3. BÖLÜM (Z)

2104 Words
  Duş alsam daha kuru olurdum. Çantam taksiyle Pendik'e doğru yol alıyordu. O bile hareket halindeyken ben konumumu bir iki adımla sınırlandımıştım. Tartışmayla geçen on beş yirmi dakikanın ardından toplam neredeyse bir saatten uzun süredir aynı kaldırımda eskisinden daha kötü, daha ıslak, çok daha da sinirli haldeydim ben. Herif beni taksiden hiç acımadan indirdi yaa.   Kaldırımda biraz yürüyünce bir pastaneye girdim utana sıkıla. Üstümden çamurlu su akarken zeminde bıraktığım izler canımı da sıkıyordu. Kasaya yaklaştım. Eve gidebilme ihtimalimi arttırmam gerekiyordu.    "Hapşuu. Çok özür dilerim beyefendi. Eve gitmem lazım; ama çantamı dolayısıyla da cüzdan ve telefonumu da takside unuttum. Bir arama yapabilir miyim acaba? Hapşuu."   Eve gitmek için bindiğim; ama gidemeden indirildiğim, inerken de unuttuğum çanta. İçime otururdu öküzler genelde, şimdi aynı taksiye binip oturdu. Akşamımın bacağına sıçtı.    "Tabii buyrun. Arayabilirsiniz. Geçmiş olsun. Hangi taksi durağıydı? Bulunur."   "O kadar acelem vardı ki, durak adına bakamadım. Teşekkürler."   Teşekkürler tabii. Dış görünüş ne kadar da etkiliydi kabul görmek için. İş görüşmesine gideceğim için güzelce hazırlanmıştım. Saç olarak aynı etkide olmasam da kıyafetlerim benden zarar gelmeyeceğini bağırıyordu. Yanlış anlaşılmasın bağıran ben değildim, kıyafetlerdi.   Kıyafetimle karşılanmıştım şimdilik. Bilgimle ağırlanmayı ve de ahlakımla uğurlanmayı daha kuru olduğum bir zamana bırakacaktım.   "Efendim."   "Aşkım benim. Ben hala Mecidiyeköy'den eve geçemedim. Geçecek gibi de değilim."   "Biz yoldayız Zeynep. Neden geçecek gibi değilsin?"   "Eve gitmek için taksiye bindim, sonra da çantamı içinde unuttum. Telefonum, param içindeydi."   "Ee taksiyle eve gitmedin mi aşkım?" Çok yerinde bir soruydu. Öküz aldı taksiyi.   "Gidemedim. Başka birini bekliyormuş taksi. İnmek zorunda kaldım. İnerken de unuttum işte. Haber vermek için aradım. Gecikeceğim."   "Ben gelirim almaya. Merak etme, orada bekle beni. Çiçek, çikolata için Ortaköy'de işimiz vardı zaten."    "Beni almaya gelir misin gerçekten? Bir pastanede hapşuuu, bekliyorum. Yedek kıyafet getirirsen süper olur kardeşinden. Hapşuu."    "Eve mi uğrayayım önce? O zaman daha da uzar yolum. Direk geleyim istersen."   "Annenler de arabada değil mi? Sen karar ver. Hapşuu. Çay içip bir şeyler yerim ben. Ödersin değil mi?"   "Tabii öderim aşkım. Direk geleyim ben. Üşütmüşsün zaten. Oradan alırız gerekirse bir mağazadan."   "Teşekkür ederim. Kusura bakma aşkım ne olur?"   "Ben bakmam. Geliyorum."    Ben bakmam. Annem, babam, dedem, öteki dedem, kardeşim ve halam bakar ama mı demekti bu? Telefonu verdim bana veren kişiye.    "Bir şeyler sipariş vermek istiyorum. Erkek arkadaşım gelince ödeyecek. Sizin için çok sorun olur mu?"    "Hiç sorun değil, sonradan da bırakabilirsiniz. En kötü ikram etmiş oluruz."   "Çok teşekkürler. O zaman ben büyük bir bardak çay, bir dilim trileçe alabilir miyim? Bir de annemi arasam sorun olur mu?"    Uzattı yine telefonu. Annemi aradım.    "Alo."   Sesi sinirli çıkıyordu. Beni en az elli kere aramıştır şimdiye dek. Şarjım az kalmıştı. Kapanmıştır telefonum. Kapanana kadar birisi açtı mı ki? Taksici ne zaman bulur, bulursa beni arar mı? Ulaştırmaya çabalar mı çantamı bana? Bir bardak soğuk su içebilirdim üstüne sanırım çaydan sonra. Tam aynıydı, kırmızı tonuna aşık olup aldığım ceketime o kadar uygundu ki, çantanın çizgileri.    "Anne! Hapşuuuu."   "Anne deme bana. Sen nerdesin Zeynep? Misafirler gelecek, ne misafiri dünür onlar. Beni mi istemeye gelecekler acaba? Telefon kapalı yüz elli kere aradım seni. Deli kadın mı olayım istiyorsun? Kimden arıyorsun sen beni."    Ben elli tahmin etmiştim. Yüz elli kereymiş meğer. Vay canına!   "Anne çantam takside kaldı. İş çıkışı bir saat bekledim, tam bindim gıcık adamın birisi benim taksim dedi."   "Sen de inanıp terk mi ettin taksiyi?"   "Hemen inanmadım tabii. Karşı atağa da geçtim. Çok güzel savundum taksiyi benim diye, ama! Hapşuu. Öhhüüüaaa."    Oh! Öksürük de başladı. Biraz daha böyle durursam topu dikerim havaya. Annem hiç demedi bile öksürüyorsun sen diye. Gözden çıkarmış tamamen erken gitmediğim için.   "Aması ne Zeynep? Nasıl yağmurlu hava bir fikrin var mı? Eve kadar kilometrelerce trafik olmuştur. En geç yedide gelecekler demedin mi? Saat altıyı geçti. Dörtte çıkıp gelip bir de yardım edecektin bana güya."   "Ablam yok mu? Dörtte çıkamadım anne dört buçuk gibi çıktım. Yarım saate yakın taksi bekledim. O yağmur dediğin zaten tamamen bana özel yağdı sadece. Gökler yarıldı üstüme üstüme ve yollardan gelen çamurlu suları hiç söylemiyorum. Öhhüa."   "Eve gelince kapıda çıkarırsın üstünü misafirler girince. Çamurlu giysilerle eve almam seni. Dünden beri temizlik, yemek canım çıktı zaten."   "Ayıp ettin anne. Ben de tam aklımdan bunları geçiriyordum. Ev kirlenmesin de sakın, ben zatürre olsam da sorun değil. Hapşuuuuaaaa."   "Aferin iyi düşünmüşsün. Baban mı gelip alsın seni? Bahadır'ı ara bari yarın akşam gelsinler. Baban gidip alacak geri gelecek üç saat sürer en az bu yağmurda."   "Bahadır'ı aradım ben. Beni alacak, yolda geliyor, birlikte geçeceğiz."   "Kız öylece mi çıkacaksın kayınpeder, kayınvalide, dede karşısına? Sadece kahve götürürken çıkman lazım. O da kız istenirken."   "Valla anne ya hiç çıkamayacağım ya da şimdi beraber geliriz. Ya hep ya hiç yasası işler bende. Öhhhüüüa öhhüa."   "Sen gel hele bir işleyeceğim ben seni iğneyle merak etme. Ertele dedim sana. Uzak dedim. Sanki işe alsalar her gün gidip gelebileceksin onca yolu? Tekirdağ'da iş arasan daha iyi."   "Anne başkasının telefonundan arıyorum, bir saattir iyiyim merak etme diyemedim."   "Kapat ben ararım."   Kapattı. Ben telefonun sahibine bakarken telefon çalmaya başladı. Annem tabii ki. Kasadaki bey bana tahsis etti telefonu çünkü. Annemdeki rahatlık beyde yok. Islanmış köpek gözlerimle bakarken iyi adam baş parmakla sorun yok işareti yapıyordu bana.   "Efendim anne? Ya tamam işte Bahadır geliyor beni almaya. Sen kıyafetimi ütüle sadece, hazır olsun. Bir de onunla vaktim kaybolmasın. Hemen duş alır kahveye dek hazır olurum ben."    "Semra hanım zaten kulp bulmaya yer arayan bir tip, bir de oğluna isteyecekleri kızı kendileri getirecekler. Ay başım tuttu yemin ederim. Zümrüt dil altımı versene bana. Zeynep beni kahrımdan öldürecek."   "Ağzından yel alsın güzel annem. Semra teyze de anlar halimi. Merak etme."   "Çantanı nasıl bulacaksın? Mecidiyeköy taksisi miydi?"    "Bakamadım. Önümde duruverince hemen bindim. Çok yağmurluydu zaten hava. Hala yağmurlu. Sıçana döndüm. Hapşuu."   "Anne sözü dinlemezsen dönersin. Ben size hep bakın demiyor muyum taksinin durak ismine? Ablana da sana da?"   "Takside kalma mücadelesi veriyordum anne, nüfus işlerini içinde kalabildiğimde halledecektim."   "Cık cık cık cık. Dil pabuç kadar; ama akıl topuğu kadar yok. Hadi kapat. Gel hemen. Oyalanma sokaklarda. Akşam okunacak birazdan."   Kapattı. Yine. Geleyim hemen tamam. Yine verdim telefonu. Umarım aramaz numarayı kaydedip bir daha. Benim de derdim bir tek ezandan önce eve girip dünür beklemekti zaten.   Masaya geçip oturdum. Isıtılmıştı içerisi. Havalar soğuk değildi aslında, ekim ayının sıcak bir günüydü. Yağmur yağmasaydı... Kurutmaya yönelik açılan ısıtıcılar varsa bile, yine de üzerime yapışarak beni zatürre etmeye ant içmiş ıslak kıyafetler üşümemi engellemek için çaba sarf edecek gibi görünmüyordu. Çayım gelince elime aldım hemen. Hapşuuu. Isınmak için kendime bir çaydan medet umuyordum. Yarım saat geçti. Ben çayı içtim. Bir tane daha sipariş verdim. Tatlımı bitirdim. Ööhhüüaa.   Aklıma taksideki münakaşa geldiğinde biraz ısındım. Sinirlerim zıplayınca kinetik enerji oluşturdu içimde galiba. Sıcaklığı da beraberinde getirdi. Gıcık adamı ve onun beni taksiden indirebilecek kozlara sahip olmasının yanında çantamı taksinin içinde unuttuğumu da aklımın derinliklerinden silmek zorundaydım. O anlık ısınmak iyiydi. Devam edersem kızgın olacaktım. Yanardı bedenim. Alev çıkabilirdi. İtfaiyeyi boş yere meşgul etmemeliydim.   Beklerken ikinci kez çağrıldığım görüşme görüntüleri ve sesleri zihnimden geçmeye başladı. İlkinden sonra iki hafta içinde biz size döneriz demişlerdi. Bir hafta bitmeden onlar beni arayınca ben nasıl beni istemeye gelecekler başka zamana alalım görüşmeyi diyebilirdim ki?   İş mi evlilik mi karar ver demezler miydi?   Evlenmek demek, hala pek çok zihniyette kocan çalışmana izin verecek mi bakalım demekti. İnsan kaynaklarında çalışıyor diye zihniyetini aynı odaya işe götürüp işten eve getirerek değiştirmeyen biri olabilirdi beni görüşmeye alan adam kişisi. O yüzden evet dedim daha beni arayan lafını bitiremeden. Cuma saat üçte girecektim. Bir saat sürse dörtte çıkardım.    "Merhaba Zeynep hanım. Nasılsınız geçen seferden beri?"   Nasılım geçen seferden beri? Geçen sefer nasıldım ki? Böyle sanki sağlık sıhhatimle çok ilgiliymiş gibi görünmek istemesi, sanki babasının ayakkabılarını giymiş küçük bir çocuğu getirdi gözümün önüne. Tehlikeli hareketti. Yürürse düşer ve canı yanardı.   Şimdi ben sana desem ki, kanserim, altı aylık ömrüm var, bu altı ayda sizinle birlikte çalışmak istiyorum, sen de bana diyeceksin ki; oh ne güzel Allah afiyet versin. Dediğimi dinleyecek; ama duymayacaksın. Ne gerek var sormana. Çocukların büyüklerine ait olan ayakkabıları giymeleri bu yüzden çok yanlış.    "Daha iyiyim, teşekkür ederim. Sizi geçen seferden daha dinç gördüm. Söylemeden geçemeyeceğim. Geçen hafta üzerinizde bir kırıklık varmış da bugün alçıları almışlar gibi. Harika. Bayılırım, enerjik insanlara."   Gerçekten de öyleydi. Geçen sefer başka biri ile girmişti görüşmeye. Kadın da zavallı adamı hiç konuşturmamıştı. Nasıl onu saf dışı etti, ikinci görüşmeyi kaptı bu çelimsiz adam acaba?   İlgi budur işte. Gözlemdir.   Adamın gözleri parladı. Gözlüğünü bir düzeltti gözünde yukarı doğru. Gülümsedi. Olmadı az indirdi tekrar. Masaya koyduğu evrakları inceledi. Okur gibi yaptı. Soru sorması gerekiyordu; ama unutmuş gibiydi.    "Teşekkür ederim Zeynep hanım. Geçen hafta biraz hastaydım, iyiyim evet. Dikkat, başvurduğunuz pozisyon için size gerekli olan yegane özellik aslında. Ben de sizin buna sahip olduğunuzu net görüyorum."   Yakını mı uzağı mı göremiyorsun sen? Gözlüğü kaldırıp arka tarafıma, indirince bana baktığına göre miyopsun. Yakında gözlük kullanmasına gerek yoktu.   "Dikkat demişken Taner bey. Gözlüğünüzü çıkarmanız hiç sorun değil benim açımdan. Aynı masadayız neticede."   Kocaman gülümsedim. Senin aksine ben gerçekten seni düşünüyorum. Şaşı oldun indir kaldır.   "Gözlerim yoruldu cidden, çıkarsam iyi olacak. Şimdi Zeynep hanım özgeçmişiniz yıllardır tecrübeli olan pek çok kişiden daha dolu, daha güven verici. On dört aylık iş geçmişiniz var; ancak referanslarınız on dört yıldan bahsediyor sanki."   Soru sormadı. Çıkarımda bulunduktan sonra neden durur ki insanlar? Ya sorunu ilet ki, bana cevap hakkı doğsun ya da es verip devam et. Bekleme yapma.    "Ne diyebilirim ki, doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişilerle etkileşim içinde olma şansına eriştim."   "Bu şirket için başka başvurular da var. Niye sizinle çalışalım Zeynep hanım?"   En çok da bu soruya ifritim. Kılım. Neden benimle çalışın? Çünkü, daha iki hafta bile olmadan arayan sizsiniz, siz söyleyin bana niye çağırdınız beni, ben bu şirkette neden çalışayım?    "Deniz Grup altında MarkaŞık e-ticaret sitesi olması, daha üniversitede okurken bana ışıklı disko toplarını andıran bu alan içinde, istatistik tutmak en büyük hayalim olarak kalmasın diye, adının Türkçe olması, pasta dilimi almak için kurulan çok genç bir yapı olması ve benim gibi genç beyinlerle, okuduğum vizyonuna daha çabuk ulaşacak olmasına olan inancımdan dolayı birlikte çalışmalıyız. Siz bir şey söylemeden ben bir şey sorabilir miyim? Bu odadaki perdelerin üzerinde minik minik, perdeden bir iki ton koyu renkte ikon resimleri var. Çalışacağım ofis perdelerinde de var mı, yoksa sadece bu odaya mı özel?"   "Be-ben bi-bilemiyorum. Öğrenip size de bilgi veririm. Çalışacağınız ofis mi? Çoktan işi almış gibi sordunuz. Öz güven yayılıyor tüm bedeninizden."   Benden daha neler yayılıyor da sen odak yapıp göremiyorsun. Gözlükler gözünde mi kalsaydı? Odaklanmak kolay olurdu. Saat beş oldu be adam.    "Sizin de aradığınız gibi sanırım. Şöyle yapalım mı? Ben özgeçmişimi alayım bir sizden. Beklenti maaş kısmına, hah şöyle beş yüz, evet. Şimdi daha iyi oldu. İşe siz beni alacaksanız size bir yemek ve kahve borcum olur. Başkası alacaksa sanırım bir daha çağrılacağım. Neyse kısmet."   "İşe alındınız Zeynep hanım. İstenilen evraklar mail adresinize gönderilecek. Önümüzdeki hafta tamamlayıp, sonraki hafta da başlayabilirsiniz. Güzel işlerde beraber olacağımıza inanıyorum."   Sen İK'sın. Ben seninle ne iş yapabilirim ki? Benim işim rakamlar, sayılar, yüzdeler, grafikler, standart sapmalar, kar, zarar... Beynim yoruldu. Çıkayım yeni işimle şu binadan.    "Hiç şüpheniz olmasın. Sizi asla pişman etmem."   Sen işi al çık. Karşıya geç. Taksi bekle. Durdur. İçine gir. Dangoz cingözün biri gelsin atsın seni taksiden. Özgüven mi olurmuş sıçanlarda? Hapşuuu.   Bahadır girdi kapıdan. Ayağa kalktım. Her yanım tutulmuştu. Kalıp gibi oldum. Islak daha iyiydi. Nemli nemli küflenmem ivme kazandı.    "Aşkım, hadi gel. Kuru kıyafet alalım sana hemen. Buraya kadar da trafik vardı, anca geldik. Hesabı alır mısınız?"   Ödedi, çıktık. Biraz ilerideki mağazaya girdik. Donuma kadar ıslanmıştım. Her bir şeyciden de iç çamaşırı, bir kot, bir sweat alıp kuruyan tek şey ayakkabılarımla spor bir şıklık oluşturmuştum. Ööhhhüüüaaa. Hapşuuuuu. Hapşu.   Arabaya gelince özür dileyerek girdim. Saat yediyi on geçiyordu. Semra hanım, Ertuğrul bey kibarca merhaba dediler. Dedeler desen yeşil olmuşlar. Az sonra üstüme kusacak gibi duruyorlardı. Tek görümcem biraz neşeliydi.   "Zeynep şifayı kapmışsın. Hemen nane, limon, zencefil kaynatalım da iç. Çantanı kaybetmişsin. Çok üzüldüm."   "Sağol canım. Belki telefonu ararsak şarj etmeyi akıl eden birine ulaşabiliriz. Belki o da helal süt emmişse kavuşurum çantama."   "Hadi inşallah. Keşke taksiye binseydin, eve geldiğinde ödenirdi parası. Islak ıslak oturmak yerine aynı süreyi eve giderken kullanırdın. Böyle sana zor oldu. Dedelere bir de." Eğilip kulağıma söyledi. Güldük birlikte. Bahadır gelmek istedi bana ne?    "Ya da aileni çağırsaydın Zeynep buraya. Pastanede isterdik seni ne güzel tatlı yiyip tatlı konuşarak. Hahaha. Şimdi gece yarısı sizinkilere de ayıp olmasın. Anca varırız da çünkü. Hahaha."   Nesi komikti acaba? Bana laf soktun iyi mi geldi Semra hanımcım? Çalan kornalar, yol isteyen şoförler, yol vermeyenler, dahası da nasıl vereceğini benim bile bu trafikte aklımın kesmediği facia gibi keşmekeş. Kıyamet alameti.   Belki de ailem pastaneye gelebilirdi bu sürede Semra hanımın dediği gibi. Bir an mantıklı gelse de iş işten geçmişti.  Başıma, bana kötü kötü bakan beş çift gözün sahibi ile aynı arabada olmaktan başka, daha fazla ne gelebilirdi ki kendi istenme gecemde?   Yok sormadım. Vallahi sormadım.   GÜM.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD