Çöktü karanlık geceye, yorgan yapıp sardım üzerime.
Havalar iyiden iyiye soğuyordu. Kış aylarına girdiğimizi anlıyordum böylece. Burada zaman kavramı yoktu ben dahil hiç kimsede. Soran olmazdı, sorgulayan da. Ne diye soracaktık ki? Bir gelenimiz mi olacaktı? Bir kutlamamız mı? Hayır, hiçbiri olmayacaktı. Burada her gün bir diğerinin aynı. Yarınım dün, dünüm ertesiydi. Ancak buradan çıktığım gün kurtuluşum olabilirdi. O da üzerimdeki bu hırçınlıkla zordu. Bir yere kadar öfke nöbetleri geçirdiğimi kabul ediyordum. Gözüm kararıyor, aklım duruyordu sanki. Tüm nefretimi, kinimi, hıncımı karşımda olan kişiden çıkarıyordum. Ama bunlar, burada yatmama neden değildi, olamazdı. Aksine burada kaldığım süre zarfında edinmiştim öfkelenme huyumu. Hayatı sakin seyrinde yaşayan bir kadındım ben. Tek bir anla tüm hayatım alınmıştı ellerimden. Geriye ise avucuma bıraktıkları ilaçlar kalmıştı. Tesir etmeyen ilaçlar... Ne diye tutuluyordum bu köhne yerde?
Her gün bunu sorguluyor ve ucunun dokunduğu kişiye olan nefretimi saniyeler ilerledikçe arttırıyordum.
O dışarıda zevki sefa sürerken ben burada haksız cefa çekiyordum. Hak mıydı bu bana? Ya da hak mıydı ona yaşadığı mutlu hayat? Adalet böyle bir şey miydi? Öyleyse ben adaletin hangi terazisinde duruyordum? Daha da önemlisi yaşadığım hayatta adalet kavramı gerçek anlamda var mıydı?
"Hafsa Hanımlar ben geldim efendim."
Hah ben de diyordum bunca derin düşünceye dalmışken kim gelip beni çıkaracak oradan.
Cemil Alp Sungur...
Bana kendini tanıttığı ilk gece böyle demişti. Adı buydu. Mesleği ise burada güvenlikçi olmak... Onun hakkında bildiğim şeyler kısıtlıydı. Keskin olan iki şeyi vardı bende. Adı ve sesi. İkisini birleştirince gözlerimin önünde bir siluet oluşuyordu. Fakat çabucak dağıtıyordum o silueti. Düşünmemeliydim onu. Almamalıydım hayatıma. Onun iyiliği için bu, böyle olmak zorundaydı. Ancak lafla peynir gemisinin yürümediği gibi üç beş zorunluluk lafıyla da duygular durulmuyordu. O geldiğinde bedenime nükseden hislerden alıkoyamıyordum kendimi.
Unuttuğumu sandığım birtakım hisler...
"Bir isteğiniz, arzunuz var mıydı?"
Koskoca adam kapının ardından bana tiyatro sergiliyordu. Bu düşünce beni neredeyse gülümsetecekti. Belki de gülümsetti, bilmiyorum. Kollarımı sıkıca göğsüme kadar kıvırdığım dizlerime sarmış oturuyordum yerde. Soğuk alıyordum ama bu çok da önemsediğim bir şey değildi. Yatak kapıya uzak kalıyordu, zaten kısık çıkan sesini net duyamıyordum o mesafeden. Hani meraklı olduğumdan değil de okuyacağı kitap için, evet, her neyse...
Sorusunun üstüne birkaç saniye bekleyip sanki ben ona cevap vermişim gibi devam etti. "Hıhı, anlıyorum efendim. Evet, tabii ki yanımda bir kitapla geldim. Elbette okuyacağım size. Bir an önce bitireyim de hasbihal edelim öyle değil mi?"
Değil.
Sesi neşeli geliyordu. Neşesinin sebebini biliyordum. Benim onu dinlediğimi bildiğinden neşeliydi artık. Onu dinlediğimde bu denli mutlu oluyorsa onunla konuşsam kim bilir nasıl sevinç duyacaktı?
Ben birinin sevinci olamazdım. Olsam olsam eceli olurdum anca.
"Bugünkü kitabı sana güç vermesi için okuyacağım," dedi eski haline dönerek. Kısık, tok, yalın sesine bürünerek. "Kitabın adı, Şarkılarda Buluşuruz."
Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı, isim dikkatimi çekmişti. Normalde okuduğu çoğu kitabı bilirdim. Kitaplara da yazmaya da büyük ilgim vardı buraya girmeden önce. Ancak bu ismi ilk defa duyuyordum. Hoş önceden duyup unutmuş bile olabilirdim. Buradaki 6 ay bana 6 yıl gibi gelmişti. Zihnimden çoğu güzel anıyı silip götürmüştü. En kötülerini bırakmıştı orada. En kötüsünü... Ellerimle eşofman altımın paçalarını sıktım. Ben açık renkli eşofmanı avuçlarımda sıkarken o, "Endişelenme," dedi, neyden endişeleneceğimi bilmediğim halde. "Kitap ince, çabucak okuyacağım, seninle sohbet etmeden dönmeyeceğim buradan."
Sus ve oku şu kitabı Alp!
İç sesimi duymuş gibi kitabı okumaya başladı. "Yollarda trafiğin hızlı aktığı günlerden biriydi. Gürültülüydü her yer. Genç kadının o gürültüden kaçmak için başvurduğu tek yol ise şarkı dinlemekti. Her gün bindiği otobüse bir telaş bindi. Tam da o anda kulaklığını unuttuğunu fark etti. Yanında oturduğu adama baktı. Doğrusu adamın kulağındaki beyaz kulaklığa... Bir cesaret çekip aldı tekini. Taktı kulağına, açtı kendini müziğe ve kapattı tüm Dünya'ya..."
Okumaya başlamasıyla zihnimin kırık kalan yanında bir film oynamaya başladı.
Ve orada canlanan kadının yerinde olmak istediğimi fark ettim.
Gözlerim dört duvar içindeki her yeri inceledi o kitabı okumaya devam ederken. Kadın habersiz kulaklığını aldığı adamla ertesi gün konuşma girişiminde bulunuyor. Fakat yanıtsız kalıyor, adam cevap vermiyor ona. Kadın pes etmeden kendini tanıtıyor, Kavin diyor ben, oysa adamda hala tık yok. Kadın iyiden iyiye şüpheleniyor. Gel zaman git zaman bir sorunu olduğunu anlıyor. Gittiği kursun yararını görerek adamla bu kez işaret diliyle konuşmaya karar veriyor, konuşma engeli olduğunu düşünüyor çünkü. Ve haklı da çıkıyor. Sonunda beklediği yanıtı alıyor adamdan. Ortak paydada buluşabiliyorlar. Şarkılarda. Günleri böyle geçiyor, birlikte yolculuk ederek, şarkılar dinleyerek. Ne kadar huzurlu olduğunu düşünüyorum... Fakat sonra ikisi de birbirine aşık oluyor, işte diyorum şimdi acı çekecekler. Ki beklediğim gibi de oluyor. Adam yaralarından bahsediyor kadına, kadının onu sarmasına izin veriyor. Kadınsa onu sarmaya hazır, onun için her şeyi yapmaya... Kadın hemşire olduğu için çalıştığı hastanede adama iyi gelecek yöntemleri araştırıyor, onun için çabalıyor. Bulduğu yöntemleri adamla paylaşıyor ve hepsini deniyorlar fakat sonuç her seferinde olumsuz oluyor. Adam yıpranıyor, kadın çaresiz kalıyor. Sonunda genç adam Barış, çok sevdiğini söylediği kadını Kavin'i, aşkını, daha mutlu edeceğini düşünerek, onun en iyisini bulacağını umarak terk ediyor. Bir mektupla. Veda ediyor ona istemeye istemeye. Kavin elinde kulaklık, kalbinde sevdiği adamın sözleri kalakalıyor. Aşkından deli oluyor, yaşadıklarını anlatıyor herkese, inanmıyor kimse ona. İnanmadıkları yerde onu akıl hastanesine kapatıyorlar. Adamın giderken umduğu o en iyisini değil, en kötüsünü buluyor kadın.*
Ve hikaye orada bitiyor.
Devamında aradan geçen bir miktar süre zarfından sonra birbirlerine kavuştukları yazıyor. Barış'ın gelip Kavin'i hastaneden kaçırdığı ve beraber çok uzaklara gittikleri... Okuyan insanlar da buna inanıyor. Çünkü insanların bir kitapta beklediği muhtemel son budur. Mutlu, uçuk hayalli yaşamlar. Yazar buna dem vurarak kitabın sonunu kendince tamamlıyor ve kavuştukları andan sonrasında çok mutlu olduklarını yazıyor son üç beş satıra. Bu hikaye önce yaşandığı yerde bilinip dilden dile aktarılmış, sonrasında ise bir yazar tarafından kaleme alınmış.
Cemil Alp benim için bu dipnotu düşmekten de geri kalmadı.
Hikayenin gerçekten yaşanmış olmasının beni etkileyeceğini düşünmüş olmalı. Ki doğru düşünmemiş de diyemem. Kitabı okuduğu süre boyunca Kavin'i kendime çok benzettim, kendimi onun yerine çok koydum. Hep onun gibi huzurlu olmak istediğimi, onun gibi pes etmeden devam etmek istediğimi fark ettim. Onu en derinimde hissettim ve kendim terk edilmiş gibi sarsıldım. Alp son sayfaya geldiğini söyleyene, kitabın kapağını kapatana kadar dikkatimi çekmedim üzerinden, son ana kadar ilgiyle dinledim. Öyle ki onu daha iyi dinleyebilmek için kastığım bedenimi serbest bırakmış, iki kulağımı da açığa çıkarmıştım. Burada kesmediğim için belime kadar varan, yarısı doğal kahve yarısı yapay kızıl olan saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirmiştim. Ela gözlerimi beton zeminde dolaştırırken duyduğum hikayeyi baştan sona düşündüm. Tümüyle güzeldi. Alp'in zevkine zaten güveniyordum. Bu gece de beni yanıltmayarak seveceğim bir hikaye seçmişti. Bugünkü kitabı sana güç vermesi için okuyacağım, demişti. Başta söylediği cümleyi şimdi anlamıştım. Kavin, bir yere kadar bana benziyordu.
İkimizi de anlamamışlardı.
Ve anlamadıkları yerde bize deli demeye başlamışlardı.
"Umarım uyumamışsındır ve umarım sevmişsindir hikayeyi," dedi kitabı bitirip soluklandığı birkaç dakikanın ardından. Her şeyi anladın da bir uyuyamadığımı anlamadın be Cemil Alp. "Ben sana kitap okuyorum ama uyuman için değil. Yani uyu tabii de... Ben sen sevdiğin için okuyorum. Belki yine güzel kitaplar yazarsın bize, belki okuduklarım sana ilham olur diye."
Sahi ben bir aralar kitap yazıyordum değil mi?
Severek, hayattan soyutlanarak, zihnimde kurduğum dünyada mutlulukla yaşayarak yazıyordum. Küçüklüğümden beri tek hayalim olan şeyi gerçekleştiriyordum. Yazıyordum, saygın bir yazardım. İnsanlar beni seviyor, saygı duyuyor, bir imzam için onca yolu geliyorlardı. Kitaplarıma en az benim kadar değer veriyorlardı. Yazarlığı seviyordum. Hayalini kurduğum mesleği icra etmeyi seviyordum. Ta ki... O olay yaşanana kadar. Her şeyimi elimden alan o an gerçekleşene kadar... Gözlerim müthiş bir hızla dolarken oturduğum yerde iyice küçüldüm, kafamı eğdim ve tüm hıçkırıklarımı içime akıttım. Sessiz hıçkırıklarımın ardından gelen sıcak göz yaşları yanaklarımdan süzülüp kucağıma düştü usulca.
Kendi gözyaşımı, kendime sararak soğuttum.
O bunun farkında olmadan konuşmasını sürdürdü. Dediği gibi benimle sohbet ediyordu şimdi. Oysa sohbet iki kişinin konuşmasıyla olurdu. O benim konuşmayışımdan alıyordu cevabını. "Madem sen konuşmuyorsun, nefesini dahi gizliyorsun, ben anlatayım bir şeyler. Geçen geceki baskını yememek için arkadaşı bahçeye yolladım da geldim bugün. Normalde benim hastanenin girişinde nöbet tutuyor olmam lazım ama ben yine buradayım, senin yanında." Burada, benim yanımda. Kendi kendine güldü. "Kovulursam sebebimsin Hafsa Solmaz. Güzel sebepsin vesselam... Ha bir de şu geçen geceki arkadaş bizimkilere bahsetmiş halimden. Gece nöbet tutarken sürekli ortalıktan kayboluyor falan demiş. Ee o gecenin sabahı yüzümde güller açarak eve girince de benim ufak olan yanlış anladı tabii. Bahsetmiştim ya sana küçük erkek kardeşimden, haylaz olan hani, o işte. Takılıp durdu bana abi sen aşık mı oldun diye..."
