2

1676 Words
Ay göründü tepede, yıldızlarla ahenk içinde. Odadaki buğulu camdan parmaklıkları yok sayarak gökyüzüne baktım. Göğe baktım, tek başıma. Gökyüzünün siyahlığı katran olup aktı sanki içime. Bu aptal yerde daha ne kadar duracaktım acaba? Durduğum 6 ayda hiçbir ilerleme kaydedemediklerini doktorların kendi ağzından duymuştum, şimdi ne olacaktı? Bir 6 ay daha burada kalmam mı gerekecekti? İmkansızdı. O süre zarfında ya biri benim elimde kalırdı ya da ben onların elinde kalırdım. Bugün neredeyse biri elimde kalıyordu ya neyse... "Hafsa?" Hah gelmişti benim ismini bilip yüzünü bilmediğim gizli güvenlikçim. "Benim, Cemil Alp. İyi misin?" Göz devirdim. Gerçekten burada kaldığım herhangi bir günde iyi olacağımı düşünebiliyor muydu? Akıl hastanesindeydim! Aklıselim biri olarak kalacağım en son yerde kalıyordum! Aman ne iyiyim! Sanırım onun hakkında düşündüklerimde yanılıyordum. Beş aydır o da tanıyamamıştı beni. Olayın üzerinden saatler geçmesine rağmen sinirim geçmemişti tartıştığım kadına karşı. Sinirle yerde otururken elimdeki çiçeği sıkıyordum. Çiçeği şu hayatta sinir olduğum herkes gibi düşünüyor, öyle hareket ediyordum. Odayı sevimli göstermek için mi koymuşlardı bunları? Komik. Pencere dibinde iki saksı bulunurdu, içlerinde ise her gün açan çiçekler... Sinirimi bozmaktan başka bir işe yaramıyordu çiçekler. Herkesten ve her şeyden nefret ettiğim gibi onlardan da nefret ediyordum. Ve bu nefreti içime dolduran kişi kendim değildim, beni buraya tıkanlardı. Ben mantığa dayalı fikirlerle bilinçli hareket ederdim, kısaca deli değildim! Çok bağırmıştım ilk zamanlar. Çok anlatmaya çalışmıştım kendimi. Başarılı olamadığım anda ise susmuştum. Oysa susmak çığlıkların en büyüğü değil miydi? Kapının dışındaki adam her gece gelip bana yardım edeceğini söylediğinde ona ses etmiyordum. Biliyordum, bana yardım edemezdi. Çünkü o da diğerleri gibi iyileşmemi bekliyordu. Bekledikleri şey gerçekleşmeyecekti çünkü ben hasta değildim, dolayısıyla hiçbir zaman iyileşmeyecektim. Bunu kimse anlamıyordu. Ne o, ne diğerleri... Hiç kimse. "Beni telaşta bırakma," diye devam etti sesine bulaşan bariz telaşla. "İyi olduğunu bilmek istiyorum. Bilmek zorundayım. Lütfen artık bana bir işaret gönder." Göndermedim. Uzunca bir süre ondan da ses gelmedi. Anlaşılan bugün roman da şiir de yoktu. Ziyanı da yoktu. Bugüne kadar kimse okumamıştı bana bir şeyler, şu saatten sonra kimse okumasa sorun olmazdı herhalde. Gittiğini düşündüğüm anda kısık çıkan sesini duydum yeniden. "Seni anlamaya çalışıyorum. Yemin ederim bunun için çabalıyorum. Beş aydır kapına geldiğim her an bunu yapıyorum, sana sesleniyorum. Sana kitaplar okuyor, aklını dağıtmaya çalışıyorum. İyi olmanı istiyorum." Duraksadığında önüme düşen saçımı geri atıp kapıya baktım. Neden? Neden bunları yapıyorsun Alp? "Çünkü..." Sorumun cevabını alacağımı düşünmüştüm ama o beni yanıltmıştı. "Her neyse, pes etmeyeceğim. Bir şekilde sana ulaşacağım. Buna inanıyorum ve sen ne kadar konuşmazsan konuşma inancımı kıramayacaksın Hafsa." Peki? "Bugün yine kavga çıkarmışsın. Güvenlikçiler seni zorla odaya götürmüşler. Götürürken de şok cihazı kullanmışlar, yakmışlar canını. Bunları duyunca öyle sinirlendim ki!" Sesi istemeden yükseldiğinde durup kendini frenledi. "Özür dilerim... Onlar adına." Onlar dediği gündüz burada onun yaptığı işin aynısını yapan güvenlikçilerdi. Ne diye onlar adına özür diliyordu ki? Onların doktorlar tarafından aldığı emirdi bana verilen odaya götürülmem. Öyle veya böyle götürülmeyecek miydim? Gündüz burada olan o olsaydı aynı şeyi o yapmayacak mıydı sanki? Yapacaktı. Çünkü onlara verilen görev buydu. Burada bulunan herkesin bir görevi vardı ve her biri o görevi yerine getirmekle yükümlüydü. Benim görevimse deli olmaktı. Görevimi fazlasıyla yerine getirtiyordum. "Ne diye tartıştın ki?" diye sordu kendi kendine hayıflanarak. "Buradaki kimse bilmez ağzından çıkanı. Konuşur, didişir dururlar. Sen uyma onlara. İstesen uymazsın biliyorum ama sen bunu istemiyorsun. İstiyorsun ki bir şekilde içimdeki öfkeyi atayım, bir şekilde birilerine bulaşayım." Yanılıyordu. Öfkemi atmak istemem konusunda haklıydı ama birilerine bilerek bulaşmam konusunda haksızdı. Dışarıdan görenlerin anlattığı kadarını bildiği için böyle düşünmesine şaşmadım. "Zararlı sen çıkıyorsun işte. Hırçınlığını durduramayınca o aptal cihaza başvuruyorlar! Ne diye gececi oldum ki ben?" Gececiydi. Sabah 8'den gece 12'ye kadar bir grup güvenlikçi hastaneyi kolluyor, gece 12'den sabah 8'e kadar diğer bir grup güvenliği sağlıyordu. Kapının ardındaki adam ikinci gruptaydı. Onunla tanışmamız bundan 5 ay önce gecenin birinde kapıma gelmesiyle başlamıştı. Gelmiş, kendini tanıtmış, kitap okumuştu. Başta çok garipsemiştim. Hala da garipsiyordum. Birinin hiç tanımadığı birinin kapısına gelip -ki bu öyle normal bir kapı da değildi- konuşması hayli garipti. Gariplikleri sevmezdim. Önceden olsa korkardım da ancak artık dibine kadar hissettiğim tek bir duygu vardı; nefretten doğan öfke. Ona öfkelenmiştim. Hatta bir ara çığlık atıp onu susturmak bile istemiştim ama yapmamıştım. Yapmama engel olan bir şeyler vardı. O şeyleri kabullenip konuşmama kararı almıştım. Konuşmazsam, benden bir karşılık almazsa kapıma gelmez diye düşünmüştüm. Fakat o beni yanılmıştı. Her gece, bazı olmadığı geceler hariç her gece, kapıma gelip konuşmuştu. Bana sayısız kitap okumuştu. Kitap okumasının tesadüf olduğunu düşünmüyordum. Benim geçmişi bilip ona ithafen okuduğunu düşünüyordum. Ona birebir sormadığım için emin olamıyor, düşünmekle kalıyordum. Her ne kadar ilk kitap okuyuşunda sinirden küplere binsem de şu an okuması beni öfkelendirmiyordu. Aksine sakinleştiriyordu. Sakinleşmek istiyordum şimdi. Ama o kitap okumak yerine gündüz yaptığım vukuatı sorguladığından isteğim gerçekleşmiyordu. Neden? "Kadının kafasına attığın bardak neyse ki çok büyük sorunlara yol açmamış," diye devam etti. Bunları bilmek istediğimi nereden çıkarmıştı? Zira umurumda değildi sorun olup olmaması. "Ufak birkaç dikişle halletmişler. Yine de sen bundan sonra onunla konuşma, hatta aynı ortamda bile bulunma. Doktorların gözü sizin üzerinizde olacak sürekli. Benden duymuş ol, doktorlar senin ilaç dozunu arttırmayı düşünüyorlar. Bunun olmasını istemiyorsan lütfen hareketlerine dikkat et. Dikkat et olur mu Hafsa?" Bana 'orospu' diyen kadının kafasında bardak patlattığım için benim ilaçlarım mı artacaktı? Asıl onun ilaçları artmalıydı. İnsanlara kafasına göre ithamlarda bulunamazdı. Bunu çıkıp desem tek bahanesi 'ben deliyim ne dediğimi bilmiyorum' olacak ama ben yemeyeceğim. Çünkü bana o kelimeyi kullanırken dudağındaki sinsi gülümsemeyi de gözlerindeki hırs kıvılcımlarını da gördüm. Burada belki de benim gibi gerçekten deli olmayan tek kişiydi. Bilerek demediğine hiçbir güç inandıramazdı beni. Tek sorun benim gördüğümü diğerlerinin görememesindeydi. Çünkü kendisi usta bir oyuncuydu. Buradan çıktığında mesleği hazırdı yani o derece. Doktorların aklını kolaylıkla çelebiliyordu. Aklı kötülüğe çalışan bir deli görünümlüyle tartışıyordum aman ne güzel! Elimde un ufak olan çiçeği sinirle yere fırlattım, fırlatırken burnumdan soludum. Ve bunun yapmamam gereken bir şey olduğunu saniyeler içerisinde anladım. "Bir dakika," diyerek yükseldi anında. Bana sorduğu sorunun cevabını almayı beklerken hiç beklemediği bir şey almıştı. Nefesimi. Az önceki kederine nazaran sesinde heyecan kırıntıları vardı. "Az önce duyduğum ses sana mı aitti? Biraz önce sen burnundan mı soludun, yoksa bana mı öyle geldi?" Sana öyle geldi, demeyi isterdim. Gecenin birinde çıt çıkmayan koridorda, odalardan gelecek en ufak nefes sesi bile duyulabiliyordu. Ne kapılar kalındı, ne duvarlar, her şeyi tüm çıplaklığıyla dışarı aktarabilirlerdi. İşte bu yüzden çok dikkatli davranıyor, o geldiğinde nefes alış düzenime dahi dikkat ediyordum. Fakat şu an edememiştim. O denli öfkeliydim. Soğumamıştı içim. Geniş alnımı kendime çektiğim dizlerimin üzerine yaslayıp sağa sola hareket ettirdim. Bir bu eksikti! Bir onun benim buradaki varlığımı anlaması eksikti. Gerçekten harika! Güldüğünü duydum. Ciddi miydi o? Bundan mutlu mu olmuştu? "İstediğin kadar cevap verme, biliyorum sendin. Oradasın. Uyumuyorsun. Her gece beni dinliyorsun. Dinliyorsun değil mi Hafsa?" Dinliyorum Cemil Alp. "Ama bu..." dedi ne diyeceğini bilememiş gibi. "Senin nefesini duymam çok ani oldu... Ben... Bir saniye dur ben bir toparlanayım." Durdum. Hani emin olmamalıydı ya buradaki varlığımdan... Artık emindi. Ve onu dağıtan da buydu. Toparlanması sandığımdan kısa sürdü. "Teşekkür ederim istemeden de olsa oradaki varlığını bana belli ettiğin için. Bundan sonra daha iyi yol alacakmışız gibi hissediyorum." Ses tonu resmen gülüyordu. Ufacık şeyde üstelik. Ah bu adam her geçen gün beni şaşırtmayı başarıyordu. "Sana bugün kitap okumayacağım. Okuyamam daha doğrusu. Durup durup gülerim ben. Beni görmediğin iyi oldu biliyor musun? Çünkü şu an resmen salak salak sırıtıyorum. Koca adam ergenliğe yeni girmiş gibi..." Ben salak salak sırıtan erkeklerden haz etmem. Kapının ardından çıtırtı gibi bir ses geldi. Sanırım sırtını kapıya yaslamıştı. Hemen ardından derin bir iç çekiş... "Ah Hafsa... Bana böyle şeyler yaptırıyorsun ya seni görmeyi öyle çok istiyorum ki... Tamam, arada güvenlik kameralarında görüyorum seni ama net değil. Ben seni canlı kanlı görmek istiyorum. Tam karşımda, gözümün önünde. Elalarını bürüyen öfkenin sebebini bilmek istiyorum. Sana iyi gelmek... Sahi sen beni merak etmiyor musun? Her gece kapına gelip sana kitap okuyan adamın nasıl biri olduğunu merak etmiyor musun?" Durdu ve aklına bir şey gelmiş gibi ekledi. "Bir sapık olduğumu düşünmüyorsun değil mi Hafsa?" Kaşlarımı çattım. Neden düşünmeyecektim? Ne kadar tanıyorum sanki seni? Hoş tanısam bile bir sapık, bir katil, bir tecavüzcü olmayacağın ne malum? Yeri geliyor insan aynı evin içinde 40 yılını geçirdiği insanı tanıyamıyor. İçerisi bu kadar vahimken dışarısı? Dışarısı takım elbise giymiş canavarla dolu. Söylesene, bu kadar kirli bir Dünya'da senin onlardan biri olabileceğini neden düşünmeyeyim? Her zaman düşüneceğim. Kimi ne kadar tanımış olursam olayım ihtimalleri daima düşüneceğim. "Düşünme," dedi iç sesimden bir haber. "Ben sana sapkın olmam. Yoldaş olurum, sırdaş olurum, yuva olurum ama başka türlüsünü olmam... Olamam. Ben varlıklı bir aileye doğmadım. Sıkıntısız günüm geçmedi. 28 yaşıma geldim, hala sıkıntısız bir günüm geçmez. Anlarım zorluktan, çaresizlikten, güvensizlikten... İnsan dilinden anlarım, dert dinlemeyi de severim ya. Ama sen pek sevmezsin derdini anlatmayı. Baksana, her gece gelip sana soruyorum, bir kez olsun ağzını açmıyorsun. Demiyorsun ki derdim 'aha bu'. Sen demedikçe konuşan ben oluyorum, dinleyense sen." Belki diyemiyorumdur Alp, bunu hiç düşündün mü? "Belki derdini diyecek kadar güvenmiyorsundur bana. Belki nereden başlayacağını bilmiyorsundur. Belki bir dinleyenin olsun istiyorsundur ama isteyeceğin kişiyi seçemiyorsundur. Hayat sana seçimlerini hep zor yaptırıyordur belki. Bilmem ki. Sen söylemedikçe böyle varsayımlar yapar dururum..." Sözlerini kesecek gür bir erkek sesi duyuldu uzaktan. "Cemil! Neredesin lan?" Birkaç hışırtı sesi geldi hemen sonrasında. Onun ayağa kalktığını anlamam zor olmamıştı. Çünkü gitme vakti gelmişti. Arkadaşı onu benim kapımın önünde bulmadan gitmeliydi. Bulursa, görürse eğer biri onu burada, kovulurdu. Kovulma pahasına geliyordu ya... neyse. "Gitmem gerek," dedi telaşla. Acelesine rağmen bana seslenmeyi unutmadı. Ben onu dinlemeyi unutmuşken üstelik... "Bugün seni o sevdiğin kitaplardan mahrum bıraktığım için affet beni. Yine geleceğim, telafi edeceğim bu geceyi. Aynı saatte, aynı yerde, kapının önünde. Bana güven Hafsa. Ben buradayım. Sen oradasın ama ben de buradayım. Yalnız değilsin." Sesi gittikçe uzaklaşırken ani bir kararla yerden kalkıp hızla kapıya vardım ve zar zor duydum son cümlesini. "Huzurlu geceler üzerine olsun, Hafsa." Huzur kelimesinin anlamı neydi? Anlamını unutacağım kadar uzun süredir uğramamıştı bana huzur. Şu saatten sonra da uğramazdı. Omuzlarımı düşürüp yavaşça yatağa yürüdüm, aynı yavaşlıkla yatağa yerleşip üzerime ince battaniyeyi örttüm. Şimdi tek sorun uykuyu beklemekteydi. Beklerken düşünmemeye çalışmakta... Saniyesinde duyduğum son cümleyi düşündüm. Benim için gerçekleşmeyecek bir dilek diledin Alp ama olsun. Benim için dilek dilemenin bile kıymeti vardır gönlümde. Sen her ne kadar bilmesen de...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD