Ben Vatanımı Satmam!

1389 Words
Karşımda konuşmama dahi izin vermeyen adam daha geçen hafta üstün başarımdan dolayı şeref madalyamı takan adamla aynı mı gerçekten? "Bu vatana senin gibi aslanlar varken kimse bir şey yapamaz" diyen. Ne bu bakışı hak ediyorum ne atılan iftirayı. Susamam, şuan susamam. Bir şeyler dönüyor ve herkes gözlerine maske takmış! "Ben şerefli bir Türk askeriyim Bu vatan için ölürüm öldürürüm ama ben vatanımı satmam komutanım. Satmam!" O an çeneme yediğim yumrukla gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. "Lan evladım gibiydin sen benim, orospu çocuğu diyeceğim ama ananın ne kadar mübarek bir kadın olduğunu biliyorum. Ulan kanı bozuk it, her şey ortada her şey. Allah'tan korkmadın amenna da yüzüne baktığın gencecik fidanlardan da mı utanmadın! "Komutanım yanlış yapıyorsunuz." "Kes lan artık sesini. Tutuklayın oğlum ne bekliyorsunuz." Kelepçelerin soğukluğu bile umurumda değildi. Sanki bedene değil, kalbime kilitlenmişti o demir. Gözüm dönmüştü, aklım darmadağınık... Şu gözlerde gördüğüm öfke, nefret, hayal kırıklığı yağlı urgan oldu geçti boynuma. Her adımda 48 tabut yürüyordu önümde adeta. Beni sanki onların baş ucuna yatırmaya götürüyorlardı. Koridorda yürürken herkesin bakışlarını hissettim. Bugüne kadar gururla ve saygıyla bakan gözlerde binbir duygu var.. Kimi acıdı, kimi kaçırdı gözünü, kimi de "işte buymuş hain" dedi sessizce. Eğmedim kafamı, ben vatanımı satmadım. Allah şahit kulu da şahit olacak! Sadece merak ediyorum hem de çok merak ediyorum .. “Bunu bana kim yaptı dahası niye?" Silahım alındı kimliğim alındı, iki kolumda iki asker kolumda kelepçe çıkarıldım karargahtan, arabada kimse benimle tek kelime etmedi ben de eğmedim başımı.. Ben suçlu değilim çünkü! İnzibat karakoluna götürdüler beni içeri girdiğimde direkt gözaltı odasına alındım. Ancak içeri girdiğimde, duvarlar bile dar geliyordu. Yalnızdım. Türk askeriyim ben Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmam ama ilk defa yalnızlık korkuttu beni.. Masumum, haklıyım ama ispatlayamıyorum. Çaresizlik ne demek buyrun seyredin.. Saatler geçti, ya da saniyeler... Zaman da bana ihanet etti o an. Zaman mevhumum yok.. Kapı açıldığında içeri sivil kıyafetli bir kişi girdi. 2 tanede rütbeli.. “Sorgu memurlarıyız. Başla bakalım Doruk Erguvan.” İsmimi telaffuz ederken bile bir iğrenme vardı ses tonlarında, sanırım ilk alışmam gereken şey bu... Masaya oturdu sivil olan, önüme bir dosya koydular. İçinde benim geçmişim. Başarılar, terfiler, ödüller… Ve sonra bir kırmızı klasör: “Şüpheli: Doruk Erguvan- Terörle İlişkili Faaliyet” Kafama sıksalar şu iftira kadar canımı yakmaz! “Bize anlat Doruk. O gece binbaşı neredeydi?” Bu soruyu ben sormamış mıydım? Ne ironidir ki cevap veremeyen ben, şimdi bu sorunun cevabı istenen kişiyim. “Ben bilmiyorum. Sadece bildiğim, karargahın başında yalnız kaldığım ve 48 evladımı kaybettiğimdir.” “Peki senin o gece karargaha girip çıkan sivil bir araçla bağlantın nedir işe bak ki binbaşının da olmadığı bir saatte?” “Ne aracı?” Önüme bir fotoğraf koydular. Saat gece 00:13. Karargahın dışında, benim odamın yakınında duran siyah camlı bir