Sözleşmişiz gibi aynı anda duraksadık. Aşk... Bu olabilir miydi? O bana aşık değildir, değil mi?
Delice olmamasını istedim. Aşktan dilim yanmıştı bir kere, o da aynı ateşe düşmesin istedim.
"Değilim dedim." İç sesimi mi duyuyorsun Cemil Alp doğruyu söyle? "Geçiştirdim işte. Eşek sıpası ya abiye hiç öyle sorular sorulur mu? Liseyi bir bitirsin, evleneceği kızı bir bulsun soracağım ona benimle alay etmesinin hesabını. O bile evlenecek ben böyle kapı kenarlarında... Değer be. Sonu güzel olan her şeye değer çekilen zahmetler." Son cümlelerinde kendi kendine konuşur gibiydi. Ben pek anlam verememiştim zaten. "Sonumuz güzel olur mu dersin Hafsa? Kavin ve Barış gibi bizde mutluluğu bulabilir miyiz?"
Onlar bulmuş mu ki?
Ben bulamam, sen benim yerime de bul Alp.
"Bulamam diyorsun kesin içinden. Hayattan öyle ümidini kesmişsin ki umut vadeden hiçbir cümleye inanmıyorsun. Sen bile kendine inanmazken başkalarının sana inanmasını bekliyorsun. Deli olmadığına inansınlar istiyorsun." Kaşlarımı çattım. O hissettiğim şeyi nasıl bilebiliyordu? "Yazdığın notu gördüm. Bugün bahçeye çıkıp elindeki not kağıdına karaladığın yazıyı gördüm. Buruşturup atmışsın ama tam anlamıyla imha edememişsin. İşe gelince buldum. Senin yazdığını el yazısından anladım. Deli olmadığıma inansınlar istiyorum yazmışsın. Sence de bu isteğin için daha fazla çaba sarf etmen gerekmiyor mu?"
Hayır, ben sarf edersem ne anlamı kalır? Ben demeden anlasalar olmuyor mu?
Olmuyordu. Baksana sen bile suskunluğumdan anlamamışsın ne istediğimi Cemil Alp. Sadece kısa bir an düşündüm ki beni anladı. Ben konuşmasam da o beni anladı. Meğerse anlamamış. Çığlıklarımdan birini duymuş yalnızca.
"İnan Hafsa," dedi yorgun çıkan sesiyle. Böylece anladım birazdan gideceğini. Gitmeden evvel çabaladı, benim için çabaladı. "Mucizelere inan, hayatın senin için de güzel planları olduğuna, mutluluğu bulacağına inan. Hep burada kalmayacaksın. Bir gün kavuşmak istediğin özgürlüğüne yeniden kavuşacaksın. Ben bunun için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırım. Peki sen? Sen hazır mısın Hafsa? Buradan gerçekten çıkmak istiyor musun?"
Yanaklarımdaki ıslaklığı silip başımı gömdüğüm yerden kaldırırken sorduğu sorunun cevabını düşündüm. Evet, buradan çıkmak istiyordum. Ama onun dediği şekilde özgürlüğüme kavuşmak için değil, haksız yere beni buraya tıkan kişiyle yüzleşmek için çıkmak istiyordum. Sonrası... Sonrası benim için bile muammaydı. Sonrasında devam edebilir miydim yaşamaya? Yaşamak? Şu an yaptığım şey bu muydu?
Bendeki yaşamak fiilinin karşılığı bu değildi.
Dört duvar arasında deli olmadığımı anlamalarını beklemek değildi yaşamak.
Senin için yaşamak ne acaba Alp?
"İstersen..." diye başladı, duraksadı ve bir an sonra kendinden emin çıkan sesiyle devam etti cümlesine. "Eğer sen de istersen Barış'ın Kavin'i kaçırdığı gibi, seni kaçırırım buradan."