmiş. Kızın üzerine daha fazla gitme.” dedim.
“Gitmeyeceğim Buse. Kim bilir ne kadar korkmuştur. Keşke onun yerine seni kaçırsalardı.” deyince omzuna bir tane vurdum.
“Saçmalama! Ben ağa karısı bile değilim. Beni neden kaçırsınlar?”
“Ne bileyim… Sen güçlüsün, hemen böyle şakaya vurup hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edersin. Ama Sudenaz öyle değil. Nazlı bir çiçek gibi. Hayatına ben girdiğim için onun solup gitmesinden çok korkuyorum.”
“O zaman kendine geleceksin. İsviçreli modern bir koca olacaksın! Öf… sıkıldım ben bu töre, berdel ve ağa olaylarından. Bir an önce şu karınla evliliğini normale çevir de ben de defolup gideyim.”
Gözlerini devirdi Cesur ve merdivenlerden aşağı seslendi;
“Sudenaz için sıcak bir çorba getirin!” dedi.
“Ben odama geçiyorum, görüşürüz Ceso Aga.” deyip el salladım ve kendimi odaya attım.
Ah be Sudenaz… Acıyorum sana. İşin çok zor, aşiret, töre, berdel, ağa derken bu topraklarda ömrün geçecek. Neyse… Ara ara gelir seni ziyaret ederim, hayatın renklenir sayemde hiç olmazsa.
Ama önce gitmem gerekiyor. Özledim İsviçre’yi. Tamam, insanları soğuk; havası da soğuk ama etrafta ağalar paşalar dolanmıyor en azından. Bu düşüncelerle ben de öylece uyuya kalmışım…
Hayatımın en ilginç günlerine gözlerimi açacağımı bilmeden…