cip. “Plakası sahte,” dediler. “Ben bu aracı tanımıyorum! Daha önce de görmedim” “İşte tam da mesele bu Doruk. Karargahta o gece senden başka rütbeli yok, kamera kayıtlarında o araç var ve telefon sinyaliyle eşleşen tek numara senin hattınla bağlantılı olan sabit hat. Nizamiyedeki er de senin emrinle aracı içeri aldığını söylüyor." Kalbim duracak sandım o an. Nasıl bir şeyin içindeyim. Kapıdaki er.. Kim kim kim vardı o esnada. Nöbet değişimi olmadı. Bilal.. Bilal vardı. Ölmesin diye öne koşup kurtardığım Bilal.. Niye Bilal, bana bu iftirayı niye attın oğlum.. Beni tuzağa düşürmüşler anladım.. Kim, niye, ne, nasılın cevabı yok belli ki.. “Ben yapmadım! En kutsalın üzerine yemin edebilirim, ben yapmadım. Bence bu soruları bana değil karargahtan bir dakika bile ayrılmadığı halde tam da saldırı gecesi dışarıda olan binbaşıya sorun, üstelik defalarca aramama rağmen cevap vermedi!" “Sence sadece bu bilgilerle mi hain yaftası yedin Doruk.. Sana inanmak isteriz emin ol bu ülke için yaptıkların ortada ama elimizde başka deliller de var.” "Ne delili?" "Odandaki çekmecende bulunan yüklü miktar para mesela? Nasılsa orası aranmaz diye mi düşündün.?" "Niye odamdaki çekmeceye para koyayım Allah aşkına mantıklı mı bu" "Sen söyleyeceksin onu. 500 bin dolar. Alt alta 3 çekmece dolusu para. Kilitli.." Çıldırmak üzereyim, yemin ediyorum aklımı kaybedeceğim! "Ya da nizamiyedeki ere odandaki telefondan verdiğin araç girsin emri.." "Ya da şahsi telefonundan yaptığın 20 saniyelik şüpheli görüşme" Bu adamlar ne diyor, tüm bunlar ne demek artık anlamam mümkün değil. Her kim beni tufaya düşürmek istediyse belli ki oyunu sağlam kurmuş, "Aklınızı kaçırmışsınız siz daha bir hafta önce koca şebekeyi ben ve ekibim çökerttik diye madalya verildi bana, kim inanır böyle bir şeyi yapacağıma." "Dua et Doruk dua et, geçmişin çok sağlam. Yoksa" dedi dibime kadar girdi. "Kırılmadık tek bir kemiğini bırakmazdım o 48 tane vatan evladının intikamı için!" Gözlerimi kapatıp açtım sıkıca, sizin canınız bir yanıyorsa benim bin yanıyor. Bunu anlamanız bu kadarmı zor! Daha fazla konuşmadılar, çıktı hepsi. Ardından bir asker geldi beni nezarethaneye götürdü. O gece karakolun nezarethanesinde yalnız kalmadım. Kafamın içinde kurşun gibi dönen düşünceler vardı: Hangi emir, hangi zaaf, hangi cümle hayatımı bu kadar değiştirdi? Düşünceler birer yılandı bu gece, hepsinin de tek derdi vardı beni zehirlemek. Anladım ki bana benden başka yardım edecek yok, bu sebeple kendimi bırakma lüksüm de yok. Suçsuzum, şahidim Allah ve bunu bana kim yaptıysa bulmak artık boynuma borç! Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte nezarethanenin demir kapısı açıldı. Yemek getirmişlerdi, ne kadar “yemek” denirse. İki dilim ekmek, plastik bir kapta kahverengi bir çorba. Ama aç değildim. Midem değil, zihnim boştu. Bir asker kapının önünde durdu o da dışarıdaki masaya oturdu kendi kahvaltısını etmeye başladı bir yanında da radyo vardı.. Sanırım kasıtlı olarak getirdi. Bir inzibat karakolunda bu olmaz çünkü! "Yemeğini bitir asker" dedi. Sesi mekanik, yüzü ifadesizdi. Bu bile bana lütuf gibi sunuluyordu artık. Teğmen ama bana asker diyebiliyor çünkü ben hainim öyle ya! Masadaki küçük radyoyu açtı. Düğmesiyle biraz oynayınca net sesin geldiği bir yerde durdu. “Eski yüzbaşı Doruk Erguvan hakkında şok iddia…” “Terör örgütüne bilgi aktardığı ileri sürülen eski subaya gözaltı…” “48 şehit... ve karanlıktaki bağlantı...” “Bu ülke hainleri affetmez!” Spiker arada görev yaptığım zamanlara ait arşiv bilgilerini söylüyordu. "Daha geçen hafta yapılan operasyonu yöneten ve çok büyük bir başarıya imza atan Doruk Erguvan bugün 48 vatan evladının şehit edilmesinin baş şüphelisi olarak gözaltına alındı sayın dinleyiciler. Peki ne olmuştu da kahraman bir yüzbaşı olan DORUK ERGUVAN – ŞÜPHELİ HAİN sıfatıyla anılan bir adam olmuştu. Detaylar geldikçe paylaşacağız" Bu insanlara söylemesi kolay olan şeyleri benim anam dinlemiyor mu, babam peki görmüyor mu bu haberleri. Nasıl eliniz vicdanınıza gidiyor bunları rahat rahat söylerken daha ne mahkeme olmuş ne karar verilmiş üstelik.. Gözlerimi kapadım.. Sanki o anda tabutlar yeniden önümden geçti. Ama bu kez sessizce değil. İçlerinden birinin annesi çığlık atarak beni suçluyordu. Sonra bir başka ses: “Senin gibi askerler yüzünden oğlum geri dönmedi!” Ve ardından diğerleri: “Bu ülke seni yetiştirdi, sen ihanet ettin!” “Seni savunacak kimse kalmadı.” “İdam geri gelsin!” Kalbim sıkıştı. Nefesim daraldı. Kulaklarımı kapatmak istedim. Ellerim titriyordu. Bu bir haber yapma değildi. Bu bir linçti. Yargı daha başlamamıştı ama toplum çoktan hükmünü vermişti ya da birileri versin istemişti.. O gün gece kadar kasvetliydi benim için. Nezaret sessiz, duvarlar soğuk, ben ise çıplak gibiydim. Koridordan geçen askerlerin fısıltılarını duydum: “İçerideki o mu?” “Yazık, ne adamdı… Şimdi bak noldu.” “Ben onunla birlikte tatbikata çıkmıştım. Hiç bunu yapacak bir adam gibi değildi. Nasıl yapar, aklım almıyor…” Kendi kendime tekrar ettim: “Ben yapmadım. Yemin ederim, ben yapmadım.” Ama kelimeler, boğazımda kaldı. Çünkü artık kimse duymuyordu. Çünkü artık kimse duymak istemiyordu. Bu nasıl bir çaresizlik.. Herkesin yakasına yapışıp Allah çarpsın ki ben masumum diye bağırmak istiyorum.. Kaç saat oldu bilmiyorum ama inzibat komutanı albay geldi, yanında başsavcılığın adamları vardı. Hemen ayağa kalkıp hazır ola geçtim. “Doruk Erguvan, yarın sabah ilk sorgun var. Avukat ataması için başvuru yapılmış ama…” Cümlesi havada kaldı. Ama ne demek istediğini anladım. Hiç kimse bu davayı almak istemiyordu. Çünkü bu dava sadece bir adamın değil, bir ülkenin öfkesiydi. Kimse bu öfkenin karşısında durmak istemiyordu. "Anladım komutanım" dedim zor çıkan sesimle.. Bir vatan hainini kim niye savunmak istesinki zaten.. Bir tek o albayda nefret dolu bakışlar yoktu, belki suçsuz olduğuma inandı belki de sadece suç kesinleşene kadar yargılamamayı seçti bilmiyorum.. O an, yalnızca şunu düşündüm. “Ben düşmedim. Beni ittiler. Ama düşmekle bitmeyecek bu. Kim yalan söylediyse… kim emir verdi ve sonra arkasını döndüyse… Kimin eli bu kana bulandıysa… Hepsini bulacağım.” Bulduğum gün çıkın karşıma.. Hain diye bir de o zaman bağırın bakalım. Duyacak mıyım sizi!!!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD