3.Bölüm "İlk Karşılaşma"

2541 Words
3. Bölüm “İlk Karşılaşma” Buse Seçkin… Cesur’u kızdırmamak için siyah, sade bir elbise giydim; çok fazla dekoltesi yok. Elbisenin hem kolları hem etek boyu uzun. Normalde yanımda Cesur varsa daha rahat, hatta daha dekolteli kıyafetler giydiğim olmuştu. Nasıl olsa döver, karşı taraftan beni korur, düşüncesiyle… Ancak şu an böyle bir şeye cesaret edemiyorum. Uzun bir süredir sadece telefonda görüşüyoruz ve beni ilk dekolteli kıyafetle görürse, tabiri caizse ağzıma eder. O yüzden şansımı fazla zorlamak istemedim. Restoran kapısından içeri girip etrafa bakınırken el kaldıran Cesur’la o an göz göze geldik. Gülümsedim ve hemen yanına gittim. Ayağa kalktı, birbirimize sarıldık. “Özlemişim seni deli kız.” dedi. “Ben de seni özledim Ağam.” dedim. Geriye çekilip yüzünü buruşturdu; “Lütfen benimle ve Ağalığımla dalga geçmeyi artık bırak. Kocaman adam oldum, evlendim ben.” dedi. Bir taraftan da oturmam için sandalyemi çekiyordu. Cesur’un yardımıyla oturdum. “Yaniiii, hayırlı olsun ama çok ani bir evlilik olduğu için, sevinmeli miyim açıkçası bilemiyorum. Sizin oralar mâlum… Birdenbire insan kendini evli ya da kuma olarak bulabiliyor.” dedim. Gülümsedi Cesur; “Evet, birdenbire kendimi evli buldum ama benim açımdan zoraki bir evlilik değil. Daha önceden gördüğüm ve inanmazsın, o ilk görüşte aşık olduğum kızla bir şekilde yollarımız bizim oralarda kesişti. Benimle evlenmeye mecbur kaldı.” “Ne diyorsun geri zekalı? Yoksa kıza tecavüz mü ettin?” dedim. Elimin üzerine hafifçe vurdu Cesur ve; “Beni tanımıyormuş gibi konuşma.! Ne zaman beni istemeyen birine dokundum ki, hoşlandığım başka bir kadına gidip de o dediğin iğrenç şeyi yapıp dünyasını karartayım?” deyince “Oh…” diye derin bir nefes aldım. “Korkutuyorsun beni, nedir peki senin olayın?” diye sordum. Telefonda buralar karışık sonra uzun uzun anlatırım demişti. Şimdi tam zamanı artık. Anlatmaya başladı…; “Siz kadınlar bilirsiniz böyle şeyleri. Sözleşmeli veya anlaşmalı evlilik denilen tür. Dizilerden, kitaplardan aşina olduğunuz saçmalıklar. Bizimki de o tarz bir evlilik. Daha doğrusu Sudenaz Hanım böyle olduğunu zannediyor ama bu evliliğin real olması için elimden geleni yapacağım. İşin içine karizmamla yakışıklılığım da girince çok da zorlanacağımı düşünmüyorum.” dedi. Kahkaha attım. “Hiçbir kadın sana hayır diyemez. Yakışıklılığını ve karizmanı geçtim; bulunduğun Ağalık konumu, zenginlik, güç derken herkesin gönlünde taht kurabilirsin. Bu anlamda biricik karının rakipleri de olacak. Lütfen dikkat et bu konulara.” “Elimden geleni yapacağım ancak elimden gelmeyen bir şey olursa devreye sen gireceksin. Çat diye arayıp çağırırsam sana ihtiyacım var diye ikiletmeden geleceksin.” dedi. “Hı hı… Tamam gelirim.” deyip geçiştirdim. Hemen anladı Cesur; “Böyle geçiştiremezsin beni. Biliyorum sevmiyorsun ama gerçekten yardımına ihtiyaç duyabilirim Buse, geleceksin.” Gözlerimi devirdim; “Sevmediğim aslında sizin oralar değil. Yüzyıllar boyunca süregelen töreler, kanunlar… Yoksa ne insanlarına ne de topraklarına, coğrafyasına karşı herhangi bir kinim yok. Geçmişi kötü…” dedim. “Belki seni çağırdığımda gelirsen ön yargılarını kırarım. Sana da bir Ağa ayarlarım; evlenirsin. Ne güzel, sürekli bir arada oluruz.” Yüzümü buruşturdum ve; “Yemek yiyeceğim, seni Ağa ile evlendireyim deyip de midemi bulandırma lütfen.” dedim ve Cesur’un ne yiyeceğimi tahmin edip benden önce sipariş ettiği balığıma odaklandım. Bir yandan yemek yiyip bir yandan sohbet ettik. Haliyle konu eski günlere ve ilk tanışmamıza geldi. Sonrasında daha ciddi meseleleri konuşmaya başladık. Sandalyesinde geriye yaslandı Cesur ve; "Son durumlar nedir? Şirketle ilgili bir problem var mı?" diye sordu. Derin bir nefes alıp verdim; "Elin teyzeyi işten çıkarmam hukuk bürosunun güvenilirliği açısından etkilenecek diye düşünmüştüm. Şükürler olsun ki herhangi bir kaybımız olmadı bu bağlamda. Babamın zamanında bağlantı kurup avukatlığını aldığı bütün holding patronlarıyla görüştüm. Onların adına kaybettiğimiz davaları neden kaybettiğimizi uzun uzun anlattım. Yasal anlamda şirketlerin verdiği açık neydi, gözlerinin önüne serdim. Haliyle kendileri de suçlu olduğu için kaybedilen davalar üzerinden bana yüklenmediler. Zaten kazandığımız dava oranlarını analiz ettik; en düşük %72, yani %50 ortalamanın üzerinde tutmuşuz daima başarıyı. Bazı şirketlerle babamdan sonra daha başarılı davalara imza attığımız bile olmuş. Bunları göz önüne serince kimse sözleşmesini feshetmedi. Aynı sayı ile devam ediyoruz. Hatta sayı aynı, rakam daha yüksek. Bu sayede ciroda herhangi bir düşüş olmadı, artış var. Üstüne hukuk fakültesini dereceyle bitirmem de eklenince gerçekten büromun kalitesi ve imajı kendini ispatlamış oldu." dedim. Genişçe tebessüm etti Cesur. "Tebrik ediyorum Buse. Kaybedilen davalarla ilgili görüşmen çok iyi olmuş. Şirketler kendi açıklarını mecburen kabul etmek zorunda kaldılar. Önce onların eksiğini ve başarısızlığını gözlerine sokman mantıklı olmuş." "Yani… başka bir şeyler de göze sokmuş olabilirim." deyip piç piç güldüm. Kaşları çatıldı; "Buse, bak benim ayarlarımla oynama sakın! Gidip adamlara kur yaptım falan deme. Yemin ediyorum tüm holding sahiplerini tek tek arar, anlaşmaları feshetmeleri için tehdit ederim. Zorlama beni.!" deyince öksürür gibi yapıp boğazımı temizledim. Anında geri vites; "Yok canım, öyle bir şey yapmadım. Yaşlı başlı adamlar, çoğu babamın arkadaşı. Zaten senin gibi genç, yakışıklı, dinamik holding patronları İsviçre’de binde bir.” dedim. “Kıyafetini görünce bu kız olgunlaşmış, aklı başına gelmiş diye düşünmüştüm kısa bir an. Ama konuşmalarına bakınca, bıraktığım Buse’den hiçbir fark yok. Anladım, sen akıllanmazsın. Seni alacak olan adama acıyorum?" Gözlerimi devirdim; "Seni alacak adam ne demek yahu? Kasadan domates mi alıyor? Kimse beni alamaz. Ben istersem birini alır kendime koca yaparım. Ayrıca evlenmeyi kesinlikle düşünmüyorum. Bekârlık kraliçelik." deyip burnumu yukarı kaldırdım. Cesur konu değiştirdi; "Diğer meseleyi ne yaptın?" diye sordu. Gözlerimi kaçırdım. Sessiz kaldım. "Bak Buse… Tesadüfen karşılaşmasan ne Arin’le ne de o Sofia denilen zilliyle yüzleşmeyecektin. Lütfen dediğimi yap. İçindeki öfkeyi onlara kus. Etrafındaki bütün erkekleri düşman gibi görüp zaaflarından yararlanmaya çalışıyorsun. Bir gün sert bir kayaya çarparsan bu intikam hırsı nerende patlar bilemiyorum. Yakında değilim sana, kötü bir durumda devreye girip hemen korusam seni. Aklımın bir köşesi sende kalıyor. Uğraşma erkek milleti ile. Rahat bırak, akışına bırak… Git Arin ve Sofia ile yüzleş." dedi. "Yapamam Cesur. Suçlu olan onlar. Ayaklarına gidip yüzleşip bana neden böyle yaptınız diye hesap soramam. Kendimi küçük düşürecekmişim gibi hissediyorum. Korkaklıktan değil… Seviyemi onlardan yüksek tutmak istediğim için. Ben rahatladım artık. Mental olarak da iyiyim, güçlüyüm. Kimsenin yardımına ihtiyacım yok. Eksikliklerini de hayatımda hissetmiyorum. O konu sonsuza dek kapandı bende…” "Sen aslında mental olarak zaten iyiydin. Seni delirtmek üzere olan Yılmaz Ailesi idi. Kabul etmek istemiyorsun ama buz gibi gerçek önünde duruyor. Annenin ve babanın hayaletlerini… Daha doğrusu rüya mı gerçek mi olduğunu ayırt edemediğin o sanrıları görmeni sağlayan, onlardı. Yediğine içtiğine kim bilir ne ilaçlar kattılar da delirmek üzereydin. Onlardan uzaklaşınca, onların elinden ve evinden yeme içmeyi kesince hayaletler de uzaklaştı. Nasıl fark etmiyorsun bu gerçeği, anlamıyorum.!” "Hayır… Sen bana iyi geldin. Arkadaşlığın, dostluğun, bana gösterdiğin o merhamet ve abi şefkati iyi geldi. Ben de kendime geldim." "Tamam, sen böyle kabul et. Ama yine de keşke o dönem beni dinleyip bu işin peşine düşseydin." "Seni dinledim Cesur. Elin teyzeyi şirketten yolladım. Fazlasına o an için gücüm yoktu." "Saygı duyuyorum sana bu konuda. Çok kurnazca yapılmış bir plan… Seni delirtip aile dostu gibi yanında görünüp, babanın binbir emekle kurup bugünlere getirdiği şirketin üzerine konacaklardı. Arin denilen şerefsiz ise başkalarıyla gününü gün edip, canı istediğinde seninle ilgilenecekti. Sen bu aileye kayıtsız koşulsuz güvenip vekalet verecektin; sonra beş parasız sokakta bulacaktın belki de kendini… İyi ki o kaza olmuş da karşına benim gibi zeki biri çıkmış." Gülümsedim, tek kelime etmedim, sessiz kaldım. Haklıydı Cesur. Baba dostu, aile dostu diye güvendim. Öz amcamdan üstün tuttuğum, Elin Teyze diye yere göğe sığdıramadığım insanlar… Hele de 12 yaşından beri aşık olduğum, seviyorum dediğim o adam… Harika bir plan kurmuşlar. Anne ve babamın ölümünü fırsata çevirmişler. Arin aklınca bana yakın olup, hatta mümkünse benimle aynı evde kalmayı deneyecekti. Sürekli yüksek dozda psikolojik ilaçlar verip beni delirtmeyi hedefliyorlardı. Böylece ben kendi kendime: Aklî dengem yerinde değil ama akrabalarımın da babamın malına çökmesini istemiyorum. Sizden başkasına güvenemem diyerek tüm vekaleti olduğu gibi Yılmaz ailesine verecektim. Belki de Cesur’un dediği gibi, onlar da bu vekaleti kullanıp beni beş parasız sokağa atıp babamın malıyla günlerini gün edeceklerdi. Bu planların hepsi ellerinde patladı. Aldatılmaktan daha çok bu zoruma gitti. Para için insan, ölmüş birilerinin arkasından iş çevirmemeliydi. Ya da gencecik 20 yaşında bir kıza bu kadar ağır travmalar yaşatmamalıydı. Uğur Amca… Aslında çaktırmadan babamla yarış halinde olduğunu hissederdik ama konduramazdık. Şimdi her şeyi anlıyorum. Düşüncelerimden, Cesur’un konuşmasıyla çıktım. "Memleketten birkaç arkadaşla geldik buraya. Aslında ben sırf seni tebrik etmek için geldim ama başka bir arkadaşım iş bağlamak istiyor. Çalıştığım diğer iki holding ile görüştüreceğim, randevumuz var. Kalkalım mı? Yarın sabah kaldığımız yerden devam ederiz.” dedi. “İş görüşmelerini artık akşamları mı yapıyorsun?" "Evliyim ben, bir an önce karımın yanına gitmem gerekiyor. Gece gündüz fark etmez, hızlıca görüşmeleri tamamlayıp dönmek istiyorum. Sen de doğruca eve gidip dinleniyorsun. Sabah kahvaltıda buluşuyoruz." "Tamamdır Ağam, sen ne dersen o olsun." "Bak böyle ağzına yaya yaya ‘Ağam’ deme, yemin ediyorum çarparım." "Tamam be, bir şey demedik. Sen de anca şiddet göster.!” “Başka türlü seninle baş etmek mümkün değil. Taksiyle mi geldin, kendi arabanla mı?" "Kendi arabamla geldim. Ben lavaboyu kullanıp çıkacağım. Sen görüşmene odaklan, eve geçiyorum ben." Yeniden sarıldık. "Delisin melisin ama çok zekisin, çok akıllısın. Ben olmasam da başarırdın Buse. O cehennemden ben olmasam da çıkardın. Hep böyle güçlü ol. Her zaman aklını kullan." dedi. "Teşekkür ederim Cesur… Sen olmasaydın olmazdı bence. Ayrıca şaka bir yana, herhangi bir durumda ihtiyacın olursa bir telefon uzağındayım. ‘Alo’ demen yeter. Karınla kanka olup, seni cümle aleme rezil etmek için gün sayıyorum." Parmaklarının ucuyla kafama yavaşça vurdu. "Aklını kullan dedikçe deli tarafını çıkarıyorsun. Neyse, hadi görüşürüz." deyip restoran çıkışına doğru ilerledi. Ben de gözlerimi kısıp arkasından baktım. Hesabı ödeyip çıktığını görünce lavaboya geçtim. Üzerimdeki rahibe kıyafetinden bozma elbiseyi çıkarıp çöpe attım. Bu siyah, her tarafı kapalı elbisenin altına kıpkırmızı, süper mini ve göğüs dekolteli bir elbise giymiştim. Siyah topuklu ayakkabı ve siyah çanta ile mecburen kombinledim. Diğer elbisenin siyah kemerini de belime takınca çok sırıtmadı. Topuz yaptığım saçımı açıp elimle havalandırdım. Şimdi gecelere akma zamanı. Çok çalıştım, başarılı oldum. Hayatımda ilk defa kendi başarımı tek başıma kutlamak istiyorum. Cesur’a söylesem kabul etmeyecekti. Bu gece içmek istiyorum. Sarhoşluk neymiş öğreneceğim. Belki sarhoş olursam erkeklerle ilgili mide bulantım geçer, bu travmayı atlatırım ve olmaz da hadi oldu diyelim… sevgili bile yaparım. Kulağıma dedikodular geliyor: Arin, “Buse beni unutamadığı için kimseyle sevgili olmuyor.” diye saçma sapan konuşmuş. Alakası yok. Arin’den ne kadar nefret ettiğimi, bu nefreti unutamadığım için Cesur ve babam dışında bütün erkeklerden midemin bulandığını söyledim. Dedikoduyu bana getiren ona da götürür diye, bu cümleyle cevap verdim. O günden sonra Arin’in sesi kesildi. Restorandan çıkıp arabama bindim ve sarhoş olursam rezillik çıkmasına izin vermeyecek, alkollü, lüks bir mekan buldum. Genelde yüksek sosyetenin takıldığı bir bar… Asla böyle ortamlarda bulunmamıştım. Babam hayattayken geleneksel ve katı kuralları olduğu için giremedim; alkolün tadını bile bilmiyorum. Babamdan sonra da Cesur’un tabiriyle yaşadığım o cehennem gibi hayat yüzünden aklıma eğlence hiç gelmedi. Şimdi ise o üstesinden geldiğim tüm zorlukları. Geceler boyu uykusuz kalıp dereceyle bitirdiğim okul başarımı tek başıma kutlamak istiyorum. Hak ediyorum bu kutlamanın her dakikasını. Topuklu ayakkabılarımla podyumda yürür gibi bir eda ile yürüyüp içeri girdim. İlk dakikadan sanki herkes bana bakıyormuş gibi hissettim ama tabii ki böyle bir şey mümkün değil. Etrafı taradım, oldukça loş hatta karanlık; ara ara rengârenk ışıkların verildiği bir ortamdı… Tanıdık varsa da kimse kimseyi görmez rahatlığıyla bar tarafına geçtim. O yüksek bar taburesine oturup bacak bacak üstüne attım. Barmenle göz göze geldik. "Hafif bir şeylerle başlamak istiyorum." dedim. Başını evet der gibi salladı ve karışık kokteyl tarzı bir içecek hazırlayıp verdi. Masmavi şu içeceği evde görsem cam sil derim. Tadına baktığımda soğuk ve ekşi bir tat geldi… Ama içilmeyecek kadar kötü değildi. İçip etrafı seyretmeye başladım. Bugün hangi erkeği baştan çıkarıp kıçının üzerine oturtsam? diye bakındım. Daha sonra içeceğim bitince minik bardaklarda başka içecekler koydu önüme barmen ve; "Sırayla tadına bakın. Benim özel karışımlarım hepsi." dedi. Çok biliyormuşum gibi tebessüm edip: "Tamamdır." dedim. O kadar karıştırıp içmek doğru mu olur, ilk seferde hiç bilmiyorum ama kuyruğu dik tutmak lazım. Benim önümdeki bu minik bardaklardan başka kızlar da gelip tek seferde içtiler. Demek ki racon böyle… Ben de onlar gibi tek seferde peş peşe içtim. Üçüncüden sonra birdenbire tüm vücudumu ateş basmış gibi hissettim. Midemde yanma olmuştu. Galiba çok karıştırıp böyle peş peşe içmek iyi bir fikir değil. Işıkları takip edip lavaboların olduğu tarafa geçtim. Kusmak istiyorum ama olmuyor; midemde sanki bir yumruk var. Bir türlü çıkaramıyorum. Lavaboda oyalanıp aynaya baktım. "Geri zekalı Buse… Ne vardı bu kadar karıştırıp içecek?" diye kendime kızdım. Bulanık görmeye başladım. Daha fazla oyalanmamak için ellerimi ve ensemi buz gibi suyla yıkayıp hızlıca lavabodan çıktım. Eve gidip kendimi küvete atacağım. Tek başıma yaptığım kutlama bu kadar olur. Başlamadan bitti. Keşke cam sil gibi olan mavi içecekte kalsaydım. Karıştırmasaydım. Sonuçta bünye alışık değil. Yürüyorum ama aynı anda yer ayaklarımın altından kayıyor gibi… Lavabonun olduğu koridordan çıkacağım sırada bir şeye çarptım. "Ay bu demir kapıyı buraya kim koydu? Ne manyak bir konsept! Böyle lüks mekanda demir kapı ne geziyor kardeşim?" diye bağırdım. Bir kahkaha sesi duydum. Başımı hafif yukarı kaldırınca demir kapıya değil, bir insana çarptığımı anladım. "Pardon… Demir kapı sandım sizi. İnsanı azmanı Bey." "Sorun değil. Zaten öyle derler bana." "İnsan azmanı mı diyorlar size?" "Yok, ‘Demir’ diye hitap ediyorlar." "Öyle mi? Memnun oldum Demir Bey." deyip tokalaşacaktım ki içimden gelen o öğürmeyle aniden adamın ayaklarının önüne istifra ettim. Rezalet. Yemin ediyorum rezalet.!!! Geri geri adım attım. "Çok özür dilerim, çok özür dilerim!" deyip yeniden tuvalete girdim. Elimi yüzümü yıkadım. Umarım çıktığımda o adamı görmem. Kendime biraz daha gelince çıkabilirim diye düşündüm. Çantamdaki minik parfüm şişesini çıkarıp her tarafıma sıktım. Adamla yeniden karşılaşmak istemiyorum. Çok utanırım. Bunun için önce başımı uzatıp koridora baktım. Adam yoktu. Benim batırdığım yer de temizlenmişti. "İyi bari… Daha fazla rezil olmayacağım." dedim. "En azından özür dinlersiniz diye düşünüyorum küçük hanım." diye bir ses duydum. Sesin geldiği tarafa döndüm, o adamla göz göze geldik. “Özür dilemiştim zaten demir kapı bey…” dedim… Sırıttı; “Kabul ettiğimi hatırlamıyorum.” dedi. Kollarımı önüme bağladım. "Elimde olmadan gelişen bir olaydan dolayı özrümü diledim. Başka ne yapabilirim?" "Sanırım karıştırıp mideyi zorlamışsınız biraz. Benimle daha sağlıklı, normal bir şeyler içerseniz… o anları unuturum." Derin bir nefes verip: "Vaktim yok. Eve gideceğim ve bu mini kıpkırmızı elbiseyi üzerimden çıkaracağım. Tamamen soyunup, çıplak bir şekilde kendimi sıcak ve bol köpüklü küvetin içine bırakacağım. Ancak bu şekilde rahatlarım. Siz de başka kadınlara kur yapıp sağlıklı içecekler içebilirsiniz." deyip saçımı savurup arkamı döndüm. Elimden geldiğince kıvırarak yürüdüm. Bu mini kıpkırmızı elbiseyi üzerimden çıkaracağım, dediğim anda adamın bakışları karardı. Korkmadım desem yalan olur. Tam barın kapısından çıktığım anda biri: "Buse!" diye seslendi. Gözlerimi sıkı sıkı kapattım. "Hadi ama… Olamaz. Hayır. Alkol içtiğim için böyle bir an yaşıyorum…” dedim. Cevap Cesur’dan geldi: "Neeee!? Alkol mü içtin sen?! Bu halin ne!? Hiç giyinmeseymişsin! Bir de kırmızı renk! Ben sana eve git demedim mi kızım! Sen buralarda ne geziyorsun?" diye abartı abartı tepkiler verdi. Sessiz kaldım. Seviyorum Cesur’dan azar işitmeyi. Abim olsa o da bana böyle kızardı ne güzel… “Kafam güzel, dünya güzel, hayat güzel…” diye şarkı söyledim… Cesur koluma yapıştı ve taksilerin olduğu tarafa doğru sürükler gibi götürdü beni. Burnundan soluyor Ağam. Çok kızdı çok. Acaba içeride bana bir şeyler içmeyi teklif eden adamın teklifini mi kabul etseydim? Daha mantıklıydı… Cesur’la karşılaşmazdım hem. Lan ben o adamla Türkçe konuştum. Şimdi jeton paraşütle atladı benim. Keşke teklifi kabul etseydim. Nerenin Demir Türkü imiş o adam öğrenirdim bee.. Neyse, sinirli Cesur Ağama yoğunlaşayım. Yarın telefonlarına cevap vermesem iyi olur. Ancak bu şekilde kurtulurum Cesur’dan. İçeride çarptığım o Türk kim yarın gelip bir daha bakayım. Cesur da yok, rahat rahat takılırız Demir kapı ile… —
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD